Yarı Yolda Bırakmayanlar

8 dk

Tükriye, 2000'li yıllarda ev sahipliği yaptığı iki büyük basketbol turnuvasında da final oynadı. Milli takımın en büyük gücünü, yani seyirci desteğini oyunculardan Sinan Güler, Semih Erdem ve Doğuş Balbay anlattı...

Türkiye’de basketbol 1950’lerde çok az biliniyordu. Buna rağmen, 1959’da İstanbul’un ev sahipliği yaptığı Avrupa Şampiyonası’nda bile, özellikle milli takımın oynadığı maçlara taraftarlar yoğun ilgi göstermişti. Organizasyon komitesinden Cem Atabeyoğlu’nun Sabah gazetesine verdiği bilgiye göre yaklaşık 20 bin kişi turnuvayı yerinde takip etmişti. Türkiye, dönemin kendine has gerekliliklerine uyarak şampiyonayı bir futbol sahasında, Mithatpaşa Stadyumu’nda düzenlemişti. İkinci Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmaya çalışan Kıta Avrupasında turnuvaya ev sahipliği yapacak yetkinlikte kapalı spor salonları bulunamayınca 1950’lerdeki dört turnuva böyle üstü açık alanlarda gerçekleşmişti. 1953’te Sovyetler Birliği, 1955’te Macaristan ve iki yıl sonra da Bulgaristan, futbol stadyumlarında EuroBasket’i konuk etmiş, furyaya son katılan ülke Türkiye olmuştu. Sonradan İnönü Stadyumu adını alan statta Türkiye şampiyonayı 12. tamamlamış, Sovyetler Birliği üst üste kazanacağı sekiz EuroBasket kupasından ikincisini müzesine götürmüştü.

Yıllar geçtikçe basketbola ilgi ülke çapında artmaya başladı ve birçok büyük şampiyonaya katılma başarısı gösteren milli takım da bu ilginin önemli odak noktalarından biri oldu. Türkiye’nin ikinci EuroBasket ev sahipliği olan 2001’deki turnuvanın ve 2010’daki Dünya Basketbol Şampiyonası’nın anıları hâlâ taze. İki şampiyonada da final gören takım, basından yer yer eleştiriler alsa da taraftarlarını her daim yanında buldu. Bu ay, kabuk değiştiren bir kadroyla yeni bir büyük turnuva heyecanı yaşayan Türkiye’nin üç deneyimli ismi; Sinan Güler, Semih Erden ve Doğuş Balbay, seyircinin gücünü ve desteğini en çok hissettikleri, takımı asla yarı yolda bırakmayan taraftar ile en çok bütünleştikleri maçları anlattı...

"Bizi yukarı çektiler"

Türkiye, 2010 Dünya Şampiyonası’ndaki grup maçlarını başkentte oynamıştı. O turnuvadan sonra bir kült hâline gelecek ‘Ankara seyircisi’, hazırlık döneminde çok eleştirilen takımı ateşleyen en önemli unsurlardan biri olmuştu.

Kaptan Sinan Güler, o günleri şöyle anlatıyor: “İçinde olduğum için 2010 Dünya Şampiyonası, kamp döneminden sonuna kadar çok özel bir atmosferdi. Hazırlık sürecinde oynadığımız maçlarda asıl potansiyelimize ulaşmamıştık. Ama maçlar başlayıp Türk basketbolseverlerin karşısına çıktığımızda hem oynayanlara hem izleyenlere sanki sihirli bir değnek değdi. Birliktelik ve enerji, orada olmayanlara anlatamayacağım ve orada bulunmayanların hissedemeyeceği bir şeymiş gibi geliyor dönüp baktığımda. Bunun en öne çıktığı an, herhâlde Ankara’daki Yunanistan maçıydı.”

C Grubu’ndaki ilk iki maçını kazanan Türkiye ve Yunanistan, 31 Ağustos’ta karşılaşmış, 76-65’lik skorla, gülen Türkiye olmuştu.

Güler o mücadeleyi, “Grubun en kritik maçlarından biriydi. Tüm taraftarların kırmızı giyip oraya gelmesi, taraftarla oyuncuların diyaloğunun sahaya yansıması çok güzeldi” şeklinde anıyor.

Türkiye’nin bileği finale dek bükülmemiş, Kevin Durant önderliğindeki ABD’nin ardında milli takım gümüş madalyayı boynuna takmıştı. Söz yeniden Güler’de: “Şampiyonada finale çıkıp gümüş madalya kazanmamız tarif edilemez duygular yaşattı. Bu noktada taraftarlarımız hem bizi yukarı çeken bir etki yarattılar hem de Türk sporseverlerin milli takımlarına olan bağını net bir şekilde yansıttılar.”

2010'da ülkemizde düzenlenen dünya şampiyonasında gümüş madalya alan A Milli Takım.

2010'da ülkemizde düzenlenen dünya şampiyonasında gümüş madalya alan A Milli Takım.

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nın üzerinden yedi yıla yakın bir süre geçti. Peki kaptan tribünlerde bir değişim bekliyor mu?

“Bunu hep beraber göreceğiz. Gençlerin büyüyüp sporla haşır neşir olmasıyla yedi sene içerisinde yeni taraftarlar tribünlere katılmaya başladı. Önemli olan bizim basketbolumuzun taraftarlara nasıl yansıyacağı. İlişkiyi bu şekilde net olarak ortaya koyabileceğiz. O sinerjiyi yeniden yakalamamız gerekecek çünkü bu, biraz da kontağı çevirmek gibi olacak. Ortaya koyduğumuz enerji öyle bir hâle gelecek ki taraftarın gösterdiği etki de ayna görevi görecek. Bizim enerjimiz onlardan yansıyıp büyüme fırsatı yaratacak. Farklı bir milli takım izleyeceğimiz kanaatindeyim.”

"Birbirini kollamak bu olsa gerek"

Semih Erden ise 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’na hazırlanırken takımın içinde bulunduğu durumu şöyle açıklıyor: “2010 öncesi Ankara’da bir turnuva oynamıştık. Dünya Şampiyonası’na az kala, son haftalarda kötü bir periyot geçiriyorduk. Basketbol yazan çizenler bir anda aleyhimize birtakım şeyler söylemeye başladı, şampiyona başlamadan. O dakikada bunların gelmesi bizim için en kötü şeydi.”

Tüm bu eleştiriler arasında ayağa kalkma gereği duyan takım, kendi içinde bir toplantı yapıp birbiriyle kenetlenmiş: “Abilerimizin öncülüğüyle sadece oyuncuların olduğu bir toplantı yaptık. En büyüğümüzden en küçüğümüze kadar herkes söz aldı. Bir şeyler göstermek zorundayız, bir şeyler yapmak zorundayız. Tabii ki güvenenler de vardı takıma ama güvenmeyenleri nasıl sustururuz, onların söylemlerini nasıl geri çeviririz, diye bir toplantı yaptık.”

O toplantının yarattığı olumlu hava, grup maçlarında seyircinin müthiş desteğiyle birleşince ülke spor tarihinin en özel başarılarından biri de kaçınılmaz olmuş. Yeniden Erden’e dönelim: “Toplantıdan iki-üç gün sonra ilk maça çıktık, inanılmaz bir ortam vardı, Ankara’daki taraftarın sevgisi inanılmazdı. Biz de o heyecanla ilk maçı kazandık ve 2010 serüveni öyle başladı. Finale kadar giden bir yolculuk oldu. Takım içindeki güven, birbirinin arkasını kollamak, bu olsa gerek. Kariyerim bitmeden böyle bir duyguyu bir kez daha yaşamak isterim.”

"En iyi taraftar bizde"

Doğuş Balbay, desteğin sadece büyük turnuvalarla sınırlı olmadığının altını çiziyor. Aklına ilk gelen örnek ise Eylül 2012’de oynanan Çek Cumhuriyeti maçı.

EuroBasket 2013 elemelerinde turnuva vizesi alabilmek için Çek Cumhuriyeti’ni farklı yenmek zorunda olan milli takım, yine yanında en büyük destekçisi olan taraftarı bulmuş: “Son maç Çek Cumhuriyeti’ne karşıydı ve farklı kazanmamız gerekiyordu. Kendi seyircimiz önünde oynadık ve kritik maçta kazanmayı başardık. Şölen ortamı gibiydi. Hem farkı yarattık hem de son çeyrekte taraftarlara bayram havasında bir maç izlettik. Hem bizler hem de onlar için büyük keyifti.”

Kolejde basketbol oynamak için ABD’nin yolunu tutan, Teksas Üniversitesi’nde dolu salonlara oynamaya alışan 28 yaşındaki guard, Türk seyircisinin farklı olduğunu söylüyor: “Teksas’ta çıktığım her maça 17-18 bin kişi geliyordu ama Türk taraftarlar gibi olmuyor. Turnuvalarda altıncı adam olduklarını söyleyebiliriz. 2001 ve 2010’daki turnuvalarda büyük başarılar elde ettik. Elbette çok ciddi isimler vardı bu kadrolarda ama taraftarların etkisi de çok büyüktü. Sıra milli maçlara gelince en iyi taraftar bizde diyebilirim. Voleybol, basketbol, futbol fark etmez; sporseverlerimiz milli takımlar söz konusu olduğu zaman ekran başına ya da tribünlere geçip takımı desteklerler. Sahaya ne kadar etki ettiklerini, oyunculara nasıl enerji verdiklerini biliyoruz. Bu şampiyonada da benzer bir destek bekliyoruz.”

Socrates Dergi