11

18 dk

Rafael Nadal, 11'inci Fransa Açık şampiyonluğuna ulaştı ve spor tarihinin en özel işlerinden birini yaptı. İşte Paris toprağında alınan 11 kupanın onuruna, 11 konu başlığında Rafa...

Tenis dünyası, son yıllarda kırılmaz denilen birçok rekorun el değiştirdiğine tanıklık etti. Pete Sampras’ın yedi Wimbledon ve toplam 14 Grand Slam kupası içeren koleksiyonu kimilerine göre ulaşılmazdı, Roger Federer’e göre ise değildi. Herhangi birinin, Steffi Graf’ın açık dönemde kazandığı 22 Grand Slam’i geçebileceğine ihtimal verilmiyordu ama Serena Williams aksini düşündü. ‘En zor Grand Slam’ unvanını haiz Roland Garros’u altı kez fetheden Björn Borg ise bu açık dönem rekorunu uzun seneler daha taşımayı beklerdi ama Nadal çıkageldi.

Unutulan bir şey vardı ki tenisin süper kahramanlar çağını yaşıyorduk. En imkân dışı görünen başarıların mümkün kılınması biraz da bundandı. Yine de günün birinde Fransa Açık’ın aynı oyuncu tarafından 11 kez kazanılacağı söylense muhtemelen alaycı bir tebessümle geçiştirir, gerçekleşmesine ihtimal dahi vermezdik. Rafael Nadal ise bunu mümkün kıldı; üstelik devamı için korta çıkmayı sürdürecek. Raketi bıraktığı gün hangi noktaya ulaşmış olacağını kestirmek güç ama şimdi, akıl almaz 11’i onurlandırma zamanı.

Önümüzdeki sayfalarda, Rafa’nın hayatında iz bırakmış 11 konu başlığı göreceksiniz. Philippe Chatrier Stadyumu’nun güneşi üstünüzde doğarken, filenin karşısında Roger Federer’i bulacaksınız. Yol, sizi Wimbledon’ın büyülü Merkez Kort’una götürecek. Sakatlıklar ise hızınızı kesecek. Mütevazılığı elden bırakmadan da zirvede olunabileceğini görecek, aile kurumunun kutsallığını yeniden hatırlayacaksınız. Ve merak etmeyin, daha fazlası da var...

Roland Garros - Başyapıt

Her büyük sanatçıyı dünyaca meşhur eden bir imza eseri vardır. Leonardo da Vinci denince Mona Lisa, Mozart denince 40. Senfoni, Quentin Tarantino denince Pulp Fiction akla gelir hemen. Dehalarının doğal bir sonucu olarak daha nice parlak işle insanlığı takdis etmiş olsalar da bu şaheserlerin yeri ayrıdır ve hep öyle olacaktır.

Rafael Nadal için de Roland Garros’u aynı çerçevede değerlendirmek mümkün. 2005’te, ilk oynadığı sene elde ettiği şampiyonluk onu bir anda yıldız yaptı. Ve neredeyse Paris’e sonraki her ziyaretinde tenis tarihine görkemli sayfalar eklerken kendi markasını da büyütmeye ve parlatmaya devam etti. Roland Garros’tan aldığı güç ve özgüven ile diğer zeminlerde de faktör olmasını sağlayan ayarlamaları oyununa ekleyebildi. Bu sayede önce tenisin ve şimdilerde de spor evreninin en büyüklerinden biri haline geldi. Elbette işler her zaman yolunda gitmedi, her seferinde istim üstünde değildi Fransa’ya gelirken; ağır sakatlıklardan döndüğü de oldu, formsuz zamanları da... İşte o zor günlerde Roland Garros bir sığınak, bir sanatoryum olarak hizmet verdi ona. Ne zaman ihtiyacı olsa; aradığı ışığı, morali, enerjiyi Philippe Chatrier’nin üzerinde parlayan altın güneşten devşirdi Rafa.

Aslına bakılırsa Nadal, dünyaya eserleriyle iz bırakan diğer büyük insanlardan belki bir parça daha şanslı. Çünkü şaheseri onunla yaşamaya, büyümeye ve güzelleşmeye devam ediyor. Geride bıraktığımız ay içerisinde elde edilen 11’inci şampiyonluk, zaten mantık sınırlarını zorlayan bu başyapıta yeni bir boyut kazandırdı. 14 sene gibi uzun bir süreye yayılan ve halihazırda devam etmekte olan bu süreci takip etmek, bizler için de artık, Guernica’yı tamamlarken son fırça darbelerini attığında Picasso ile beraber Paris’teki evinde olmak ya da Imagine’a son notaları eklerken John Lennon’ı piyanosu başında izleyebilmek kadar özel ve büyülü bir şey... / Emre Yazıcıol

Roger Federer - Kusursuz Rekabet

“Onun hakkında çok şey duydum” demişti Roger Federer, “Bu, kimse için bir sürpriz değil...” Fakat yanılıyordu. Ne zaman 17 yaşında bir çocuk çıkıp dünya 1 numarasını yense bu bir sürpriz olurdu. 2004’ün Mart ayında Miami’de yaşananlar da öyleydi. Rafael Nadal adında, ‘Carlos Moya atleti’ giymiş genç bir oyuncu tarafından iki sette mağlup edilmişti. Muhtemelen ilk anda kaybına çok fazla önem atfetmiyordu. Amacı, karşılaştığı utangaç ve saygılı delikanlıyı onurlandırmaktı. Zira o anda, tüm tenis yaşamı boyunca ayrılmaz parçası olacak kişiyle tanıştığını bilmiyordu. Ne yaklaşmakta olan savaşların ne dökeceği gözyaşlarının farkındaydı. Oysa o, beklendiği gibi tenis tarihine geçecek ama karşılaştığı genç adamı da yanında götürecekti.

Roger Federer, 2003’te dünyanın en iyi tenisçisine dönüştü. Bu, Wimbledon’ı kazanması veya çok kısa bir süre sonra dünya 1 numarası olmasıyla alakalı değildi. Juan Carlos Ferrero, Andy Roddick, Marat Safin ve David Nalbandian gibi milenyumun ilk on yıllık dilimine damga vurması beklenen oyuncuların zaman zaman amatörce görünmesini sağlayacak kadar iyiydi. Borg’un McEnroe’su, Becker’in Edberg’i, Sampras’ın Agassi’si vardı. Roger’ın ise masalına birini ortak etmesi pek olası görünmüyordu. Ortaya Rafael Nadal çıkana kadar da bu rekabetsizlik ortamı sürdü.

Devamında geçen 14 sene, çok daha kusursuz olabilecek iki şampiyonun sadece tarihin aynı zaman dilimini paylaştıkları için birbirlerine kusurlar armağan ettiği bir sekansa dönüştü. Misal; eğer Nadal olmasa Federer’in toprak zemin karnesi çok daha şaşaalı, Federer olmasa Nadal’ın hızlı zemindeki hâkimiyeti çok daha büyük olabilirdi. Bugün her ikisi de -hemen hiçbir tartışmaya gerek kalmaksızın- tarihin en iyi tenisçisi unvanını, hem de absürd Grand Slam şampiyonluğu sayılarıyla taşıyor olabilirdi. Bunun yerine, spor tarihinin en özel ve dostane rekabetlerinden birine taraf oldular. Belki onlar bir miktar kupa kaybetti ama dönemin tanıkları çok fazla şey kazandı... / Aras Yetiş

Wimbledon 2008 - Masal

Sports Illustrated yazarı Jon Wertheim, 2008 Wimbledon finalini şöyle tarif eder: "Tenisin tüm doğruları hakkında yapılmış dört saat kırk sekiz dakikalık bir başyapıt... Bir yetenek, beceri, incelik, keskinlik, zarafet, rekabet, güç, hız, takat, dayanıklılık, sportmenlik ve kararlılık festivali.”

Bu öyle bir finaldir ki Wertheim bu tarifle yetinmeyip maça dair Strokes of Genius adlı kitabı yazar. Kitapta iki farklı kutbun rekabetinin spor tarihi üzerindeki etkisini çok iyi anlatır. Bu beş setlik epik maç da bu ikili hikâyenin dönüm noktası olur. 4 saat 48 dakika ile 131 yıllık Wimbledon tarihinin en uzun süren finali unvanı ile beraber Bjorn Borg-John McEnroe arasındaki 1980 Wimbledon finalinden de tarihin en iyi maçı payesini alır çoğu otoriteye göre. McEnroe da hemfikirdir. Merkez Kort’un 2009’da tamamlanacak çatısı henüz olmadığı için iki kez yağmur nedeniyle ara verilmesi, akşam 21.16’da henüz ışık sistemi de olmadığından maçın zifiri karanlıkta bitmesi ve saat 21.20’de İngiltere’nin elektrik şebekesinde 1400 megawatt gücünde (uzun süre TV başından kalkamayan izleyiciler sanki 550 bin kettle’ı aynı anda çalıştırmış gibi) aşırı yüklenme ölçülmesi gibi unsurlar da dramayı zirveye taşır.

Maçın tenis tarihine etkisi daha da büyüktür. Toprak dışında bir zeminde Grand Slam kazanmasına şüpheyle bakılan Nadal’ın 65 maçtır çimde kaybetmeyen ve son dört Wimbledon’ı kazanan Federer’i yenmesi tüm algıyı değiştirir. Nadal, Björn Borg’dan bu yana aynı yıl Roland Garros-Wimbledon dublesi yapan ilk erkek raket ve 1966 Manuel Santana’dan sonra Wimbledon’ı kazanan ilk İspanyol olur. Oyununu geliştirip Federer’i en güvende hissettiği kalede yenmesinin rekabet üstündeki psikolojik etkisi ise bambaşka olur. Bugünlerde maçın onuncu yıldönümünde kitapla aynı adı taşıyan bir ESPN belgeseli yayınlanacak. Fragmanda Federer, “Toprağın kralı, çimin kralına karşıydı” diyor. Bu mitolojik rekabetle birbirlerini o kadar yukarı taşıdılar ki on yıl sonrasında hâlâ kral onlar. / Caner Eler

Sakatlıklar - Acı Yok Rafa!

“Rafa, 2005 yılından beri ağrı kesicilerle yaşıyor. Bana daha önce defalarca 'Keşke daha az şampiyonluğum olsaydı da bu kadar acı çekmeseydim' itirafında bulundu. 'Daha ızdırapsız' bir yaşam için birkaç kupasından vazgeçebileceğini ima etti.”

Bu sözler Rafael Nadal'ın amcası Toni'ye ait. Katıldığı bir konferansta bazı anekdotlar paylaşan Toni Nadal, Rafa ile 27 yıllık birlikteliklerinin en kilit senesinin 2005 olduğuna vurgu yapıyor.

"2005? Rafa daha 19 yaşındaydı ve... Sadece bir Grand Slam kazanmıştı. Her şey daha orada, o yıl bitebilirdi. Bir ortopedist bize Rafa'nın ayağında doğuştan gelen bazı problemler olduğunu söyledi ve 'Bu seviyede tenis oynaması mümkün değil' dedi. Muayene gününü hiç unutmuyorum."

Ayaktaki naviküler kemiğinin normalden daha yassı olması ve yüklenmelere karşı gittikçe zayıflaması, Nadal'ın ailesine “Acaba tenisten vazgeçse ve golfe mi yönelse?” sorusunu bile sordurmuştu. Rafa'nın kampı alternatif çözümler ararken sponsorlar ile ortopedistlerin birlikteliğinden, daha yüksek tabanlı ve yeni bir ayakkabı yapma fikri ortaya çıkmıştı. Bu yeni ayakkabı, tarsal naviküler kemiğine yapılan baskıyı sınırlayarak Nadal'ın profesyonel turda tenis oynamaya devam etmesini sağlayacak ama başka sakatlıkların da zeminini hazırlayacaktı.

2006-2008 arası dört Grand Slam kazanıp iki de final gören Rafael Nadal, son 48 ayı dünya 1 numarası olarak geçiren Roger Federer'i tahttan indirmişti. Yüksek tabanlı ayakkabının mucidi olan doktor grubu ise temkinliydi; zira diz bölgesindeki potansiyel sakatlıkların üzerinde duruyorlardı. Rafa, 2009'da dizinden ilk kez sakatlandı. Yıllar içinde tendinit, el bileği, sırt, hamstring ve sayısız adele sakatlığı yaşadı. Toplamda iki sene kortlardan uzak kaldı. Her defasında geri döndü. Spor tarihinde acı eşiği Rafael Nadal'dan daha yüksek kaç isim sayabilirsiniz? Çok fazla aday olmasa gerek... / Cemre Özdemir

Teknik - Kendine Has

Rafael Nadal’ı teknik olarak incelemeye, aslında Toni Nadal’ın ortaya koyduğu vizyonla başlamak lazım. Amca Nadal, yeğeni bir tenisçi olma yolunda ilerlerken son derece sert bir antrenör figürüydü. Fakat oyunun teknik tarafında, birçok eğitmenin yapmayacağı şeyi yaptı ve Rafa’yı bir miktar serbest bıraktı. Örneğin onun vuruş stiline ve raket tutuşuna müdahalede bulunmadı. Kendi düşünce tarzına, kendi karakterine uygun bir tarz geliştirmesine müsaade etti. Nadal bu sayede tabiatına uygun bir tenisçiye dönüştü, top spin de bu oyunun en güçlü özelliği oldu.

Tabii top spin dediğimiz vuruşu Rafael Nadal yaratmadı. Topa dönüş hareketi vermek üzerine kurulu bu vuruş 1920’lerden beri kullanılıyor. Guillermo Vilas, Björn Borg gibi oyuncular bu tekniği modernize etti. Rafael Nadal da raketini başının üzerine doğru çektiği forehand’iyle, top spin’i muazzam bir güçte oynayabiliyor. Üstelik aynı beceriye backhand’de de sahip. İki kanatta da falsoları daha önce hiçbir oyuncudan görmediğimiz kadar büyük. Bu onun mükemmel bir savunma tenisçisi, çok üst düzey bir toprak eksperi olmasını sağladı.

Fakat Rafael Nadal gibi büyük şampiyonların en önemli silahı oyunlarındaki herhangi bir teknik nüans değil, kendilerini sürekli ve hiç durmadan geliştirmek istemeleri. Nadal’ı ilk izlediğimde, başka hiçbir zeminde topraktaki kadar iyi olacağını öngöremezdim. O ise hep üzerine koydu ve her zemine damga vurdu. 2013’e kadar servisi ciddi bir silah değildi, artık hiçbir problemi yok. Yaşadığı ağır sakatlıklar sonrası daha agresif ve vucüdunu daha az yıpratan bir tenise ihtiyaç duydu, bunu da başardı. Artık eskisinden çok daha hücum karakterli ki yeri geldiğinde fileye çıkıp mükemmel voleler vurduğunu görüyoruz. “Ben dünya 1 numarası oldum, artık çalışmama gerek yok” demedi ve 32 yaşında hâlâ gelişiyor. Bu sadece çok büyük şampiyonların sahip olduğu bir meziyet... / Ali Göreç

Aile - Mutlu Bir Tablo

Nadal’ın ailesini mercek altına yatırmadan önce peşinen söylemeli ki spor dünyasının en efendi, en örnek ebeveynleri teniste toplanmış gibi bir durum yok. Hepsi birbirinden hırslı, hepsi birbirinden deli kişilikler bunlar. Steffi Graf, Jennifer Capriati, Bernard Tomic, Mary Pierce’ın babalarından girer; Andy Murray, Jimmy Connors’ın annelerinden çıkarız ki hemen her tenisçiyi biraz kurcalarsak arkasında kafayı hafif çıtlatmış bir ebeveyn bulmak olası. Maalesef tenis böyle, aileden biri kafayı sıyırmadan da çocuk o noktaya gelemiyor diye bağlayıp Rafa’ya geçelim. Rafa'yı sokakta top oynayan bir çocuktan bir şampiyona dönüştüren adam Toni Nadal'dı.

Nadal için ‘o’ ebeveyn, amca Toni. Sokaklarda futbol oynamayı seven bir çocuktan bir tenis şampiyonu yaratan yolda, özellikle başlarda onu epey zorlamış bir amca/antrenör figürü var elimizde. Bile bile kötü kortlarda, bile bile kötü toplarla, psikolojik olarak yeğenini fazlasıyla zorlayarak ve takımdaki diğer çocukların çok ötesinde üzerine giderek onu gelecekteki zorluklara alıştırmış Toni.

Baba, gayet başarılı bir işadamı fakat kendini oğluna vakfedecek vakti yok. Diğer amca desen; lakabı, çok afedersiniz, ‘Hayvan’ olan bir figür ve aslında ailenin esas sporcusu o. Hadi şimdi gençsinizdir, Miguel Angel desem adını hatırlamazsınız ama 1990’larda İspanya Milli Takımı’nın önemli isimlerinden biri olan, üç Dünya Kupası'na ve Euro 1996’ya katılmış birinden bahsediyoruz yani.

Kitabında detaylıca yazdığı üzere ailesi, Nadal için çok önemli. Öyle önemli ki önce depresyona girmesine, oradan ciddi diz sakatlığına yol açan sürecin arkasında da aile sorunları var: 2009 Avustralya Açık dönüşü babasından, annesiyle aralarının limoni olduğunu öğreniyor ve bu bilgi onun kafasındaki mutlu aile tablosunu öyle bir çatırdatıyor ki yolculuğun geri kalanında babasıyla tek bir kelime dahi etmiyor. Bu arada yanlış anlamayın, o sırada 23 yaşında, o Open senin bu Open benim gezen bir kariyer zirvesi döneminde. Yani olan bitenianlamayan ve boşanmadan etkilenen çocuk profilinin epey uzağında bir yaşta ama anne- babasının mükemmel zannettiği evliliğinin yıkılması onun her şeye olan inancını sarsıyor.

Bir süre kazanmaya devam etse de sonunda depresyon tüm ağırlığıyla çöküyor ve bu psikolojik yük, onun fiziksel olarak da sakatlanmasına yol açıyor: Bakınız o sene Roland Garros’ta Robin Söderling’e yenilerek elenmesi ve hemen peşinden Wimbledon’dan çekilmeye karar vermesi...

Bugün hâlâ her maçta türlü takıntılarını sergileyen Rafa için aile işte böylesine bir noktada, “Nadal’ı tanıyalım” listelerine ilk sıradan girecek ve zirveyi bir daha başka hiçbir maddeye bırakmayacak önemde. / Banu Yelkovan

Popüler Figür - Utangaç İkon

“Benim gibi hayatı yollarda geçen biriyle oynamak istedim.” Shakira, 2010’da çıkan Gypsy klibinde neden Nadal’ın rol aldığını soranlara böyle cevap vermişti. Küçük yaşlarda şarkıcı olmak için yollara düşen ünlü isim, kendisiyle benzer yollarda yürüyen birinin ideal bir sahne arkadaşı olacağını düşünmüştü. Öyle de oldu. Klipte Nadal, Shakira’nın üstü çıplak, güler yüzlü, kıvırcık saçlı sevgilisini oynadı ve kalpleri çaldı.

O klip, kafalardaki Nadal imajını perçinledi. Kot pantolonu ve karın kaslarıyla oturduğu sandalyeden Shakira’nın dansını izleyen İspanyol'un adı magazin basınına da sıçramıştı. Nadal, 'Matador' lakabı takılan ve güzelliğine övgülerde bulunulan bir maskülen figür olarak popüler kültürün de ürünü oldu. 2011’de Mert Alaş ve Marcus Piggott’ın Armani için görüntülediği Nadal, Monaco’dan Los Angeles’a birçok panonun yüzü haline geldi.

‘Nadal Paradoksu’ da burada ortaya çıkıyor. İspanyol yıldız, dışarıdan bakıldığında Michelangelo’nun Davut heykelini andırıyor. Oysa gözlerine baktığınızda, aksanlı İngilizcesini ya da yarım yamalak Fransızcasını dinlediğinizde hâlâ Mallorca’da yaşamayı tercih eden o utangaç çocuğu görebiliyorsunuz. ESPN’in şöhret listesinde her yıl dünyanın en ünlü on sporcusundan biri çıkan, İspanyolların faal en büyük spor efsanesi olarak görülen Nadal, mesela en büyük rakibi Roger Federer kadar bu ünle barışık değil. Biraz sıkıldığını, bazen elini koyacak yer bulamadığını ve yanaklarının kızardığını anlayabiliyorsunuz. Dökülen saçları da buna yardım etmiyor. Yaşlandıkça kısalttığı şortları ve darlaştırdığı tişörtleriyle modaya yön veren Nadal, yaşlanmanın önüne ise geçemedi ve saçlarını kaybetmeye başladı. O yüzden şimdilerde dönüp Gypsy’yi izlemek biraz garip geliyor, Nadal’ın hem değiştiğini hem de aynı kaldığını fark ediyorsunuz. Sonuçta heykeller de yaşlanır ama bazen, her şeye rağmen, ihtişamını ve utangaç gülüşünü kaybetmez. / İnan Özdemir

Takıntılar - Kazanan Formül

Su şişelerini simetrik bir biçimde dizmesi, vuruş aralarında şortuyla ve saçıyla oynaması, kortta yürürken çizgilerden sağ ayakla geçmesi…

Rafael Nadal’ın son derece enteresan kort içi rutinleri var ve bunları birer takıntı olarak değerlendirebiliriz. Mesela çok uzağa gitmeyelim, Maria Sharapova’nın da benzer puan hazırlıkları mevcut. Aslında bu iki oyuncunun ve bu duruma sahip insanların geçmişine baktığımızda bir ortak özellik görürüz. Genelde çok katı disiplinle yetiştirilmiş, çok katı kurallarla eğitilmiş kişilerin böyle obsesif durumları olur. Nadal da sahip olduğu takıntıları bir yaşam biçimi olarak kabul etmiş. Üstelik onları son derece olumlu bir biçimde kullanıyor.

Spor bilinci açısından değerlendirdiğim zaman şunu söyleyebilirim ki bazı davranışlar zaman zaman hastalıkmış gibi görünseler de değildirler. Mesela Rafa’nın daha ileri düzeyde, kompülsif ve zorlayıcı davranışlar içeren bir durumu var mı bunu bilemeyiz. Görüyoruz ki o dünyanın en iyi tenisçilerinden birisi ve dünya 1 numarası olmayı başardı. Yaptıkları, herhangi bir bozukluktan muzdarip olmadığını düşündürüyor bana. Zaten öyle olsa gider profesyonel bir yardım alır. Bunu bir hastalık olarak görmediğini söyleyebilirim; yaptıkları, kendisini kortta iyi hissetmesinin bir yolu sadece.

Bu olayı basketbolcuların serbest atış ritüellerine benzetebiliriz, psikolojik bir hazırlığa. Rafael Nadal, eğer o şişeler yerli yerinde olmazsa zihninin buna takılacağını ve sonraki puanı istediği gibi oynayamayacağını biliyor. Eğer ritüellerini aksatırsa istediği tenisi oynayamaz. O da karşıt bir güç koyup bununla savaşmak yerine, obsesyonları ile birlikte yaşamayı öğrenmiş. Bu davranışları birdenbire değiştirmeye çalışmak risklidir, sonucu bocalamaya doğru gidebilir. Zaten ortada da kazanan ve başarı üreten bir formül var, yaşam kalitesini etkilemediği sürece bunu bozmasının hiçbir lüzumu yok. / Prof. Dr. Turgay Biçer

Zirvede Değilmiş Gibi

“Mütevazı; olmanız gereken zaten budur, nokta.”

Otobiyografisi Rafa’da, amcası Toni’nin Rafael Nadal’ın tevazusu sorulduğunda verdiği yanıt yukarıda. Ancak yeğenini tanımlarken mütevazı kelimesini seçmeyen Toni, “O sadece dünyadaki yerini biliyor... Tevazu, kim olduğunuzu, nerede bulunduğunuzu ve siz olmadan da dünyanın kesinlikle döneceğini bilmekle alakalı basit bir konu” diye ekliyor. Kendinize mütevazı demeniz paradoks ancak başkaları size bunu yakıştırabilir. Nadal da amcası Toni’nin yolunda, soruya “Normal ve alelade bir insanım” şeklinde yanıt veriyor. Peki sporda başardıklarında mütevazı olmasının etkisi var mı?

Nadal ile Federer tarihin en iyileri ve iki ayrı imaj çiziyorlar. Pek çok farkın yanında, Nadal’ın mütevazılığı meşhurken Federer kimilerince kibirli görülüyor. Federer’in kariyerinin başındaki raket kırmaları, sinir patlamaları, bazı maç sonu açıklamaları bu algıyı destekliyor. Özellikle eski demeçlerinde, Federer’in kortta kendini pek oyuncudan üstün gördüğünü yorumlayabiliriz. Nadal ise Federer ve Djokovic’i kendinden daha yetenekli görüp “Onları geçmek için çalışmam gerek” diyebiliyor. Aslında Nadal kendini sadece Djokovic ve Federer’den değil, hiçbir oyuncudan üstün görmüyor. Kortta iki set önde dahi olsa tüm gücüyle her puanı oynuyor.

Toni’nin bahsettiği gerçekçilik bu. Kendinin ve durumun farkında, her ihtimali gözetiyor. Rakibe bu saygı, oyuna duyduğu sevgi, hep daha iyisini yapmaya dair yaklaşımı ona başarıyı sunuyor. Aynı zamanda odağı rakipten alıp tamamen kendisine yöneltiyor. Mütevazılık ona pes etmeyen, sınırları zorlayan, savaşçı karakteri oluşturmada gerçekçi bir düzlem açıyor.

Ayaklarının yere basmasında ailesinin, geldiği yerin ve aldığı eğitimin altını çizen Nadal, asla bizlere şunu demeyecek ama biz söyleyebiliriz: O toprağın en iyisi, o tarihin en iyilerinden, o mütevazı bir şampiyon. / Yücel Tuğan

Milli Forma - Matador

Tenis, ferdi bir branş. Şampiyonluklarınızdan sonra mikrofon elinize verildiğinde uzunca birkatkıda bulunanlar’ listesi saysanız da kimse onları bilmez. Tüm artılar (elbette yeri geldiğinde eksiler de) oynayana yazılır.

Rafael Nadal, bugüne dek teniste elde edilmedik başarı bırakmayan bir kupa makinesi. Bir kazanan. Performans ve başarı azmi söz konusu olduğunda hakkında ne kadar övgü düzülse az. Ama o, her zaman bir ekibin parçası gibi davranıyor. Amcası, annesi, mentoru, antrenman partneri, menajeri ya da mahalleden arkadaşı... Hepsini kortta Nadal’ın köşesinde görüyoruz. Rafa, küçük ve mutlu bir taşra kasabasında doğup büyümüş olmanın naifliğini kaybetmiyor.

Rafael Nadal, ülke tarihinin en özel sporcularından biri olarak uluslararası alanda, İspanya’nın güftesiz milli marşını defalarca çaldıran bir tenisçi. Normal şartlarda tenis, ‘milli forma’yla anılmaya fazla fırsat veren bir spor değil. Teniste sadece Davis Kupası, Fed Kupası, Hopman Kupası, olimpiyatlar ve bölgesel şampiyonalarda milli forma için oynanıyor. Onun dışında kazandığınız tüm başarılarda isminiz ön planda... Yani bir tenisçiyseniz ulusal takım ikonu haline gelmeniz hayli güç.

Ama Rafa, ‘Sarı-Kırmızı’ için oynadığı maçlarda neredeyse Grand Slam başarıları kadar ses getirdiğinden, ülke tarihinde bir atlet veya yüzücü kadar milli formaya hizmet etmiş kabul ediliyor. Davis Kupası’nda 10 yılda 18 seriye çıkan Nadal, yaptığı 34 maçın 29’undan galip ayrıldı. 2005 yılından beri burada maç kaybetmeyen Rafa’nın istikrarı, milli forma motivasyonuyla ilgili açıklayıcı bir not olabilir.

Olimpiyat altın madalyaları da Nadal’ın İspanya’yı temsil bahsinde üzerinde durmamız gereken başarılar arasında... Muhteşem bir sezon geçirdiği 2008’de yarı finalde Novak Djokovic, finalde de Fernando Gonzalez’i yenerek olimpiyat şampiyonu olan Rafa, 2016 Rio’da ise çiftlerde zirveye çıkarak altın sayısı ikilemişti. / Şevket Furkan Erbay

Real Madrid - Kralların Tercihi

Rafael Nadal’ın futbola olan aşkı herkesin malumu. Ancak Rafa, tenis ile futbol arasında profesyonel anlamda bir yol ayrımına geldiğinde, özellikle de amcası Toni Nadal’ın yönlendirmeleriyle direksiyonu kortlara kırdı. Yine de futbol onun içinde asla sönmeyen bir tutku olarak kaldı. Barcelona ve İspanya Milli Takımı forması giyen diğer amcası Miguel Angel Nadal’ın birçok maçına ve antrenmanına gitti. Peki amcası Barcelona için bu kadar önemli bir figür olan Rafa, nasıl olur da Barcelona değil de kan davalısı Real Madrid’e sevdalandı? Burada devreye Rafa’nın babası Sebastian Nadal giriyor. Sebastian o kadar sıkı bir Real taraftarıydı ki amcalarının diğer konularda onu yönlendirmesine izin verdi ama iş takım tutmaya gelince ona tek bir ihtimal bıraktı.

Nadal, kariyeri boyunca, yoğun takvimine rağmen Real Madrid’i hep takip etti. Kendisini defalarca Santiago Bernabeu’da gördük. Mallorca forması giyerken yeteneğinden etkilendiği Marco Asensio için başkan Florentino Perez’e telefon açıp “Bu çocuğu kaçırmayın” bile dedi.

Özellikle bu Asensio hikâyesinden sonra, halihazırda takımın kongre üyesi olan Rafa’ya günün birinde Real’e başkan olmayı düşünüp düşünmediği de fazlasıyla sorulur oldu. Marca’ya verdiği röportajda, ‘’Elbette bir gün başkan olmayı isterim ama şu an gayet iyi bir başkanımız var ve bana ihtiyaç yok, gelecek ne getirir bilemem’’ yanıtını verdi. Görünen o ki Rafa’nın gönlünde, kulübünün başkanlığı yatıyor. Kim bilir, belki bir gün Real’in en tepe koltuğunda bir tenis efsanesi oturur... / Erman Yaşar

Socrates Dergi