Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An

5 dk

Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.

#10 ÇİZGİNİN İKİNCİ YANI

Simon Crithcley Futbol Düşünürken Aslında Ne Düşünürüz kitabında şöyle der: “Futbol nesnellik ile öznellik âlemleri arasında oynanır.”

Her has(ta) taraftar bir futbol maçının her anında hisseder bunu. Top, saha ve zaman, onun isteklerine, duygularına göre başka bir biçim, ruh ve can kazanır. 1966 yılının 30 Temmuz’unda benim başıma gelen de buydu. Radyoda Halit Kıvanç, İngiltere ile Batı Almanya arasındaki finali rüya gibi naklediyordu. Son dakikada Almanya’nın attığı faul kokan bir golle normal süre 2-2 bitmiş, uzatmalar başlamıştı. Belki öyle değildi ama benim belleğimin derinliklerine Kıvanç’ın sesi hâlâ şöyle yankılanıyor:

“110. dakika… Geoff Hurst ceza alanında topla buluşuyor. Kaleci ile karşı karşıya. Dönüp vuruyor, top direkte patlıyor. Ama o ne? Çizgiye vuruyor ve saha içine dönüyor top. İngilizler kollarını kaldırmış seviniyor. Orta hakem yan hakemle konuşuyor. Evet evet, santraya koşuyorlar. Gol, gol, gol! (…) Şimdi de Batı Almanlar itiraz ediyor ama karar değişmiyor. İngiltere: 3 - Batı Almanya: 2!

O an tribünde Batı Almanya’yı tutanlar topun çizgiyi geçmediğini net görmüşlerdir mutlaka. İngiltere’yi tutanlar da geçtiğini… Radyodan dinleyenler ise eğer ‘Almanyacı’ iseler topun çizgiyi geçmediğine inanmışlardır, ‘İngiltereciler’ de geçtiğine… Ben geçtiğine inanmak isteyenlerdendim. Hatta emindim bundan çünkü sıkı bir İngiltere taraftarıydım. Üç yıl önce babam Londra’da bulunmuş ve bana maç biletleri, özellikle de Arsenal maçları biletleri yollamıştı mektuplarıyla… Evde İngiltereliydik ve ben 11’i ezbere sayıyordum, 2-3-5 düzeniyle: Banks – Cohen, Wilson – Stiles, Jackie Charlton, Moore – Ball, Hunt, Bobby Charlton, Hurst, Peters.

Alışkanlık işte; takımı 2-3-5 diye sayıyordum ama Alf Ramsey yönetimindeki İngiltere’nin hiç de öyle oynamadığını 1970 Finalleri’ni televizyonda izleyince fark edecektim. Ramsey ‘klasik’ İngiliz futbolunu yere indirmiş, paslı oyuna geçmişti. Jackie Charlton iyice geride oynuyor, Moore duruma göre savunmanın arasına girip çıkıyordu. Takma dişlerini soyunma odasında bırakmış Stiles, savunma önünde çok yönlü orta saha rolündeydi. İleride ise Charlton ‘sahte 9’ gibiydi, Peters ve Hurst en ileri dalış yapan golcüler… Sonra da zaten Jonathan Wilson, Futbol Taktikleri Tarihi’nde bu 4-1-3-2 değişimini ayrıntılı anlatacaktı.

Yıllar sonra Euro ’96 finali öncesinde verilen bir yemekte tartışmalı golün sahibi Geoff Hurst’le karşılaşmıştım. Tabii “Geçmiş miydi?” diye sormadım. Sorsaydım kısaca cevaplayacaktı herhâlde: “Ne bileyim, görmedim ki...” Aslında sorulacak adam Tefik Behramov’du. (İngilizce transkripsiyonla; Tofik Bakramov) O zaman Sovyetler adına turnuvada yer alan ve öldükten sonra Bakü’deki stada adı verilen bu Azeri hakem, tarihe ‘golü veren yan hakem’ olarak geçecekti. Öyle ki 1966 Kupası’nın güzelim filmi Altın Goller’i (Goal) IMDB’de arattığınızda ‘Oynayanlar’ listesinin başında Behramov yer alıyor. Altın Goller demişken, filmin her anı muhteşemdir; jenerikte, slow motion’da Batı Almanya’nın frikiğini savunma çabası içindeki İngilizleri izleriz, sonra görüntü birden hızlanır ve top Almanların son dakika golü olarak fileleri bulur. Futbol böyledir; her anında ne öyküler, ne duygular, ne heyecanlar barındırır.

Peki sonraları ne mi oldu? Geçen yıllarda o ‘an’a gol çizgisi teknolojisi uyguladılar ve topun çizgiyi geçmediğine hükmettiler. Aslında kaba bir görüntüden yapılmış bir çıkarsamaydı bu ve hiç de kesinlik taşımıyordu. “VAR (video asistan hakem) olsaydı böyle sorunları çözerdi işte” dediğinizi duyar gibiyim. Evet, topun çizgiyi geçip geçmediğini bilecektik. Bilecektik de ne olacaktı? O anki heyecanları, tartışmaları yaşayacak mıydık? Futbol bir teknolojik ‘doğruluk’ uygulamasına dönüp bütün o öznelliğinden, duygularından, anlık heyecanlarından, hazlarından ve en önemlisi gizemlerinden yoksun kalacaktı. O Temmuz akşamüstü, o an, o turuncu top, o noktaya vurmasaydı, futbol içimize bu denli işler miydi? / İbrahim Altınsay

#9 'ALTIN ÇOCUK' PAOLO ROSSI

İtalya, bugüne kadar dört kez Dünya Kupası’nı kazandı. Ama ülke için en destansı zafer, 1982’de yaşadıklarıydı. Turnuvadan iki yıl evvel bahis kaynaklı Totonero Skandalı ile çalkalanan ülke, futboldan uzaklaşıyordu ve yıldızları Paolo Rossi, üç yıl futboldan men edilmişti. Antrenör Enzo Bearzot, golcüsüne yine de güveniyordu. Öyle ki Roma formasıyla üst üste ikinci kez gol krallığı yaşayan Roberto Pruzzo’yu kadroya dahi almıyor, Rossi’nin affedilmesi gerektiğini söylüyordu. ‘Rica’sı cevap da buldu; Paolo Rossi, kupadan birkaç ay evvel affedildi.

Fakat İspanya’da çıktığı ilk dört maçta hayaletten farksızdı. Top ezdi, ıska geçti ve maç eksiğini çokça belli etti. 5 Temmuz 1982 ise İtalyanların kahramanına kavuştuğu tarih olacaktı. Rossi, o gün Brezilya’ya üç gol attı ve gruptan üç beraberlikle güç bela çıkan İtalya’yı yarı finale taşıdı. Yarı finalde Polonya’ya attığı iki golle de finale… ‘Altın Çocuk’ finalde de durmadı ve Federal Almanya karşısında takımı 1-0 öne geçirdi. İtalya 3-1’le kupaya uzanırken gol kralı Paolo Rossi de turnuva tarihine geçiyordu…

İtalyanlar için zaferin bir diğer simgesi de yedinci cumhurbaşkanı Sandro Pertini idi. Santiago Bernabeu’daki finalde gollerden sonra piposunu tüttürerek sevinmesi ile finalin sembollerinden oldu. Dönüşte milli takım ile aynı uçaktaydı ve İtalya’ya indiklerinde Dünya Kupası’nı propaganda aracı olarak kullanan Benito Mussolini ya da Jorge Videla gibi liderlerden farklı olduğunu gösterecekti. Kupayla poz vermesini isteyen basına cevabı şuydu: “Onlar kazandı, onlar kaldıracak. Bu, onların kupası!” / İlhan Özgen

#8 TEKME VE VOLE

2010 Dünya Kupası finalinin 28. dakikasında Nigel de Jong, Xabi Alonso’nun göğüs kafesine doğru tabanla girdiğinde eşitlik bozulmamıştı. O an çok az kişi, bu hareketin Hollanda futbolundaki kötüye gidişin simgesi olduğunu düşünüyordu. Zira İspanya karşısında bir gol atıp tarihleri boyunca bekledikleri kupaya uzanabilirlerdi. Her şey mükemmel gidiyor gibi görünüyordu.

Johan Cruyff ise aynı fikirde değildi. Finale bakınca Rinus Michels ile birlikte en büyük temsilcisi olduğu Total Futbol’un nasıl Hollanda’dan uzaklaştığını görüyordu. Onun ilkeleri, futbola bakışı ve felsefesi artık uzun yıllar çalıştığı İspanya’nın DNA’sına işlemişti. Cruyff’un önayak olduğu La Masia akademisinden çıkan Xavi ve Iniesta’nın liderliğindeki İspanya futbol oynamak isteyen taraftı, Hollanda’nın tek yaptığı ise onları bozmaya çalışmaktı. Hollandalı gazeteci Simon Kuper daha da ileri gitmiş, yeni oyun tarzlarının ülkesinin siyasetteki değişimiyle de paralel olduğunu ifade etmişti. Demokrasinin, özgürlüğün, Total Futbol’un doruklarına ulaştığı 1970’ler; yerini hoşgörüsüz, kapalı, aşırı sağa eğilimli, renksiz 2010’lara bırakmıştı.

Karşıda ise futbolun yeni doruğu vardı. Cruyff’un ilkelerinden beslenen Pep Guardiola yönetiminde 2000’lere damga vuran Barcelona, milli takımı da etkilemişti. Iniesta, uzatmaların bitimine beş dakika kala rakip fileleri havalandırdığında İspanya da zirveye ulaşmıştı. Daha sonra Euro 2012’de de kazanan altın nesil, tarihe adını büyük harflerle yazdırmıştı. Tekmeye voleyle karşılık vererek... / İnan Özdemir

Fransa '98'de oynanan ABD-İran maçı, kupa tarihinin 'hikâyesi olan' maçlarındandı...

Fransa '98'de oynanan ABD-İran maçı, kupa tarihinin 'hikâyesi olan' maçlarındandı...

#7 DOKSAN DAKİKALIK BARIŞ

“Tüm maçların anası...” Fransa ‘98 grup kurasının ardından ABD Futbol Federasyonu Başkanı Hank Steinbrecher, İran-ABD maçını böyle nitelemişti. 1979’daki İslam Devrimi sonrası gergin seyreden iki ülke arasındaki ilişkiler dikkate alındığında, basit bir futbol maçından çok daha büyük bir buluşma kapıdaydı. O dönem FIFA’da görev yapan Merdad Mesudi’nin FourFourTwo’ya anlattıklarına göre İran lideri Humeyni, takımının seremonide rakibin önünden yürümesini reddetmişti ve Irak destekli bir terörist grup, maç sırasında bir eylem hazırlığındaydı.

Tüm bu gergin bekleyiş, iki takım sahaya çıktığı anda dinmiş gibiydi. 22 oyuncunun karma hâlde çektirdiği fotoğraf iki ülke vatandaşlarının ellerinde çiçeklerle omuz omuza olabileceğini göstermişti. Takip eden 90 dakika da sorunsuz geçti ve İran Hamid Estili ile Mehdi Mahdavikia’nın golleriyle kazandı. Gerçi birçokları için, skor pek de önemli değildi. Maçı kulübeden takip eden ABD savunmacısı Jeff Agoos, o günün geride bıraktığı ayak izini en vurucu özetleyen isimdi: “Politikacıların yirmi yılda yaptığının çok daha fazlasını o 90 dakikada başardık.”

İki ülke, Fransa’daki olumlu havayı fırsat bilip yaklaşık bir buçuk sene sonra bu kez Kaliforniya’da bir hazırlık maçı için karşı karşıya geldi. Futbol diplomasisinin bu durağı ise hayli ilginçti. Zira İran Teknik Direktörü Celal Talebi, 1979’daki devrimden bir yıl sonra önce ailesini Kaliforniya’ya göndermiş, bir süre sonra da kendisi Pasifik sahiline yerleşip antrenörlük yapmıştı. Zamanında Talebi için ayrılık anlamına gelen Kaliforniya, artık birliktelik demekti. / Buğra Balaban

#6 PRENS SAHADA

Kuveyt'in katıldığı ilk ve tek Dünya Kupası, 1982 İspanya'ydı. Carlos Alberto Parreira, antrenörlük kariyerinin ilk büyük başarısını elde etmiş ve Kuveyt'i Asya şampiyonu apoletiyle finallere taşımıştı. Fransa, İngiltere ve Çekoslovakya'nın yer aldığı zorlu bir gruba düşen Kuveyt, üç maç sonucunda sadece 1 puan toplayabildi. Parreira'nın takımına dair akıllarda çok fazla hatıra yok. Fakat gruptaki Fransa maçında Alain Giresse'in golüne ettikleri itiraz ve bunun sonucunda sahadan çekilmeleri, kupa tarihinin unutulmaz olaylarından biri.

Kriz, Michel Platini'nin ara pasına hareketlenen Giresse'in topu filelerle buluşturmasıyla başladı. Bu gol, Fransa'nın dördüncü golüydü ve skor 4-1'e gelmişti. Pozisyona uzun süre itiraz eden Kuveyt cephesi, topun Giresse'le buluştuğu anda bir düdük sesi duyduklarını ve bu sebeple pozisyonun devamını takip etmediklerini söyleyecekti. Fransızlar ise golün nizami olduğundan emindi. Hakemden bir düdük sesi duymamışlardı; ses, tribünden gelmiş olmalıydı. Taraflar istişare hâlindeyken maçı tribünde takip eden Kuveyt Emiri'nin kardeşi ve ülkenin futbol federasyonu başkanı Prens Fahad, “Sahadan çekilin” anlamına gelen el hareketini yaptı. Kuveytli futbolcular saha kenarına doğru gelirken aşağı inen ve dördüncü hakemle konuşan Prens Fahad, Sovyet hakem Miroslav Stupar'ı golü geçersiz kılması yönünde ikna etti. Kuveyt sahaya döndü, Stupar hakem atışıyla oyunu başlattı, dakikalar sonra Maxime Bossis'le dördüncü golü bulan Fransa maçı 4-1 kazandı. FIFA'nın kızağa çektiği hakem Stupar, bir daha uluslararası seviyede maç yönetmedi. / Uğur Ozan Sulak

Socrates Dergi