
2022 Ronde Günlükleri: Aha Pogacar!
14 dk
Müthiş bir düelloya sahne olan Ronde van Vlaanderen, hafızalara kazındı. Tadej Pogacar'dan Mathieu van der Poel'a, tren camlarından kaçan otobüslere unutulmaz yarışın günlüğü.
Sakın kayıp düşme. Dikkatli ol. Bisikletin iki büyük şampiyonu önümden geçmek üzereydi ve ben kendi kendime bu cümleleri tekrarlıyordum. 2022 Ronde van Vlaanderen’in kaderi çizilirken Belçika tepelerinin kayganlığı kafamda soru işaretleri yaratıyordu. Sevgili arkadaşım Ata Atay’la birlikte üzerinde durduğumuz toprak yol, yağmur nedeniyle bataklık kıvamına gelmişti. O bataklık, bize hayatlarımızın en güzel hatıralarından birini bıraktı. Mathieu van der Poel ile Tadej Pogacar’ın çekişmesini en yakından izlerken gelecekteki “Oradaydım”larımıza yeni sayfalar ekliyorduk ve suya batmamaya çalışıyorduk.
O an başka endişelerim de vardı. Tarafsız bir gazeteci olarak Mathieu van der Poel’un en büyük hayranlarından biriydim. Hollanda şampiyonluk mayosuyla yarıştığı ve iki kez kaza yapmasına rağmen dördüncü bitirdiği 2019 Ronde’yi de aynı noktadan, Paterberg’deki yol kenarından izlemiştim. O gün yağmur daha azdı ve Mathieu, cidden kazanabilirdi. 2020’de aynı Mathieu, ezeli rakibi Wout van Aert’ı yenerken ise evdeydim. Çığlıklar atarak zaferi kutluyor, Van Aert hayranı arkadaşlarımın hayal kırıklığı dolu bakışları karşısında mercimek köftesi yiyerek nispet yapıyordum. 2021, bir trajediydi. Mathieu yine son ikiye kalmıştı fakat sprintte Kasper Asgreen’e diş geçirememişti. 2022’de bir kez daha Paterberg’de buluşmuştuk ve ben ondan bir zafer daha istiyordum. MVDP gençti fakat hayat kısaydı ve bisiklet de acımasızdı.
Dolayısıyla kaygılıydım. Olası bir Pogacar zaferi bu Ronde’yi başka açılardan unutulmaz kılardı ve ben yine mutsuzluğa kapılmazdım. Sonuçta yol bisikletine aşıktım ve bu sporu bireylerden bağımsız şekilde sevmiştim. Lakin yine de… Mathieu kazanmalıydı. O yüzden de son Paterberg tırmanışına geldiklerinde, saatler süren bekleyişin ardından, ağzımdan tek bir ifade döküldü: “Aha Pogacar!” Daha 23 yaşına gelmeden iki Fransa Bisiklet Turu’nu müzesine götüren Sloven şampiyon, baştan sona damga vurduğu yarışı koparmak üzereydi. Mathieu yalpalıyor, her zamanki stiliyle sele üzerinde sallanıyordu. Tadej ise dünyanın en kaliteli buzdolabı gibiydi. 250 kilometrenin geçildiği bir yarışın son 15 dakikasına girilirken titremiyordu bile.
Her şey orada bitebilirdi. Bir yandan ıslanan ayakkabılarımı düşünüyor, bir yandan iyice bize doğru yaklaşan Mathieu’nün acısını hayal ediyor, bir yandan da göğüs hizamda tuttuğum telefondan anlamlı kareler almaya çabalıyordum. 2022 Ronde, belki de yılın en unutulmaz yarışı, benim için kesinlikle bisikletin en güzel geleneği, orada şekilleniyordu.
Düşmemeliydik ve ben günlüğüme başlamalıydım. Evvela biraz geri dönmeliydim.
2 Nisan Cumartesi
Yorucu bir günün sonunda Antwerp’ten Brüksel’e gidiyoruz. Birazdan Ata inecek ve ben sonraki trenle amcamların yanına, Lille’e ilerleyeceğim. Ansızın arkamızdaki gençlerin sohbetine kulak misafiri oluyoruz. Ellerindeki biralarla trene yayılan Belçikalılar, ülkelerinin en önemli sportif etkinliği olan Ronde’nin 2022 favorileri üzerine çene çalıyorlar. Son derece normal bir an bu. Her sene nisan ayının ilk pazar günü düzenlenen Ronde van Vlaanderen, diğer adıyla Flaman Turu, milyonları sokağa döküyor, ülkeyi durma noktasına getiriyor ve sokakları karnavala çeviriyor. Dolayısıyla sohbeti dinlerken “Aha” diyorum, “Bu, Ronde yazımın girizgâhı olabilir.” Henüz 24 saat sonra yaşayacağım bir başka “Aha” ânından habersizim. Henüz Pogacar atak yapmamış.
Evet, oradan açılabilirdi bu yazı. Neticede ne kadar iyi bir gezgin veya tarih meraklısı olursanız olun, kısa süre geçirdiğiniz ülkeleri ancak tren camından gördüğünüz kadarıyla tanırsınız. Başka şehirler ve hayatlar size ufak pencereler sunar. Her şey çok hızlı geçer ve o hengâmede gözünüze çarpan minik detaylara devasa anlamlar yüklersiniz. En azından her gidişimde benim için durum bu.
Aynı tren camı, iki tekerle ilişkimde de mevcut. Profesyonel olarak dergicilikten ve NBA'den hayatımı geçindiriyorum ama bisiklet yarışlarını da çocukluğumdan kalan bir sevgiyle takip etmeyi sürdürüyorum. Ara sıra gidip yerinde izleyebildiğim bir yarışta da esasında parçası olmadığım bir topluluğun üyesiymiş gibi davranıyorum. Mesela trendeki o andan, dört Belçikalı gencin sohbetinden birkaç saat evvel Antwerp’te takım tanıtımındaydık. Hilton’daki etkinliğe akreditasyonlarımızın bize verdiği yetkiye dayanarak girmiştik. Bedava sandviç ve kahvelere dadandıktan sonra bekleyiş başlamıştı. Birazdan sportif direktörler buraya geleceklerdi.
O ortamda birileriyle laflamak mümkündü. İlk olarak 1997 Paris-Roubaix şampiyonu Frederic Guesdon’u gözüme kestirdim. Guesdon’dan beri hiçbir Fransız, en az Ronde kadar anıtsal bir yarış olan Paris-Roubaix’yi kazanamıyordu. Ama eski bisikletçi, anılarını aktarmak için burada değildi. Groupama–FDJ takımının sportif direktörü olarak o yoğunlukta sorularıma cevap verdi: “Bahar Klasikleri bizim genlerimizde var. Marc Madiot iki Paris-Roubaix kazanmıştı, o genler varlığını sürdürüyor. Ayrıca, ben de kazanmıştım.” Mütevazı bir insandı ama özel bir yıldönümünü hatırlatmamdan mutlu olmuştu: “Evet, tam 25 sene oldu ben Paris-Roubaix'yi kazanalı...” Guesdon, iki yarışı şöyle kıyaslıyordu: “Roubaix’de daha başarılıydım ama Ronde’ye de hayrandım. Yeni parkur eskisi kadar deneyselliğe izin vermiyor, atakların son 15 kilometrede yakalanma ihtimali var ama yine de bu olağanüstü bir yarış.”
Teşekkür edip koltuğuma döndüğümde kafamı kurcalayan sorular vardı: Bir sandviç daha mı yesem? Ayrıca, bir sonraki röportaj figürü kim olacak? Belçika’nın en köklü takımı Quick-Step’e yöneliyorum. Ne yazık ki meşguller. Wilfried Peeters elindeki dosyaları bahane ediyor. O ara dümeni Lotto-Soudal’a kırıyorum. Sportif direktör Nikolas Maes’e nasıl bir yarış beklediğini soruyorum. “Kaotik olacak” diye sözü açıyor. Ona göre Van Aert’ın koronavirüs nedeniyle katılamayacak olması her şeyi değiştirecek: “Wout’un takımı Jumbo-Visma yarışı kontrol edemeyecek. Quick-Step formsuz. Mathieu’nün takımı Alpecin-Felix’te de pelotonu idare edebilecek geniş kadro yok. Yarışı daha da belirsiz bir hale sokuyor bu durum.” Fakat belirsizlik, taktiklerle sınırlı. Yoksa favorileri açık: “Mathieu. Arkasına da Pogacar’ı yazarım. Ve unutmayın, bu adamlar yarıştaysa hiçbir şeyden emin olamazsınız. Her an uzun, çılgınca bir atakla yarışı götürebilirler.” Sıradaki soruma da cevap veriyor bir nevi. Pogacar, Fransız dağlarındaki hegemonyasını Belçika’nın arnavut kaldırımlarında da sürdürebilir mi? Maes’e dönüyorum: “Pogacar, elli kilometre kala atak yaptı diyelim. Bisikletçilerinize telsizden ‘Onu takip etmeye çalışın. Bu atak yarışın kaderini çizer’ diye bağırır mısınız?” Yanıtı belli: “Elbette.”

Pogacar demişken, neden UAE Team Emirates’e gitmeyelim ki? İtalyan sportif direktörleri Fabio Baldato, lobiye girdiğinden beri kahkahalar atıyor. Ata’nın “Abi adam içeride bile güneş gözlüğü takıyor çünkü İtalyan” yorumuna katıldıktan sonra Baldato’nun yanına gidiyorum. “Hisleriniz nasıl? Baskı var mı?” soruma özgüvenli şekilde yanıt veriyor. “Hayır, yok. Tadej burada olmayı istedi, Ronde’yi bir meydan okuma olarak görüyor. Tadını çıkaracaktır.” Tamam ama bu cümlelere tam ikna olmuyorum. “Pogacar’ın sadece eğlenmek için geldiğine de kimse inanmıyor. Amacı burada da rakiplerini perişan etmek değil mi?" Baldato onaylıyor: “Tabii ki. Zaten Tadej’in farkı bu. Bacakları inanılmaz güçlü ama farkı yarattığı nokta biraz da kafası. Nasıl desem… Mantalitesi. Şurada otel lobisindeki herhangi bir oyunu veya bir karting yarışını bile kaybetmek istemez. Çok güçlü bacaklar, çok farklı bir kafa.” Yine de İtalyan patron beklentileri düşük tutuyor. Ona göre de Mathieu favori. “Peki ya hava soğuk olursa? Bu Tadej’i favori yapmaz mı?” diye üsteliyorum. Cevabı: “Göreceğiz. Göreceğiz.”
Günü bitirme zamanı. Antwerp’te patates kızartması yiyeceğiz. Sonra trene binecek, ertesi günün senaryolarını, tren biletlerini ve aktarmalarını tasarlarken Belçikalıların sohbetini dinleyeceğiz. Ardından Lille’e varacağım. Amcam, pişirdiği antrikotun ve patates kızartmasının yanında bilgisayarda Galatasaray-Karagümrük maçını, televizyonda ise Fransa seçimleri öncesi yapılan bir tartışma programını açacak. Hem “Düşmeyiz değil mi? Şu maçı alır mıyız?” sorularını yöneltecek hem de anketleri yorumlayacak. Sonra Lille-Bordeaux maçını tribünden izleyen oğlu eve dönecek, on kişi kalan Bordeaux’ya karşı kaçırdıkları fırsatlara hayıflanacaklar. 22.00 gibi uykuya dalacağız.
Yarın uzun bir gün. Ve galiba düşmeyeceğiz.
3 Nisan Pazar
2022 Ronde van Vlaanderen başlayalı birkaç saat oldu ve biz şimdi Ata’yla her şeyin başlamadan bitebileceği korkusuyla koşuyoruz. Gar ne taraftaydı? Otobüs nereden kalkıyordu? Gerçek bir felaketin eşiğindeydik ve bunu birbirimize itiraf edemiyorduk. Neden mi? Kaseti biraz daha geriye saralım. Ronde planını belirlediğimiz son haftada emin olduğum tek bir konu vardı. Yarışı Paterberg’de izlemeliydik. Zira parkurun son tırmanışı olan Paterberg, son elli kilometrede iki kez çıkılıyordu. Oraya genelde favoriler grubu koparak geliyordu ve bu da en iyi bisikletçileri arnavut kaldırımlarında yavaşça pedal çevirirken izlememize vesile oluyordu.
Ronde organizasyonu, basın odasını Oudenaarde’ye kurmuştu. Yarış günü de oraya uğradık, sandviç ve kahve araştırması yaptık. Arkasından kadınlar yarışının tanıtımına gittik. Benim kadınlar bisikletine dair bilgim Ata’nın gerisindeydi ama şampiyonları yakından görmenin öneminin farkındaydım. Onları izleyecek ve sonrasında erkekler yarışı için bizi Oude Kwaremont’a götürecek otobüse binecektik. Fakat bir sorun vardı. O otobüslerin sonuncusu 13.30’da tren garının önünden kalkacaktı ve bu gerçeği 13.25’te fark etmiştik. Devamı? Kaotik bir koşu. “En kötü Paterberg’e yürürüz” tesellileri. Paterberg’in yürüyerek iki buçuk saat uzakta olduğunu idrak etmemiz. Biraz daha tempolu koşu. Gara yanlış yoldan gittiğimizi anlamamız. Sükûnet çağrıları. Derken Ata’nın son otobüsü yolda görmesi ve aracın önüne kendini atarak şoförü durmaya zorlaması. O beş dakikada hayatımız değil belki ama 2022 Ronde planı için yaraladığımız banka hesaplarımız gözlerimizin önünden film şeridi gibi geçmişti.

Neyse ki her şey yolunda gitti. Sonuçta, Oude Kwaremont ile Paterberg arasındaki uzun yürüyüş bir bisiklet hayranı için çile değil, keyif demektir. Ben de heyecanlıydım. Ama her şey kusursuz değildi. Yerinde izlenen her bisiklet yarışında olduğu gibi bunda da esasen yarışı izleyemiyorduk. Eurosport Player kesik kesik geliyor, internet bağlantısı Twitter’daki bilgi akışına ulaşmamızı dahi zorlaştırıyordu. Yarışın sonuna 120 kilometre kala Paterberg’e vardığımızda alandaki büyük ekrana kavuşmuştuk. Saatler süren yolculuğun etkisiyle biraz dinlenme zamanıydı. Çimlerde patates kızartması, bira ve sosis tükettik, son malumatları aldık. Peloton, fırtına öncesi sessizliği içindeydi. O sessizlik bozulacaktı.
İlk Paterberg geçişi görece sakindi. Bataklık üzerinde yerimizi aldık. Ama bildik kararlar yine önüme çıkmıştı. Hangi açıdan parkura bakmalı, hangi açıdan bisikletçileri çekmeliydim? Ayağımdaki eski spor ayakkabılar bu parkura dayanabilir miydi? Bunları düşünürken peloton geldi. Mathieu, en önde pozisyon kovalıyordu. Ineos, iki bisikletçiyle baştaydı. Pogacar, yanındaki FDJ bisikletçisini hışımla geçmişti. Fakat şimdiden ne kadar seçkin bir grubun ortaya çıktığı belliydi. Paterberg’deki seyirciler, öndeki favorileri yoğun bir şekilde alkışlamışlardı ama esas tezahürat arkada kalan, zorlanan, nefes nefese tırmanışı çıkanlara yapılacaktı.
İkinci Paterberg tırmanışına otuz kilometre daha vardı. O bekleyişte çevreyle kısa süreli sohbetler yapmak mümkündü. Yaşlı bir Flaman çift, Fransız bir aile, Leuven’de okuyan Türk öğrenciler... Hepsiyle farklı konulara girerek tablodaki eksik parçaları tamamlıyorduk. Pogacar mı kaçmış? Mathieu takipteymiş. Asgreen teknik sorun yaşamış. Bütün bu haberler kulağımıza gelyordu. Fakat bir gerçek ortadaydı: İlk Paterberg öncesi hamlesini yapan Pogacar, kendisini iyi hissediyordu. Son Paterberg tırmanışının evvelinde, Oude Kwaremont’ta bir kez daha rakiplerini silkelemişti. Yarış boyunca daha kontrollü bir pozisyonda duran Mathieu ise Sloven bisikletçinin tekerinden ayrılmamaya gayret ediyordu.
Gerisi, unutulmaz bir gerilim filmi. Son tırmanışın başında Pogacar, bir kez daha pedallara asıldı ve bir süreliğine Van der Poel’u salladı. Hollandalı, rakibinin tekerini kaybetmek üzereydi. Lakin yarışın kaderini belirleyen anda bisikletini öne atarak can havliyle tutundu. Mathieu, Tadej’in kaçıp gitmesine izin vermeyecekti. Belki nefesi kesilmek üzereydi ama ikinci Ronde'sini tatma ihtimalini birkaç metrede çöpe atamazdı. Yarışa tutundu ve finişi beklemeye koyuldu. Artık Pogacar’ın onu geride bırakabileceği bir nokta kalmamıştı.
2022 Ronde
O an benim için 2022 Ronde sona ermişti. Düşmemiştim ve Eurosport Watts ekolünden giden programlara meze olmamıştım. Yalnız, Pogacar ile Van der Poel yan yana finişe doğru giderken aklıma bir soru daha takıldı. Ya o otobüs durmasaydı? Paterberg’deki kapışmayı Oudenaarde’den izlemek zorunda kalsaydık ne yapardık? Sorular tükenmiyordu. Son tırmanış favoriler için bitmişti ama arkada kalan çok sporcu vardı. Belçika seyircisiyle birlikte bizim de onları desteklememiz gerekiyordu. Lakin bir noktada tırmanışın altındaki ekrana ulaşmalıydık. Van der Poel ile Pogacar’ın finişe varmasına az kalmıştı. Arnavut kaldırımlarında kaya kaya aşağı indik ve kendimize bir yer seçtik. Devamını biliyorsunuz. Tehlikeli bir kedi-fare oyunu, fazla tereddüt eden Pogacar’ın birincilik için savaşırken dördüncülükle idare ettiği kaotik bir son, önden sprinte başlamak zorunda kalan Mathieu van der Poel’un Valentin Madouas ile Dylan van Baarle karşısında liderliğini koruması...
Ünlü yarış, herkesin beklediği isimlerin çekişmesine sahne olmuştu fakat yine de kitleleri diken üstünde tutmuştu. Mathieu van der Poel, ikinci Ronde zaferine ulaşırken Pogacar ise Belçika’nın arnavut kaldırımlarını fethedebileceği bir geleceğin rüyasıyla otobüsüne dönmüştü. Erkeklerdeki düello sona ererken biz kadınlar yarışına doğru hareket ettik. Oudenaarde’ye dönecek otobüslerden birini yakalayabilmek için uzun bir yürüyüşe başlamıştık ama bulabildiğimiz her türlü yol kenarından, geniş ekrandan, bar camından oradaki kapışmaya da göz atıyorduk. Lotte Kopecky’nin Belçika’yı sevince boğan ve Wout Van Aert’ın yokluğundan dolayı duyulan üzüntüyü azaltan galibiyetini izlerken Ata yerinde duramıyordu. Ama o sevincin içinde bile bir soru vardı. A hattından gidecek otobüs nereden geçecekti? Bir sonraki durağa yürümeli miydik yoksa yerimizde mi kalmalıydık? En nihayetinde, bir dizi yanlış karar daha verdik ve bolca yürüdük. Durakları, otobüsleri, Brüksel ile Lille’e dönüş için hedeflediğimiz tren saatlerini kaçırdık. 19.50 civarında Oudenaarde’deki gara ulaştığımızda açlıktan bitmiş haldeydik. Son gücümüzle konuşmaya ve önümüzdeki patates kızartmasını süpürmeye çalışıyorduk. Telefonlara bakarken o gün 30 bin adım yürüdüğümüzü fark ettik. Perişandık ve mutluyduk.
Saat 22.00. Sonunda Lille’e varıyorum. Kapıdan girer girmez amcamın uyumadığını fark ediyorum. Yargı dizisinin yeni bölümünü izliyor. ‘Metin Komiser’in yaşadıkları üzerine biraz laflıyoruz. Arkasından “Hollandalı kazanmış ha” diyor. Bisikletle ilgilenmemesine rağmen o gün Mathieu van der Poel’un Fransızların efsane bisikletçisi Raymond Poulidor’un torunu olduğunu bir haber bülteninden öğrenmiş. “Bunun dedesi hayatta bir yarış kazanmamıştır” diyerek Poulidor’u Fransa'nın en ünlü sporcularından biri yapan o ‘Ebedi İkinci’ etiketine vurgu yapıyor. Ben de önümdeki hamburgere odaklanıyorum. Hâlâ açım. Ve başlangıç noktamı düşünüyorum. Üç günlük seyahatte Lille’den Oudenaarde’ye uzanırken çok tren camı gördüm. Yazıyı nereden açsam? Elbette, Paterberg'den... Mathieu van der Poel ile birlikte Tadej Pogacar’ı kovalamaya çalıştığımız o andan. Her şey orada başladı, orada bitti. Ve düşmedik.