13/35

11 dk

35 saniyedeki 13 sayı, T-Mac’in hayatında hoş bir detay olabilirdi. Ama o geri dönüş, sonrasında sakatlıklarla sarsılan bu kariyerin başrolü oldu.

2004 yılının 9 Aralık günündeyiz... İlk ayını geride bırakan NBA normal sezonunda Houston Rockets; Shaquille O’Neal-Kobe Bryant-Phil Jackson üçgenindeki kavgayla dağılan Los Angeles Lakers’ın, bir önceki sezon konferans finali oynamasına rağmen takım içi çekişmelere yenik düşen Minnesota Timberwolves’un ve Chris Webber’ın sorunlu dizleriyle birlikte iniş çıkışlar yaşayan Sacramento Kings’in Batı Konferansı’nın tepesinde bıraktıkları boşluğu doldurmak için kuvvetli bir aday olduğunu gösteriyor. Yaz döneminde, yetenekli ama bir türlü potansiyelinin en üst seviyesine çıkıp orada tutunmayı beceremeyen -becerebilecek gibi de gözükmeyen- Steve Francis ve Cuttino Mobley karşılığında, Orlando Magic’den Tracy McGrady kadroya katılmış. Eldeki Yao Ming’i de hesaba katınca, NBA’de -özellikle o dönemşampiyonluğun geçerli formülü gibi gözüken iç-dış süper yıldız ikilisi elde edilmiş. O gün Toyota Center’da, birkaç yıldır istikrarlı biçimde Batı’nın en iyilerinden olan (ve sezon sonunda da üçüncü şampiyonluğuna uzanacak) Spurs’le oynayacakları maç, ‘ciddi düşündüklerini’ göstermek için mühim bir fırsat. Maçın, ABD’deki NBA yayıncılarından TNT’nin meşhur perşembe programı dahilinde yer alması boşa değil...

Ne var ki oyunun son 40 saniyelik bölümüne kadar işler Houston’ın ve TNT’nin umduğu gibi gitmiyor. Ligin en iyi savunma takımlarından Spurs, Rockets’ı 68 sayıda tutmuş durumda ve 8 sayı farkla önde. Kalan süreye iki 24 saniyenin bile sığmadığı ve maçın ne kadar kısır geçtiği düşünüldüğünde, maç fiilen bitmiş durumda. Zaten YouTube’dan o kısmı izlerseniz seyircilerin çıkışlara yöneldiğini, tribünlerin büyük ölçüde boşaldığını görebilirsiniz. TV karşısında kanal değiştirmeyenlerin bahanesi, muhtemelen uyuyakalmış ya da kumandaya uzanamamış olmak. Değiştirenlerin ya da salondan çıkanların pişmanlık yaşamaları içinse görülmemiş bir şey olması lazım. Tıpkı T-Mac’in yapacakları gibi…

T-Mac’in 35 saniye kala çemberden geçen üçlüğü farkı beşe indiriyor ama taktik faul yapma mecburiyetindeki Rockets’ın çizgiye yolladığı Spurs’lü Devin Brown, serbest atışların ikisini de sokunca 32 saniye kala fark yine yediye geliyor. Topu saha boyunca taşıyıp atış imkânı bulma görevi yine McGrady’de. Yao’nun perdesini kullanınca, Tim Duncan switch sonrası şutuna çıkmaya kalkıyor ama pek yapmayacağı bir hata ile fake’i yiyip faule sebep oluyor ve şut da girince dört sayılık oyun şansı doğuyor. Serbest atış da isabetli ve fark 24 saniye kala üçe inmiş durumda. Fakat süreden ötürü, Rockets topu çalamadığı müddetçe hâlâ faul yapmak zorunda ve rakibin çizgiden bulacağı tek sayı bile onlara iki pozisyon gereksinimi yaratacak. Nitekim 16 saniye kala faul yapılan Duncan ikide iki atıyor ve fark beşe geliyor. Devamında mola alıp başlangıç noktasını rakip sahaya taşıyan Rockets, topu oyuna sokmakta o kadar zorlanıyor ki neredeyse rakibe kaptırıp şanslarını tamamen kaybetme noktasına geliyorlar. Topu güçlükle alan T-Mac, o dönem ligin en iyi dış savunmacılarından olan Bruce Bowen’a karşı şut arıyor. Rakibin hareketlerine reaksiyon verme konusunda usta olan Bowen, onun karşısında kalmayı ve Duncan’ın yaptığı hatanın tekrarına düşmemeyi başarıyor ama McGrady’nin şutu elinden çıkarma yüksekliğine erişmesi mümkün değil. Yine de zorlayıcı bir savunma söz konusu ama T-Mac şutu sokuyor. 11 saniye kala fark iki ve McGrady’nin 26 saniye içerisinde ürettiği sayı miktarı 11...

Ancak top yine Spurs’te; yani mola dönüşünde Rockets’ın bir kez daha taktik faule gitmesi gerekecek. Tabii rakip, topu kaybetmediği müddetçe… Ve tam top oyuna sokulduktan sonra Houston’lıların beklediği gerçekleşiyor. Brent Barry’nin pasını alan Brown, dip çizgiye doğru dönüp gitmek isterken ayağı kayıyor ve top ellerinden kaçıyor. O topu yerden alan yine McGrady, kalan süre ise sekiz saniyenin altında. Houston’ın molası yok ve T-Mac, eveleyip gevelemeden doğrudan hücum etmesi gerektiğini iyi biliyor. Saha boyunca topu taşırken tüm Spurs oyuncularının dikkati onun üzerinde çünkü T-Mac’in yandığının ve son şutun ondan geleceğinin farkındalar. Nitekim şuta kalktığı anda Brent Barry onunla birlikte zıplayıp el gösterirken, Tony Parker da hemen yanında duruyor. Bir kez daha kesinlikle rahat falan olmayan bir atış ve bir kez daha aynı sonuç: 1.7 saniye kala, Houston 81-80 öne geçiyor! Molası bulunmayan Spurs’ün son denemesi başarısız ve NBA tarihinin belki de en fantastik geri dönüşü tamamlanmış durumda, hem de 35 saniyede… O 35 saniye, Tracy McGrady’nin kariyerinden geriye kalan en önemli hatıra, açık ara. Google’a ismini yazmaya kalktığınızda, arama moturu sizi hemen ‘13 points in 35 seconds’ diye tamamlıyor. İnsanların geçmiş spor olaylarını YouTube’la hatırladıkları bir çağda, bu belki çok da net bir gösterge değil ama T-Mac söz konusuyken simgesel bir önemi var. O inanılmaz maç sonu, dönüp kariyerine baktığınızda, MVP ödülleri ve şampiyonluk yüzüklerinin arasından çıkan güzel bir detay olarak anılabilirdi. Bir dönem hangisinin daha iyi olduğu hususunda derin ve çetin tartışmaların yaşandığı Kobe Bryant’ın 81 sayılık maçının, onun şampiyonluklarını ve MVP ödüllerini süslediği gibi. Tıpkı Kobe gibi o da, yalnızca oyunculuğuna canlı tanıklık edenlerin değil, yıllar sonra NBA’i izlemeye başlayacak çocukların bile ezberleyeceği bir isim olabilir, kariyerinden geriye iki sayı krallığı ve bolca ukdeden fazlası kalabilirdi.

Ligin en iyisi tartışmalarına kendisini dahil edebildiği, üst üste iki yıl sayı kralı olduğu 2000-2005 yılları sonrasında neler yaşandı da T-Mac’in yolu NBA tarihinin en iyi 20 oyuncusu listesinden çıkıp bir çeşit David Thompson kariyerine doğru saptı peki? Sakatlıklar, bu soruya ilk verilecek ve büyük ölçüde geçerli olacak yanıt. Çaylak sezonunun ardından yedi yılda 41 maç kaçıran McGrady, 2005-06 sezonunda belindeki ağrılardan ötürü 35 maçta oynayamadı. Bel problemleriyle başlayan bir sonraki sezon kaçırdığı maç sayısı 11’di ama omuz ve diz sıkıntılarının eklenmesiyle 2007-2008’de bu sayı 16’ya, 2008-2009’da ise 45 maç üstü play-off’lara çıktı. Zaten bir daha da hiçbir şey eskisi gibi olmadı...

Hem onun hem de Houston’ın işlerini daha da zorlaştıran, takımın diğer temel taşı Yao Ming’in de yine 2005’ten itibaren ciddi sakatlık problemleriyle boğuşmaya ve sıklıkla maç kaçırmaya başlamasıydı. T-Mac bel sıkıntılarıyla boğuşurken Yao da vücudunu taşıyamayan ayaklarındaki sakatlıklar nedeniyle üç yılda sırayla 57, 48 ve 55 maça çıkabildi. Belki en azından Yao sağlıklı kalabilse, McGrady de üzerindeki yükün azalmasıyla kendi sağlık problemlerini daha iyi idare edecek, verimli dönemini uzatacak ve en azından play-off ilk turunun ötesine geçmeyi başarabilecekti.

İşin ilginci, kariyerinin önceki durağında da omuz omuza vermesi beklenen Grant Hill, yine sakatlıklar nedeniyle onu yalnız bırakmış ve McGrady’den başka çok az şeyi bulunan Orlando Magic vasat bir takım olmanın ötesine geçememişti. Hill’in kariyerini yere çeken ayak bileği, T-Mac’in kişisel kariyeri için şans mıydı, o da ayrı bir tartışma konusu. Lige adım attığında, Toronto Raptors’ta kuzeni Vince Carter’la birlikte forma giyiyordu ama onun gölgesindeydi ve kendisine bir tür ‘toy Scottie Pippen’ rolü biçilmişti. Orlando’ya gelmesinin sebebi de Toronto’da giydirilen gömleği artık dar bulması ve daha fazlasını yapabileceğini hissetmesiydi. Hill’in kronikleşen sakatlıkları yaşanmasa Orlando’da sivrilebilir miydi bilinmez. Gördüğümüz ve bildiğimiz, yetersiz bir takımı tek başına play-off’a soktuğu, Detroit Pistons’ı eleme noktasına getirdiği ve sanki dünyanın en kolay işini yapıyormuşçasına attığı basketlerle iki kez sayı kralı olduğuydu.

Evet, Tracy McGrady sayı atarken, hatta sadece o esnada değil, basketbolla ilgili her şeyi yaparken, izlediklerinizin gayet sıradan olduğunu hissettiren bir rahatlık içindeydi. Düşük göz kapaklarının uykulu ve umursamaz ifade kattığı yüzü böyle bir algı oluşmasına katkıda bulunuyordu ama yegâne sebebin bu olduğunu söyleyemeyiz. Eğer o 35 saniyede 13 sayı videosunu açtıysanız, attığı şutlara ve nasıl havada asılı kaldığına dikkat edin. O havada kalma süresinin yanında, 2.03’lük boyu, 2.18’lik kanat açıklığı, sıçrama kabiliyeti ve esnekliğiyle McGrady, şutunun kesilmesi imkânsız bir oyuncuydu. Aynı atletik ve fiziksel avantajlar onun sahayı bir boy üstten görüp havada pas kararı verebilmesini de sağlıyordu. Skorer guard rolünde olmasına rağmen, 2000- 2001 sezonundan itibaren dokuz yıl boyunca 5 asist ortalamasının altına bir kez inmesi, onda da 4.8’de kalması skorerliğinin yanında T-Mac’in ne kadar iyi bir oyun yönlendirici ve pasör olduğunu da ortaya koyuyor. 1999-2006 arasındaki ribaund ortalamasının hep 6’nın ve son yıllardaki düşüşüne rağmen kariyer blok+top çalma ortalamasının 2’nin üzerinde oluşu da çok yönlülüğünü gösteriyor.

Bel, diz ve omuz sakatlıkları onun yeteneğini azaltmadı ya da boyunu kısaltmadı belki ama oyunu oynadığı yüksekliği ve çıkabildiği maç sayısını aşağı çekti. 2008-2009 sezonunda sadece 35 maçta oynayabildi, sonraki sezon ise Şubat ayında New York Knicks’e takas edilmeden evvel sadece altı maçta forma giydi. Rockets, onun bir daha asla eskisi gibi oynayamayacağını çoktan görmüştü; Knicks ise zaten iddiasının kalmadığı bir sezonda, taraftarına eğlenebilecekleri bir şey sunmak istiyordu. İlk maçında 26 sayı atan T-Mac en azından bunu başarabileceğine, hatta belki de Madison Square Garden’ın üzerinde iyileştirici etki gösterebileceğine dair bir umut ışığı yaktı. Bir zamanlar 35 saniyeye sığdırdığı 13 sayıyla maç çeviren adam, artık kariyerini dönmez denen noktadan çevirmeye çalışıyordu. Ne var ki ışığın sönmesi fazla uzun sürmedi. Çok geçmeden diz ağrıları nüksetti ve acımasız New York basını, arabanın balkabağına dönüşünü ‘Knee-Mac’ başlıklarıyla duyurdu. Artık en fazla bir rol oyuncusu olabileceğini kabullenen ama basketbolu bırakmayı içine sindiremeyen McGrady de takip eden iki yılda Detroit Pistons ve Atlanta Hawks formalarıyla sönük sezonlar geçirdi. 2012 yazında, artık rol oyuncusu sınırlarında bile beklediği teklifi alamıyordu, o da paranın peşinden Çin Ligi’ne gitti. Oynadığı takımın ligi sonuncu sırada tamamlaması, kariyerinin sonunun aldığı saçma hâlde yeni bir trajikomik detaydı. Buna rağmen Çin’de ligin bitimiyle serbest kalıp NBA play-off’ları öncesinde San Antonio Spurs kadrosuna katıldığında, irrasyonel bir heyecan oluşturmayı başardı. Spurs’ün onun kahramanlıklarına ihtiyacı yoktu ama belki de kazananı ufak farkların belirlediği play-off maçlarının birkaçında terazideki dengeyi bozan ufak ağırlık olabilirdi; en azından düşündürdüğü buydu.

Maalesef olamadı. NBA kariyerini, Spurs formasıyla altı play-off maçının önemsiz dakikalarında ortalama beş dakika oynayıp tek bir sayı bile atamadan bitirdi. Bir zamanlar ilk turu geçemeyen bir oyuncu olarak NBA finallerinde süre almıştı ama onlar da formalite dakikalarından öteye gidemedi. Ne kadar değer verirdi bilinmez ama parmağına bir şampiyonluk yüzüğü geçirebilirdi; eğer final serisinin altıncı maçında Miami Heat, yıllar önce onun imza attığı mucizenin bir benzerini gerçekleştirip bitmiş gözüken maçı uzatmaya götürmese ve sonra hem o maçı hem de devamındaki yedinci maçı kazanmasaydı... McGrady’nin kariyerinden geriye de en güzel hatıralar olarak, o büyülü 35 saniye ve 2002 All-Star maçında panyadan kendisine pas vererek yaptığı smaç kaldı. Ama emin olun, o bunlardan çok daha fazlasıydı.

Socrates Dergi