
Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An
5 dk
Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.
#30 KAFA
Tarih boyunca on milyarlarca insan, futbol topuyla bir çeşit ilişki kurdu. Bunların içinden milyonlarcası futbolu mesleği hâline getirdi. Daha şanslı olan binlercesi bu alanda şöhret elde edecek kadar başarılı oldu. Bir de tüm bu havuzun içinde, iki elin parmaklarıyla sınırlandırabileceğimiz kadar heyecan verici kariyerler var. Zinedine Zidane, bunlardan birinin sahibi. Futbol oynarken başardıkları, kazandıkları ve yaşadıklarından damıtılacak önemli kareler, belki Çin Seddi ölçeğinde bir duvarı kaplayacak kadar fazla. Ve bu duvarın en sağlam tuğlalarından bir kısmı da Dünya Kupaları sırasında örüldü.
Zidane ismi anıldığında akıllara gelen ilk imge hangisi? Şampiyonlar Ligi finalinde voleye kalkarkenki estetik vücut açısı mı? Herhangi bir anda topun üstüne basıp dönerek rakibini geçişi mi? Real Madrid kulübesindeki takım elbiseli, karizmatik görüntüsü mü? Yoksa sadece, tepesi kendisine has bir şekilde açılmış, şekilli bir kafa mı? O kafa ki Fransa'ya bir Dünya Kupası kazandırıp birini kaybettirmiş…
1998 Dünya Kupası, ev sahibi Fransa için Zidane'ın kullandığı kornerle başlamıştı. İlk Güney Afrika maçında onun ortasına yükselen Dugarry gol perdesini açmış, sonrasında Fransa finale kadar uzanmıştı. Son rakip, tarihin en güçlü Brezilya takımlarından biriydi ve yolun sonunda bu defa Zidane'ın kafasına uğrayıp filelere kavuşan kornerler vardı. Önce sağdan Petit'nin, sonra soldan Djorkaeff'in kullandığı atışlarda golü bulan Cezayir asıllı 10 numara, 3-0'lık finale damga vurmuştu. Zidane, 1998'in öncesinde olduğu gibi sonrasında da tuğlaları örmeye devam etti. Juventus'ta da, rekor ücretle transfer olduğu Real Madrid'de de neredeyse her şeyi kazandı. 'En Değerli Oyuncu' ödülünü de aldığı Euro 2000'de ülkesini yine şampiyon yaptı. Az sayıdaki hayal kırıklığının başında 2002 geliyordu. Fransa gol bile atamadığı turnuvaya grup aşamasında veda ederken, Zidane ilk iki maçı sakatlığı nedeniyle kaçırmış, üçüncüsünde mecburen oynamıştı. Üstelik bu, normal şartlarda onun son Dünya Kupası olacaktı. Nitekim Euro 2004'ün ardından milli takımdan emekli olduğunu açıkladı. Ancak Fransa, yeni bir nesil yetiştirmekte zorlanıyordu. 2006 Elemeleri'nde oynadığı ilk altı maçta yalnızca Faroe Adaları ve Güney Kıbrıs'ı yenebilen takımda görev, eski yıldızlar Zidane, Thuram ve Makelele'yi çağırıyordu. 'Son bir görev' için toplanan üçlünün komutasında takım, dördüncülükten liderliğe yükselerek Almanya biletini cebine koydu.
Üç ila yedi... 2006 Dünya Kupası başlarken Zidane'ın kariyerinde kalan maç sayısı buydu. Turnuvadan sonra futbolu bırakacağını açıklayan efsane yıldız, son grup maçı öncesi cezalı duruma düştü. Fransa'nın onsuz çıktığı Togo maçını kazanamaması, onun için de sessiz bir veda anlamına gelecekti. Geç de olsa gelen goller, yolu biraz daha uzattı. Bundan sonraki her istasyon, son durak olabilirdi. Ancak Zidane, büyük oynadı: İspanya önünde sahanın yıldızı oldu, Brezilya'ya karşı hayatının en iyi maçlarından birini çıkardı, Portekiz maçındaki penaltı golüyle de takımını finale taşıdı. Finalin henüz başında, Buffon'un koruduğu İtalya kalesini Panenka penaltısıyla aştı. Yine iz bırakmıştı. Bu gole yanıt veren Materazzi oldu. Ancak ne iki ismin karşı karşıya olduğu tek yer skor tabelası ne de Zidane'ın bırakacağı son iz o penaltıydı. İki oyuncu, maçın 110. dakikasında, topsuz alanda karşı karşıya geldi. Kameralara ilk yansıyan, Materazzi'nin yerde kıvranan görüntüsüydü. Kısa bir süre sonra ikili arasındaki konuşmayı ve Zidane'ın rakibinin göğsüne vurduğu kafayı izledik. Arjantinli hakemin elindeki kırmızı kart, duvarın bittiğini ilan ediyordu. Kutsanacak bir davranış mıydı? Asla. Ama farklıydı işte. Dünya Kupası tarihinde Maradona'nın eli varsa, Zidane'ın da kafası vardı. / Atahan Altınordu
#29 GAZZA'NIN GÖZYAŞLARI
İngiltere, 1970’leri Dünya Kupası’ndan uzak geçirmiş, 1980’lerde ise Tanrı’nın Eli’ne yenik düşmüştü. Bu dönemlerde en büyük tesellileri, kulüpler düzeyinde uluslararası arenada kurdukları hâkimiyetti. Fakat 1985’te Heysel Stadı’nda yaşananlar, bu üstünlüğün de sonu anlamına geliyordu; Avrupa Kupaları’ndan beş yıl men edildiler, 1989’daki Hillsborough Faciası ile iyice dibe vurdular. Dünyadaki futbol tutkunları için denklem şuydu: İngiltere = Holiganizm.
İngiliz topçular, 1990’da İtalya’ya sırtlarındaki yükle gittiler. Fakat ikinci turda Belçika maçının son dakikasında gelen epik galibiyet ve çeyrek finalde Kamerun maçındaki heyecan, yüzleri güldürdü. Yarı finalde rakip Federal Almanya idi. Normal süresi 1-1 biten maç uzatmalara gitti. Ülke futbolunu kurtaran an da bu bölümde gerçekleşecekti.
Dakikalar 100’ü gösterirken topu kaptıran Paul Gascoigne, Thomas Berthold’a kayarak müdahale yaptı. Hakem Jose Ramiz Wright, olay yerine sarı kartıyla gelmişti. Belçika maçında da kart gören Gazza için bu, finali kaçırması anlamına geliyordu. İngilizlerin ‘çılgın’ orta saha oyuncusunun aklına da bu geldi ve ağlamaya başladı. 120 dakika eşitlikle sonuçlanırken Gazza’nın gözyaşları dinmiyordu.
İngiltere, o gece Almanya’ya mağlup oldu. Fotoğrafçı Billy Stickland’ın makinesinden çıkan kareler ise kupa anıları 1966’daki tartışmalı golden ibaret İngilizlere kahramanca bir hikâye sunuyordu: Gazza, İngiltere’ye ayak bastığında, vatansever bir futbol simgesiydi… / İlhan Özgen
#28 UTANÇ YAZI
Euro 2008'de gruptan dahi çıkamayan Fransa'da yıllardır süregelen soru, bir kez daha gündemdeydi: Raymond Domenech, nasıl oluyor da göreve devam edebiliyordu? Zinedine Zidane, 2006'daki başarıyı Lillian Thuram, Claude Makalele, Patrick Vieira'yı içeren veteran oyuncu grubuna bağlarken Domenech hakkında da “Antrenör falan değil, yanlış meslekte”demişti. Takım, kazanırken bile basını memnun edemiyor ve buna rağmen 2010'a Domenech'le gidiyordu.
Sosyo-etnik ayrışma da bu dönemlerde tekrar ortaya çıktı. Aşırı sağ Ulusal Cephe'nin lideri Jean-Marie Le Pen, 1998'de şampiyon olan takıma “Fransa'yı temsil etmiyor” diyen kişiydi ve 2000'lerde de söylemini, “Domenech çok siyahi oyuncu seçiyor” diyerek yinelemişti. 2010 biletini Thierry Henry'nin elle kontrol ettiği topun İrlanda ağlarıyla buluşması sonucu alan Fransa, dönemin hükümeti Sarkozy-Fillon'un ‘banliyö takımı’ yakıştırmalarıyla karşı karşıya kalacaktı.
Fransa'nın 2010 macerası hâlen “Utanç yazı” diye anılıyor. Franck Ribery, Sidney Govou ve Karim Benzema üçlüsünün reşit olmayan bir seks işçisiyle birlikte olduğu iddiası; Nicolas Anelka'nın Domenech'e ettiği küfürler sonucu kamptan kovulması; Florent Malouda'nın yardımcı antrenörlerin üzerine yürümesi; oyuncuların idman boykotu ve Domenech'in okumak zorunda kaldığı mektup... Anelka'nın kadrodan çıkarıldığı gün oyuncular, Domenech'in eline bir kâğıt parçası tutuşturmuş ve ona, “Anelka'nın gönderilme kararına, dolayısıyla federasyona karşı çıkıyoruz” dedirtmişti. Fransa, ilk iki maçında gol dahi atamadığı kupada grup sonuncusu oldu, Domenech dönemi de o mektupla kapandı. / Uğur Ozan Sulak

Unutulmaz 2002 yazından...
#27 KUPANIN 'RENK'LERİ
Dünya Kupası’yla alakalı akla gelen ilk kelimelerden biri ‘renk’ olabilir. Yalnızca turnuvanın havasını solumanın yeteceği küçük ülkeler, sürpriz yapan biraz daha büyük ülkeler, bu sürprizlerin bazen tahmin edilenden de öteye gitmesi derken Dünya Kupası alacalı bir hâl alır. 1994 Dünya Kupası, takımların renk bakımından çeyrek finalden sonrasında tekdüzeleşmesini bitirme konusunda özel bir yere sahipti. Her ne kadar maceraları üçüncülük maçında son bulsa da İsveç ve Bulgaristan yarı finale kadar gitmişti. Gheorghe Hagi’li Romanya da turnuvanın son sekiz takımı arasına kalmış ama İsveç’e elenmişti. Dünya Kupalarında daha önce pek başarılı olamayan Bulgaristan, gol kralı Hristo Stoickhov ve Yordan Letchkov ile 1994’e izini bıraktı. Öte yandan İsveç’te Brolin, Dahlin, Kennet Andersson ve henüz 22 yaşındaki Henrik Larsson isimlerini farklı bir noktaya taşıyordu. Bu başarı iki takımca da sürdürülür hâle gelmedi belki ama Dünya Kupası bir bayrak yarışıydı... Fransa 1998’in sürpriz yıldızı Hırvatistan olurken, gol kralı Davor Suker’di. Bu sefer de Bilic ve Prosinecki gibi yolu ilerleyen yıllarda Türkiye’den geçecek isimler öne çıkmıştı. Bambaşka bir kıtaya taşınan 2002 Dünya Kupası’nı ise herkes biliyor... Türkiye ve ev sahiplerinden Güney Kore bu kez bir adım öndeydi. 2000’de Galatasaray’ın UEFA Kupası’na uzandığı kadronun iskeleti, milli takımı da tarihi üçüncülüğe taşıdı. 1994’te zirve yapan bu furya son yıllarda özellikle Avrupa temsilcileri için azalsa da iyi bir jenerasyon ve biraz şansın şampiyonluğa dahi gidebileceği çoktan kanıtlandı. Bu sene de bir başka örneğe tanıklık etmemek için hiçbir sebep yok... / Emre Gürkaynak
#26 NOT KÂĞIDI
Jens Lehmann hep iyi bir kaleciydi. Ama Oliver Kahn'ın olduğu yerde uzun süre ikinci planda kaldı. 2006 Dünya Kupası'na kısa süre kala ise teknik direktör Jürgen Klinsmann, birbirini hiç sevmeyen iki kaleci arasındaki tercihini ondan yana kullandı. Almanya'nın fizik güce dayalı oyun anlayışını değiştirmek ve pas futbolunu öne çıkarmak isteyen Klinsmann, ayaklarına daha hâkim bir kaleciye ihtiyaç duyuyordu.
Bu karar elbette tartışılmış ancak grup aşaması ve ikinci turda takım çok da kalecilik bir durum yaşamamıştı. Çeyrek finaldeki Arjantin eşleşmesinde ise durum farklıydı. Turnuvaya favorilerden biri olarak gelen Tangocular'ın kadrosunda olağanüstü hücumcular olsa da; gol beklenmedik birinden, Ayala'dan geldi. Arjantin Teknik Direktörü Pekerman, turnuva boyunca Messi ve Aimar'ı neredeyse hiç kullanmadığı gibi Saviola'yı o maçta kenarda bırakmış, ikinci yarıda Riquelme ve Crespo'yu da oyundan almıştı. 80'de Klose maça dengeyi getirdiğinde Arjantin sadece savunma yapabilirdi. Yaptılar da... Mücadele penaltılara kalmış, Lehmann'ın zamanı gelmişti…
27 yaşındaki kaleci, antrenörü Andreas Köpke'den aldığı not kâğıdını konçuna sıkıştırdı ve görev yerine geçti. Ülkesi penaltıları birer birer gole çevirirken, o da kalesine gelen her atışta doğru köşeye atlamış, Cruz ve Rodriguez'in penaltılarını çıkarmayı milimle kaçırsa da Ayala'nınkini kurtarmıştı. Almanya dördüncü penaltısını da gole çevirdiğinde Lehmann'ın önüne bir fırsat çıktı. Cambiasso'ya gol izni vermemesi, onu Kahn gibi bir efsane yapacaktı. Notlarına uzunca baktı ve çizgiye geçti. Birkaç saniye sonra, yine doğru köşedeydi. Takımını yarı finale çıkarmıştı. Not kâğıdı mı? Üstünde Cambiasso'ya dair tek kelime yoktu. / Atahan Altınordu