
Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An
5 dk
Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.
#25 BİR ULUSUN ÇÖKÜŞÜ: MARACANAZO
— Neden ağlıyorsun baba?
— Brezilya, Dünya Kupası’nı kaybetti.
— Ağlama, ben senin için Dünya Kupası’nı kazanacağım.
Kupa tarihinin en başarılı takımı Brezilya’nın vedaları birçok kez dramatik oldu. Bu büyük yıkımların da hep günah keçileri vardı. 1982’de Cerezo, 1986’da Zico, 1998’de Ronaldo, 2010’da ise Felipe Melo suçluydu. Fakat hiçbir facia 1950 kadar kederli değildi, hiçbir suçlu da kaleci Barbosa kadar günahkâr…
1950’ler tüm dünya için büyük şeyler vadediyordu. Savaş bitmiş, birçok insan yeni kaderlerini yazmak için ülkelerini inşa etmeye başlamıştı. Spor da bu değişimden nasiplenecekti. 12 yıllık aradan sonra Brezilya’da düzenlenecek kupa, bir nevi ‘yeni’ dünyanın kupası olacaktı…
Ev sahibi Brezilya, taraftarını fazlasıyla umutlandırıyordu. 1949’da Güney Amerika Şampiyonası'nı kazandıklarında, finalde Paraguay’ı 7-0 yenmişler, sekiz maçta tam 46 gol atmışlardı. Dünya Kupası’nda Yugoslavya ve Meksika’yı yenip İsviçre ile berabere kaldılar, dört grup liderinin toplandığı final grubuna katılmayı başardılar. Bu aşamada da İsveç’i 7-1, İspanya’yı 6-1 ile geçtiler ve son maça girilirken dört puanla grubun zirvesine kuruldular. Son maçlarında rakip, ikinci sıradaki Uruguay’dı. Uruguay, kadrosunda önemli oyuncular barındırsa da Brezilya gibi göz kamaştırıcı skorlar alamamıştı. İspanya ile berabere kamışlar, İsveç’i
İlk dakikada attıkları golle 3-2 yenebilmişlerdi. Bütün bunlar, Brezilya halkına büyük bir özgüven aşılamıştı. Öyle ki 15 Haziran 1950’de yayımlanan O Mondo gazetesinin manşetinde “İşte Dünya Şampiyonları!” başlığıyla Brezilya 11’i vardı. Brezilyalı Zizinho yıllar sonra, maçtan önceki gün iki binden fazla “Brezilya, dünya şampiyonu” yazılı fotoğraf imzaladığını anlatacaktı. Uruguay tarafında ise kaptan Obdulio Varela sahnedeydi. Alabildiği kadar O Mondo aldı ve iddialı manşetin olduğu gazeteyi tüm arkadaşlarına dağıttı. Brezilya, kendinden fazlasıyla emin, Uruguay ise hırslıydı…
16 Haziran günü, turnuva için inşa edilen Maracana Stadı’nda, şampiyonluğa kesin gözüyle bakan 200 bin Brezilyalı vardı. Zafer için berabere kalmaları dahi yetiyordu. Ama olmadı...
Brezilya, öne geçse de önce Juan Alberto Schiaffino’nun sonra da bitime 10 dakika kala Alcides Ghiggia’nın golüne mani olamadılar... Maracana’daki atmosferin tam karşılığı ölüm sessizliğiydi… O Mondo’nun bir gün sonraki başlığı, önceki neşeden uzaktı: “Drama, Trajedi ve Saçmalık!”
“Hiçbir zaman mağlubiyetten sonraki Brezilya halkı kadar üzgün insanlar görmedim. 200 bin kişiyi sadece üç kişi susturabilirdi; Frank Sinatra, Papa II. Jean Paul ve ben.” Ghiggia, yıllar sonra bunu söylemişti. Brezilyalılar, hezimete Maracanazo (Maracana Darbesi) adını taktı ve uzun süre kâbustan uyanamadı. Yazar Nelson Rodriguez durumu “Bizim Hiroşima’mız” diyerek özetlemişti. Bunalım, o güne dek giyilen mavi yakalı beyaz formanın lanetli bulunup yeni bir forma için yarışma açılmasına kadar gidecekti…
Mağlubiyetin suçlusu ise, son golde hatalı olduğu düşünülen kaleci Moacir Barbosa idi. O güne kadar saygın bir kariyere sahip olan Barbosa, o günden sonra günahkâr ilan edildi ve hezimetle özdeşleşti. Barbosa'nın o hatası, kitaplara ve filmlere dahi konu edildi. 2000 yılında verdiği röportajda, “Brezilya’da en ağır ceza 30 yıldır, benim hapsim 50 yıldır devam ediyor” diyen kaleci, kısa süre sonra vefat edecekti.
Brezilya’nın dirilişi ise 1950’den sadece sekiz sene sonra, yeni sarı formaları ile İsveç’te yaşanacaktı; ilk kupalarını orada kazandılar. Sonra da 1962 ve 1970 zaferleri geldi. 16 Haziran 1950’de ilk kez babasının ağladığına tanıklık eden küçük Edson Arantes do Nascimento ya da dünyanın onu tanıdığı isimle Pele, sözünü tutmuştu, hem de üç kez... / İlhan Özgen
#24 İKİ ÜLKEYLE FİNAL
“1930’da kazanırsa 1934’te ise kaybederse canı yanacaktı.” Bu sözler Luis Monti için geçerliydi... O, kupa tarihinde iki farklı ülke formasıyla final oynamış tek futbolcuydu. Bunu daha da çarpıcı kılan ise iki finalde de ölüm tehditleri almış olmasıydı. Monti, fiziğinin ona sağladığı avantajla ülkesinde ‘doble ancho’ olarak bilinen çift taraflı bir oyuncuydu. Bu da onu her takım için fazlasıyla cazip kılıyordu. Arjantin, 1930'da Monti’nin liderliğinde ABD, Fransa, Meksika ve Şili’yi yenerek finale kadar geldi. Fakat final maçı akıl almaz tartışmalara sahne oldu. Faşist rejim, Arjantin’in ilk Dünya Kupası’nı kazanmaması konusunda ısrarcıydı.
Devre arasında soyunma odasına 2-1 önde giden takım Arjantin’di ancak Monti’nin torunu Lorena, dedesinin soyunma odasında yaşadıklarını yıllar sonra şu sözlerle anlatacaktı: “Soyunma odasında kendisine ‘Eğer Arjantin finali kaybetmezse sonuçlarına katlanman gerekir’ demişler.” Bu sözleri işiten orta saha oyuncusu sahaya çıktıktan kısa süre sonra sakatlanarak sahayı terk etti, maçı da Uruguay (4-2) kazandı; tıpkı faşist rejimin istediği gibi... Ancak Monti için bu nokta henüz yolun yarısıydı.
1930’ların İtalya’sının faşist lideri Mussolini'ye, kökleri İtalya'ya dayanan Monti’nin dünyanın en iyisi olduğu yönünde bilgi verilmiş ve o da Monti'nin Dünya Kupası’nda Gök Mavililer adına forma giymesini istemişti. Arjantin’le kupayı kazanmaması için tehditler alan Monti, bu kez İtalya ile finali kazanmak zorundaydı. Ve başardı... Hem iki farklı ülke adına Dünya Kupası finali gören tek oyuncu olarak tarihe kazındı hem de kendini kurtardı. / Kaan Demirel
#23 BREZİLYA-FRANSA: GERÇEK FİNAL
Brezilya, kupa tarihinin en başarılı ülkesi. 80’li yıllar ise bu anlamda bir istisna. O 10 yıllık periyottaki kupalarda mücadele eden iki Brezilya kadrosu ise futbol tarihine kaybettikleriyle değil de kazandıklarıyla geçmeyi hak eden ama bunu başaramayan talihsiz takımlar. Bugün Zico, Socrates, Eder ve Careca gibi yıldızların özgeçmişinde en büyük kupanın olmayışı da aynı şanssızlığın bir tezahürü.
Birbirinden epey farklı çehrelere sahip 1982 ve 1986 model Brezilya takımları, birkaç büyük ismin yanında teknik direktör Tele Santana’yı da paylaşıyordu. 1986’da gol dahi yemeden çeyrek finale gelen Santana’nın takımı, karşısında tıpkı dört sene öncekine benzer şekilde, mavi formalı bir Avrupa devi bulmuştu. Bu kez Sambacıların amacı; Paolo Rossi’nin İtalyası'nın yaptığını, Michel Platini’nin Fransası'na yaptırmamaktı. Yaklaşık 66 bin seyircinin önünde oynanan müsabaka, Careca ve Platini’nin karşılıklı sayılarıyla berabere devam ederken Brezilya aradığı fırsatı 74. dakikadaki penaltı düdüğüyle buldu.
Branco’yu topla nefis buluşturan ve bu fırsatın oluşmasını sağlayan Zico, penaltıyı Fransız kaleci Joel Bats’a nişanlayacaktı. İkinci uzatma devresinde şans bu kez Fransa’nın yüzüne gülebilirdi ama kaleci Carlos’un, Bruno Bellone’ye yaptığı açık faulün sonucunda penaltı kararı çıkmadı. 120 dakikanın golsüz bitişinin ardından, kazananı seri penaltılar tayin etti. “Bu maç turnuvanın gerçek finaliydi” açıklamasını yapan Tele Santana’nın futbol sanatçıları ise yine kaybeden taraftaydı. / Aras Yetiş

O 'erken finalde' penaltı kaçıranlardan biri de Socrates'ti...
#22 'DOSTLUK' MAÇI
1982 Dünya Kupası sürprizlerle başlamıştı. Daha açılış maçında Belçika, son şampiyon Arjantin'i mağlup etmiş; kupayı kazanacak İtalya, Polonya'ya takılmış; Macaristan, El Salvador'a tam 10 gol atmıştı. Dördüncü gün sürprizinin adı ise Cezayir'di. Batı Almanya, 2-1'lik mağlubiyetle neye uğradığını şaşırmış, turnuva tarihinde ilk kez bir Afrika temsilcisi, Avrupalı bir rakibini devirmişti. Avusturya karşısında aynı başarıyı gösteremeyen Çöl Savaşçıları, son maçta Şili'yi devirerek ikinci galibiyetini aldı. Grupta geriye sadece Batı Almanya ve Avusturya arasında oynanacak kapanış maçı kalmıştı. Bu maçta ise Almanya'nın bir veya iki farkla alacağı galibiyet her iki takımı birlikte üst tura çıkaracak, geri kalan tüm ihtimallerde Cezayir halkı sevinç içinde sokaklara dökülecekti…
İlk düdükle birlikte Almanya saldırmaya başladı. Gol, kendini çok bekletmedi. Dakikalar 10'u gösterirken sol kanattan hareketlenen Littbarski ortaladı, ayak koyan Hrubesch skoru 1-0'a getirdi. Ve maç, orada bitti. Almanlar, Avusturya kalesine birkaç şut daha gönderdikten sonra mücadele etmeyi bıraktı. El Molinon'daki 41 bin taraftar ve televizyon başındaki milyonlarca izleyici önünde iki takım, neredeyse rol bile yapmaya gerek duymadan geri kalan 80 dakikayı eritti. Topa sahip olan taraf kendi yarı alanında uzun süre paslaşıyor, bir rakip oyuncu kendilerine yaklaştığında topu kalecilerine gönderiyordu. Tribünlerden yükselen “Dışarı”, “Öpüşün” ve “Cezayir” tezahüratları da kâr etmeyince maç bu skorla sona erdi. Daha sonraki turnuvalarda ise son grup maçları aynı saatte oynandı, olan Cezayir'e oldu. / Atahan Altınordu
#21 GORDON BANKS'İN MİRASI
Tarihin en iyi kurtarışı. Gordon Banks’in 1970 Dünya Kupası C Grubu'ndaki İngiltere-Brezilya maçında Pele’nin kafasını çizgiden çıkarışı böyle anlatılır. Üzerinden yarım asır geçen pozisyonu bu statüye eriştiren yalnızca İngiliz medyasının propaganda gücü de değildir. Zira Banks’in sağdan gelen ortada ön direkten arkaya koşarak yaptığı kurtarış fazladan bir reklama ihtiyaç duymaz.
İngiliz efsaneye o maçtan beri aynı an soruluyor. Hatta röportajlarda “Galiba yaptığım tek kurtarış bu” diye dalga geçtiği de oluyor. Banks, Çin’den bile hâlâ mektuplar aldığını ifade ediyor. Lakin ona göre en iyi kurtarışı bile bu değil. Peki hangisi? “1972 Lig Kupası Finali'nde çıkardığım Geoff Hurst penaltısı.” Şampiyon 1966 takımının da kalesini koruyan file bekçisi, aslında 1970’te de kupayı alabilecek güçte olduklarına inandığını hep söylüyor. Yine de turnuva, içinde bir ukte değil. Zira şampiyon Brezilya’yı “Gördüğüm en iyi futbol makinelerinden biri” olarak yorumluyor ve şöyle diyor: “Arkana yaslanıp onları izlemek müthişti.”
Onun kariyeri bir başka dönüm noktasını da ifade ediyor. Banks, 1970’teki Almanya çeyrek finali öncesi zehirlenmiş ve kaleyi Peter Bonetti’ye bırakmıştı. Ve orada Bonetti’nin yediği hatalı gol belki de İngilizlerin kaleci lanetini başlatmıştı. O günden bu yana Peter Shilton’dan David Seaman’a kadar birçok kaleci yaptıkları hatalarla “1966 sonrası neden kupayı alamadık?” sorularının cevaplarına dönüştü. Banks ise referans noktası olarak kalmaya devam etti. Yani, o sadece bir kurtarıştan ibaret değildi. / İnan Özdemir