
Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An
5 dk
Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.
#20 DÖNÜŞÜM
1933’te gelen profesyonellikle beraber artık Afrika kökenli ve melez Brezilyalıların da yer aldığı Brezilya Milli Takımı, 1934 Dünya Kupası’nı kazanmayı hedefliyordu. İlk turdaki rakip İspanya’ydı. Takımın golcüsü 21 yaşındaki Waldemar de Brito kritik penaltı vuruşu için topun başına geçtiğinde kahraman olma şansı vardı. Ancak efsane kaleci Ricardo Zamora’yı geçememişti. Brezilya, Leonidas’ın golüne rağmen 3-1 ile elenmişti. Waldemar de Brito, koyu Katolik Brezilyalıların futbol tarihlerinde belki de çarmıha gerdikleri ve mağlubiyetten sorumlu tuttukları ilk figürdü.
Takip eden yıllarda Waldemar, milli takımda bir süre oynasa da hep o hatasıyla hatırlandı. Futbol kariyerinden sonra AC Bauru kulübü için oyuncu izleyip seçmeye başladı. 1950’lere gelindiğinde ülke Maracanazo travmasının pençesindeydi. Bir de buna 1954 Bern Muharebesi'nin hayal kırıklığı ekleniyordu. Tam da o günlerde Waldemar, bir çocuk keşfediyordu: Edson Arantes do Nascimento...
Pele lakabını alan genç yeteneği, ailesini de ikna edip Santos kulübüne götürmüş ve o da daha ilk maçında gol atarak bunun karşılığını vermişti. Hatta Pele’nin profesyonel futbol ile ilgili umutsuzluğa düştüğü dönemde onun en büyük destekçisi olmuştu. Pele, 1957’de Santos’la geçirdiği ilk tam sezonda da gollerine devam edince 17 yaşında 1958 Dünya Kupası kadrosuna seçilmeyi başardı. David Goldblatt’ın The Ball Is Round kitabında anlattığı üzere Kore Savaşı sonrası 1958’de Brezilya ekonomisi yükselişe geçmiş ve milli takıma sağlanan imkânlar artmıştı. İsveç’teki finallere teknik direktör Vincente Feola ile beraber bir doktor, kondisyoner (meşhur Mario Americo), diş hekimi, psikolog ve kamp müdürü de gidiyordu. Didi, Vava, Djalma Santos, Nilton Santos’lu kadrodan herkes çok umutluydu. Ancak takım psikoloğu Joao Carvalhaes, yaptığı testlerde Pele ve Garrincha’nın kırılganlık gösterdiğini söylemişti. Ona göre Pele, çocuksu ve savaşçı ruhtan yoksundu. Garrincha’nın da IQ’su baskıyı kaldıramayacak kadar düşüktü. Feola içgüdülerine güvenip ikisini de İsveç’e götürdü.
Seleçao’nun Göteborg yakınlarında kamp yaptığı oteldeki kadın çalışanları erkeklerle değiştirecek kadar konsantrasyona önem veren bir kamp müdürü vardı. Brezilya tüm bu emeklerin karşılığını grup maçlarını lider bitirerek aldı. Pele ise diz sakatlığının da etkisiyle ilk golünü ancak çeyrek finalde Galler karşısında atabildi. Hızla yol alıp bu kez yarı finalde Fransa’ya karşı tarihi hat-trick’i yapıyordu. 29 Haziran’daki final maçında İsveç sarı forma ile çıkınca Brezilya mavi giymek zorunda kalmıştı. Uğur meselesine takıntılı olan bir halk için bu, kötü şans belirtisiydi. Daha maçın ilk dakikalarında gol yenince sekiz yıllık Maracanazo anıları canlanmıştı bile. Sonrası Pele’nin otobiyografisinden: “Garrincha harika iki pas verip Vava’ya golleri attırmıştı. Toparlamıştık. İkinci yarının
Birinci dakikasında bu sefer bana orta geldi, ceza sahasında önce göğsümle yumuşatıp önüme indirmiştim ki defanstan Gustavsson geliyordu, topu üstünden aşırdım ve voleyi yapıştırdım. Çok güzel gol oldu; finalde atmıştım hem de...”
Pele efsanesi tüm dünyaya merhaba derken futbol tarihindeki en büyük değişim yaşanıyordu. Brezilya hanedanlığı kuruluyordu ve başına da O Rei (Kral) geçiyordu. Waldemar de Brito kimilerine göre tarihin en iyi futbolcusunu keşfeden kişi olarak kahramanlaşıyor, Pele ise yıllar geçtikçe ve özellikle futboldan sonra bir futbol efsanesinden daha çok bir şirkete dönüşmesiyle eleştiriliyordu. ‘Halkın Neşesi’ lakabını taşıyan Garrincha’ya zor günlerinde destek olmamasından tutun, 2014 Dünya Kupası’nı eleştiren halka karşı ettiği hakaretlere kadar eleştiri listesi kabarıktı. Ünlü Futebol kitabının yazarı Alex Bellos’un dediği gibi: “Pele kutsandı, Garrincha’ya ise tapıldı. Garrincha müessese ile tartıştı, Pele ise müesseseye dönüştü.” / Caner Eler
#19 ÖTEKİ ESCOBAR
“Hayır, insanlara yüzümü göstermeliyim.” Andres Escobar, bir bar çıkışında öldürüleceği gecenin başında arkadaşlarına böyle demişti. Yakınları evde kalmasını istiyordu çünkü Kolombiya’nın kaptanı, ülkesinin 1994 Dünya Kupası’ndan elenmesinin en büyük nedeni olarak görülüyordu.
Onun öyküsü aslında Kolombiya’nın 20. yüzyıl sonundaki iflasının da aynası. Mafya babası Pablo Escobar ve düşmanları arasında bölünen ülke, 1990’ların başında uyuşturucu kartellerinin tekelindeydi. Andres’in rahatsızlıklarına rağmen milli takım da bu düzenin bir parçasıydı. Birçok mafya babası gibi Pablo Escobar da futbola meraklıydı ve milli takım içerisinde Rene Higuita gibi çok sayıda sadık dostu vardı. 1994 Dünya Kupası da ülkedeki ortamdan etkilenmişti. Kupaya altın jenerasyonuyla giden Kolombiya, ilk maçtaki Romanya yenilgisiyle birlikte ölüm tehditleri almaya başlamıştı. Rüya, kısa sürede kâbusa dönüşmüştü. Kırılma noktasıysa Andres’in kendi kalesine attığı goldü. Öyle ki dokuz yaşındaki yeğeni bile ekran başında “Onu öldürecekler” demişti.
2018 Dünya Kupası öncesi Andres Escobar yine anılacak, belgesellere konu olan trajik ölümü bir gün de olsa tartışılacak. Belki de onu, 1994 Dünya Kupası sonrası, ölümünden az evvel El Tiempre gazetesine yazdığı şu satırlarla anmalı: “Hayat burada bitmemeli. Devam etmeliyiz. Hayat burada bitemez. Ne kadar zor olursa olsun, ayağa kalkmalıyız. Sadece iki seçeneğimiz var. Ya nefretin bizi felç etmesine izin veririz ve şiddet sürüp gider ya da bunu aşmaya, birbirimize yardım etmeye çalışırız. Karar bizim…” / İnan Özdemir
#18 NÜRNBERG SAVAŞI
25 Haziran 2006 günü, Nürnberg’deki Frankenstadion’u dolduran taraftarların amacı iyi futbol izlemekti. Zira turnuvanın son 16 turunda, Portekiz ve Hollanda karşı karşıya gelecekti. Maçın hakemi Valentin Ivanov ilk düdüğünü çaldığında, sahada tuhaf görünen tek şey Hollanda’nın beyaz formasıydı. Fakat bu sadece fırtınadan önceki sessizlikti. Maçın ilk yarım saatinde sertlik dozajı epey yükseldi ve Ivanov da kontrolü sağlamak için kendisini sık sık sarı kartlarına başvururken buldu.
Rus hakem bu mücadeleyi yıllar sonra dahi, “Kariyerimin en zor maçı” ifadesiyle hatırlayacaktı. Öyle ki ilk yarı bitmeden kırmızı kartına davranarak Portekizli Costinha’yı oyundan attı ve zaten azalan otoritesini biraz daha yitirdi. Aslında verilen kartlarda büyük hakem yanlışları yoktu ama iki takım oyuncuları da epey agresifleşmişti. Hollandalı Khalid Boulahrouz’un Ronaldo’ya yaptığı art niyetli faul sonrasında Portakallar da 10 kişi kaldı. Deco ve Giovanni van Bronckhorst’un da kervana katılmasıyla kırmızı kart çılgınlığı son düdüğe kadar devam etti.
Dört kırmızının yanında 16 da sarı kartın çıktığı bu maç, ‘Nürnberg Savaşı’ adıyla kupa tarihine geçti. Hakem Valentin Ivanov, zorunlu emeklilik yaşı geldiği için bir daha FIFA turnuvaları seviyesinde maç yönetemedi ve olaylı müsabaka da bir anlamda jübilesi oldu. Maçı kazanan, Maniche’in ayağından bulduğu tek golle Portekiz’di. Kaybeden ise izleyiciler ve futbol olmuştu… / Aras Yetiş

Zinedine Zidane, iki kafa gölüyle Dünya Kupası finalne damga vurmuştu...
#17 FRANSA '98: KAVGADAN ZAFERE
Köylü, sonuç odaklı, iletişime kapalı… Aime Jacquet’nin 1993’te Fransa’nın başına geçişinden sonra L’Equipe gazetesinde çıkan hakaretlerden bazıları bunlardı. Onlara göre Fransa güzel kaybeden, zarif oynayan bir takımdı. Papin, Ginola ve Cantona'yı milli takıma almayan Jacquet’nin oynattığı futbolda ise -Zinedine Zidane’ı dışarıda bırakırsak- zarafete yönelik çok fazla işaret yoktu. Tartışmalar 1998 Dünya Kupası’na doğru iyice alevlendi; kavganın ateşi bütün ülkeyi etkiledi. Ev sahibi için tek tartışma da bu değildi. Milli takımı oluşturan çokkültürlü yapı, siyasetçilerin de hedefindeydi. Aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin lideri Jean-Marie Le Pen, Euro 96 sırasında gördüğü bir manzaradan rahatsızdı. Siyah ve Kuzey Afrika kökenli futbolcuların milli marşı neden söylemediklerini merak ediyor, buna dair sivri açıklamalar yapıyordu.
Lakin başarı her şeyin üstünü örttü. Yarı finalde Hırvatistan’ı Lilian Thuram’ın golleriyle geçen Fransa, finalde Brezilya’yı 3-0 mağlup etti. O gece Eyfel Kulesi’nde “Merci Zizou” yazısı parıldarken Fransa, yükselen işsizlik, toplumsal bölünme ve terör saldırısıyla lekelenen doksanlı yıllarına güzel bir kapanış yapıyordu. Thierry Henry’nin sevinç gösterileri sırasında yaşlı bir kadından duyduğu şu cümle her şeyi özetliyordu: “Bu zafer, ‘Liberation’dan (Nazilerden kurtuldukları gün) beri başımıza gelen en güzel şey.” Fransa bir günde kaynaşmayacak, toplumsal tartışmalar sahalara taşınmaya devam edecekti ama bir geceliğine her şey çok parıltılı ve güzeldi. / İnan Özdemir
#16 SCHILLACI'NİN BÜYÜLÜ YAZI
Salvatore ya da namıdiğer Toto Schillaci, İtalya Milli Takımı ile çıktığı resmi maçlarda 7 gol attı. İşin ilginci, bu gollerin tam 6 tanesinin 1990 Dünya Kupası’nda gelmesi, böylece turnuvanın gol kralı olması ve aynı yıl Ballon d’Or oylamasını ikinci sırada tamamlamasıydı. 1990, Schillaci’nin uğurlu yılıydı. İtalya ev sahibi olduğu Dünya Kupası’na şampiyonluk hedefiyle başlamıştı. İki sene öncenin Avrupa Şampiyonası’nda yarı finale yükselmişler, teknik direktör Azeglio Vicini yönetiminde, genç takım günlerinden birbirine alışan kadroyu en üst seviyeye taşımışlardı. Sağlam savunma ve orta saha hattının yanı sıra Sampdoria’nın hücum ikilisi Roberto Mancini-Gianluca Vialli ileride şans bekliyordu. Roberto Baggio ve Napoli ile şampiyon olan Andrea Carnevale de kadrodaydı.
Turnuvadaki ilk maçını Avusturya’ya karşı oynayan Gök Mavililer, bir türlü rakip savunmanın kilidini kıramıyordu. Ta ki 75’te Vicini, Schillaci’yi oyuna alana kadar... O zamana dek pek tercih edilmeyen forvet, oyuna girdikten üç dakika sonra golünü attı ve İtalya’ya üç puanı armağan etti. Belki de kupa başlarken son tercihti ama kervan yolda düzüldü. Grupların son maçında Çekoslovakya karşısında bu kez 11’de yer alan golcü yine sahneye çıktı ve İtalya grupları lider olarak aştı. Schillaci, takımının penaltılarla elendiği yarı final maçı dâhil olmak üzere sonraki her karşılaşmada gol attı. İtalya kupayı alamadı, o da asla tekrar aynı forma çıkamadı. Dönemin teknik direktörü Vicini bu sene hayatını kaybettiğinde en çok üzülen de belki Schillaci oldu: “Bir parçam koptu. Tüm dünya beni tanıdıysa hepsi onun sayesinde...” / Emre Gürkaynak