50 Binlik Adam

20 dk

Kadri Aytaç, 1958'de 57.500 lira ile Türk futbolunun ilk büyük transferi olarak tarihe geçmişti. Ama bıraktığı etki daha da fazlaydı. Takım arkadaşları, öğrencileri ve eşi Akgül Hanım, Kadri Aytaç'ı anlattı.

Lefter, Metin Oktay, Can Bartu, Yusuf Tunaoğlu… Bu isimleri futbol oynarken izlememiş olabilirsiniz. Ama futbola meraklı bir aile büyüğünüz varsa; herhangi birinin oynadığı maç, yaptığı bir hareket ya da attığı bir gol masallaştırılarak anlatılmıştır. Benim dinlediğim isimlerden biri Kadri Aytaç'tı. Metin Özgen, Aytaç'ın Konyaspor'u çalıştırdığı dönemdeki bol argolu korner antrenmanından bahseder, 'biraz' sinirlendiği oyuncularına penaltı noktasına çuval koydurtup, topları tek tek korner noktasından çuvala gönderdiğini anlatırdı. Bir de askerlik şubesi ziyareti vardı Aytaç'ın. Ordu Milli Takım'dayken rakip İtalyan futbolcuyu durdurmak için yaptığı 'dokunuşlar' herkesi güldürmüştü… Babam hikâyeyi şöyle bitirirdi: "Adamın namı 'Piç' Kadri'ydi zaten…"

Kadri Aytaç, ülke futbolunda büyük iz bıraktı. Topçuyken döneminin en iyilerindendi; şampiyonluklar yaşadı, ülkenin en pahalı futbolcusu oldu. Sonra antrenör olarak Anadolu takımlarına 1. Lig yolları açtı. Şimdi Metin Özgen'den dinlediklerimi bir kenara koyup, tanıklarının rütbesini biraz daha arttırıp Kadri Aytaç'ın hikâyesine dâhil olma vakti….

Bugünün Futbolcusu

Candemir Berkman: Çok çok iyi futbolcuydu, bu devirde aranan adam olurdu.

Aydın Yelken: Karagümrük kalesinden aut atar, sonra gider karşı kalede golü atardı. Sahada her yerdeydi. Şimdi aranıyor ya top yapacak, pas verecek, pas alacak oyuncu… İşte öyle bir oyuncuydu. Fenerbahçe'de yetiştim, Karagümrük'te oynadım sonra tekrar Fenerbahçe'ye gittim. Birlikte oynadığım en büyük topçu Kadri Abi'dir. Harika bir enerji, yorulmak bilmeyen bir adam, iyi bir kaptan… Hâlâ onun gibi bir 10 numara yok Türkiye'de.

Osman Göktan: Bugünün şartlarında bile büyük takımlarda rahat rahat oynar.

Şükrü Ersoy: Bugün nasıl bir orta saha oyuncusunda kondisyon önemliyse, ondan sahanın her tarafında bulunması, hücum yapması, aynı zamanda da preste etkili olması isteniyorsa Kadri bunların hepsini yapardı. O zaman bunları yapabilen tek oyuncuydu. Futbol bu kadar hızlı değildi ama o, bizim aramızda sanki farklı bir enerjiye sahipti.

Uğur Köken: Birinci sınıf, birinci sınıf…

Osman Arpacıoğlu: Mersin'e geldiğinde daha 17-18 yaşındaydım, Kadri Abi de 35'lere gelmişti sanırım… Ama o hırsı unutulmaz. Formayı parçalamak isterdi, yenilgiye hiç tahammülü yoktu. Topu ısırırdı.

Kadri Aytaç - Lefter Küçükandonyadis

Kadri Aytaç - Lefter Küçükandonyadis

Onunla aynı takımda top koşturanlara "Kadri Aytaç?" dediğimde ilk cümleleri böyleydi. Şimdi, ismini duyunca zihninde daha derin anılar biriktiren birinin, eşi Akgül Aytaç'ın evine doğru yola koyuluyorum… Haznedar'da mütevazı bir apartman dairesinde, artık çevremizde nadir gördüğümüz 1950'lerden bir İstanbul hanımefendisi Akgül Hanım, kapıyı açıyor: "Hoş geldin evladım…" İçeri giriyorum, dört yanı Kadri Aytaç fotoğrafları ile çevrili salonda birkaç saat sürecek sohbete başlıyoruz…

"O zamanlar atölyem vardı Sıraselviler'de. Birçok ses sanatçısının sahne kıyafetlerini tasarladım. Bu nedenle giyim kuşama çok meraklıyımdır. Bir gün vapurdan indim, önümde de birisi gidiyor. Yanımda Rum arkadaşım Ivy vardı, 'Ayyy Ivy, bakar mısın ne kadar şık bir gömlek, kumaşın güzelliğine bak' dedim. O zamanlar o kadar kaliteli kumaş bulmak çok zordu. Gömlek ufacık da olsa kırışmamıştı. Tanımıyorum ama gömleği giyeni. Atölyeme indim, çalıştım, akşam oldu, vapura bindim ve eve dönüyorum. Tesadüf bu ya, önümde yine o gömlek! 'Şuna bak gömlek hâlâ buruşmamış' dedim. Ada'da yazlık sinemamız vardı, arkadaşlarım 'Akgül, herkes sinemaya gidiyor, çok güzel bir film varmış' diye beni davet ettiler ve 'Seni biriyle tanıştıracağız' dediler. O gömlekli çocukmuş tanıştıracakları. Babam futbolla çok ilgili bir Galatasaray taraftarıydı ve devamlı Kadri diye birinden bahsederdi. O genç de Kadri'ymiş meğer. O gömleğin ütüsü film boyunca bozulmadı. Hayatı boyunca kıyafetlerinin ütüsü bozulmadı ki hep dimdik otururdu. Çok titiz adamdı ama milli takımla İran'a gittiğinde Prenses Süreyya'nın gözlerine dalmış, kahveyi dökmüş üzerine."

Kadri Aytaç, 1950'lerin ortalarına gelindiğinde İsfendiyar, Ali, Suat, Metinli Galatasaray'ın ve ülkenin en gözde sporcularından biriydi. O dönem Fenerbahçe kalesini koruyan Şükrü Ersoy'a Kadri Aytaç'ın bu hücumcular arasındaki yerini sorduğumda şunu söylüyor: "O takımda elbette tehlikeli hücum oyuncuları vardı ama bence onların içinde en iyisi Kadri'ydi. En iyi rakibim oydu."

"O takımda elbette tehlikeli hücum oyuncuları vardı ama bence onların içinde en iyisi Kadri'ydi. En iyi rakibim oydu." - Şükrü Ersoy

"O takımda elbette tehlikeli hücum oyuncuları vardı ama bence onların içinde en iyisi Kadri'ydi. En iyi rakibim oydu." - Şükrü Ersoy

Akgül Hanım'ı babası Aziz Bey'den istemeye giden kadro da Kadri Aytaç'ın Galatasaray'da el üstünde tutulduğunu gösteriyor aslında: 'Baba' Gündüz Kılıç, Başkan Refik Selimoğlu, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay ve Aziz Bey'in sinema merakına istinaden orada bulunan İhsan İpekçi… Akgül Hanım, 1956'daki düğünlerini dünmüş gibi tüm detaylarıyla anlatıyor. Balayında yaşanan 'futbol' kaçamağını da es geçmiyor:

"Bizim düğünümüzden sonra da sırasıyla lig maçı ve Spartak Moskova ile özel maç var. Yemin etti, 'Oynamayacağım. Düğünden sonra futbol mu oynanır!' dedi. İyi, güzel… Galatasaray da her zamanki gibi Çınar Otel'de kamp yapıyor. Sabah oldu, giyindim kuşandım, kahvaltıya indim… Çocuklar da orada 'Yenge, şans dile' filan diyorlar. Maça gidecekler, minibüsler gelmiş… Bir yandan da rahatladım çünkü futbolcularla kampta mıyım yoksa balayında mı belli değil. Denizin yakınında oturdum, çayımı içerken Kadri geldi: 'Güüüül!' Bana hep 'Gül' derdi, hiç 'Akgül' demezdi. Ama böyle seslendiyse vardır bir çıkarı.

─ Güüül, sana bir şey söyleyeceğim ama kızma.

─ Tamam, kızmayacağım, söyle.

─ Bak Gül bak, ben seni Eyfel'e götüreceğim, ABD'ye götüreceğim, Avrupa'ya götüreceğim…

─ Tamam Kadri, sökül artık!

─ Senden bir şey isteyeceğim; çocuklar gidiyor, bak oynamayacağım ama onlar oradayken ben oturamam burada. Biz de gidelim, sonra istediğin yere gideriz.

Takımla Mithatpaşa'ya gittik. Stada girdik, 'Gül, ben çocuklara bir şans dileyeyim' dedi ve kayboldu. Bekliyorum, bekliyorum… Bir baktım, stadyum ayağa kalktı. En önde Turgay çıktı tabii… Bir de ne göreyim, en arkada Kadri! Hep en arkada top elinde çıkardı ve kariyeri boyunca sahaya çıktığı ilk anda benim her zaman oturduğum yere dönüp bana selam verirdi. O gün en arkada yine, yine almış topu eline… Ama bana kafasını bile çevirmedi. Kös kös sahaya girdi hemen. Gol attı, kazandık ama balayımızın ilk gününde maça çıkmış oldu."

'Piç' Kadri

Sohbeti bir şekilde lakabına getirmeden olmazdı. Birlikte mesai yaptığı insanlarla sohbeti oraya çekmek kolay. "Neden 'Piç' Kadri?" diyorum, anlatıyorlar:

Uğur Köken: Piçti çünkü… Zürih'le oynuyoruz, üçüncü maç da berabere bitince sonuç kuraya kaldı. Para atışını yalnız takım kaptanı yapar. Turgay'a bağırıyor, 'Bana bıraksana' diye. Neyse hakem yaptı atışı, kaybettik. Kadri delirdi, "Alacaktım parayı yerden, ne gelmişse gelsin kazanmış gibi havaya sıçrayacaktım" diyor. Turgay da çıldırıyor, "Ulan kaptan benim, hakem beni çağırdı!"

Candemir Berkman: Birçok maç kuraya kalırdı o zaman. "Tura" der Turgay ama yazı gelmiştir. Kadri çakar mevzuyu, atlar ortaya "Kazandık!" diye. Bir iki kere yutturdu da…

Aydın Yelken: Korner atılırken rakibi bozmak için 'bazı' şeyler yapardı misal… 'Piç' Kadri doğru bir lakaptı. Futbolu kadar piçlikleri de önemliydi.

Davut Kılıç: Gündüz Kılıç bir maç toplantısında "Konuşana 50 lira ceza" demiş. Kadri Abi, herkesi dürtmeye başlamış. Dürttüğünden küfür yiyor ama küfür edenlerin hepsi ceza alıyor.

Ama Akgül Hanım'a aynı rahatlıkla sormak biraz zor tabii. Saatler süren sohbet sonunda samimiyetine güvenerek soruyorum. Kahkaha atarak başlıyor o da:

"İlhan evladım, ilk başlarda yadırgadım, hiç sevmezdim. Herkes 'Piç' Kadri derdi. Bir gün 'Hanım, sen hiçbir çocuğu 'piç kurusu' diye sevmedin mi, bu da öyle işte…' dedi. Ben de benimsedim. Hatta Kadri'yi 'Ooooo benim piçim' diye severdim. Turgay'la kura maceraları çoktur. İnönü'de de oldu bir kere. O zaman hakemlerin attığı paranın bir tarafında hayvan figürü diğer tarafında da harita ya da daha farklı bir şey vardı. Turgay, hayvanlı tarafı seçmiyor ve kaybediyorlar. Herkes susmuş… Bir tek Kadri'nin sesi çıkıyor: "Ulan biz çiftçi milletiz, köylü milletiz, hayvanı seçsene!"

Rekor

Akgül Aytaç, "Kısmet işte oğlum, Kadri'yi aslında Beşiktaş istemiş ilk olarak" diye söze giriyor… Kadri Aytaç, saha içi kariyerini bitirdiği 1969 yılında Fotospor'a yazdığı "Futbol Benim Her Şeyim" adlı yazı dizisinde bu olaya da değinmiş. Beyoğluspor'da oynadığı futbolla dikkatleri üzerine çeken Aytaç'la ilgilenen Beşiktaş, onu Adana'da oynayacakları özel maçlar için kafileye almış. Başarılı bir performans gösteren genç futbolcu, İstanbul'a döndüğünde artık Beşiktaş'a çok yakınmış. Fakat ilerleyen günlerdeki huzursuzluk kafasını karıştırmış Aytaç'ın. Gerisini onun kaleminden okuyalım:

"Kafile İstanbul'a dönünce Arap Sadri bana 'Git Gürün Han'a, 6 bin lirayı al gel, mukavele yapalım' demişti. Gittim, 3500 lira verdiler. Tekrar sahaya döndüm, Sadri Ağabey'e durumu anlattım. 'Yahu, git 6 bin lirayı al, gel' diye çıkıştı. Yine gittim, yine 3500 verdiler. Baktım bir yöneticinin sözünü öteki iplemiyor. 'Ben burada oynayamam' dedim ve basıp gittim. Beşiktaş taraftarı bana kızacak belki ama ne yapayım, avanak yerine konmaya hiç gelemezdim doğrusu. Oysa Beşiktaş'a sempatim de vardı…"

Beyoğluspor'da parlayan bu gencin adı Gündüz Kılıç'ın kulağına gittiğinde ise işler değişmiş. Parmakkapı'daki Lale Muhallebicisi'nde 'Baba' Gündüz ile buluşan Aytaç, Galatasaray formasını giymeyi kabul etmiş. Üstelik üç taksitle ödenecek 750 lira karşılığında… 1953'te cüzi bir fiyata Hasnun Galip'teki kulüp binasından içeri giren Aytaç, beş yıl içinde bir yıldıza dönüşecekti. 7 Temmuz 1958'de Milliyet'te çıkan şu haber, ülkenin önemli futbol anılarından birinin kahramanı yapıyordu onu:

"Karagümrük Kadri Aytaç'ı Transfer Etti: Futbol tarihimizin en yüksek ücretini alan Galatasaray soliçi, mukaveleden sonra meçhul bir semte götürüldü." Aytaç'ın aldığı 57.500 liralık transfer parası, ilk büyük transfer rekoru olarak Türk futbol tarihine geçmişti. Dönemin Galatasaray futbolcusu Candemir Berkman, şok etkisi yaratan olayı farklı bir açıdan görenlerden: "Karagümrük yöneticisi Çaker Yazaroğlu, benim kayınpederimdi. Kadri'ye tam 57.500 lira verdiler. Ben de Levent'te bir arsa alacaktım. Dört bin lira istediğimde 'O kadar param yok' dedi."

Karagümrük takımı. Ayaktakilerde soldan birinci Aydın Yelken, soldan üçüncü Kadri Aytaç...

Karagümrük takımı. Ayaktakilerde soldan birinci Aydın Yelken, soldan üçüncü Kadri Aytaç...

Galatasaray Umumi Kaptanı Necdet Çobanlı ile Karagümrük yöneticisi Fahri Somer arasında 'hukuk düellosuna' dönüşen mevzu, İhtilaf Komitesi'nin kararı ile neticelenir: Aytaç, Karagümrük'ün oyuncusudur artık. Dönemin spor yazarlarından bazıları, bu transferi bitiren ismin Somer olduğunu yazıyor ve iki yıl evvel Adalet'te yöneticilik yaptığı dönemde de Aytaç'ı Galatasaray'dan almaya çalıştığını hatırlatıyorlardı. Sözü bu noktada Akgül Aytaç'a bırakıyorum:

"Bizi Karagümrük'e götüren Necmi Tanyolaç'tı. Namık Sevik ve Necmi Tanyolaç'ı çok severdik. Necmi Bey'in 'Kadri Abi, Karagümrük Başkanı İbrahim Sevin'le bir görüş, gel Karagümrük'e gidelim' dediğini hatırlıyorum ama Kadri, 'Yok, attan inip eşeğe binemem' dedi. Necmi Bey üsteledi, 'Abi, sen orada şampiyon olursun.' Bu arada Kadri, sözleşme uzatmak için Galatasaray'dan 20 bin lira istemişti. Kirada kaldığımız evi satın almak istiyorduk. Aslında diğer oyuncular alıyordu bu parayı ama Kadri'ye vermediler. Hatta şu minvalde bir beyanat verdiler: 'Kadri Bey hayal görüyor herhalde, Karagümrük bu kadar para teklif edemez. Zaten sözleşmemiz var, kapı orada isterse gitsin!' Benim kocam zaten deli, onu duyunca daha da delirdi ve Karagümrük'e imza attı. Ondan sonra rayici hiç düşmedi zaten"

Günlük Spor'un genç yazarı İslam Çupi ise bu transferden sonra şunları yazıyordu: "Bir tarafta takımı çok olan bir lig, öteki tarafta tek bir şeytan… Özeti şu galiba… Bu yıl kalabalığa değil o yalnız tek adama bakınız. Kadri, bir lige karşı tek başına kazanırsa, ona verilecek sıfatı şimdiden Beyazıt Kütüphanesi'nde aramaya başlayın."

Henüz Milli Lig oynanmıyordu. on takımlı İstanbul Ligi'nde ilk yedi maçında hiç yenilmedi Karagümrük. Sekizinci maçlarında, Beşiktaş'ı 2-0 yendiklerinde maç fazlasıyla Fenerbahçe'nin önüne geçip liderlik koltuğuna dahi oturmuşlardı. O maçı, 25 Kasım 1958'de köşesine taşıyan İslam Çupi, kendine has üslubuyla anlatıyordu maçın kahramanını: "Gazeteci, duş mahallindeki yüzme havuzunda yüzen birisini görmüştü. Çıkardığı 90 dakikanın yorgunluğunu attığı lâtif kulaçlarla gidermeğe çalışıyordu. Kaptan Kadri idi bu… Beşiktaş karşısında her şeyi açan bir 'futbol maymuncuğu' olmuştu. Yaklaştı; ve… Öptü. Çok… (Noktalı yerlere Bab-ı Ali çömezi, Kadri'nin o günkü büyüklüğünü aksettirecek bir kelime bulamamıştı ve devam etti: 'Vallahi ağabey!.. Sen şu ayakkabıları assan; ben kalemimi kırar, cebimdeki 'L' kartını iade eder ve bir daha tek satır futbol yazmazdım' deyiverdi…"

İslam Çupi ve Necmi Tanyolaç neredeyse haklı çıkacaklardı. Fakat sezonun ilk yarısının son haftasında Galatasaray maçındaki 3-2'lik mağlubiyet sonrasında toparlanmaları uzun sürdü, sezonu namağlup şampiyon bitirecek Fenerbahçe'ye yetişemediler ve ligi üçüncü bitirdiler.

"Bu, onun kalitesine gölge düşürmez ama futbol takım oyunu. Devamlılık, uyum lazım. Bizdeyken rakibim olan Kadri gibi randıman vermedi." - Şükrü Ersoy

"Bu, onun kalitesine gölge düşürmez ama futbol takım oyunu. Devamlılık, uyum lazım. Bizdeyken rakibim olan Kadri gibi randıman vermedi." - Şükrü Ersoy

Büyüklere Dönüş

Aytaç rüştünü ispatlamıştı. O sene kurulan Milli Lig'de de iki sezon Karagümrük formasıyla top koşturduktan sonra Fenerbahçe'ye transfer oldu ve ilk senesinde ilk Milli Lig şampiyonluğunu yaşadı. Akgül Hanım, Fenerbahçe'de çok iyi günler geçirdiğini, oyuncuların ona kaptanlık teklif ettiğini anlatıyor. Gerçekten de Kadri Aytaç, Fenerbahçe'de de birçok maçta sahadaydı ama aradığını çok da bulamamıştı. O takımın oyuncularından Osman Göktan, "Kadri, Galatasaray ve Karagümrük'teki futboluyla tarihe geçmiştir. Bizde özellikle de Galatasaray'da yakaladığı uyumu yakalayamadı" derken, Şükrü Ersoy da şunları söylüyor: "Bu onun kalitesine gölge düşürmez ama futbol takım oyunu. Devamlılık, uyum lazım. Bizdeyken rakibim olan Kadri gibi randıman vermedi."

Kadri Aytaç, 1962 yılında tekrar Galatasaray'a döndü. Akgül Hanım'ın o transferle ilgili hatırladığı ilk şey ilginç: "Söylentiler çıkınca bazı Galatasaray yöneticileri, 'Kadri, Rüçhan Adlı'nın ofisine ancak kamyon satın almak için girmiştir' diyordu ama sonra paşa paşa kabullendiler onun dönüşünü."

Galatasaray ile bir Milli Lig zaferine daha ulaştı. Ertesi sezon, Şampiyon Kulüpler Kupası'na katılan ve çeyrek finalde Milan'a elenen takımın öne çıkan isimlerinden biriydi. Öyle ki İstanbul'daki ilk maçtan sonra Türk gazeteciler ile konuşan Milan antrenörü Nereo Rocco, o dönem İtalya'da top koşturan Can Bartu için "Pek ümide kapılmayın. Maçın sadece 20 dakikasında futbol oynuyor. Bu futbolcular bizde uzun zaman tutunamaz" derken, Galatasaray'dan bir tek Kadri'yi çok beğendiğini söylüyordu. Fakat Aytaç'ın ikinci Galatasaray macerası da uzun sürmedi. Fotospor'daki yazısında 'Zapata'nın Karargâhı'na benzettiği kulübün içerisinde yaşananlar, ispiyonculuk ve birbirinin kuyusunu kazan futbolcular onu rahatsız etmişti. Gariptir, 1966'daki ayrılığından kısa süre sonra da Galatasaray karışacak ve Gündüz Kılıç'ın 'küskün' vedasına kadar uzanan süreç başlayacaktı.

Aytaç'ın son durağı Mersin İdmanyurdu oldu. Takım 2. Lig'deydi ve antrenörlüğe milli takım ve Fenerbahçe'den takım arkadaşı Lefter Küçükandonyadis getirilmişti. Takımın genç oyuncularından biri ise yıllar sonra ülke futbolunun 'Bay Gol'ü olacaktı. Osman Arpacıoğlu, Aytaç'ın şehre gelişini ve etkisini şöyle anlatıyor: "İlhan'cım, Kadri Abi 1958'de 57.500'e transfer olduğunda ben Samsun'da yaşayan küçük bir çocuktum. Ama düşünsene, gazetede okuduğum o haberi bugün bile hatırlıyorum. Büyük bir paraydı, çok büyük bir para. İşte böyle bir oyuncu gelmişti küçük şehre."

Lefter-Aytaç ortaklığı 1.Lig kapısını açtı ve 1966-1967 sezonunun sonunda Mersin İdmanyurdu, tarihinde ilk kez ülke futbolunun büyük sahnesine çıkma şansını elde etti. Aytaç, iki sezon da 1.Lig'de oynadıktan sonra 38 yaşında futbola veda etti. Artık yeni bir serüvene başlamanın zamanıydı…

"Burada bana bakıyor bak. Maçta sanırım Fenerli Ergun'un krampon darbesiyle göz kapağı ikiye ayrıldı, dokuz dikiş atıldı sonra. Benim hep oturduğum bir yer vardı, tam önümde oldu. Burada kanlar içinde ama yine de bana bakıyor..." - Akgül Aytaç

"Burada bana bakıyor bak. Maçta sanırım Fenerli Ergun'un krampon darbesiyle göz kapağı ikiye ayrıldı, dokuz dikiş atıldı sonra. Benim hep oturduğum bir yer vardı, tam önümde oldu. Burada kanlar içinde ama yine de bana bakıyor..." - Akgül Aytaç

Cin Gibi Hoca

Orduspor, Mersin İdmanyurdu, Gençlerbirliği ve İstanbulspor… Antrenör Kadri Aytaç, bu dört takımı da 1. Lig'e çıkardı. Sabri Kiraz'la birlikte bunu başaran iki antrenörden biri olarak ülke futboluna başka bir klasmanda adını yazdırmış durumda. 1982-1983 sezonunda 1. Lig'e çıkardığı Gençlerbirliği'nin golcüsü 'Tilki' Vehbi Günay, Aytaç'ı şu sözlerle yâd ediyor:

"Cin gibi bir hocaydı, cin. Ben o sezon gol kralı oldum. Transferimi Kadri Abi istemiş. Zonguldak'la anlaşmıştım, Ankara'ya araba değiştirmeye gittim. Daha önce de Diyarbakır'da filan hep Ankaralı hocalarla çalışmıştım, onlar Kadri Abi'ye 'Vehbi'yi al şampiyon ol' demişler. O da İlhan Abi'ye bastırmış, İlhan Cavcav beni çağırdı ve anlaştık. Bana karışmazdı, içkime, yaşamama… 'Ben asım' derdi ben de "Ben asım, sen papazsın" derdim. Papazlardan oluşan yönetmesi zor bir takımdık. "

O takımın genç isimlerinden Okan Gedikali ise 'Tilki' Vehbi'yi doğruluyor: "Evet, sert idmanları vardı. Antrenman maçın aynası derdi. Çok sinirli olduğu zamanlar da olurdu ama bana hep güvendiğini söyler ve şans verirdi. O zamanlar kaleci antrenörleri yoktu ama o her idman sonu kalır ve beni çalıştırırdı. Kaç yaşına gelmişti ama plaseleri, şutları hâlâ muazzamdı." Gedikali, Aytaç'ın ilginç bir ritüeli ile bitiriyor sohbetimizi: "Her maçtan önce 'Şunu yaparsanız maç şu sonuçla biter, bunu yaparsanız bu sonuçla biter' derdi ve o skorları tahtaya yazardı. Biliyor musun, gariptir yüzde doksanını filan da tuttururdu…"

Tanıl Bora'nın Ankara Rüzgârı kitabında ise taraftar İlyas Eryılmaz'ın şu anısı yer alıyor: "Kırşehir'e maça gittik, oteldeyiz. Otelin önüne bizim çocuklar gelmiş, bağırıyorlar: 'Gençler şampiyon!' Kadri Hoca telaşlandı, tın tın tın indi aşağı, 'Yahu ne yapıyorsunuz!' diye bağırdı. 'Hocam, işte geldik…" Dedi ki bize 'Geldiniz de susun kardeşim, ne bağırıyorsunuz, biz buraya puana geldik. Burası Orta Anadolu, bunlar geceden içerler, bırakın da akşama kadar uyusunlar. Uyandıracaksınız, gelecekler maça, taraftar çoğalacak…' Bunun hesabını yapıyor adam! Böyle bir kurt antrenördü."

1980'lerin başında alt liglerde yolunun düştüğü kulüplerden biri de İstanbul'un köklü semt takımı Davutpaşa'ydı. Hâlâ kulübü için emek veren Davut Kılıç, Aytaç'ın vefatına kadar süren dostluklarının başlangıcını ve mesailerini şöyle anlatıyor: "Kadri Abi, bir gün sahibi olduğum Karakaş Kıraathanesi'ne uğradı. Bir süre sonra herkese "Davut'un kahveye gel" demeye başladı. Federasyon, 1980'de 'Eski profesyonel takımlar arasında bir lig kurulacak' diye bir karar çıkardı. Takımın başında da ben vardım. Lig başladı, Üsküdar Anadolu ile çekişiyoruz. Kulüp Başkanı Hakkı Abi'ye çalışmayacağımı söyledim, takımın hepsi yakın arkadaşımdı ve papaz olmak istemiyordum. Hakkı Abi de 'Şununla çalışır mısın?' diye isim sayıyor sürekli. En son 'Kadri Aytaç'la çalışır mısın?' deyince sular durdu tabii. Kadri Abi mukavele yapmadı, sahaya ben çıkıyordum antrenör olarak ama devamlı yanımızdaydı. İdman günlerini arttırdı, haftada iki gün takıma yemek vermeye başladı falan… Sonra İkinci Lig'e çıktık."

Davut Abi, Kadri Aytaç ile sık sık Bab-ı Ali turları yaptıklarını hatırlıyor. Metin Oktay'ı ve İslam Çupi'yi sık sık ziyarete gittiklerini anlatıyor. Çupi'nin bir sözünü unutmamış: "Oğlum, senin ismin Kadri. Kadrov olmadan hiçbir takımda çalışamazsın."

İsmi büyük bir futbolcu ve alt liglerde başarılı bir antrenör olmasına rağmen neden hiç büyük takımlarda çalışmadığını soruyorum Akgül Aytaç'a: "Gözü hiç büyük takımlarda olmadı ki. Belki de o kulüplerin içini bildiği için… Onun en büyük zevki Anadolu'daki takımları alıp, 1. Lig'e çıkarmak ve oranın insanıyla kaynaşmaktı" diyor ve ekliyor: "Her yerden çok mutlu ayrıldık. Bir tek İstanbulspor'da Cem Uzan yüzünden çok mutsuz olmuştu."

Antrenör Lefter Küçükandonyadis ve kaptan Kadri Aytaç, Mersin İdmanyurdu'nun zaferinden sonra omuzlarda... (1 görsel)

Antrenör Lefter Küçükandonyadis ve kaptan Kadri Aytaç, Mersin İdmanyurdu'nun zaferinden sonra omuzlarda... (1 görsel)

Mavi Anadol ile Dünya Turu

Akgül Hanım için Anadolu maceralarından Tire ile Mersin'in yeri ayrı: "Tirespor'u 3. Lig'den 1. Lig'e çıkardığında o küçücük yerin İzmir'e akışını unutamam. Ama Mersin benim için çok ayrı. Mersin'de çalışırken ilk mağlubiyetimizi almıştık sanırım. Stadyumdan çıkıyoruz, küçücük bir çocuk geldi, 'Abi be, ne biçim topçuların var. O gol de atılmaz mı!' dedi. Kadri eliyle bir işaret yaptı. Çocuğa döndü, 'Size maçı anlatayım mı, nasıl kaçtı o gol?' dedi. Çocuklar coştu tabii. Geçtik stadyumun karşısındaki tostçuya, çocuklara tostlar ısmarlandı ve bir buçuk saat maç hakkında konuştular. O günden itibaren Mersin'den ayrılana kadar o çocuklar her maç sonunda skor ne olursa ne olsun Kadri'yi beklediler."

Akgül Hanım, kendisi için özel bir anlamı olan mavi Anadol'una da Mersin'de kavuşmuş. Kadri Aytaç'ın hediyesi olan araba ile neredeyse dünyanın her yerini dolaşmışlar… "Araba kullanmazdı, hayatta oturtmazsın direksiyona. İki kere denedi, birinde kuyumcuya girdi, diğerinde de Sıraselviler'de kürk satan bir mağazaya. Sonra şunu dedi: 'Hanım, al bu anahtarları, ben üçüncüde garanti bankaya girerim.' Sibirya'dan Afrika'ya tüm dünyayı arabayla dolaştık. Direksiyona elini bile değdirmedi."

1956'da Türkiye'nin dönemin güçlü takımı Macaristan'ı 3-1 yendiği maçın yıldızlarından biri olan Aytaç, futbolu bıraktıktan sonra eşiyle çıktığı seyahatlerde de Macar futbolunda iz bırakmış: "Kırsal yerleri, antik şehirleri, doğayı, kır hayatını severdik. Bir gün Macaristan'da bir kasabaya girdik. Kızımız da artık genç kız olmaya başlamış, Anadol altımızda… Dar bir caddeden geçerken Kadri bağırdı 'Dur hanım!' dedi, 'Çabuk çek kenara. Burada bir futbol sahası var.' Ama futbola dair hiçbir şey yok ortada. 'Kadri sen buraya geldin mi? Nereden biliyorsun?' dedim. 'Gül, saat 5'e yaklaşıyordur. Herkes işten çıkmış, çantalarını almış, şimdi top oynamaya gidiyorlar' dedi. Hakikaten ilerledik ve kapalı bir futbol sahası gördük. Gençler, demir bir kapıyı açıp içeri giriyor. 'Kadri, futbol için can vereceksin' dedim. 'Sen şuraya bir yere park et, ben giriyorum, arkamdan gelin' dedi ve hop, atladı arabadan… Mukaddesatım üzerine yemin ederim ki beş dakikada yaşandı bunlar. Ben de park ettim ve kızımı alıp kapıya doğru ilerledim. Tam içeriye gireceğim, bir de ne göreyim. Kadri o beş dakikada kendini tanıtmış, takımların birinin formasını giyip sahaya çıkmış bile. Bir feryat kopardım ki kızımız bile korktu. Eminim ki yarı Rumca yarı İtalyanca 'Ego giocatore' demiş ve dalmıştır sahaya, yapar. Maçını yaptı, duşunu aldı ve sonra devam ettik."

"Gül, Bak Puskas!"

Akgül Aytaç: "Sanırım 1980'li yıllardı. Yine bir Avrupa seyahatimizde İsviçre'den yola çıktık ve Macaristan'da bulduk kendimizi. Yolda ilerlerken Kadri bir anda 'Dur, dur, dur!' dedi yine, 'Bak Gül, Puskas!' Şaşırdım tabii. 'Kadri, nereden gördün Puskas'ı?' dedim. Bir dükkânın üstünde Puskas'ın olduğu bir reklam panosu var cidden. Kadri durur mu tabii, fırladı ve dükkana gitti. Nece konuştu bilmiyorum ama o adama Macaristan'a ve Puskas'a karşı futbol oynadığını anlatmış. Adam bize beklememizi söyledi ve telefonu kaldırdı. Bir süre sonra anladık ki Puskas'ın o kasabaya yakın bir yerde evi varmış ve orada herkes tanırmış onu. Puskas bizi evine davet etti, o akşam yemeğini Puskas ve ailesi ile yedik."

Sıkıntılar

Aytaç, 1994-1995 sezonunda İstanbulspor'u 1.Lig'e çıkardıktan sonra Kartalspor ve Nişantaşıspor'da çalıştı ve futboldan elini ayağını çekti. Kariyerini anlattığı köşeye "Futbol Benim Her Şeyim" adını veren Aytaç için onu tanıyanlar da benzer şeyler söylüyor. Davut Kılıç, "Dini imanı futboldu" diyor, Akgül Hanım ise "Hayatta üç aşkı vardı: Futbol, ben ve kızımız. Onun futbol aşkının her şeyden önce geldiğini hep kabullendim" diyor. Uğur Köken ise olayı farklı açıdan yorumluyor: "Metin, Turgay ve Kadri çok itibarlı oyunculardı. Ancak üçü birbirine şaka yapardı. Kadri, Metin ve Turgay'a hep şunu derdi: 'Ben soğan satarım, karpuz satarım yine geçinirim ama siz aç kalacaksınız.' Yapardı da satardı yani. Ağzına içki koymaz, sigara içmez ama futboldan kopunca öldü adam, çok garip…"

Kadri Aytaç'a 2000'lerin başında Alzheimer teşhisi konuldu. Akgül Hanım, o süreci gözyaşlarıyla hatırlıyor. Bugün yaşadığı zemin kattaki eve dahi Aytaç'ın o durumu nedeniyle taşındıklarını, zor bir süreç geçirdiklerini anlatmakta biraz güçlük çekiyor. Davut Kılıç ise buruk da olsa ona tebessüm ettiren bir anı anlatıyor: "Hastalığında Kadri Abi'ye sahip çıkan tek kulüp Davutpaşa'ydı. Bir gün Engin Verel, gazetede Kadri Abi'nin haberini yapmak istedi. Galatasaray ve Fenerbahçe gibi takımların ona sahip çıkmasını istiyorduk. Ziyarete gittik, artık ilerlemişti hastalık iyice… Herkese öylece bakıyordu. Akgül Yenge, beni göstererek 'Kim bu, tanıdın mı?' diye sorunca 'Davut!' dedi."

İslam Çupi'nin 1992 yılında "Bana göre son 50 yılın en büyük orta saha oyuncusu" dediği Kadri Aytaç, 2003'te hayata gözlerini yumdu. Onunla aynı sahayı paylaşanlarla konuştuğumda Çupi'ye destek çıkanlar var. Fakat Akgül Hanım'ın Aytaç'la geçirdiği 47 sene, bu sayfalara hatta Kadri Aytaç'ın oynadığı stadyumlara sığmayacak yoğunlukta. Sohbetimize noktayı koyarken şunları söylüyor: "Hep 'Hanım, sen olmasan ben olmazdım' derdi ama ben de o olmasa bu hayatta mutlu olamazdım. Son nefesinde tam karşımda oturuyordu. Kocaman açtı gözlerini, hafif tebessüm eder gibi oldu ve gitti… Onunla altın tabaklardan yemek yediğim günler de oldu, tek portakal ile masaya oturduğumuz da. Babama tapardım ama o bile bir Kadri olamazdı…"

Socrates Dergi