Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An

5 dk

Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.

#5 İKİNCİ MARACANAZO

2014 yılında Brezilya’da oynanan Dünya Kupası yarı finali, hem ev sahibi ülkenin milli takımının hem de dört yıl sabırsızlık içinde beklenen bu efsanevi turnuvanın tarihine unutulmayacak bir yaprak ekledi. Brezilya ve Almanya arasında geçen karşılaşmanın ardından, Brezilya gazeteleri hafızalardan silinmeyecek manşetlerle, karartılmış baş sayfalarla çıktılar.

Jogo Extra’nın kupa özel ekinde “Parabéns” (Tebrikler!) yazıyordu; Brezilya futbol tarihine Maracanazo olarak geçen, 1950 Dünya Kupası’nı finalde kendi elleriyle Uruguay’a teslim ettikleri maçtan kasıtla “Bize futbolda bundan daha büyük utançlar da olabileceğinizi gösterdiniz, teşekkürler!” diyerek tarihin en büyük mağlubiyetine ateş püskürüyorlardı. Gazetenin kendisinde ise baş sayfada kapkara zemin üzerine, 7 rakamının şekli verilmiş bir tipografiyle, “Pior Vexame Da Historia” (Tarihin en büyük utancı) yazılmıştı. Brezilya’nın en büyük gazetesi O Globo da bu ‘utancı’ manşetten vermiş, iç sayfalarda ise alaycı bir şekilde “Brezilya 1-7 Almanya, milli takım tarih yazdı!” başlığını atmıştı. Yenilginin faturasını Felipe Scolari’ye çıkaran basında, dozu epey artıranlar olmuştu. O Dia gazetesi, “Va Pro Inferno Você, Felipão!” (Cehenneme git Felipe!) manşetini kullanmıştı.

Aslında her şey iyi başlamıştı. Ev sahibi olmanın avantajıyla hakemlerin azıcık eyyamcılığının, kayırmacılığının da etkisiyle yarı finale kadar gelmişti Brezilya. Zaten koskoca Brezilya bu; eyyamcı hakemlere, federasyon dalaverelerine ihtiyacı mı var? Dünya futboluna yön veren topçularıyla çıkıp yaygın tabirle ‘aslanlar gibi’ oynadı. Bu maç da hiç fena başlamamıştı. Thiago Silva’nın kart yüzünden yokluğu ve Neymar’ın sakatlığı epey tedirgin ediciydi elbette ama maç sonrası ağlayarak dua eden fotoğrafıyla maçın ikonlarından biri olan David Luiz, Marcelo, Fernandinho, Luis Gustavo, Hulk, Oscar sahadaydı işte. Almanların kadrosunu saymaya kalkmak, Brezilya’nın acısını deşmekten başka bir işe yaramayacağı için hiç kalkışmıyorum bile...

İlk 10 dakikada Brezilya epey saldırgandı aslında. En azından Marcelo’dan başka futbolcuların adını da duyabiliyorduk. Derken ilk gol geldi. Olabilir, futbolda böyle şeyler oluyor. 1-0 ne ki! Ne efsane geri dönüşler gördük. Derken Klose, Brezilyalı Ronaldo’nun rekorunu kırarak Dünya Kupası’ndaki 16. golünü attı; 2-0. Dakika 23! İşte felaketin fitilini ateşleyen de bu gol oldu. Koskoca Brezilya, Şampiyonlar Ligi elemelerinde Real’le, Bayern’le eşleşmiş Orta Avrupa takımları gibi altı dakika içinde tamı tamına dört gol yedi. Öyle ki Klose ile Kroos’un golü arasında bir, Kroos’un ilk ve ikinci golü arasında bir buçuk dakika var. Hal böyleyken Seleçao, devre arasında soyunma odasına beş gol yemiş bir hâlde gitti. Ama ateşliyken görülen kâbusları andıran, uyuyup uyandıkça geçmeyen bir lanet o gece Brezilya’nın yakasına yapışmıştı çoktan. Dönüşte, yaklaşık 15-20 dakika sonra altıncı gol geldi. Schürrle durmadı, ikinci golünü de attı bir 10 dakika kadar sonra. Böylece Brezilya’nın Dünya Kupası tarihindeki en büyük utanç ve kaybediş hikâyesinin finali yazılmıştı. Kendi evinde, kendi Dünya Kupası’nda, hem de yarı finalde 7 (hatta son anda Mesut’un şutu fileyi bulsaydı 8 olacaktı) gol yemiş bir Brezilya!

Çocukken mahalle maçlarında (5’te devre 10’da biter) güçsüz olan hiç gol atamamışsa galip taraf onlara bir gollük iltimas yapar, buna da ‘şeref golü’ derlerdi. Bari bir gol atıp şereflerini kurtardılar, manasında. Bu cehennemî maçta Brezilya’nın şeref golünü de maçın bitmesine yakın Oscar attı. Ve tüm Brezilyalıların sonsuza kadar unutmak istediği skorbord görüntüsü, 1-7’de donup kaldı böylece...

Biz babamla seyretmiştik maçı. Gazeteler o zamanlar, Neymar’ın Schürrle’nin ikinci golünden sonra maçın bitmesini beklemeden televizyonu kapatıp kumar oynamaya gittiğini yazmıştı. Biz balkonda oturuyorduk. Kumar adetimiz de yoktur. Schürrle ikinci golü filelere takınca televizyonu kapattı babam. “Karpuz soğumuştur,” dedi, “getir de yiyelim.” / Mahir Ünsal Eriş

#4 AŞILMAZ EŞİK: JUST FONTAINE

Dünya Kupası tarihinin en iyi gol ayaklarından bir sıralama yapmak kolay iş değil. Toplam gol miktarlarını kıyaslarsanız, kariyeri boyunca milli takım performansı kulüpteki yansımalarının ilerisinde olan Miroslav Klose zirvede. Öte yandan dört kupada çıktığı 24 maça 16 gol sığdıran Klose’yi takip eden Ronaldo, Gerd Müller gibi efsaneler 20 maç dahi görememişlerdi. ‘Az zamanda çok ve büyük işler yapan’ oyunculara göz atarsanız, Rusya formasıyla kariyeri boyunca attığı altı golü de Kupa 94’ün grup aşamasındaki beş güne sığdıran Oleg Salenko’ya rastlamanız olası. Maç başına gol miktarlarını dikkate aldığınızda ise Ernest Wilimowski en tepede. Bir arkadaşa uğrayıp çıkarcasına dönemin tek maç eleme usulü formatında eline geçen nadide fırsatı Brezilya kalesine dört gol atarak geçiren Polonyalı, 6-5’lik mağlubiyete engel olamamıştı.

Hangi kriteri kullanırsanız kullanın bir şekilde üst sıralarda kendisine yer edinen müstesna isimse İsveç 1958’e imzasını atan Just Fontaine... Boy gösterdiği tek kupaya damga vuran Marakeş doğumlu Fransız, altı maçta 13 kez ağları havalandırarak ülkesine 1998’e kadarki en büyük başarısı olan üçüncülüğü getirmişti. İşin ilginciyse Fontaine’in eleme grubundaki dört maçta sahaya çıkmamış olmasıydı. Hatta o dönem Reims’den takım arkadaşı olan Rene Bliard kupa yaklaşırken sakatlanmamış olsa Fontaine yerine ilk 11’de oynayacaktı. Ancak Bliard sakatlandı, Just Fontaine altı maça 13 gol sığdırdı ve kupa tarihinin kırılması en zor rekorlarından biri bugüne dek sağ salim geliverdi... / Buğra Balaban

#3 HEYKELİ YIKAN ADAM

Euro 1984'ün ilk turunda elenen Batı Almanya, Jupp Derwall'in görevine son verirken takımı Franz Beckenbauer'a teslim etmişti. Bu, Kaiser'in ilk teknik direktörlük deneyimi olacaktı. 1986 Meksika'da takımını finale taşıdı ama Arjantin'e 3-2 kaybetti. Taraflar, dört sene sonra yeniden finalde buluştular.

İtalya '90 serüvenine ‘son şampiyon’ apoletiyle başlayan Carlos Bilardo'nun Arjantin'i, ilk maçını Nery Pumpido'nun hatası sonucu Kamerun'a kaybetmişti. 1986'da şampiyon takımın kalecisi olan Pumpido, turnuvaya yaptığı kötü başlangıca rağmen takımın önemli isimlerinden biriydi ve grubun ikinci maçında SSCB karşısında kaval kemiğini kırması Bilardo'nun canını sıkmıştı. Zira Pumpido'nun yedeği, Kolombiya'daki kulübünde sekiz aydır maça çıkmayan, Sergio Goycochea'ydı. Uluslararası seviyede tanınırlığı olmayan Goycochea, görkemli serisine 1-0 kazanılan Brezilya maçıyla başladı. Arjantin, çeyrek finaldeki rakibi Yugoslavya'yı 0-0 biten maçta penaltılarla geçerken yarı finalde de 1-1 sonuçlanan karşılaşmada ev sahibi İtalya'yı penaltılarla elemişti. El Goyco, dört penaltı kurtararak kahraman olmuş ve Maradona'dan, “Eğer finalde de kurtarırsan Buenos Aires'e heykelini dikeceğim” sözünü almıştı.

Kariyeri boyunca birçok kritik penaltıyı sol ayağıyla gole çeviren Andreas Brehme 85. dakikada topun başına geldiğinde Goycochea doğru tarafı tahmin etmiş, yani sağına yatmıştı. Sağ ayağıyla topu sol köşeye gönderen Brehme, Batı Almanya'nın finali 1-0 kazanmasını sağlamış ve Buenos Aires'teki Goycochea heykelini yapılmadan yıkan kişi olmuştu. / Uğur Ozan Sulak

Andreas Brehme'nin kupayı getiren penaltısı...

Andreas Brehme'nin kupayı getiren penaltısı...

#2 BALLACK'IN FİNAL ÖZLEMİ

“Hissettiklerimi anlatabilmek çok güç. Çünkü final maçında sadece yedek kulübesinde oturacak olmanın nasıl bir his olduğunu hayal edemiyorum.” Yıldız oyuncu, Dünya Kupası finalini kaçırıyor olmasını bu sözler ile anlatıyordu.

Almanya Milli Takımı, 2002 Dünya Kupası’na gittiğinde takımın lideri Michael Ballack’tı. Panzerler, zorlanmadan gruptan çıktı. Son 16’da Paraguay’ı, çeyrek finalde ABD’yi ve yarı finalde de Güney Kore’yi geçti. Yedinci kez Dünya Kupası finaline çıkarlarken Ballack da son iki maçta attığı iki golle onları sırtlayan oyuncu oluyordu. Fakat 1998’de Laurent Blanc’ın yaşadığı şanssızlık, bu kez Michael Ballack’ın başına gelmişti. Güney Kore ile oynanan yarı final maçında takımını finale taşıyan golü atmadan sadece dört dakika önce Lee Chun Soo’ya yaptığı faulle sarı kart gören Ballack, geçmiş turlarda gördüğü bir sarı kart daha olması sebebiyle final maçında cezalı duruma düşmüştü.

Dönemin Almanya Milli Takımı antrenörü Rudi Völler elbette Ballack’ın finalde oynamayacak olması konusunda endişeliydi. Ancak Alman çalıştırıcı yine de oyuncusunun yanında durmayı seçti: “Başka bir seçenek yoktu, Lee tehlikeli bir pozisyondaydı ve ona faul yapmak en iyi seçenekti.” Oynayamadığı final maçı, kaybedilen Şampiyonlar Ligi finali ve Bayer Leverkusen ile son haftalarda yitirilen şampiyonluklar… Maalesef hayal kırıklıkları Michael Ballack’ın hayatının önemli bir parçası oluvermişti. Belki de Alman futbolcu için yapılmış doğru yakıştırmayı da Atahan Altınordu, Socrates’in Mart sayısındaki yazısında yapmıştı: En iyi ikinci. / Kaan Demirel

#1 EN ÜNLÜ FAUL

Toni Schumacher’in Fenerbahçe formasıyla Türkiye yolunu tutmadan çok öncesi... 1982 Dünya Kupası’nın yarı finali... Batı Almanya ve Fransa’nın final için kozlarını paylaştığı maçta, Maviler’in kulübesinde görev bekleyen Patrick Battiston karşılaşmayı dikkatle takip ediyor. Kenardayken dikkatini çeken noktalardan biri rakip kaledeki Schumacher’in heyecanı. Yıllar sonra sorulduğunda o yarı final maçını, “Dominique Rocheteau ve Didier Six’e karşı çok sert müdahaleleri vardı. Yerinde duramıyordu” diye hatırlıyor Battiston. Ancak maçın 50. dakikasında oyuna girdiğinde, nokta atışı gözlemleri az sonra başına gelecekleri engellemeyecek. Kalesinde tehlike olarak gördüğü bir topta Battiston’un üzerine giden Schumacher, maç başından beri sergilediği ‘heyecanlı’ hamlelerine bir yenisini ekleyecek ancak bu kez sertlik ayarını Battiston’u bayıltacak kadar kaçıracak. Bu, Fransız savunmacıyı sahada 10 dakika kaldıktan sonra sedyeyle oyundan çıkartmaya yetecek kadar sert bir müdahale. Turu alan ise ‘uçan faulünden’ kartsız sıyrılan Schumacher’in Batı Almanya’sı... Schumacher, karşılaşmadan hemen sonra kendisine uzatılan mikrofonlara karşı da sahadakinden daha zarif davranmıyor. Battiston’un dişlerinin kırıldığı haberini veren muhabire cevabı, “Öyleyse tel parasını karşılayabilirim” şeklinde. Bugün bile hâlâ omuz problemleri yaşayan Battiston’dan özrünü ise birkaç yıl sonra diliyor ve olumlu cevap alıyor. Yine de Fransa’da ‘en sevilmeyen kişi’nin sorulduğu bir ankette Adolf Hitler’i geride bırakacak kadar oy aldığını da söyleyelim... / Emre Gürkaynak

Socrates Dergi