
1984
4 dk
Yayın kazaları da spikerliğin bir parçasıdır. Ercan Taner hafızasının derinliklerine döndü, kariyerinin başında yaptığı ünlü bir hatayı kaleme aldı.
O yıllarda TRT Spor servisi deyince insanlar "Vay be" deyip susar ve izlerdi. Çünkü ülkemde tek kanal vardı. Daha TRT 2 bile açılmamıştı. Radyo iyi gidiyordu ama çaylaktım daha... Bize haber nöbeti yazılıyordu, kayıt montaj görevimiz vardı. Mesela İran'ın başkenti Tahran'da, bizim sporcuların da katıldığı halter turnuvasında gece nöbetçisiyim. Sabaha karşı saat üçte sonuçları aldım, haberi hemen yazdım, bizimkiler başarılı olamamıştı fakat ne olursa olsun ben haberi alıp yazmıştım.
O haber ertesi gün yayımlanmadı. İsyan ettim, sabaha kadar bekleyip yazdığım iş, yayında yoktu. Nöbetçi gece müdürünün yanına gittim, "Abi ne oldu haber?" dedim, gözlüğün altından öfke dolu gözlerle bana baktı. "Koçum, haberin en sonunda imzan yok, imzasız haber metnini çöpe atarım ben" dedi. Haklıydı, ben yazdım ama ben kimdim ki o sırada...
Yıl 1984'tü... Derken olimpiyat oyunları başladı, 1984 Los Angeles... Günler geçiyor, bizler her gece ses nöbetçisiyiz. Yayında ses kesilirse yardımcı olacağımız anları bekliyoruz. Ben aşırı hırslı bir insan değilimdir ama sesimin yayına çıkmasını istiyorum o zaman. Abuk subuk bir arzu işte! Tansu Polatkan güreş anlatıyor, ben nöbetçiyim, bir anda ses kesildi... Tansu Abi'nin sesi yok, seyircinin ses ambiyansı yok. Bana "Derhâl yayına gireceksin!" dediler... Yahu, olimpik sporları biliyorum ama güreşe çok uzağım. Yine de "Tamam" dedim. "Yayındasın" dediler...
Yunan ve İsviçreli güreşçiler karşı karşıya fakat altyazı yok! Kendimce keskin Türk zekâsını hemen çalıştırdım, 'esmer ve mavi mayo Yunan, sarışın ve beyaz tenli İsviçreli olmalı' mantığıyla anlatmaya başladım. İki güreşçinin mayosunda da haç arması vardı... Çok rahattım anlatırken lakin bir anda ekrana altyazı geldi, esmer güreşçi İsviçreliydi, sarışın ise Yunan'dı... Yıkıldım! O sırada Polonya, Rusya gibi ülkeler de çıkmış ağzımdan, sonradan izlerken duydum, rezil oldum yani...
Yıkılmış bir şekilde yayından çıktım, bizi yemeğe bekleyen arkadaşların evine gittim. Sürpriz bir konuk vardı sofrada, adını hiç açıklamayacağım, Yeşilçam yönetmeni ünlü bir abimiz... Bana "Ya akşam güreşi izledin mi?" diye sordu, "Evet izledim" diye yanıtladım..."Spiker, yayının içine etti" dedi, "Abi o bendim" diye düzelttim. Cevabı enterasandı, "Esasında, fena değildi. Takma kafana" dedi. Öylece baktım, sonra haftalık çıkan Gırgır dergisine bu anlatımımla kapak oldum. Hâlâ şeref duyuyorum o yıllar ile... Fena değildi...