
Kupa Tarihinden 50 Unutulmaz An
5 dk
Hafızalara kazınan goller, sevinçler... Unutulmaz takımlar ve sahaya koydukları futbol... Efsane futbolcuların zafer ya da hayal kırıklığı hikâyeleri... Dünya Kupası'nın 50 unutulmaz ânını derlemeye çalıştık.
Bazen harika bir gol değiştirebilir bir kupanın gidişatını... Ya da sürpriz yapan bir takım... Dönemi, çağı ya da o maçı değiştiren yıldızlar da çıkmıştır kupa sahnesine... Yaşımız yetmese bile aklımızda yer etmiş bu futbol hafızalarını derlemeye çalıştık. 50'den geriye doğru gideceğiz ama siz sıralamaya bakmayın, önem sırasında birçoğu aynı seviyede bizim için...
#50 MARADONA EVİNE DÖNÜYOR
Dünyanın geneli, Maradona ismiyle gazetelerin spor sayfalarındaki küçük puntolu köşelerde tanıştı. Yazılanlara bakılırsa, Arjantin'de ortaya çıkan genç yetenek, dünya çapında bir yıldıza dönüşebilirdi. Zaten 1978 Dünya Kupası'nda Arjantin'e sempati duymaya başlayan milyonlarca insan, isminden günden güne daha çok söz ettiren bu yeteneği merakla bekledi. Pek çoğu için onu ilk kez izleme fırsatı, 1982'deki turnuvada geldi. Dönemin savunma anlayışı gereği her yıldız futbolcu gibi çok sert müdahalelere maruz kalan Maradona yine de yeteneğiyle öne çıkmayı başardı ancak bu, daha hiçbir şeydi. 1986'da tanrılaştı. 1990'daki performansı ise herhangi bir futbolcu için muhteşem, onun için beklentilerin biraz altındaydı. Bir yıl sonra kokain kullandığı gerekçesiyle 15 ay ceza aldı. Dönüşü, muhteşem olmadı. Ne Sevilla'da ne de kendini aradığı ülkesinde futbola odaklanabildi. Her şeye rağmen, 1994 Dünya Kupası öncesi herkesin en büyük merakla beklediği futbolcu oydu. Üstelik Arjantin, belki bu defa öncekilerden daha da iyi bir kadroya sahipti ve Maradona'nın yeni jenerasyonun yetenekli yıldızlarıyla birlikte başarabilecekleri, insanda ister istemez bir heves uyandırıyordu. Turnuvadaki ilk maçında Yunanistan ağlarını havalandırdı. Batistuta'nın da hattrick'iyle belirlediği 4-0'lık skor, Arjantin rüzgârını kuvvetlendirdi. Nijerya ile oynadıkları ikinci maçtan sonra ise dünya şok bir haberle sarsıldı: Yasaklı madde kullandığı tespit edilen Maradona, eve dönüyordu. / Atahan Altınordu
#49 İHTİYARIN DANSI
1990 Dünya Kupası kadroları açıklanırken 38’lik Roger Milla, kariyerinin sonuna geldiğini düşünüyordu. Hint Okyanusu’ndaki Reunion adasında amatör olarak top peşinde koşmayı beklerken Kamerun Devlet Başkanı Paul Biya’nın emriyle önce Yugoslavya’daki milli takım kampına, akabinde de İtalya '90 kafilesine dâhil edildi.
Kamerun, son şampiyon Arjantin’i yenerek başladığı kupa serüvenine Hagi’li, Popescu’lu, Lacatus’lu Romanya’yı devirerek devam ederken Milla’nın sahneye çıkma vakti gelmişti. 58’de adım attığı çimlerde tek başına yarattığı iki golle bir üst turu garantiledi. Sağ kanattaki köşe bayrağıyla raks ettiği anlar, en ikonik gol sevinçleri arasında yerini aldı.
Milla, köşe bayrağının yanı başında kalçalarını sallamaya üst turda da devam edecekti. Kolombiya’nın delidolu kalecisi Higuita’dan topu kapıp attığı ikinci gol tüm dünyayı şaşırtsa da teknik direktörü Valery Nepomnyashchy’ye göre, bu bir sürpriz değildi: “Roger maçtan önce bana gelip ‘Bu herifi cezalandıracağım’ demişti.” Milla o golle hem Afrika’ya tarihteki ilk çeyrek finalistini hediye ediyor hem de dört yıl sonra kendi rekorunu kıracağından habersiz, kupa tarihinin en yaşlı golcüsü unvanını eline geçiriyordu.
Milla, bir üst turda İngiltere'ye karşı takım arkadaşlarına iki gol hazırlasa da Lineker’in beyaz noktadan bulduğu goller, ‘Boyun Eğmeyen Aslanlar’ı rüyadan uyandırdı. Geriyeyse kupa tarihinin en özel tek kişilik gösterilerinden birini sunan Milla kaldı. / Buğra Balaban

1974 Dünya Kupası Finali'nden...
#48 TURUNCU MİRAS
Türkiye’ye televizyonun yeni yeni geldiği, siyah beyaz yıllar… TRT’nin naklen yayınıyla ilk olarak 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nı izleme fırsatı bulmuştuk. Tabii babam, teknik direktör Ziya Taner sağ olsun, evimizden futbol sohbeti hiç eksik olmazdı. Dolayısıyla 1974 Dünya Kupası’nın da televizyondan yayınlanacağını duyduğumda çok sevinmiştim. Yaşım 10 fakat futbola hâkimim, özellikle de Brezilya’ya karşı bir hayranlığım var. 1970’te kupayı kaldıran takımı hem babamdan dinlemiş hem de sinemalarda gösterilen görüntülerini izlemiştim. Bu nedenle Almanya’daki turnuvada favorim belliydi; Brezilya’yı destekleyerek kupaya başladım…
Sonra başka ülke takımlarını da görme fırsatı buldum. O klasik "Almanlar hiç yenilmez" deyişi vardır ya mesela; aynen öyleydi. Onların futboluna ve disiplinine hâlâ sürmekte olan bir sempatim var ki tohumları 1974’te atılmıştır. Bir de tabii Hollanda’yı tanıdım. Henüz ne kadar iyi oynadıklarını görmeden önce dahi farklı formalarıyla ilgimi çekmişlerdi. Sonraki yıllarda güçlerini o Dünya Kupası’ndan alarak güzel futbolla özdeşleştiler. Yıllar içinde çalıştığı takımlarda 4-3-3 sistemini oynatmış bir teknik adam olan babam da turnuva esnasında Hollanda’yı dikkatle izliyordu. Tabii Türkiye’de o Hollanda takımının yaptığı gibi bir ‘Total Futbol’un oynanması pek kolay değildi. Bunun için özel yetişmiş çok iyi futbolcularınızın olması lazımdı.
Mesela Hollanda’nın Johan Cruyff’u vardı… Ben ona 'yeşil sahaların Victor Hugo’su diyorum. Çünkü tıpkı Fransız edebiyatının yenilikçi yazarları gibiydi; tahmin edilemezdi ve süslü hareketler içeren bir futbol üslubu vardı. Kalecileri Jan Jongbloed’ün pek bir özelliği yok gibi görünürdü ama ayakları iyiydi mesela. Şimdilerde çok moda olan ayağı iyi kaleci kavramını Hollandalılar o zamanlardan keşfetmişti. Wim Suurbier, Johan Neeskens ve Rob Rensenbrink çok özel oyunculardı. Willy ve Rene van de Kerkhof kardeşler de ilerleyen yıllarda epey önemli yıldızlara dönüştüler.
Bu kadro ilk olarak 1930’lar Avusturyası'nda denenen ama başarılamayan şeyi yaptı ve Total Futbol’u hakkıyla oynadı. Zaten bu sayede '74 Dünya Kupası’nın finaline yükselmeyi de başardılar. Karşılarına ise Almanya ve çocukluğumda önemli izi olan bir diğer efsane, Franz Beckenbauer çıktı. Ankaragücü altyapısında oynarken Beckenbauer gibi ayak dışı ile pas vermeye çalıştığım için hocalarımın bana kızdığını hatırlıyorum. “Pas ayak içiyle verilir” derlerdi hep. O da çok centilmen bir yıldız ve tam bir kaptandı. Dolayısıyla finalde Cruyff ve Beckenbauer’ı aynı sahada görecek olmanın heyecanı büyüktü.
Tabii final maçını da rahmetli babamla birlikte izledik. O dönem komşular da bize gelir ve onunla futbol konuşmak isterlerdi. Finalin ilk saniyelerinde Hollanda 1-0’ı bulmasına rağmen babam, “Bu maçın rengi değişir, Almanlar kupayı bırakmaz” demişti. Söylediği harfi harfine çıktı ve devre bitmeden Almanya öne geçti. Maç 2-1’lik skorla bittiğinde Dünya Kupası Beckenbauer’in ellerinde yükseliyordu. Hollanda ise Johan Cruyff önderliğinde günün birinde tüm dünyayı etkileyecek bir miras bırakmıştı: Total Futbol, yaşamaya devam edecekti... / Ercan Taner
#47 TAKIM OYUNU
“O ânı her gün düşünüyorum.” -Carlos Alberto
Brezilya, 1970’te Jules Rimet Kupası'nı ebediyen müzesine taşımıştı. Antrenör Mario Zagallo’nun, liberosuz ve beklerin sürekli bindirme yaptığı pasa dayalı oyun anlayışının yanına döneme göre zorlu kondisyon antrenmanlarını (Cooper Testi) eklemesi, ortaya kupa tarihine geçen bir performans çıkmasını sağlamıştı. '70 model Brezilya’nın simge ânı ise finalin son dakikalarına saklanıyordu…
21 Haziran 1970’te Azteka Stadı’nda son Avrupa Şampiyonu İtalya karşısına çıktıklarında net favori değillerdi. Ama oyunu baştan sona üstün götüren taraf Brezilya oldu. Dakikalar 86’yı gösterdiğinde 3-1 öndeydiler. İtalya, şuursuz ataklarından birine hazırlanıyordu ki Brezilya topu kaptı. Gösteri başlıyordu…
“Zagallo eğer Tostao, Pele ve Jairzinho aynı anda sol kanadımıza yönelirse İtalyanların kendi sol kanatlarını boş bırakacağını söylemişti.” Yıllar sonra o anın başlangıcını böyle anlatan kaptan Carlos Alberto, takım arkadaşı Clodoaldo’nun driplinge başlamasıyla sağ bekteki yerini yavaş yavaş terk ediyordu. Sahne, tam da Zagallo’nun senaryosuna uygundu: Jairzinho sol kanada deplase olmuş, Pele ve Tostao da İtalya ceza sahası civarına yerleşmişti. Pele, topu aldığında Santos’tan takım arkadaşı Carlos Alberto’nun pozisyon aldığını çoktan biliyordu. Topu, kaptanının önüne yuvarladı ve Brezilya’nın sağ beki Carlos Alberto da yerden, sert ve muhteşem bir vuruşla skoru belirledi; Brezilya: 4 - İtalya: 1. Dünya Kupası tarihinin en dominant finali, dokuz Brezilyalının topa dokunduğu masalsı pas gösterisi ile son buluyordu. / İlhan Özgen
#46 REKABETTE ÜÇÜNCÜ PERDE
Uluslararası futbolun en büyük çekişmeleri genelde komşu veya en azından aynı coğrafyayı paylaşan ülkeler arasında olur. İki farklı kıtadan iki ülkenin birbirine, rekabete dönüşecek kuvvette hisler beslemesi ise pek olası değildir. Ancak eğer Arjantin ve İngiltere arasındaki gibi bir geçmişten bahsediyorsak, olasılıklar da bazen anlamını yitirebilir. Öyle ki İngilizlerin 19. yüzyılda henüz İspanya kolonisiyken Arjantin’i işgal etmeye çalışması ve 1982’deki Falkland Savaşı gibi tarihi sürtüşmelerin izlerini, iki ülkenin yeşil sahadaki çarpışmalarında da bulabiliriz.
1966 ve 1986’daki, kazananı yolun sonunda şampiyonluğa götürmüş eleme turu randevularının ardından iki ülke bu kez Fransa '98 ikinci turunda eşleştiler. Glenn Hoddle’ın elindeki potansiyelli kadro, kupa için ciddi bir adaydı. Arjantin ise Maradona’sız ilk dünya kupasında, Batistuta ve Veron gibi tecrübeli isimlerin ayaklarına bakıyordu.
Saint-Etienne’de açılışı penaltıdan Batigol yaptı, ona Adalı muadili Alan Shearer aynı şekilde cevap verdi. Skor 1-1’ken Michael Owen, bugün bile kariyerinin en hatırlanan ânı olan o meşhur golü attı ama devre bitmeden enteresan bir duran top organizasyonu sonucunda Zanetti’nin golüyle skor tekrar eşitlendi. David Beckham'ın kırmızı kart gördüğü, devamı golsüz geçen ve seri penaltı atışlarına giden mücadeleyi kazanan Arjantin oldu. Dev rekabetin üçüncü perdesinde galip gelen taraf bu kez kupayı kaldıramadı fakat bu maç da üzerine düşeni yapmış ve unutulmaz olmayı başarmıştı. / Aras Yetiş