
1 Numara
12 dk
Yolun sonundaydı ve fizyoterapist olmak istiyordu. Ne var ki sonrasında hayatı değişti ve dünyanın yeni bir numarası oldu. Angelique Kerber, ABD'de zirveye çıktıktan sonra Socrates'e konuştu.
Amerika Açık zaferi ve birinci sıraya yükselmenizle sonuçlanan New York’taki o görkemli hafta sonunun üzerinden biraz zaman geçti. Dünyanın en iyisi olmaya alıştınız mı?
Yavaş yavaş her şeyi sağlıklıca kavrayabiliyorum. Bir numara olmak, çocukken en büyük hayalimdi. En basit tabirle, hâlâ çok görkemli olduğunu söyleyebilirim. Bu inanılmaz bir his. İşin en güzel tarafı, insan tüm dünyayı kucaklamak istiyor.
Bu başarıdaki en güzel kısım ne?
Kendiliğinden ayağıma gelmemiş olması. Teniste neleri yaşamadım ki; yenilgiler, hayal kırıklıkları, kuşkular, yukarılara çıkamayacağıma dair korkular... O dönemlerde her şey ters gidiyordu. Şimdi ise zirvedeyim, tahtın üzerinde. Bu neredeyse gerçek olamayacak kadar güzel. Böyle bir mutluluk hissi çabucak gitmiyor. Artık kendime bir şeyler ispat etmek zorunda değilim.
Özellikle de beş sene önce nerede olduğunuzu düşününce... Dünya 107 numarasıydınız ve bırakmak istiyordunuz.
O, derin bir bunalım evresiydi. Tamamen kaybolmuştum. Wimbledon’da dünya sıralamasında ilk 200’ün dışında bulunan bir rakibe kaybetmiş, yine ilk turda elenmiştim. Artık bu işi yapmakta bir mana göremiyordum. Uğruna çabaladığım her şey karşılıksız kalmıştı. Hatta bir dönem fizyoterapist olmakla bile ilgilenmiştim.
Peki ya sonra?
Büyükannem, büyükbabam, annem ve arkadaşım Andrea Petkovic, bu şiddetli hayal kırıklığı yüzünden her şeyi yerle bir etmemem gerektiğini söylediler, beni sürekli cesaretlendirdiler. Sonra bildiğim, alıştığım çevreyi terk ettim; Offenbach’a, Schüttler Waske Tenis Akademisi’ne gittim ve tüm yaz boyunca daha önce hiç çalışmadığım kadar sıkı çalıştım. Ardından Amerika Açık’ta yarı finale yükseldim ki bu benim için küçük çaplı bir mucizeydi. Ve bu mucize, tenis oyuncusu olarak benim kurtuluşum oldu; mutlu sonla biten bir “Ya hep ya hiç“ hikâyesiydi.
Önceki yıllarda bir mentor ile de çalışmıştınız...
O çalışma kesinlikle çok işime yaradı. Hâlâ yüzlerce ipucu ve tavsiye alabilirsiniz ama korttayken kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Dünyanın en yalnız insanı sizsiniz. Şimdiki bu zihinsel dayanıklılık, tüm duygusal tecrübelerin toplamından ibaret. Zaferlerden, yenilgilerden, bu çılgın tenis dünyasında başınıza gelenlerin her birinden bir şeyler öğreniyorsunuz.
Geçmişte kaçırdığınız fırsatlar için de pişmanlık duymuyorsunuz. Birçok uzman bu büyük sıçramayı daha erken bekliyordu.
18 yaşındayken hazır değildim. 23'te de durum aynıydı. Günümüz tenisinde gerek oyuncu gerekse insan olarak olgunlaşmak için daha uzun bir hazırlık sürecine ihtiyaç duyuyorsunuz. Harika çocukların devri çoktan kapandı.
Angelique Kerber çok kibar, çok cana yakın, çok utangaçmış. Herhalde o zamanlar tenis branşındaki genel kanı buydu.
İnsan olarak hiç değişmedim. İyi olmak zarar vermez. Bu benim doğal halim. Aynı zamanda hırslıydım da, tutkulara sahiptim. Ama korttayken mutlak bir çekincem vardı çünkü özgüvenim yerinde değildi.
Arkadaşınız Andrea Petkovic ve sonrasında Sabine Lisicki gibi Almanlar, sizden önce merkez kortta başrolü oynamıştı. O dönemlerde içinizde kıskançlık hissi uyanmış mıydı?
Ben başkalarının başarılarını kıskanacak türde bir insan değilim. Onların bulunduğu yere çıkabilmeyi istiyordum. Bunun için kendime ait bir yol aradım ve buldum.
Tenis dünyasının bir numarası olmak, aynı zamanda dünya genelinde medyanın odağında olmak anlamına da geliyor. New York’taki zaferinizin ardından, yaklaşık üç gün röportaj odaları ile televizyon stüdyoları arasında mekik dokudunuz. Bu bir istek mi, yoksa yük müydü?
Yük denemez çünkü bu da işimin bir parçası. Ben bunları bir takdir, bir iltifat olarak görüyorum. İşler böyle yürüyor, bir numara olmak aynı zamanda biraz da tenisin elçisi olmak demek ve ben bunu zevkle yapıyorum.

Akıl hocanız Steffi Graf, kırmızı halının üzerinde flaşlar patladığında kendisini rahat hissedemez, bunun yerine sadece tenis oynamayı tercih ederdi...
Ben tenisin dışında, bu tür etkinliklerden de zevk alıyorum. Kendime söylerim; kim sıkı çalıştıysa, kim başarılar kazanıyorsa, o kendini ödüllendirmek zorunda. Tenis kıyafetlerini bırakıp şık bir abiyeyi üzerinize geçirmek gayet güzel.
Kuzey Amerika’daki turnuvalar, olimpiyat, zorlu Amerika Açık finali derken yaklaşık iki aydır yollardasınız. Evinizi özlediniz mi?
Ah evet! Bu hayatımın en güzel, aynı zamanda da en yorucu yolculuğu. Sonunda evinizi özlüyorsunuz, ait olduğunuz yerin havasını tekrar solumak, ailenizi ve arkadaşlarınızı tekrar görmek istiyorsunuz. Ve tabii ki bir daha asla otelde uyanmamayı da... İnsan hep çok basit şeyleri diliyor; güzel bir dilim ekmek, adamakıllı peynirler ve sosisler...
İdeal bir tatil gününüzü nasıl özetlersiniz? Nasıl dinleniyorsunuz?
Bir düğmeye basarak kendinizi deşarj edebilmeniz mümkün değil. İnsan bu muazzam stresten kurtulmak için en azından iki-üç günlük bir zamana ihtiyaç duyuyor. Ve bir süre sonra artık arkanızda “Yemek! Salonda ağırlık! İdman! Maç!“ şeklinde konuşan birisi olmadığını fark ediyorsunuz. Her şey bir anda daha dinlendirici oluyor, daha iyi uyuyorsunuz, sürekli tenis üzerine düşünmüyorsunuz.
Hep Polonya’ya, Puszczykowo’ya gitmek istiyorsunuz. Orası size tam olarak ne ifade ediyor?
İnzivaya çekildiğim, iyi hissettiğim ve aynı zamanda gücümü topladığım bir yer. Büyükannem ve büyükbabam Puszczykowo’da yaşıyor, bunun yanı sıra genç yeteneklerin eğitildiği antrenman merkezim de orada. Bir gözüm her zaman orada.
Polonyalılar ve Almanlar arasında bu konuda bir anlaşmazlık patlak verdi. Angelique Kerber nereye ait?
Ben Almanya’da doğdum, okula gittim, büyüdüm. Neredeyse hayatımın tamamını Almanya’da geçirdim. Ve aynı zamanda Almanya için oynuyorum. Elbette ailemin kökleri oraya dayandığı için kalbim Polonya için de atıyor. Orada bulunmayı seviyorum, düzenli olarak Puszczykowo’da yaşıyorum. Ama vatanım Almanya.
Tenis, Kerber Ailesi’nin evinde her zaman önemli bir mesele oldu. Neredeyse tenis kortlarında büyüdünüz...
Daha üç-dört yaşlarındayken tenis raketini elime almıştım. Bu tamamen kendiliğinden oldu. O dönemler kort, benim oyun alanımdı. Babam oldukça iyi bir tenisçiydi, ailece turnuvalara giderdik. Ben tam anlamıyla bir tenis çocuğuyum.
Babanız aynı zamanda ilk antrenörünüzdü, ona neler borçlusunuz?
Annem ve babam birlikte bana tenisi öğrettiler. Her ikisine karşı derin bir minnet duygusu besliyorum. Onlar olmasaydı, şu anda bulunduğum yere gelemezdim.
Bir keresinde dünya sıralamasının alt kesimlerinde yer alan bir oyuncunun üzerindeki baskının devasa boyutlarda olduğunu söylemiştiniz. Ve tabii ki ekonomik durumla ilgili kaygıların getirdikleri de vardı... Şimdi ise kariyerinize bakınca neredeyse Steffi Graf kadar kazandığınızı görüyoruz...
Belli bir seviyeye ulaştıktan sonra para konusu o kadar da önemli değil. Profesyonel bir sporcu olarak yaşamınızı sürdürebilmek için ikramiyeye ihtiyaç duymadığınızdan, orada bunu düşünerek oynamıyorsunuz. Amerika Açık’tayken, şampiyona verilecek ödülün ne kadar olduğunu hiç bilmiyordum. (Editör notu: 3.5 milyon Amerikan Doları) Orada benim için asıl mesele kupaya ulaşmak, Grand Slam zaferini kazanmak ve 1 numara olmaktı.
Boris Becker ilk olarak 1991’de, yalnızca üç haftalığına dünya sıralamasının zirvesinde yer almıştı. O dönem Becker, "Aslolan, hayatta bir kez 1 numaraya erişmektir" demişti.
Ben de aynı fikirdeyim. Çünkü bir kez 1 numara olmak, daima 1 numara olmak anlamını taşır. Her zaman dünya 1 numarasısındır artık ya da dünya eski 1 numarası. Bunu elde etmek tesadüfle olmaz; buraya ulaşabilmek için gerçekten çok iyi bir iş çıkarmak, haftalarca, aylarca en üst seviyede oynamak gerekir. Grand Slam kazanmak da lazım; çünkü kurallara göre asıl puanları bu şekilde kazanıyorsunuz.
Avustralya Açık’ı kazandınız, Wimbledon’da finale çıktınız, olimpiyatta gümüş madalyaya uzandınız, dünya 1 numarası ve New York’un kraliçesi oldunuz. Peki hafızanızda yer eden en güzel an hangisiydi?
Bu yıl tam olarak bir rüya gibiydi. Hiç uyanmak istemediğim bir rüya. Rio günleri benim için çok özeldi; olimpiyat köyünde binlerce sporcuyla oluşan o atmosfer, o eşsiz his, orada elde ettiğim gümüş madalya… Bir madalya kazanmak, çocukluğumdan bu yana düşlediğim bir şeydi.
Sıradaki büyük Kerber partisi nerede?
Hiç şüphesiz, en büyük hedefim Wimbledon. Bu yıl oldukça yaklaşmıştım, Serena’ya karşı harika fakat kaybettiğim bir final oynadım. Wimbledon ile hâlâ kapanmamış bir hesabım var.
Serena Williams, siz nöbeti devralana kadar, uzun yıllar ilk sıradaki yerini korudu. Şimdi ise uzmanlar, Amerikalı tenisçinin bu muhteşem periyodun sonuna yaklaştığı fikrindeler...
Kesinlikle böyle olmayacak. Serena hâlâ başarıya aç. Beni kızdırmak ve 1 numarayı geri almak isteyecektir. Sıkı bir savaş olacak ancak uzun süre zirvede kalmaya kararlıyım.