socratesXreflect_alt

Asfalttaki İsimler

15 dk

Bu bir bisiklet yazısı. 2022'de emekli olan üç büyük sporcuya odaklanan bir deneme. Ama sadece Alejandro Valverde, Vincenzo Nibali ve Philippe Gilbert'i anlatmıyor.

Kapı çalıyordu. 2014 Fransa Turu'nun kaderini tayin edecek etabı en yakın arkadaşımın evinde izliyordum ve kulaklarımda sadece televizyondan gelen sesler yoktu. Vincenzo Nibali, dünyanın en büyük yarışını kazanmaya gidiyordu ve içim içime sığmıyordu. Mutluydum. Üzgündüm. Arkadaşım kapıya gittiğinde o karmaşık hislerin benim için ne anlama geldiğini derinlemesine düşünmüyordum. Akışa kapılmıştım. Hayat boyu yaptığım gibi yine heyecanlanacak, bağıracak, ayağa kalkacak sebepler bulmuştum kendime.

Günlerden 24 Temmuz'du. Pau ile Hautacam arasındaki 18. etap, Nibali'nin zafer ilanıydı. Britanya'da başlayan, Kuzey Fransa'dan Alpler'e ve Pirenelerdeki dağlara giden yarışın sarı mayosunu kimselere bırakmayan İtalyan bisikletçi, rakipleriyle arasındaki farkı artırmıştı. İspanyol Alejandro Valverde için zirve hayali bitiyordu. Genç Fransızlar Thibaut Pinot ile Romain Bardet çabalamış ama Nibali'nin bacaklarına yetişememişlerdi. Mutluydum çünkü Chris Froome ile Alberto Contador'un kazalarla veda ettiği bir yarışta Nibali'nin varlığı bambaşka bir destan demekti. Üzgündüm çünkü Fransızların çeyrek asır sonra yeniden gördüğü rüya beni de heyecanlandırmıştı.

En çok da meraktaydım. Arkadaşım bir süredir kapıdaydı. Yıllar içinde pek çok spor etkinliğini paylaşmıştık. Bu yüksek tavanlı, hoş apartman dairesinde pizza söylemek ve spor izlemek en büyük hobilerimiz arasındaydı. Sonra da çıkıp yürürdük. Fakat o an; ben Nibali, Valverde, Pinot gibi isimlerle duygudan duyguya koşarken, arkadaşım da ayrılmak üzere olduğu sevgilisiyle kapıdaymış. Kısa süre sonra konuşmaları bitmiş, daha doğrusu ertelenmişti. Arkadaşım, yarışın benim için değerinin farkındaydı ve bitene kadar kapıdaki gizemi bana iletmemişti. Yarış bittiğinde ise müsaade istemişti. Elbette çıkabilirdim. Elbette Nibali'nin zaferini başka gün konuşabilirdik. O gün sarı dolmuşa doğru yürürken bu etabın ve 2014 Fransa Turu'nun benim için nasıl farklı bir anlama sahip olacağını uzun uzun düşünmüştüm.

Bugün hâlâ öyle hissediyorum. Utanmadan kişiselleştirdiğim bu yazı, o hislerin eseri. Bisiklet benim için asla bir meslek olmadı. Ben hep hatırlamak için seyrettim. 2014'te de, 2005'te de, 2011'de de…

Alejandro

Hikâyenin başında Lance Armstrong vardı. Bisikleti sevmem, ABD'li sporcunun kanserden dönüşünü Hıncal Uluç'un köşesinden öğrenmem, Yaşama Çevrilen Pedal kitabını ağlayarak okumam, sarı bileklikleri takmam… Hepsi Lance sayesindeydi. Alejandro Valverde ile ilişkim de böyle başlamıştı. 2005 Fransa Turu 10. etabını Lance'i geçerek kazanan Alejandro, ismiyle dikkatimi çekmişti. Stili de sıradışıydı ama o yaşta tarzına takıldığımı belirtirsem yalan söylemiş olurum. Hayır, Valverde'nin geleceğin en büyüklerinden biri olacağını, büyük bir doping soruşturmasının merkezinde kalacağını bilmiyordum. Fakat ismi ilginçti işte. O kadar. Bir gün sonra Valverde'yi aklımdan çıkarmış, Lance'in son Fransa Turu zaferine kenetlenmiştim. O yaz, Lance'e veda demekti.

Valverde'nin emekliliği bu açıdan da bir hayli anlamlı. Yol bisikleti, uzun süredir 2000'ler başını aklından çıkarmak istiyor. Lance Armstrong'u spordan ömür boyu meneden cezanın üzerinden tam on sene geçti ve onun hegemonya kurduğu dönemde pedal çeviren kimse artık yarışmıyor. Valverde'nin gidişiyle birlikte günahlarıyla, sevaplarıyla bir çağ kapanmış oldu. Ama yaşananları gerçekten unutacak mıyız? O dönemin hatalarıyla samimi bir şekilde hesaplaşıldı mı? Bugün profesyonel spor adil bir yer mi?

Bilemiyorum. Ben sadece duygulardan bahsedebilirim. Ve öğrendiklerimden. Mesela Valverde ile aynı dönemde bu işe giren Thomas Dekker'e bir röportaj sırasında "Neden böyle bir otobiyografi yazdınız?" diye sormuştum. Dekker gülümseyerek bana "Kendim için yazdım. Benim yaşıma geldiğinizde geçmişi unutmamak istiyorsunuz. Profesyonel atlet olduğunuzda gençken yaptıklarınızı kimse çok önemsemiyor. Siz de öyle bakmıyorsunuz çünkü gelecekte bunların büyük sonuçlar doğuracağını tahmin etmiyorsunuz. Ama unutmamak iyidir. Ben kariyerimi kendi ellerimle mahvettim" demişti.

Alejandro Valverde

Alejandro Valverde

Valverde de kariyerini kendi elleriyle mahveden kuşaktandı. 2006'daki Puerto Operasyonu'nda yakalanan yüzlerce sporcudan biriydi. Yılan hikâyesine dönen dava, onu 2010 ile 2012 arasında spordan uzak tuttu. Fakat Dekker ve benzeri birçok yıldızın aksine Valverde'nin kariyeri Puerto'dan ibaret olmadı. Ceza almadan önce kazandığı yarışların hemen hepsini döndükten sonra da kazandı. 29 yaşında kazandığı İspanya Turu'nu 39 yaşında ikinci bitirdi. 28 yaşında destan yazdığı Liege-Bastogne-Liege'i 35 ve 37 yaşında da aldı. Ardennes Klasikleri, haftalık yarışlar, büyük turlar hep odağında kaldı. 38 yaşında ulaştığı dünya şampiyonluğunu gözyaşlarıyla karşıladı. Bu süreçte geçmişine dönmedi, eski defterleri açmadı, sürekli yarıştı ve onun hakkında ne düşündüğünüze çok da takılmadı. Pedalları hep ileriye doğru çevirdi.

Şimdi, İspanyol bisikleti üzerine birçok kitap yazan Alasdair Fotheringham ile iletişime geçmemin sebebi de bu. Fotheringham, Valverde'yi bir referans noktası olarak görüyor ve bana şöyle diyor: "Valverde, İspanyol bisikletindeki altın neslin (la Generacion de Oro) Contador, Rodriguez ve Sanchez gibi isimlerle birlikte bir üyesiydi. Contador, büyük turlar ve karizma açısından en dikkat çeken yıldızdı fakat Valverde'nin kamuoyu tarafından takdir edilen, alçakgönüllü bir tavrı vardı. O, halkın adamıydı. Doping cezasından dönüp yarışmaya, kazanmaya devam etmesi yurtdışında eleştirilere neden olmuştu ama İspanya'da çok sevildi."

Sevildi ama konuştu mu peki? Dışarıdan duygusuz görünen Valverde, geçmişiyle hesaplaştı mı? Fotheringham şöyle cevaplıyor: "Puerto Operasyonu sonrası Valverde çok değişti. Her zaman nazik bir insandı ama cezadan döndükten sonra epey içine kapandı. Size telefon numarasını veren bisikletçilerden biri değildi. Takımı Movistar da iletişimi zor bir ekiptir. Fakat Valverde ile konuşmanın güzel tarafı -eğer dopingi telaffuz etmeyecekseniz- hep açıksözlü olmasıydı. İçinden geldiği gibi konuşurdu. Ve açıkçası dışarıdan göründüğü kadar duygusuz biri değildi. Puerto sonrası derin bir depresyonla boğuşmuştu. Sadece ceza değil, yaşadığı büyük kazalar ve sakatlıklar da onu sarsmıştı. Fakat Valverde azimliydi. Karakterinin başrolünde azim vardı."

Alejandro Valverde pek çok açıdan karmaşıktı ama bir konuda netti: Kazanmak. 2002'de adım attığı bisiklette 7553 gün geçirmişti; 20 yıl, 8 ay, 6 gün. Yirmi yılda 133 yarış almış, Pro Cycling Stats'a göre tarihin en başarılı 10 bisikletçisi arasında yer almıştı. 1402 yarışa katılıp neredeyse her 10 yarıştan birini kazanmıştı. Bu, bisiklet gibi sürekli kaybettiğiniz, en büyüklerin bile o kadar çok kazanmadığı bir sporda erişilmesi zor bir mertebe. İspanyol yıldız için güneş batarken yeni yıldızlar çıktı belki ama 21. yüzyılın başında, Lance çağında başlayan bu kariyer, arkasında unutulmaz bağlar bıraktı. Seyircilerle, İspanyol halkıyla, spor yazarlarıyla, yollarla kurulan bağlar. Alejandro, çelişkilerin starıydı. Bir de adı ilginçti işte.

Philippe

Bilirsiniz, bisiklet seyircilerinin on saniye görecekleri sporcular için saatlerce beklemek gibi hobileri vardır. İki teker, sadece sporcularından emek istemez. Burada izleyiciler de büyük bir fedâkarlık ve sadakat gösterir. İyi günde kötü günde ekran başına geçmeyi, sık sık da yol kenarına dizilmeyi severler. Hatta o yolculuklarda asfalta isimler yazmaktan da geri durmazlar. Her sene yüzlerce büyük yarış yapılır ve bir asırdır arşınlanan parkurlar isimlerle donatılır. Seyirciler, destekledikleri bisikletçileri yollara kazırlar. Belçika'ya, Liege'e gidin; bazı bölgelerde asfalt yolların Phil, Phil, Phil şeklinde donatıldığını görürsünüz. Bu sporun tarihindeki birçok yıldız gibi, Philippe Gilbert'in adı da o şekilde ölümsüzleştirilmiştir.

Bisiklette yalnızca rakiplerle yarışmazsınız. Hava şartları, takvim, mevsim ve yol şartları da sizinle birliktedir. Valverde'nin farkı o şartlara uyum sağlayabilmesi, yaz aylarında gösterdiği performansı sonbaharda da sergileyebilmesidir. Nibali de hem eylül hem de mayıs ayının kahramanıdır. Gilbert için ise takvim biraz daha farklıydı. Belçikalı bisikletçinin alametifarikası nisan aylarıydı. Bahar Klasikleri ve Ardennes Klasikleri, onun en büyük sahnesiydi. Gilbert albüm yapmayı sevmezdi ama her sene repertuarından özel bir şarkı çıkartırdı. Belçikalı, anıtsal klasikleri beş kez kazanmış; Ronde van Vlaanderen'den Paris-Roubaix'ye, Giro di Lombardia'dan Strade Bianche'ye, Liege-Bastogne-Liege'den Amstel Gold Race'e her türlü klasikte ipi göğüslemişti. Kazandığı 80 yarışın 37'si tek günlük klasiklerdi ve hepsinde anlatılmaya değer bir hikâye vardı. O yüzden adı asfaltta güzel duruyordu.

Gilbert, Flaman bisiklet kültürünün egemen olduğu bir ülkede Valon olarak ortaya çıkmasının ve Flamanların modern dönemdeki yıldızı Tom Boonen ile kıyaslanmasının hep abartıldığını düşünürdü. Flaman bayraklarından rahatsız olmaz, zaferlerinde Belçika bayrağını taşımaktan da gurur duyardı. O bayrağı en çok 2011'de sallamıştı. Tamam, 2012'de dünya şampiyonu olması, 2017'de Ronde van Vlaanderen'i Boonen'in takım arkadaşı olarak kazanması, 2019'da son büyük vurgununu Paris-Roubaix'de yapması çok ama çok özel başarılardı ama Gilbert, 2011 demekti. 'Annus Mirabilis' sıfatını alan sezonda Strade Bianche, Amstel Gold Race, Liege-Bastogne-Liege, Fleche Wallonne, San Sebastian gibi klasikleri müzesine götürmüş; pek çok rakibine "Bu adam yenilmez" duygusunu yaşatmıştı. Daha sonrasında ise 2011 Fransa Turu'nda etap alırken sarıya boyattığı saçları ve Belçika şampiyonluk mayosuyla gövde gösterisi yapmıştı. Philippe Gilbert çok hızlıydı. Seçerek kazanıyor ve arkasında hep bir hikâye bırakıyordu. Kariyeri bitince bir otobiyografi yazmasını da buna bağlamıştı. Kendi öyküsünü anlatmak istiyordu. Bisiklet tarihine meraklıydı, eskilerle hep iyi geçinmiş, hikâyelerini okumuştu. Ona göre yaptığı sporun tarihini bilmek elzemdi. Bisiklet, geçmişle bugün arasında sürekli sohbet eden bir performans sanatıydı. Asfaltta sizden önce başkalarının adları yazardı. Yine de yollar unutmazdı. Aylardan en zalimi olan nisan da anımsardı.

Vincenzo

Yol kenarındakiler de hatırlardı. Gilbert'in Belçika, Valverde'nin İspanya için simgelediklerini, Vincenzo Nibali de İtalya için ifade ediyordu. Ünlü bir yazar, Nibali'nin 2014 Fransa Turu zaferinden birkaç gün şöyle edebi bir metin kaleme almıştı, belki denk gelmişsinizdir. "Burada kazanan İtalya, kısa yolların ve hilenin, politik talk-show'ların ve VIP'lerin ülkesi değildir. Bu, Reggio Calabria ve Mastromarco arasında 13 saatlik tren yolculuğuyla gidilen İtalya'dır. Bu, az parası ve çok hayalleri olan, kendisini çalışma ve fedakârlıkla belli eden İtalya'dır." O ünlü yazar, hayatta tanıştığım en büyük insanlardan biriydi. Sadık okurlarım bilirler, İtalyan spor yazarı Gianni Mura'dan bahsediyorum. Mura; yarım yüzyıl boyunca futbol, bisiklet, şarap, restoranlar, kitaplar ve filmler üzerine kalem oynatmıştı. Tutkuyla bağlı olduğu bisikletin ve hayatın gittikçe mekanik, duygusuz bir hal almasından rahatsız oluyordu. Para ve teknoloji ona göre değildi.

Onun için Nibali, geçmişten gelen bir kahramandı. Marco Pantani sonrası İtalya'yı yeniden yollara döken, selesinde oturup beklemekten hoşlanmayan, sürekli atak yapan bir yıldızdı. 2014 Fransa Turu'nun yanında 2010 İspanya Turu'nu ilk sırada bitiren, 2013 ve 2016 İtalya Turu şampiyonlukları bulunan Nibali, tarihte üç büyük turu da kazanan yedi bisikletçiden biriydi. Nibali, tek günlük klasiklere de imzasını atmıştı. 2018 Milan-San Remo'yu damgaladığı 7,1 kilometrelik atak unutulmazdı. 2015 ve 2017 Giro di Lombardia kaçışları da… Pantani'nin bir otel odasındaki intiharından bir sene sonra, Şubat 2005'te başlayan kariyeri tam 6445 gün sürmüştü. İtalyan yıldız, 1366 yarış gününde ter dökmüş, Pro Cycling Stats verilerine göre her beş günde bir bisiklet yarışına çıkmıştı.

Alejandro Valverde ve Vincenzo Nibali

Alejandro Valverde ve Vincenzo Nibali

İtalyan yıldız, dört mevsimin sporcusuydu. O yüzden gözlerimi kapatıp geçmişe daldığımda ona dair aklıma gelen ilk şeyler arasında zil sesi kadar hava şartları da var. 2013 İtalya Turu zaferini perçinlediği Tre Cime di Lavaredo tırmanışını nasıl çaresizce izlediğimizi hatırlıyorum. Görüntü gitmişti ve karların içinden kimin çıkacağını tahmin etmeye çalışıyorduk. Mikrofon başındakiler, yol kenarındakiler, ekran önündekiler... Nibali, Eurosport'un sadece finiş çizgisinden sağlıklı görüntü verebildiği bir günü en önde bitirerek bir gizemi çözmüştü. Öncesinde yaşananları tam bilemeyecektik fakat hayal edebilirdik. Peki yoğun yağışla geçen 2014 Fransa Turu 5. etabına ne demeli? Nibali, Paris-Roubaix coğrafyasının o kendine has, arnavut kaldırımlı yollarında risk almaktan çekinmiyor, genel klasmandaki rakiplerine meydan okuyordu. Öylesine müthiş bir performans ortaya koymuştu ki Cancellara, Sagan, Boonen gibi Paris-Roubaix uzmanlarını bile geride bırakmıştı. O 2014, Nibali için bambaşka bir hikâyeydi. 2005, 2011 veya 2018'in Valverde ve Gilbert için farklı farklı anlamlar taşıması gibi.

2022'de emekli olan üçlü; başka ülkelerden gelmiş, başka ekollerin geçmişle bugün arasındaki bağlarını kurmuştu. Nibali, İtalyan bisikletini romantik bir şekilde taşımıştı. Gilbert, Flaman-Valon çekişmesinin ortasında, tek günlük klasiklere sevdalanan Belçika'nın poster çocuğuydu. Valverde ise başarıları, gizemi ve skandallarıyla İspanyol bisikleti demekti. Tam olarak aynı neslin üyeleri değillerdi, aynı davalardan geçmemişlerdi. Lakin yollarındaki ve hikâyelerindeki bazı noktalar ortaktı.

Şimdi bir filmin sonundayız. Üç efsane için yeni hikâyeler başlayacak. Artık asfaltta başka yıldızların adlarını okuyacağız ve dilerim bir gerçeği aklımızdan çıkarmayacağız. Profesyonel spor sadece şahsi performanslardan, kahramanlık destanlarından, keçilerden ibaret değildir. Aynı zamanda rüyalara, hayal kırıklıklarına, karmaşık duygulara ve çelişkilere dairdir. Paylaşmaya, heyecanlanmaya, ayağa kalkmaya, çalan kapıya ve eve tek başına yürümeye dairdir. Bir yerde sporcular ve yarışlar gelip geçer, hisler kalır. O hisleri unutmayın.

Socrates Dergi