
2012 Sınıfı
15 dk
İzzet Türkyılmaz, Furkan Aldemir ve İlkan Karaman. 2012 NBA Draft'ını Türk basketbolu için özel kıldılar. Tavan çok yüksekti, sonra araya sakatlıklar, kontratlar ve daha bir sürü şey girdi...
I & Anons
"Baba ya, Clippers beni seçmiş…"
Furkan Aldemir: Sam Hinkie'yle konuşuyoruz... İşte meşhur 'Trust the Process' döneminin Philadelphia 76ers GM'i. Galatasaray'da oynarken antrenmanlarıma gelirdi, yemek yemiştik. O zamanlar Houston Rockets'ta çalışıyordu, Daryl Morey'nin yanında. Bir akşam "Konuşabilir miyiz?" diye mesaj attı. Aradım…
İzzet Türkyılmaz: 2012 Eurocamp'e hazırlanırken hakkımda pek fazla şey bilinmiyordu. Türkiye'de durum farklı olabilir ama o dönem Eurohopes'un yayınladığı '90 jenerasyonunun en iyi 100 oyuncusu' listesinde adım yoktu. Treviso'ya daha gitmeden motive olmuştum. Andrew Albicy, Maik Zirbes'in olduğu takımdaydım… Antrenörümüz de Denver Nuggets'ta George Karl'ın yardımcılığını yapan Melvin Hunt'tı.
İlkan Karaman: Valla kaç workout'a çıktım, kestiremiyorum… 10 ya da 11 takımın denemesine katılmışımdır. Yaklaşık 15 gün kadar, bir şehirden diğerine seyahat ettim; sabaha karşı 4-5'te uyanıp bir seçmeden diğerine gidiyordum. Hiç unutmuyorum, en sonuncusu LA Lakers'laydı. O kadar bitkinim ki attığım şutlar çembere değmiyor, üçlük çizgisi zaten ileride… Menajerim Misko Raznatovic'e, "Abi ben bittim. Daha fazla yapamayacağım" dedim. Misko da gülerek, "Oğlum bir dolu idmana çıktın. Bütün takımlar kasetleri birbirine yolluyor zaten. Rahat ol" dedi. Lakers antrenmanından çıktım, Mehmet Okur aradı.
İzzet: Dedim ya bu listeye beni koymamışlar diye; Treviso'daki o kamp öyle iyi geçti ki, hafta bitiminde Eurohopes'un '90 doğumlular listesinde dördüncü sıradaydım. Tornike Shengelia MVP oldu, ben de en iyi 5'e seçildim. Nuggets koçu da "Mutlaka Denver'a gelin" gibi cümleler kurmaya başlamıştı. Neyse işte, kamp bitti. Gittik Denver'a. Nasıl jet lag'im, nasıl jet lag'im… Rezalet bir workout yaptım. Masai Ujiri oradaydı, koçla birlikte yanıma gelip, "Olsun. Seni çok beğeniyoruz. Draft seçimimiz olacaksın" dedi. Ben de başka hiçbir takımın denemesine katılmadım; Vegas'a geçtim, Rashard Lewis'le falan şut attık orada.
Furkan: Açtı telefonu Hinkie. Dedi ki, "Furkan, bana karşı dürüst ol. NBA'e gelmeyi ne kadar istiyorsun? Niyetin yoksa bileyim. Bak yıllardır Sergio Llull'u Houston'a getirmeye çalışıyoruz…" Ben gelmeye meyilli olduğumu söyledim, "Tamam o zaman" deyip konuyu kapattı. O dönem Cleveland'la da görüşmüştüm. Derken draft günü geldi, Hinkie'den sözü almışım ama bir yandan da Houston'ın ikinci tur draft hakkı yok, "Allah Allah, herhalde Cleveland olacak" diye iç geçiriyorum. 30. sıra oldu, 40. sıra geçti. Tık yok. Telefonun başında, Woj'un sayfadayız. Hocam, gece üçte başlamış draft, uykumuz var, sabah saat olmuş 7…
İzzet: Bir yandan Denver'ın verdiği sözü düşünüyorum ama diğer yandan da son Euroleague şampiyonu Kostas Papanikolaou'nun henüz draft edilmemiş olmasının gerginliği var… Tam, "Beni galiba seçmeyecekler" diye düşünürken 48'den aldılar Papanikolaou'yu. 50'den de biz gittik. Quincy Miller, Evan Fournier ve ben… Böyleydi Nuggets'ın seçimleri. Zaten daha ilk günden bir basın toplantısına katıldık, aman aman, oraya şimdi hiç girmeyeyim.
Furkan: İlkan ve İzzet, draft zamanı ABD'ye gittiler. Ben çok yorucu bir sezon geçirmiştim. Biraz evde kalayım, zaten milli takım da var, antrenmanlarda iyice pestilimiz çıkacak diye düşündüm. 40. sıralar geldi, Cleveland da pas geçince "Ulan gitsek iyi miydi acaba?" demeye başladım. Evde babam da yanımda; kısa süre sonra İzzet seçildi, "Ah, oğlum. Acaba sen de mi gitseydin…" cümlesiyle yanan ateşe bir odun daha attı. Ben Woj'un sayfadayım, tam o sıra baktığımda "CLIPPERS WILL SELECT FURKAN ALDEMIR WITH 53TH PICK" yazıyor. "Babaaa, bak Clippers beni seçmiş" diyerek gösterdim telefonu.
.jpg)
"'Babaaa, bak Clippers beni seçmiş' diyerek gösterdim telefonu." -Furkan Aldemir
İlkan: Mehmet Okur'la o güne kadar muhabbetimiz "Merhaba-Merhaba" olduğu için gelen telefon sürprizdi. "İlkan birlikte izleyelim draft'ı…" cümlesine; yani ben ne diyebilirdim ki? Havalara uçmuştum. Ailecek beni ağırladılar. 57. sırada seçildiğimi duyunca Mehmet Abi'nin kucağına atladım.
İzzet: Bu basın toplantısı olayı büyük bomba. Zaten gerginim ve yabancı dil yok gibi bir şey. Menajerim Tolga Tuğsavul'a diyorum ki "Abi ne olur yardımcı ol. Şimdi soru soracaklar, kalacağız öyle." Başladılar sormaya, Miller ve Fournier uzun uzun cevaplıyor. "Oh, iyi. Yırtıyorum galiba" diyorum ben. Sonra "Ne hissediyorsun İzzet?" tarzı bir soru geldi. "Eyvah" deyip çaresiz gözlerle Tolga Abi'ye döndüm; Tolga Abi ayağa kalktı, basın odasından dışarıya çıktı. Soruyla ve kameralarla baş başa kaldım. Artık nasıl oldu bilmiyorum; Allah yardım etti sanırım, "Hayallerim gerçek oldu. Çok mutluyum" diyebildim. Tolga Abi'ye daha sonra sitem ettiğimde, "Oğlum işte böyle böyle, zorunda olduğunda konuşuyorsun" demişti.
Furkan: "Allah Allah… Bu Clippers da nereden çıktı?" diye düşünürken Hinkie yine aradı. "Alıyoruz seni, merak etme" dedi ve aynı gün Rockets'a takas oldum. Dakika bir, gol bir...
II & Yükleme
"Squat'ta 200 kiloyu basıyorum…"
Erhan Toker (Altyapı antrenörü): İlkan zor bir çocuktu. Gerçekten tanımasanız, umursamaz diyebileceğiniz türden… Esasen çok rekabetçi, duygusal biridir. Çaba ister.
Mustafa Derin (Altyapı antrenörü): Sanırım ilk olarak Tekirdağ'dan Efes Pilsen altyapısına gelmişti İlkan. 11 yaşında, tek başına, lojmanda geçen hayat… Adapte olunması kolay bir düzen değil. Biz de işlerin pek yolunda gitmediğini duyduk, TOFAŞ kulübü için bir hamle yapmak istedik. Efe Aydan'a gittim, "Ağabey bak böyle bir çocuk var. Efes'te yapamadı ama dikey sıçraması 98 cm… Gel, deneyelim" dedim. "Bonservis çıkmaz Mustafa" cevabını verdi.
İlkan: Efes'le TOFAŞ arasında bir de İTÜ dönemi var. Yaklaşık bir buçuk yıl kadar… Aslında başlangıçtan itibaren bende bir kansızlık problemi vardı, ilk dönemlerde onun sıkıntısını çektim. Efes'te bu hastalıktan ötürü yaşıtlarımdan geride kalınca elendim, Serhat Şehit sayesinde İTÜ, oradan aktarmayla da TOFAŞ yaptım. Bir yılı kontenjanlı, diğer yılı profesyonel oynadım.
Nihat İziç (Başantrenör): 'Flash' diyeceğim, neydi Türkçesi? İlkan öyleydi biraz. Atardık sahaya, 15 dakikada 10 sayı, 10 ribaund, 5 blok yapıp çıkardı. Kameradaki flash gibi işte. Şipşak. Sorun şu ki; devamlılık yok…
Ahmet Gürgen (Altyapı antrenörü): İzzet benim elime geldiğinde 11 yaşındaydı. Çok iyi niyetli bir çocuk. Çok inceydi, 70 kilo falandı hatta. Boyu uzadıkça ağırlık merkezi değişti; malum bacakları da çok uzun, dengesi vücudun üst kısmındaydı. Yani, bacaklarını kuvvetlendirmesi elzem olmuştu. Kolay itilip kakılırdı; ilk zamanlarda uzunluğunu, kanat açıklığını kullandığı pek söylenemez. Kas kalitesinde sıkıntı yoktu ama kas kütlesi yetersizdi İzzet'in.
İzzet: Banvit altyapısında bir adam var: Ahmet Gürgen. Oyuncuyu o seçer, her şey ondan geçer… Küçükken nefret etmişliğim vardır. Çok eleştirirdim tarzını; ama doğruya doğru, basketbolda temel eğitimi ondan iyi verebilecek biri de yok. Mesela Ahmet Abi'nin ikinci lig takımını çalıştırdığı bazı dönemler olurdu, altyapıda onun yerine bakanlar bir keresinde bizimle alakalı olumsuz rapor vermişti: "Şafak ve İzzet, çok zayıf. Bir şey olmaz bunlardan…" Hoca bu raporu duyuyor ve yeni gelen antrenöre diyor ki: "Tabii, takım artık senin. Oynatmak zorunda değilsin. Ama İzzet'i göndereceksen, ben gerekirse kendi imkânlarımla evde ona bakarım."
.jpg)
"Banvit altyapısında bir adam var: Ahmet Gürgen. Oyuncuyu o seçer, her şey ondan geçer… Küçükken nefret etmişliğim vardır." -İzzet Türkyılmaz
Orhun Ene (Başantrenör): Belindeki problemden ötürü hep bir handikabı oldu İzzet'in. Fiziği bir türlü tam gelişemedi, bir noktaya kadar kilo alıp güçlenebiliyordu. Limitleri vardı; en azından Türkiye içinde. Belki ABD'de doğmuş olsaydı, bilimsel açıdan daha yakından takip edilseydi bazı fiziksel problemlerini aşabilirdi. Bunu kestiremeyiz.
Ahmet Gürgen: Aslında sert de bir oyuncudur İzzet. Mesela bu draft için ABD'de birlikteydik, Nuggets'ın hazırlık kampını ben de ziyaret etmiştim. George Karl beni gördüğünde, "Teşekkürler Koç BOGDAN TANJEVIC. Hem buraya geldiğiniz hem de milli takım kampından İzzet'in ayrılmasına olanak tanıdığınız için…" demişti. Biz hiç bozuntuya vermedik; "Tabii, tabii..." diye yanıtladık. Neyse, hikâye şu: Denver'ın bir yıl önceki draft seçimlerinden Kenneth Faried ile bizim İzzet biraz dalaştılar. Ben kenardan tedirgin gözlerle izliyorum, "Ulan geldik buraya, İzzet başımızı ağrıtacak şimdi. Uğraş dur…" diye iç geçiriyorum. Faried itip-kakıyor; İzzet de bir tane dirsek çaktı buna. Hiç geri adım atmadı. Epey saygı duyup takdir etmişlerdi bu yönünü.
Mustafa Derin: Furkan'ın bildim bileli şutu yoktur. Zaten o yüzden 'undersized 5 numara' oynatıldı. Ribaund sezgisini herkes biliyor, ayakları çabuk olduğu için yüksek show-up'ı iyi yapar, ikili oyunlarda aşağı iner. Karakteri de sağlamdır. Hiç imtina etmez çalışmaktan. Geri adım atmaz.
Furkan: Karşıyaka altyapısı doğru seçimdi benim için. A takıma çıktıktan sonra da düzenli oynamaya başladım, hatta draft'a 2012'de değil de bir yıl önceden de girebilirdim. Tek hak var; mâlum, öyle olunca bekleyelim dedik.
Oktay Mahmuti (Başantrenör): Furkan'ı çoğu yerde kobay olarak gördüler. NBA'de kilo verdirmeler, dört numaradan şut attırmaya çalışmalar falan…
İlkan: 2007'de dizimden bir operasyon geçirdim, tendinitle alakalı. Normal şartlar altında dört haftada geri dönmem gerekiyor; ben zorlayayım dedim, erken döndüm. Kardiyo da yapamadığım için ağırlığa yüklendim. Bench press'te 130, squat'larda 200 kilolara girdik. Cahillik işte… Hatta bir de CD mevzusu var; bizim Kenan Sipahi'nin abisi Kemal, ABD'den bir sıçrama programı bulmuş. Biz de bunu devlet sırrıymış gibi saklayıp "Aman kimse görmesin" der, ortalığa çıkarmazdık. Geceleri toplanır, bir buçuk-iki saat sıçrama idmanı yapar, birlikte de şut atardık. Tabii ki CD'yi diğerlerinden saklayarak…
İzzet: Banvit'teki sistemin, imkânların ayırdına oradayken pek varamıyorsunuz. Efes'te, TOFAŞ'ta benzerlerini görürken bizim şartlarımızın ne kadar iyi olduğunun farkında değildik. Türkiye'de kaç kulüp var; gece canınız istediğinde arkadaşlarınızla birlikte salona gidip ışıklarını açtırabildiğiniz? Ben söyleyeyim, hiç yok. Bandırma'da yeni yıla birçok defa maç yaparak girdiğimi bilirim Kara Ali Acar'da… Problem, orayı hiç bırakamamak. 18 yaşında Partizan beni istediğinde; Dusko Vujosevic'in yanına gidebilme ihtimalim belirdiğinde, ben bunu yaşadım. Gidemedik. Göndermediler.
III & Bonservis
"Kendimi satsam o kadar para etmez..."
Furkan: Galatasaray'dan bana haksızlık yapıldığını düşündüğüm için ayrıldım, "Furkan para için gidiyormuş" dendi. Aslında ben alacaklarımı bile kulüpte bırakmıştım. Aslında NBA'e gitmemi sağlayanlar; Oktay Mahmuti, Ergin Ataman, Galatasaray taraftarı, Carlos Arroyo, Ender Arslan, Tutku Açık… Hepsi. Onlar olmasa, ben zaten gidemezdim oraya.
İlkan: Yolum zaten çizilmişti. Karşıyaka'nın direkt oyuncusuydum; kiralık değildim ve bu sayede Fenerbahçe'ye geçebildim. Galatasaray, "İlkan Karaman bizim oyuncumuzdur" diye dava açtı ama mahkeme, kararını benim lehime verdi.
Murat Özyer (Yönetici): Kulüpte göreve henüz gelmiştim. Önceki yönetimden devir-teslim raporu istemedim, bu bir iletişim eksikliğiydi. Meğer İlkan Karaman, bir başka sözleşmenin parçası olarak dosyalanmış bizde. Furkan Aldemir'in Galatasaray'la yaptığı kontrat, İlkan'ı da içeriyor. Daha ilk haftamda böyle bir olay patladı. Menajerlik şirketi de boşluk yakalayıp durumu avantajına çevirdi.
Nedim Karakaş (Yönetici): Ya işte bizim İlkan bir söz vermiş belli...
İlkan: Euroleague oynamak istiyordum. Karşıyaka'da iyi geçen sezonun ardından milli takıma da seçilmiştim; Tanjevic benimle ilgileniyordu. Fenerbahçe'yle de o sıralarda anlaştım. Draft edilip edilmemekle bunun bir alakası yok; plan Euroleague tecrübesi kazandıktan sonra NBA'e gitmekti. Bunu sağlayabilecek yer de Fenerbahçe'ydi.
Nedim Karakaş: Bu çocuk Galatasaray'la anlaşıyor aslında ama arada bir özel sözleşme var. Galatasaray diyor ki, "İlkan seni Karşıyaka'ya veriyoruz, kiralık kontenjanımız dolu olduğu için bonservisle veriyormuş gibi göstereceğiz…" Çocuk gidiyor, oynuyor. Ertesi yaz, kontratta bir açık bulan menajeri "İlkan serbest kalabilir. İlgilenir misiniz?" diyerek kapımızı çalıyor… O gün de "Yapmayın. Bu yanlış" dedim. İlkan ayrı, İzzet ayrı…
İzzet: Beni bir gün Zeljko Obradovic aradı. "Seni takımımda görmek istiyorum" dedi. Heyecanlandım tabii. O zaman tabii bir NBA'e geçiş ihtimali de var ama Banvit de bir kontrat çıkışı talep ediyor… Doğaldır; beni yetiştirdiler, para kazanmak istiyorlar. Ama kariyerim etkileniyor mu, etkileniyor. Sorduğumda hep o sürecin bizim başkan ile Aziz Yıldırım arasında halledildiği söylendi bana.
Nedim Karakaş: 1 milyon dolar… Banvit de onu paraya çevirmek istiyordu. Galatasaray'ın teklifine karşı; bastık parayı, aldık.
İzzet: İnsan düşünmeden edemiyor… Ne olurdu mesela Fenerbahçe'ye değil de Galatasaray'a gitsem? Ya da Denver daha ilk senemden bana minimum kontrat vermişken Bandırma'dan ayrılabilsem… Nasıl olurdu acaba? Abuk subuk bir para istemişlerdi benim için. 1,5 milyon dolar falan… Yahu, adamlar zaten 550 bin dolar verebiliyor. Ne yapayım? Canımı mı vereyim? Kendimi satsam o kadar para etmez…
IV & Dr. Roland
"Tayland-Keşan-Zürih hattı…"
Nedim Karakaş: Fenerbahçe'de ilk sezonun sonunda sakatlandı İlkan. O şekilde milli takıma gitti, nüksetti sakatlığı. Doktoru Tahsin Beyzadeoğlu'yla konuşmuş, "Seni bir ay içinde geri döndürürüm. Merak etme" diye bir cevap almış. Tahsin'le ben de görüştüm, "Bak sen bu çocuğu iki dizinden ameliyat edeceksin" dedim; "Kasım'da antrenmanda" diye cevap verdi. Kasım oldu Aralık, sonra Ocak…
Nihat İziç: Talihsiz… Çok talihsiz bir sakatlık. İlkan Birinci ameliyatta tendonum tıraşlandı. Çözüme ulaşamadık. İkincisi sinirlerle alakalıydı; oradaki blokajı kaldırmaya çalıştılar ama yine olmadı. Ben dönmeye çalışıyorum; patellar tendondaki o batma geçer diyorum…
Haşim Ay (Fizyoterapist): Nöröpatiye sebep olduğu düşünülen siniri alındı. İkinci ameliyat öyle geçti.
İlkan: Operasyonların ikisinden de beklenen anlık sonuç gelmeyince psikolojik açıdan sarsıldım. Plan yaptım, dedim ki rehabilitasyon sürecini yurtdışında geçireceğim… Haşim ve Erol'u alıp bastım Tayland'a. "Orada kapanırız" dedik. Kampta beşinci gün, ağrılarım tekrar başladı, 25 gün boyunca çözüm aramakla uğraştık. Depresyona girecektim neredeyse; söylediğim şey, yürüdüğüm yol nedir bilmiyordum.
Haşim Ay: Koh Samui Adası'nda televizyonsuz ve telefonsuz ahşap odalarda kaldık. Wireless falan hak getire… İlkan'ın kas grupları yeterince kuvvetlenmişti ama branşın gerektirdiği sıçrama ve koşu gibi aktivitelere henüz geçmemiştik. Kuvvet ve saha geçişini kondisyoner, manuel terapiyi ben yapacaktım.
İlkan: İstanbul'a geri döndüğümde Koç Obradovic'in yanına gittim, "Artık yapamıyorum" dedim. Feshettik kontratı. Yetmedi… Bir de hakkımızda dedikodu çıktı, "İlkan'ın problemi fiziksel değil, psikolojik" diye. Yahu; Obradovic'le çalışacağım, NBA'e draft edilmişim, Euroleague oynuyorum; durup dururken neden böyle bir bahane uydurayım? Ben hiç inanmadığım hâlde hacı hoca işlerine bile girdim. "Ya hadi bunu da deneyelim. Büyü ihtimali de ortadan kalksın" dedik. "Abdest alırken toplu iğne kadar bir kuru yer kalmayacak ya, orası mı kuru kaldı acaba…" diye düşünüyorsun. Kalktık Keşan'da bir hocaya gittik; yolda yol izi yok, öyle bir yol. Okuyormuş, üflüyormuş; bana dedi ki, "Oğlum sende büyü var. Bu kâğıdı al, yak denize at. Şu camiye git, suyunu iç…" Valla hepsini yaptım. Bir kadına yıldız falı da baktırdık. "Üç ila beş ay içinde bir çözüm bulacaksın" çıktı sonucu. Araştırıyoruz gezegenlerin pozisyonlarını, enerjisel bir şey mi var diye; Merkür, Ay'a gidiyor, Venüs ise Güneş'e… "Şu tarihte kısmetin açılacak" diye söylüyorlar, hakikaten de o tarihte Zürih'teki doktoru buluyorum. Şans işte.
Haşim Ay: Öncesinde şu da var: New York'ta Hospital of Special Surgery adlı çok meşhur bir hastane ve Vijay Vad diye ünlü bir spor hekimine gidildi. "Senin ağrın kıkırdaktan geliyor, tendondan değil" dedi bize. Kök hücre tedavisi uyguladı. "Üç aya kalmaz dönersin" derken; biz ikinci ayın ortalarında tempoyu biraz arttırdığımızda İlkan'ın ağrıları nüksetti. Düşünün; ağırlıksız squat yapıyoruz, tendon hemen reaksiyon verdi. Boşa gitti New York'taki tedavi. Sakatlığın kıkırdakla alakası olmadığına kesin kanaat getirdik.
Erhan Toker: İlkan tamamen içine kapandı...
Haşim Ay: Patellofemoral Disorders adlı, Dr. Roland Biedert'in yazdığı bir kitap bulunur benim tıp kütüphanemde. İlkan'a dedim ki "Bak kardeşim. Bu adamı kitaplarından biliyorum. Senin sorununu çözebilecek dünyada bir adam kaldı. O da bu…" Roland, Roger Federer'in özel doktoru ama yetmemiş bir de Rafael Nadal'a ameliyat yapmış. Federer demiş ki "Rafa, gel seni benim doktora götüreyim" diye almış yanına, Nadal da öyle dönebilmiş kortlara. Ben mail attım adama, cevap yok. Muayenehaneyi aradık, "Roland Bey, Federer'le ilgileniyor. Size altı ay sonrasına randevu verebiliriz" dediler. Yalvar yakar, "Bakın bu adam NBA'e draft edildi. Sıradan biri değil" diyerek bir ay sonrasına randevu aldık. İlkan gitti, MR'ı bir gösterdi; Dr. Biedert, "Bunun kıkırdakla alakası yok. Ağrın tamamen tendon kaynaklı" dedi. Ameliyatı oldu sonra.

"Roland, Roger Federer'in özel doktoru ama yetmemiş bir de Rafael Nadal'a ameliyat yapmış. Federer demiş ki 'Rafa, gel seni benim doktora götüreyim' diye almış yanına." -Haşim Ay
Furkan: Bizde sakat sakat oynama kültürü hep vardı. Darüşşafaka'yla EuroCup'ı kazandığımız sene; ben inisiyatif aldım, ağrılara rağmen hep sahada kalmaya çalıştım. Sezon içinde diz yan bağlarım yırtıldı, başka birçok farklı sakatlık yaşadım ama ilk kez takım kaptanıyım ve EuroCup'ı kazanacağımıza gönülden inanıyorum. Tamamen benim sorumluluğumda, ağrılarla geçen bir sezon… Bitti, Haziran'da ameliyat oldum. Düzelmedi. Doktor doktor dolaşırken bizim İlkan'ın İsviçre'de gittiği muayenehaneden randevu almaya karar verdim. Yahu neyse, adamı aradık; Federer'in şahsi doktoru, "İyi, hoş sen randevu al da ben şu an Amerika Açık'tayım" dedi. İki ay sonrasına randevu verdi. Gittik, "Tekrar ameliyat olman lazım" diye geri gönderdi beni. Buradaki doktorlarım da onun yol haritasına uymaya gayret ettiler.
İzzet: Belim kötü benim. Geceleri uzun süre uyuyamadım ağrıdan. Bacağım zonkluyor; ağrı kesici alıyorum, daha etkisi geçmeden dikiliyorum yatakta. Türkiye'de profesörler baktı, bulamadılar sorunu. Maça çıkmaya devam ediyorum tabii… Hırvatistan'da bir devlet hastanesinde çekilen röntgenle şans eseri sorunu tespit ettik. Bir bakıldı; sağ ayağım, sol ayağımın iki katı neredeyse. Sağda bir kitle oluşmuş. "Ya stres kırığı ya da tümör" deniyor. Öyle bir tıraşladılar ki orayı, diğerinin yanında incecik kaldı bacağım. Oynayamadım yedi buçuk ay.
Haşim Ay: Fizyoterapide sporcu eğer gece ağrısından şikâyet ediyorsa sistematik bir ağrıdan şüpheleniriz. Yani tümör ihtimali gündeme gelir. Ben bunu doğrulatmak için zamanında İzzet'i gündüz evime çağırıp salonda üç saat uyutmuştum. Kalktığında, "Haşim Abi bir şeyim yok" demişti. Sonra kan testi yaptık, negatif çıktı. Hırvatistan'da Sibenik forması giydiği dönemde ise rastgele bir hastanede röntgen çetirmiş; iyi huylu tümörü orada buldular. Ardından Türkiye'ye geldi, ameliyatını İstanbul'da oldu.
V & 10-12 Dakika
"Türkiye'de pasaport oynuyor abi..."
Furkan: Basketbol şöyle bir şey: Çalışıp antrenman yapıyorsunuz ama oynamazsanız hiçbir anlamı yok.
Erhan: Toker Altyapı milli takımlarında yatırım yapılan oyuncuların Süper Lig kadrolarında bulunmaları yetmez. Bir şekilde oynamaları gerekiyor.
Nedim Karakaş: Obradovic hiçbir Türk oyuncuya hak ettiği süreyi vermiyor ki… "Ben yetişmiş oyuncuyla oynarım, bebekle oynamam. Bebekle oynayacaksam da kendi vatandaşımla oynarım" diyor.
İzzet: Banvit'te iyi oynayan bir İzzet hep konuşuluyor ama aslında öyle bir şey yok. 10-12 dakika ortalamalarla nasıl olacak? Fenerbahçe'ye giderken hazır değildim, bunun farkında da değildim. Obradovic'ten sonra Banvit'in yeni koçu Dimitris Itoudis'le de konuşmuştum. Beni yönlendirerek, "Yanlış anlama ama senin için en iyisi Zeljko'yla çalışmak" dediğini hatırlıyorum.
Orhun Ene: 12-13 dakika oynatmışım, daha ne yapayım? Ülke problemiymiş gibi konuşuyoruz… Yahu, biz İzzet'i maç kaybetme uğruna, adam adama savunmada eksikliği var diye üç numaradan süre vermeye çalışarak sahada tuttuk. Aldığı süre bazen eksiktir, bazen fazladır. Önemli olan bu tip engellerde geri adım atmamak, kararlı olmak.

"Bizde sakat sakat oynama kültürü hep vardı. Darüşşafaka'yla EuroCup'ı kazandığımız sene; ben inisiyatif aldım." -Furkan Aldemir
İzzet: O sezon kızdığım tek şey, Orhun Abi'nin beni Bandırma Kırmızı'ya vermemesiydi… Milli takım kampındayken bile Hidayet Türkoğlu, Kerem Tunçeri, Kerem Gönlüm gibi takımın 'ağabeyleri' Orhun Hoca'yı ikna etmek için benim adıma konuştular. "Gel şu İzzet'i bırak Kırmızı'ya" dediler. Hoca istemiyordu.
Ahmet Gürgen: İzzet'in duygusal oluşunu anlayabiliyorum. Bandırma'da büyüdüğü arkadaşları lige çıkmış, birlikte oynuyor, A takımda ise Chuck Davis dört numara süresinin neredeyse tamamını alıyordu. Belli ki keyif almak, hata yapmak istiyordu İzzet. Kırmızı'da bizim de dört numara pozisyonunda boşluğumuz vardı. Bunu görüyordu tabi…
Orhun Ene: Orada alacağı 30 dakika, A takımdaki 12-13 dakikaya denk düşmez benim nazarımda. Banvit'te Keith Simmons'la falan idman yapıp Avrupa oynayacak, üzerine Süper Lig'de sahaya girecek… Düşünün; Luka Doncic'e sordunuz, "Estudiantes'te 30 dakika mı oynamak istiyorsun yoksa Real Madrid'de 15 dakikaya var mısın?" Ne der sizce? Gerçi bu sohbet yapılmıştır zaten. Luka da belli ki cevabını vermiş.
Furkan: Yahu isterse 12+0 olsun yabancı kuralı, serbest kalsın… Hakkaniyetli olunduğu sürece sorun yok. Başta Melih Mahmutoğlu olmak üzere, bizim ligimizde hak ettiği süreyi alamayan çok Türk oyuncu var. "Türkler çalışmıyor…" diyorlar. Hadi canım? Ben çalışıyorum, arkadaşlarım da çalışıyor. "Bu ülkede pasaport oynamıyor" da deniyor ya; hayır kardeşim, bu ülkede pasaport oynuyor. Tarık Biberovic kim ya?
VI & Popülizm
"Kimse kimsenin hikâyesini bilmiyor ki…"
Mustafa Derin: Türkiye maaş cennetidir oyuncular için. Hem yabancılarda hem de Türklerde… Başka yerde 600 alan oyuncu buraya geldiğinde minimum 1 milyona oynar. Menajerlerin büyük payı var bu iklimde.
Oktay Mahmuti: Üç-dört yıl önce hepimiz toplandık, "Altı yabancı olsun" diye kural istedik. Israrla direttik… Ne oldu sonunda? Şimdi de "Türk oyuncu oynamıyor" diyoruz. Tekrar değiştirmek istiyoruz sistemi. Biz bu kadar salak mıyız ya? Bir kere de yapılan bir şeyin arkasında duramayacak mıyız? Yıllarca parayla organizasyonsuzluğumuzu kapattık. Artık paramız yok. Popülizm yapıyoruz; diyoruz ki iki kulübümüz EuroLeague'de Final Four yaptı. Hayır iki kulübümüz değil, Türkiye'den iki kulüp Final Four oynadılar… Biz anca yüzeysel şekilde kendimizi avuturuz.
Nihat İziç: Oyunculara hayal vermemiz lazım. Bunu yapmıyoruz. "Nerede oynamak istiyorsun, nasıl biri olma amacın var…" Bir oyuncu, aynı yapı içinde önce beş dakika, sonra on, ertesi sezon 15-20 diye ilerleyen sürelerle uçar gider. Oyuncular artık her geçen gün antrenörlerini daha az dinliyor. Menajer ve aile istekleri daha ön planda; çünkü onlar eleştirmiyor, "Aslan oğlum" diyorlar.
Nedim Karakaş: Anne babalar anlamıyor ki bu işlerden! Çocukları onlar için gelir kapısı. Hiç unutmuyorum, Sakarya'da bir gün gençler şampiyonasındayız. Fenerbahçe'de bütün aileler bizimle birlikte izlemeye gelmişler. Zaman geçti; kafamı çevirdim, hepsi karşı tribüne menajerin birinin etrafına üşüşmüşler.
Murat Özyer: Önemli olan suçluyu değil bizi daha yukarı taşıyacak yolu bulmak. Bu mühim.
Erhan Toker: Türk basketbolunun Okben Ulubay gibi bir oyuncuya ihtiyacı yok mu? Tam çıkış yapmışken aldı o büyük kontratı… Ama işte ortada şöyle bir açmaz var. Daçka'nın önerdiği kontrat benim çocuğumun önüne gelse, buna nasıl bakarım? Oturduğumuz yerden konuşmak kolay.

"Türkiye'deki dönemimde hep plansızlığın handikabını yaşadım, artık yoğurdu üfleyerek yiyorum." -İlkan Karaman
Furkan: "Darüşşafaka isim değiştirdi ama Furkan'ın Doğuş Grubu'yla olan sözleşmesi devam ediyor" diye yazıyorlar. Ya kardeşim, etmiyor işte. Yok öyle bir şey. Adam ameliyat olduğumu bile bilmiyor, "Yattığı yerden para kazanıyor" diyor. Bir araştırsana abi... Haber sitesinin biri çıkıp "Oğuz Savaş maçta çocuklarıyla eğlendi" yazabiliyor. Ne yapsın adam, tribünde maçı gözyaşlarıyla mı takip etsin? Bilinmiyor ki kadro dışı kalan oyuncular diğerlerinden daha ağır idman yapıyorlar… Tahmin edildiği kadar basit değil bu işler.
İzzet: Banvit'ten kazandığım para ayda iki bin liraydı. "Bu daha dünkü çocuk, biz yokken hiçbir şey değildi. Bunu biz oyuncu yaptık" diyorlar. Kendilerine göre haklılar da belki, bilmiyorum… Bakın ben 18 yaşındaydım, önüme bir kâğıt koydular, "İmzalayacaksın bunu" dediler. Dedim ki imzalamam… Beş sene sizde oynayacağım ama alacağım para yazmıyor. "Biz ne verirsek onu alacaksın" dediler. Allah Allah öyle mi? Saklanmaya karar verdim Bandırma'da. O zaman menajerim de yok, "Sana yatırım yapmayız. Bitersin" dediler. Korktum öyle denince. Attım imzayı.
Ahmet Gürgen: Esasında bir oyuncum beklentinin altında kalmışsa hatayı kendimde ararım. Ama İzzet konusu biraz farklı. Fiziksel açıdan çocuğun da elinde olmayan bazı handikapları vardı. Kimse inanmıyordu ona. İzzet Bazen konuşup anlatayım diyorum... Sonra vazgeçiyorum. İnsanlar bilmiyor ki benim hikâyemi, neler yaşadığımı…
Orhun Ene: Biz sanki hiç o yaşlardan geçmemişiz zannediliyor. Ben geçmişte İzzet Fransa'ya Le Mans'a gidebilsin diye Erman Hoca'yla konuştuğumu bilirim. Ona hep inancım vardı, hâlâ da var. Bir oyuncunun kariyeri tek bir buyout'la bitmez. Buna inanmak kendini kandırmak olur.
Furkan: Hep diyorlar ki Türk oyuncu Avrupa'ya gitsin… Ülkesinde yattığı yerden para almasın. Eee? Türk oyuncu, Avrupa kıtasında evrim mi geçiriyor? Orada da aynı oyuncu değil mi? Fark şu; demek ki orada bazı şeyleri farklı yapıyorlar. Antrenörler ya da sistem buraya göre daha iyi olsa gerek. Forma rekabeti iki yerde de aynı ama altyapıda benim seviyemin altındaki oyuncular iki sene sonra beni geride bırakıyorsa, ki ben bu esnada çalışmalarımı aksatmıyorsam, demek ki yapı sorunlu.
Oktay Mahmuti: Benim kavgam sistemsizlikle. Daha kötüsü, popülizmle… Herkes çıkmış "Ekonomik kriz var" diyor. Yahu, 2001'de ne vardı peki? Antrenörlüğe başladığım yıllar, Türk oyunculara şans veriyorduk. Neden? Çünkü baktık ki maddi açıdan rekabet edemiyoruz; Kerem Tunçeri, Serkan Erdoğan, Hüseyin Beşok, Ömer Onan gibi oyuncular çıkardık. Hidayet-Mehmet'ten bahsetmiyorum. Şimdi antrenörler başarı istiyor, oyuncular para kazanma derdinde, peki bu oyuncuların kendilerini geliştirmeye vakitleri var mı? Bunlar çalışamıyor ki; nasıl oynasınlar? Sürekli uçaktalar, oradan oraya...
İlkan: Bugün Cholet'deyim. Altyapıya yıllık ne kadar harcanıyor biliyor musunuz? 750 bin euro. Abdoulaye N'Doye diye bir çocuk var; draft'a girecek, onun arkasına gelecek oyuncu zaten belli. Esas olan, Abdou'nun arkasına gelecek oyuncunun arkasına kimin geleceğinin de planlanmış olması. Türkiye'deki dönemimde hep plansızlığın handikabını yaşadım, artık yoğurdu üfleyerek yiyorum. Hep peşinden koştuğum bir konu var. Şimdi bu satırları okuyanlar "Hadi oradan" deyip belki gülecekler ama… Cholet'de bir çıkış yapıp NBA'e gitmek istiyorum. 30 yaşından sonra da olsa, niye gidemeyeyim ki?
İzzet: Baktığınızda ben bugün 29 yaşındayım. Milli takıma dönmek, tekrar EuroLeague'de oynamak istiyorum. Kariyerim bitmedi. Ama Nikola Jokic de değilim ki be abi. Olmak zorunda da değilim. Sistem tıkanıyor işte. Bir yerde tıkanıyor.