Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An

5 dk

Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.

#36 VAKA-İ RONALDO

12 Temmuz 1998... Fransa kendi evinde oynanan Dünya Kupası’nda finalde. Rakip Brezilya. Sonuç 3-0. Bu kadarını biliyorsunuz, peki o finalin etrafında dönen diğer hikâyeleri?

Bugün, “Bizi farklılıklarımız birleştiriyor” sloganını kullanıyor olabilirler ama 1998’in o efsane kadrosunu; Barthez’li, Thuram’lı, Blanc’lı, Desailly’li, Petit’li, Karembeu’lü, Djorkaeff’li o takımı sahada Zidane, saha dışında Deschamps birleştiriyordu. Ülkelerinde oynanan kupada, turnuva boyunca oynadıkları altı maçta kalelerinde sadece (biri penaltıdan) 2 gol görerek finale geldiler. Gerçi insan unutuyor, böyle kâğıt üzerinde çok fiyakalı görünen bazı istatistiklerin nasıl zar zor elde edildiklerini.

Yaşı yetmeyenler bilsin ki Fransa öyle karşısına geleni sürklase ede ede gelmedi finale. Tamam, grup aşamasından firesiz çıktılar da rakipleri Suudi Arabistan, Danimarka, Güney Afrika’ydı. Grup maçlarında oynadıkları futbol da pek ahım şahım değildi. Son 16’da da Paraguay karşısında ölüp ölüp dirildikleri maçı Laurent Blanc’ın altın golüyle kazandılar. Çeyrek finalde İtalya’yı penaltılarda geçtiler; bu defa Baggio attı, Di Biagio kaçırdı. Var bu isimde bir nursuzluk diyerek yarı finale geldik: Rakip Hırvatistan. Yine zor bir maç, bu defa Thuram dublesi, Fransa kendini finalde buldu. Artık tüm Fransa iyiden iyiye futbol meraklısı olmuştu!

Rakip, bir önceki kupayı evine götürmüş, dört kez şampiyon Brezilya’ydı; Ronaldo önderliğinde yıldızlar karması gibi bir ekip, hücum kadar göz kamaştırmasa da fena olmayan bir defans hattı ve kalede devleşen Taffarel... Final günü, maçtan birkaç saat önce açıklanan kadrolarda Fransa’nın ilk 11’i tam beklendiği gibiydi. Kart cezalısı Blanc’ın yokluğunda Jacquet, defansı Frank Leboeuf’e emanet etmişti ama bunun dışında başkaca bir değişiklik yoktu. Brezilya da alıştığımız kadroyla sahada derken, listede Edmundo adını gördük! Ronaldo yerine Edmundo ismi, kuşkucu Fransızlara epey bir dedikodu malzemesi verdi. Önce bunu blöf zannettiler. Zaten konuşmayı hiç sevmezler malum, hemen kazanlar kaynamaya başladı. Yok, bu akıllarını karıştırmak için planlanmış bir oyundu; yok, Brezilyalılar Ronaldo’yu saklayarak Fransa’nın taktiğini bozmaya çalışıyordu; yok, rakibi ciddiye almadıkları için Edmundo’yla başlayacaklardı... Brezilya maç öncesi ısınmaya çıkmayınca iyice dellendiler: Brezilyalılar kendilerini resmen hafife alıyor, züppece davranıyorlardı! Isınmaya bile çıkmamışlardı bak!..

Fransa’nın başka bir ülkeyi züppelikle suçlaması zaten yeteri kadar komikti, üstelik maç başladığında Ronaldo da sahadaydı. Gerçi sahadakine Ronaldo demek de doğru olmaz; daha ziyade gölgesiydi, suretiydi, belki yeteneksiz ikiz kardeşiydi ama bildiğimiz Ronaldo olmadığı kesindi. Sonrası malum: İlk yarıda iki korner, iki Zidane! İkinci yarıda Desailly kırmızı kartla oyun dışında kalsa da Emanuel Petit’nin maçın uzatma dakikalarında takımının üçüncü, Fransa futbol tarihinin 1000. golünü atarak skoru belirlemesi... Fransa, tarihinin ilk Dünya Kupası’na işte böyle ulaştı.

Ronaldo’nun ve Brezilya’nın boşuna günahını alan Fransızlar, sonradan bayağı üzüldü: Ronaldo’nun o sabah otelde gerçekten bir fenalık geçirdiği, hastaneye gittiği ve kontrolden geçtiği hemen final sonrasında ortaya çıktı. El Fenomeno’nun o gün basit bir rahatsızlık değil, basbayağı bir kalp krizi geçirdiğine dair iddialar ise daha birkaç yıl önce ortaya atıldı.

Bu arada, Brezilyalılar maç öncesi ısınmaya, rakiplerini küçük gördükleri, hafife aldıkları için değil, tribünleri hıncahınç dolduran ev sahibi seyirci karşısında moralleri bozulmasın diye çıkmamış, soyunma odasının önündeki koridorlarda ısınmayı tercih etmişlerdi. Zaten Brezilyalılar kim, züppelik kim? / Banu Yelkovan

#34 SKANDAL, İNTİHAR VE MUTLU SON

Kaiserslautern'de maç günü... Avustralya karşısına çıkan İtalya, çeyrek final biletinin peşindeydi. Golsüz geçilen 90 dakikanın ardından +3 oynanıyordu. Guus Hiddink'in takımı Avustralya, favori gösterilen rakibini epey zorlamış ve maçı krize sokmuştu. Artık herkes uzatma periyoduna hazırlanırken; sol bek Fabio Grosso, Marco Bresciano'dan sıyrıldı ve ceza sahasına sokuldu. Lucas Neill'ın müdahalesi, penaltı, topun başına gelen Francesco Totti ve... İtalya çeyrek finalde.

Kaptan Fabio Cannavaro, basın toplantısına gittiği sırada eski takım arkadaşı Gianluca Pessotto'nun intihar girişimi haberini aldı. “Özür dilerim, konuşamayacağım” dedi ve odayı terk etti. 12 sezon Juventus'ta forma giydikten sonra kulüp direktörlüğüne getirilen Pessotto, neden kendini dördüncü kattan aşağı atmak istemişti? Hamburg'da kampta eski takım arkadaşlarını son bir kez görmeye giden Juventus efsanesi, kulübün şike soruşturması nedeniyle geçirdiği süreci kaldıramamıştı.

50 yıllık gazeteci Gianni Bondini, o dönemi şöyle özetliyor: “Pessotto, soruşturmayla alakası olmamasına rağmen depresyondaydı ve futbolcu olduğu dönemde sahadaki çabasının aslında bir hiç uğruna olduğu fikrini aşamadı. Mayıs'ta patlayan şike skandalının, Haziran ve Temmuz'da kupa devam ederken milli takımın peşini bırakmadığını savunabilirsiniz ama en çok tahribat yaratan kesinlikle Pessotto'nun intiharıydı. Neyse ki iyileşti... Burada bir kez daha, 2006 Dünya Kupası zaferini, İtalyan futbolcuların toplum nezdindeki saygılarını geri kazanma çabası olarak görebilirsiniz...” / Uğur Ozan Sulak

#33 JULES RİMET'NİN HAYA

Babası bir bakkal olan Jules Rimet, Batı Fransa’da mütevazı bir hayata gözlerini açmıştı. Dolayısıyla günün birinde futbol tarihini kökünden değiştireceğini ilk anda kimseler tahmin edemezdi. Paris’te hukuk okuduktan sonra, futbolun gelişmekte olan yöneticilik kısmına kafa yoran Rimet’nin vizyonu muazzamdı. 1920 Antwerp Olimpiyat Oyunları’nda, Dünya Kupası fikrini ilk kez ortaya attı. Bir sene sonra FIFA Başkanı oldu ve uzun yıllar boyunca fikrini gerçek kılmak için çalıştı. 1930, hayallerine ulaştığı seneydi.

Bir Avrupalının girişiminin meyvesi olan ilk kupada sadece dört tane eski kıta temsilcisinin oluşu ise ironikti. Zira turnuva Uruguay’da yapılacaktı ve dönemin buhranlı ekonomik şartları sebebiyle Avrupalı futbolcular bu uzun seyahati yapmak istemiyorlardı. Korkuları, turnuva öncesinde bıraktıkları işlerini dönüşte bulamamaktı. Belçika, Romanya, Fransa ve Yugoslavya ise seyahat masraflarının karşılanması sayesinde ikna edilen Avrupa ülkeleri oldu. Uruguay’ın başkenti Montevideo’da düzenlenen 13 takımlı ilk Dünya Kupası böylece başladı.

Turnuva tarihinin ilk golü Fransa-Meksika karşılaşmasında Lucien Laurent’den geldi. Ülkesi belki gruptan çıkamayacaktı ama kazandıkları tek maç bile Rimet için özeldi. Bavulunda Uruguay’a kadar getirdiği kupanın sahibi ise ev sahibi ülke oldu. 1924 ve 1928’deki iki olimpiyatın da şampiyonu olan Uruguay, maç kaybetmeden zafere ulaştı. Kupanın Uruguay adına birçok yıldızı vardı ama finalde Arjantin’e kapanış golünü atan tek kollu Pedro Castro hiç unutulmadı... / Aras Yetiş

Dennis Bergkamp, kupa tarihinin en ikonik gollerinden birine imzasını atıyor...

Dennis Bergkamp, kupa tarihinin en ikonik gollerinden birine imzasını atıyor...

#32 20 YIL ÖNCE, 20 YIL SONRA

Arjantin ile Hollanda arasında oynanan 1978 Dünya Kupası Finali, tarihin en sert ve çetin maçlarından biriydi. Son dakikalarına 1-1 girilen karşılaşmada fazlaca dönüm noktası aşılmış ancak bu maçı yıllar sonra hatırlanır kılan pozisyon henüz yaşanmamıştı. 90. dakikada orta sahadan gelen uzun pasta zor olsa da topa vurmayı başaran Rob Rensenbrink, fileleri değil de direği nişanlayabilmişti. Uzatmalarda 3-1 kazanan Arjantin ilk kupasına ulaştı, Hollanda’ya gönül verenler ise ‘o direği’ yıllar geçse de unutmadı.

İki takım, 1998’de bu kez çeyrek finalde karşı karşıya geldiğinde 20 yıl önceki sertliğin dozajı biraz daha artmıştı. Numan’ın kırmızı kartı ve Davids’in maç boyunca Ortega’ya yaptığı sert savunma, bu zor maçı en iyi anlatan sahnelerdi. Karşılaşmayı unutulmaz hâle getiren pozisyonlar ise yine son dakikalara doğru yaşandı. Ariel Ortega önce ceza sahasında kendini yere bıraktı, ardından da Van der Sar’a kafa attı ve kırmızı kart gördü.

İki dakika sonra ise tüm dünya Dennis Bergkamp’ı ve onun hayal gücünü izledi. Havadan gelen topu ustaca kontrol eden Bergkamp, topu yere vurdurarak attığı çalımla Ayala’yı ekarte etti ve devamında topu da ayağının dışıyla ağlara gönderdi. Hollandalı, yıllar sonra FourFourTwo dergisine verdiği röportajda, bu ve benzeri anları nasıl gerçeğe dönüştürebildiğini şu sözlerle anlatacaktı: “Bu, yapboz çözmek gibi. Aklımda her zaman iki ya da üç saniye sonra bir şeylerin nasıl görüneceğine dair bir resim var. Hesaplayabiliyorum ve başkasının yapamayacağı bir şeyi yapmak bana muazzam bir keyif veriyor.” / Kaan Demirel

#31 VIDELA VE KISSINGER'IN GÖLGESİ

Jorge Videla, 1976’da askeri darbeyle başına geçtiği Arjantin’de muhalif görüşlere kulak vermeye niyetli değildi. Beş yıllık cunta yönetimi sırasında yaklaşık 30 bin insan ‘ortadan kayboldu.’ Ülkenin uluslararası sahnedeki kötü imajını makyajlamak için Dünya Kupası’nı büyük bir fırsat olarak gören General Videla, kupa boyunca hiçbir şiddet olayının yaşanmayacağı garantisiyle ev sahipliğini elinde tutmayı başardı. Batı Almanya kaptanı Berti Vogts’un “Arjantin’in diktatörlükle yönetildiğine dair en ufak bir göstergeye rastlamadım” sözleri, makyajın işe yaradığının kanıtıydı.

Evinde, ilk kupa zaferini yaşayan Arjantin geriye büyük bir soru işareti bırakmıştı: İkinci tur gruplarında Peru’yla oynadıkları, en az dört farklı kazanmaları gereken ve 6-0’la güldükleri maç ne kadar temizdi? Eski senatör Genaro Ledesma’ya göre Peru hükümeti, sol görüşlü muhalifleri Arjantin’de hapsetmesi karşılığı Videla’ya istediği skoru vermeyi kabul etmişti. Maç öncesi Videla ve ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Peru soyunma odasını ziyareti, Peru’da Jose Velasquez’in 50. dakikada kenara alınışı gibi unsurlar da maçın pek temiz olmadığını gösteriyordu.

Kendisi de cuntanın işkence kamplarından nasibini almış Arjantinli aktivist Norberto Liwski, “1978 Dünya Kupası, Arjantin toplumunun en derin yaralarından biridir” diyor. Evet, belki bugün iki şampiyonluk Arjantin’in hanesinde ama çoğu Arjantinli için onlardan biri aslında yok hükmünde... / Buğra Balaban

Socrates Dergi