
2022: Cennetin Fethi
9 dk
Beyza İrem Türkoğlu, EHF Şampiyonlar Ligi dörtlü finalinde sahaya çıktı ve o seviyeye ulaşan ilk Türk hentbolcu olmayı başardı. Türkoğlu ile yolculuğunu ve keşfinin hikâyesini konuştuk.
Survivor'a hentbolcu göndermek... Federasyon şûrasında, hentbolun popüler hale gelmesi için ortaya atılan fikirlerden biriydi bu. Aynı gün Beyza İrem Türkoğlu, Budapeşte'deki 2022 Kadınlar Şampiyonlar Ligi Final Four'unda Team Esbjerg formasıyla boy gösterdi. Bunu başaran ilk Türk sporcu olmuştu. Bu tarihi başarıdan kısa süre sonra kariyer yolculuğunu dinlemek için onunla bir araya geldik. Ülkedeki hentbolcuların içinde bulundukları tezatlarla dolu dünyaya pek değinmeden, saha içinde kalmak dileğiyle. Başlıyoruz...
İlk adımlarınızı, Türkiye'nin hentbolda da başkenti olan Ankara'da attınız...
Haydar Aliyev İlköğretim Okulu'na gidiyordum. O zamanki adı Kent Koop'tu. İkinci sınıftayken babamın işinden dolayı İsviçre'ye taşınmak durumunda kaldık. Üç sene orada yaşayıp geri döndük. Ankara'da yine aynı okulda hatta aynı sınıfta eğitimime devam ettim. Bir baktım ki tüm sınıf arkadaşlarım hentbol oynuyordu. "Hadi, sen de gel!" ısrarları üzerine, "Neden olmasın?" dedim ve en azından arkadaşlarımla bir aktivite olur diye ben de oynamaya başladım. Şu anda o gruptan kimse hentbol oynamıyor ama sağ olsunlar bana vesile oldular. Lisede Mobil Anadolu, Celal Yardımcı ve sonra da Doğa Koleji'ne geçtim. Hentbol hep hayatımda kaldı tabii...
2014'te Liselerarası Dünya Şampiyonu olan kadroda siz de vardınız...
Evet, biz Ankara'daki Doğa Koleji'ndeydik. Turnuva olunca İstanbul, Üsküdar'dakine geçtik. Ankara'dan geçen üç kişiydik. Sıla (Aydın), Özge (Yakar) ve ben.
EHF Şampiyonlar Ligi final four'unda olmak her hentbolcunun hayalidir. Ülke dışına çıktığınız ilk sezonda bunu başardınız ve Türkiye spor tarihine geçtiniz...
Geçen sene bu zamanlar bunun yaşanma ihtimali pek aklıma gelmezdi. Sezon ilerledikçe hayalini kurmaya başladık tabii. Hayaller gerçekleşince durum, bambaşka bir hal alıyor. Bu sporu en elit seviyede yapan sporcularla aynı sahnede yer almak... Atmosfer zaten müthişti. Tribündekiler bile oranın havasının farklı olduğunu söyler; sahada olmak apayrı bir şey. 15 bin kişinin önünde, ismim anons edilip ekranda fotoğrafımı ve kocaman puntolarla adımı görünce, "Gerçekten buraya ait miyim? Yaptığım şey bu kadar önemli mi?" dedim kendi kendime. Hele bir de Türkiye'de bunun yanına bile yaklaşmayan bir değer gördükten sonra insan daha da garip hissediyor. Tüm bu hisler, seremonide yaşanıp bitiyor. Maç başladığında hepsini unutup maça odaklanıyorsun haliyle.

"Takım arkadaşlarımın beni kabullenmesi için bir şeyleri ispatlamak zorundaydım."
EHF Şampiyonlar Ligi'nde nispeten kolay bir gruptaydınız. Grubu lider bitirmek sezon başından hedeflediğiniz bir şey miydi?
Kolay grupta olmanın dezavantajı da var. Zirvede bitirseniz de çaprazdan gelen takım size karşı favori olabiliyor. Mesela bir önceki sene Vipers Kristiansand grupta beşinci olmuştu ama sezonun sonunda şampiyonluğa ulaştılar. Biz adım adım, maç maç değerlendirdik. Şu anda da hedefimiz Süper Kupa maçı. Buranın genel mantalitesi bu şekilde. Sezon başında "Ligi, grubu şu sırada bitirelim ki şöyle olsun" şeklinde geleceğe bakılmıyor. Final Four elbette bir hedef ama orta vadeli bir plan yapılmıyor. Zaten pek mümkün de değil. Gerçekçi olmaz. Tabii ki lider bitirmemiz herkes için sürpriz oldu.
Şampiyonlar Ligi'nde rekabet düzeyi çok yüksek ama Türkiye'de çekişme yoktu. Neredeyse maçların hepsinin sonucu baştan belliydi. Avrupa'da da büyük ihtimalle kaybedeceğinizi kabul edip oynuyordunuz. Rekabet duygusunu neredeyse hiç hissetmiyor Türk oyuncular. Bunun milli takıma da yansıyan bir eksiklik olduğunu düşünüyor musunuz?
Uluslararası maçlardaki en büyük eksiğimiz bu. Kazanma alışkanlığı ve isteği yok. İki-üç sayı geri düşünce "Zaten kaybettik" demeye başlıyoruz.
Kazanma alışkanlığı mı yoksa rekabet alışkanlığı mı?
Bence kazanma alışkanlığı. Çünkü galibiyeti tadınca, diğer maçlarda belli bir farkla geri düşseniz bile kokusunu aldığınızda maça asılır, maçı bırakmazsınız. Biz bu gibi durumlarda maçı kafada bitiriyoruz. Ben öyle hissediyorum en azından. Ligden kalma bir zihniyet bu, dediğin gibi. Mesela Kastamonu bir maçta beş farkla öne geçtiği zaman rakip, "Kastamonu'yu zaten yenemeyiz" deyip sonuca razı oluyor. Burada, biz ligin favorilerinden biriyiz. Onuncu sıradaki takım bize karşı oynarken ısırıyor âdeta. O gün de kötü günümüzdeysek, geçmiş olsun... Rahatlamaya asla fırsat vermiyorlar.
Doruk Pehlivan'la konuştuğumda, Polonya ve Almanya'da kendisine duyulan güvenin az olduğunu söylemiş, bunun sebebini de Türkiye'de yetişmesine bağlamıştı. Benzer şeyler hissettiniz mi?
Tabii ki. İlk geldiğim günlerde çok net hissettim hem de. Takım arkadaşlarım beni tanımıyordu. Beni kabullenmeleri için bir şeyleri ispatlamak zorundaydım. İnanır mısın, "Savunmada şöyle durman lazım" diye temel savunma tekniklerini gösteriyorlardı bana. Ben zaten biliyorum savunma yapmasını! Yıllarca yaptım. Başlangıçta çok bozuluyordum. Sonrasında hem yaklaşımım hem de performansımla beni kabul etmeye başladılar. Burada oyuncuların tarzı garantici ve temkinli. Hiçbir zaman yapabileceklerinin dışına çıkıp risk almıyorlar. Koç Jesper Jensen'in bana karşı ilginç bir yaklaşımı oldu. İmzadan önce "Sen bizim kızlar gibi değilsin. Tarzın İskandinav stiline benzemiyor. Zaten benzemesini de istemiyorum. Farklı stilinin bize çok şey katacağını düşünüyorum. Tabii ki bizden de öğreneceğin şeyler olacaktır ama sana has özelliklerinle takıma katkı vermeni istiyorum" demişti. Bu beni çok rahatlattı.
Sizi, Team Esbjerg'e Helle Thomsen önermişti, değil mi?
Evet. Kulüp hem iki kanatta hem de savunmada 2 numara oynayabilecek bir oyuncu arıyormuş. Bu tip duyumlar Danimarka gibi küçük bir ülkede çabuk yayılıyor. Ülkede bulamıyorlar, Norveç'te de bu özelliklere uygun kimse yok. Helle de Kastamonu'da beni öneriyor. Başta takıma adapte olup olamayacağım konusunda bir tedirginlikleri varmış. Takımın iç huzuruna çok dikkat ediyorlar. Helle de bu hususta hiçbir sorun yaşamayacağım konusunda kefil olmuş.
Jesper Jensen, Danimarka'nın erkeklerde çıkış yapmaya başladığı jenerasyonun önemli bir oyun kurucusuydu. Antrenörlüğü hakkında neler söylersiniz?
Takımda herkesin meziyetlerine uygun setler ve oyun planı hazırlıyor. Bu beni çok şaşırttı. Kadromuz önceki sezona göre daha geniş ve her oyuncuyu bir şekilde memnun etmek için bu şekilde uğraşıyor. Oyunu çok iyi okuyor.

"Türkiye ile Danimarka arasındaki en net fark çalışma disiplini ve ciddiyeti."
Sanki Jensen'in oyunculuğunu tarif ettiniz...
Öyle mi? (Gülüyor.) Oyunculuğunu pek bilmiyorum. Bazen bizimle antrenmana da katılıyor. Kaleci yoksa kaleye bile geçiyor. Çok da hırslı. Sahadayken takımının yaptığı hataya çıldırıyor.
Defansif tarafınızla ön plana çıkan bir oyuncusunuz. Fakat izleyenlerin gözüne çarpan en baskın özelliğiniz, sağ elinizi kullanan bir oyuncu olarak sağ kanatta da oynayabilmeniz. Bu tabii ki antrenörün sizden beklentileriyle alakalı bir durum ama sizce de ilginç değil mi?
Yenimahalle'de, profesyonel olduğumda pivot oynuyordum. O dönemki sağ kanat oyuncumuz sakatlanmıştı. Biz takımdaki gençler de tabii hangi pozisyonda olursa olsun şans bekliyoruz. Serdar Hoca (Eler) neredeyse hepimizi denedi, beni kullandı ve aşı tuttu. İzleyenlere ilginç ve zor geldiğinin farkındayım ama gözden kaçırılan bir şey var: Bu, kaleciler için de farklı bir durum. Çünkü sağ kanattan solak oyuncuların şutlarını bekliyorlar genelde. Sağ elden şut çıkarmak zor gibi gözükse de kalecilerin hazırlıksız olması işimi kolaylaştırıyor diyebilirim.
Türkiye'de sağ kanatta iyi performans gösterdiğimde kimse bundan pek bahsetmiyordu ama kötü günümdeysem "Solak oyuncu olmazsa böyle olur tabii" diyorlardı. Burada iyi oynadığımda takdir de görüyorum. Zaten Helle de ben gitmeden önce bu bahsedilen dezavantajı Danimarka'da yaşamayacağımı, takımların çoğunun iki kanadı da oynayabilen oyuncuları aradığını bana söylemişti.
Sol kanat oyuncusu Sanna Solberg- Isaksen bu sezon hamileliği sebebiyle oynayamayacak. Sol kanatta daha çok görev alacaksınız gibi...
Evet, hatta beni solda daha çok kullanacakları için sağ kanat Anne Petersen takıma katıldı. Beni sağ kanatta görmekten yorulanlar artık rahat edebilir. (Gülüyor.)
Yenimahalle Belediyesi'ndeki antrenörün Serdar Eler, 5-1 savunma düzenindeki ön savunma rolünüzün altını çizmiş hatta en iyi yaptığınız iş olduğunu söylemişti. Bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde orada pek değerlendirilmediniz. Sezon boyunca bu tarz bir görev beklediniz mi?
Evet, Türkiye'de çok sık o rolde oynadım ama beni savunmada 2 numara için istediklerini belirtmişlerdi. Micha (Michala Möller) takıma katılınca 2 numara rotasyonunda bana gerek kalmadı. Ben 1 numaraya, kanada çekildim.
Bu sezon takıma önemli eklemeler de yapıldı. Nora Mörk gibi bir yıldızın transfer edilmesi konusunda ne hissediyorsunuz?
Televizyonda izlerken de hayran bırakıyordu ama birlikte antrenman yaptığımız iki haftada bugüne kadar etkilendiğimden çok daha fazla etkilendim. Aynı takımda olunca sahadaki her şeye hâkim olduğunu anlıyorsunuz. Skorer bir oyuncu elbette ama çok da iyi pas dağıtıyor. Rakipse de inanılmaz sinir bozuyor. Öyle bir pas atıyor ki "Onu nasıl gördü ya!" diyorsun.
Türkiye'ye fazla değinmek istemedim fakat sizce Danimarka ile Türkiye arasındaki en net fark nedir?
Çalışma disiplini ve ciddiyeti. Türkiye'deyken "Bu hafta kolay takımla maç var" deyip antrenmanları gevşek tuttuğumuz çok oldu. Burada ise sosyalleşmek için ağırlık çalışması yapıldığını gördüm. Altyapıdan almışlar belli ki bu disiplini.