
A Noktasından B Noktasına
16 dk
Türk futbolunu kısırdöngüler olmadan düşünmek imkânsız. Bu döngüler içinde çalışmanın ve savrulmanın zorluklarını, ülkenin en tecrübeli teknik direktörlerinden Yılmaz Vural, Mesut Bakkal, Fuat Yaman ve İrfan Buz'a sorduk, aldığımız cevapları derledik…
Türkiye'de futbol, tartışmalı bir öge. Milyonların konuştuğu ve tartışmanın hiç bitmediği bir spor dalı. Ancak bu kadar ilgiye rağmen ilerleme kaydettiğini söylemek güç. Hatta gerileme evresine girdiği dahi söylenebilir. Neden? Birçok sebep saymak mümkün. Ama akla ilk gelenlerden biri, sektörün aynı yoldan giderek farklı yere varma hevesi.
Aynı antrenörler, benzer yönetimler, pahalı transferler, kovulmalar, plansızlıklar… Yıllarını kısırdöngüler arasında mekik dokuyarak geçiren Türk futbolunu, yıllarını ülkenin kulüpleri arasında mekik dokuyarak geçiren teknik direktörlere sorduk. Ve emin olun, konu konuyu bir hayli açtı…
Yılmaz Vural: Türk futbolunda döngüler bitmez. Ben 74'te profesyonel, 79'da antrenör oldum. O zaman neyse, şimdi de o. Zeminler, statlar, soyunma odaları gibi şekilsel boyutta değişiklikler oldu ama düşünsel boyutta çok az değişiklik var.
Mesut Bakkal: Yirmi yıldır Süper Lig'de çalışıyorum. 11-12 takımı küme düşmekten kurtarma onuruna eriştim. Bunların ışığında şunu söyleyebilirim: Kısırdöngünün esas olma sebebi günü kurtarmak. O gün galip geliyorsanız iyi takım, mağlup oluyorsanız da kötü takımsınız. Her maçı kazanmak veya her maçta başarılı olmak zorundasınız. Peki böyle bir şey mümkün mü? Değil. Ancak yönetimler bizi günü kurtarmamız için çağırıyor.
İrfan Buz: Ben eğitimimi Almanya'da aldım, Türkiye'deki sekizinci yılıma giriyorum. Rahatlıkla söyleyebilirim ki Türk futboluna dair görmediğim bir şey kalmadı. Avrupa'da odakta gelişim varken burada her şey sonuca endeksli. Bazen bir takım maçı kaybediyor ama çok iyi top oynuyor, orada bir ışık görüyorsun, önümüzdeki haftalarda takım belli bir düzeye çıkacak diyorsun. Ama önümüzdeki haftalar geliyor, sen onları göremiyorsun.
Mesut Bakkal: Sonuca endeksli gittiğimiz için iyi futbolu veya oyunun getiri ve götürülerini kenara bıraktık. Eğer 90 dakika kötü oynayıp bir şekilde puanı alıyorsanız, oynadığınız kötü maçlar veya kulüpte yaptığınız olumsuz işler örtbas ediliyor. Oysaki ben değerlendirilmenin sonucu alırken yapılması gerektiğine inanırım. Uzun vadeli düşündüğünüzde kafanızdaki oyunu yeşertir, sonrasında sonuç almaya başlarsınız.
İrfan Buz: Hem taktiksel hem de bireysel olarak futbolcuların verimini maksimum seviyeye çıkarmak için zaman temel ihtiyaç. O zamanın sonunda hocanın istediği şey, sahada el yazısı gibi geri döner. Ama Türkiye'de bunu oturtacak zamanı çok nadir bulabilirsiniz. Çünkü yönetimlerde de bu işin ehli olmayan insanlar yer alabiliyor. Adamın parası var, inşaatla ya da ne bileyim plastikle uğraşıyor; sonra bir anda gelip futbolla alakalı konularda karar veriyor. Halbuki istikrarı ve başarıyı yakalamak için önce karar mercilerinde futbol anlayışının yüksek olması gerekiyor.
Karar Vericiler
Fuat Yaman: Türkiye'deki çarpık düzenin en büyük sorumlusu, karar vericiler. Yönetici, başkan dediğimiz insanları kastediyorum. Futbolun diğer unsurları, bu sistemde barınabilmek için bir sürü şeyden ödün vermek zorunda kalıyor, aksi takdirde de sistemin dışına atılıyorlar. Özellikle futboldaki kaynakların çoğalmasıyla sayıları da gitgide artan karar vericiler; tüm yetersizlikleri, bilgisizlikleri ve vizyonsuzluklarına rağmen kaynakları kendi gönüllerince yönetiyor ve bunu yaparken de çok büyük fedakârlıklar yaptıklarını iddia ediyorlar. Ailelerinden, ceplerinden, oradan buradan… Tam tersi, sıkıcı aile hayatından uzaklaşmak için gelen çok kişi var. Renkli bir ortam, kendilerine ait olmayan maddi imkânlar, popülarite…
Yılmaz Vural: Yönetici arkadaşımda futbolu bilme şartı arayan yok. Yönetici ya siyasete yakın olacak ya milletvekili olmak için popülarite ihtiyacı olacak, ya bir ihale alıp para kazanacak… Maalesef Türkiye'de yönetici olma nedenleri bunlar. Popülarite istiyorsan bu başarıyla olur. İki maç başarısızlık olduğunda "Hadi güle güle, sen git, sen gel" diyor, sorumluluğu kendi almıyor ki…
Mesut Bakkal: Türkiye'deki yönetimlerin teknik direktör seçimlerinde "Hoca acaba bizim bünyemize uyuyor mu?" diye sorduklarını hiç düşünmüyorum. Yönetim hocayı "Bizi kurtar!" diye getiriyor, kurtaramazsa yolluyor. İyi de adam kısa vadede çalışan bir hoca mı yoksa farklı meziyetleri olan biri mi? Yine aynı hesap: Hele bir şu ligde kalalım da sonrasına bakarız… Daha da kötüsü birçok yöneticiye göre hâlâ teknik direktörün takıma katkısı yüzde 20-30 civarlarında. Ya kardeşim, eğer bu oran yüzde 20 ise neden kötü sonuçta yüzde 80'lik suçluyu değil de onu yolluyorsun? Çünkü daha kolay, daha masrafsız.
Fuat Yaman: Bu kadar sık teknik direktör değişmesinin sebebi, basit mantıkla, başarısızlık. Ama böylesi bir çarpık sistemde başarısızlık zaten bir sabit haline geliyor, beklenen bir şey. O anda da başkanın, sistemini devam ettirebilmesi için antrenörünü kovmaktan daha iyi bir seçeneği yok. Yoksa kendisi zor durumda kalacak. Kovunca, kendi -bilerek yaptığı- hatalarını örtbas etmiş olduğu gibi eldeki başarısız yabancı oyuncunun yerine yenisini alıp 1 lirayı 10 lira gösterecek. Menajer desen, oradan komisyon almasının yanı sıra, "Yeni gelen hocaya da birkaç oyuncu kakalarım" diye düşünecek… Futbolcu desen fatura hocaya kesildiği için rahatlayacak, "Yeni gelen hocayla bir-iki maç kazanırsak birikmiş alacaklarımız ödenir" diye düşünüp motivasyonunu yükseltecek… Antrenör değişimi, herkesin işine gelir.

"Türkiye'deki çarpık düzenin en büyük sorumlusu, karar vericiler." -Fuat Yaman
İrfan Buz: Kulüplerin kendi yapılarına ve gereksinimlerine göre teknik direktör tercihi yapması gerekiyor. Sezon başında doğru seçimi yapamazsan başarısızlık beraberinde gelir. Bunun birçok parametresi var. Bir yandan ekonomi, bir yandan takımın o anki konumu, bir yandan transfer politikası… Profil olarak nasıl bir karakteri var, iletişimci mi? Mesela bazı takımlarda canlı bir teknik direktöre ihtiyaç var, taraftarla o sinerjiyi kurması gerekiyor. Jürgen Klopp'u Başakşehir gibi bir kulüpte düşünebilir misin? Onun yeri taraftarıyla yaşayan, bütünleşen takımlar… Bunlara kadar dikkat etmen gerekiyor. Ama bu seçimi kim yapacak? Plastikçi.
Fuat Yaman: Karar vericiler, futbolda dönen paraları kendi çıkarları için de kullanıyorlar ve çoğu için kulüp başkanlığı en büyük gelir unsurlarından biri oluyor. Bu sistemi devam ettirmek için de kendi kafalarında menajerler, teknik direktörler ve medya mensuplarına ihtiyaç duyuyorlar. Bazı teknik direktörler kendi doğrularını bir yere kadar dayatabiliyor ama en sonunda bu sistemin çarpıklığından herkes istifade ediyor. Menajerin başkana önerdiği oyuncuyu kendi kafasındaki şablona uymasa da transfer edince, bir sonraki istifa ya da kovulmanın hemen ardından kolaylıkla kulüp bulabiliyor mesela. Aynı menajerin birlikte hareket ettiği başka bir başkanın kulübüne gidiyor ve yine onun kendisine dayattığı üç-beş oyuncuyla başarılı olmaya çalışıyor.
Saygı
Yılmaz Vural: 1980'li yıllarda yöneticiler daha çok o kentin ekonomisiyle ilgili kişilerdi. "Ya bak takım da şehrin sosyal bir olayı, uzak kalmayın" zorlamasıyla gelen insanlardı. Sözleşme falan yoktu, söz verip o sözü yerine getirmek için evlerini barklarını satarlardı. Çok adam batmıştır böyle. Sonradan bu işin içine yeraltı dünyası girdi. Niye? Çünkü burada para var, hem de denetimsiz bir para. Onlar gelince o eski yönetici profili kalmadı. Şimdikilerin çoğu, futbolun bir tarafından bir şey koparmak için geliyor. Bunu düzene sokacak, denetleyecek bir kurum lazım. Yüz yıllık kulüpler, siz ne yaptınız kardeşim, para nerede? Hepsi batık. Senin işin mali konuyu yönetmek değil mi? Teknik konu için de bir teknik direktör getiriyorsun. Bu, "Ben burayı yöneteceğim, sen de bizim adımıza sorumlusun, işin teknik boyutunu sen yönet" demek değil mi? Senin oynayanı iyi yönetmen lazım. Bunlar seçilmiş insanlar; herkesin kendine göre egosu var, senin egon var… Masörün, malzemecinin, medyanın egosu, hesabı var. Bunları yönetmek teknik direktörün işi.
Mesut Bakkal: Öncelikle teknik direktör, bir kulübün her şeyi değildir. Her soruna koşamaz, her sıkıntıyı çözemez. Kulüp beni takımı çalıştırmam, milyon dolarlık oyuncuların performansını artırmam için getiriyor. Ben de gittiğim takımlarda izole bir yapı kurmaya çalışıyorum. Futbolcunun yanına birilerinin yanaşmadığı, yemekhanesinde rahatsız edilmediği, soyunma odalarına girilmediği bir ortam yaratma çabasındayım. Yöneticim, başkanım her zaman değerli ama oyuncularla konuşmanın yeri ve zamanı var. Öyle şeyler duyuyoruz ki… Oyuncunun yanına gidip "İyi çalışıyor musunuz?" diye soran mı dersin, maçtan saniyeler önce soyunma odasına keyfi ziyaret yapan mı… Yani bir yönetici soyunma odasına girip ne yapacak Allah için! Oyuncunun adalesini tutup fiziksel kondisyonunu mu anlayacak? Yönetimin yapması gereken tek şey ne biliyor musun? Paraları ödemek.
Yılmaz Vural: Benim üç günde ayrıldığım kulüp oldu, umurumda değil. Ya sen beni bu takımı yönetmem için getirmedin mi; sen mi yöneteceksin, ben mi? Bir şey istiyorsun, "Oldu olacak verelim anahtarı, kulübü sen yönet" diyor. Be adam, ben zaten bunu yapabildiğim için buradayım! Sonra 10-15 maç kala bakıyor küme düşecek, 200 milyon euro parası gidecek, ulan diyor beni kurtarırsa bu kurtarır, arıyor. Ama o aşamaya gelene kadar yukarıdan, "Alo, bu bizim çocuk, şans verelim", "O olmadı şunu bir oynatalım" falan gibi istekler geliyor.
Mesut Bakkal: Benim çok sevdiğim bir berberim var. Saçım da çok yok. Normalde saçı kestirmem on dakika ama berberde geçirdiğim süre bir buçuk saat. O da futbol konuşmayı seviyor, ben de. Bu oyun garip bir oyun, herkesin bir fikri var ve bunu paylaşmak istiyor. Ben de bu fikirlere saygı duyuyorum ama gariptir, genelde kamuoyu hocanın fikirlerine saygı duymuyor. Gittiğiniz her kulüpte yöneticiler size aynı soruyu sorar: "Hocam bizden ne talep edersin?" Cevabım hep bellidir: Saygı. "Benim yaptığım işe saygı duymanızı rica ediyorum" derim. Çünkü siz bana saygı göstermezseniz dışarıdaki insanlar da göstermez.
İrfan Buz: Kaybettiğinde gidecek miyim, kalacak mıyım, dışarıdaki baskı, sosyal medya… Kazan hep kaynıyor. Diyorlar ki hocalar ve futbolcular sosyal medyaya çok bakmasınlar. Tamam da karar verici merciler bakıyor ve etkileniyorlar. Konuya hiç vâkıf olmayan, vasıfsız insanların yorumları yeri geliyor belirleyici oluyor. Geliyorsunuz, takımı kuruyor ve geliştirmeye başlıyorsunuz fakat sonuç gelmediğinde bir numaralı suçlu siz oluyorsunuz. Halbuki bir futbolcu beş metreden topu dışarı atmasa maçı kazanabilirdiniz. Veya başka bir maçta top 10 santim içeri girdi diye çok iyi hoca oluyorsunuz.

"Kaybettiğinde gidecek miyim, kalacak mıyım, dışarıdaki baskı, sosyal medya… Kazan hep kaynıyor." -İrfan Buz
Mesut Bakkal: Bir gün (Aleksandr) Hleb yanıma gelip "Ben izinlerden geç dönüyorum ama kimse bana bir şey demiyor" demişti. Yöneticilerle durumu paylaştığımda da "Ya hocam idare edelim" deyip geçiştirmişlerdi. Edelim etmesine de giden para kulübün parası. Yabancı oyuncuların çoğu belli bir sistemden geliyorlar. Burada aynı yapıları göremeyince de performansları düşüyor. Düşünce de Hleb'de olduğu gibi izinden geç dönüyorlar. Ama olsun, idare etmemiz lazımmış. Keşke bir gün beni de birileri idare etse…
Kurtaran Adam
İrfan Buz: Özellikle de bugünün futbolunda en önemli unsur iletişim. Çünkü her futbolcu kendi başına bir şirket. Menajeri var, etrafındaki insanlar var, hedefleri var… Bu bir takım sporu da olsa bencillik ön planda. Her futbolcu kendi kariyerini düşünürken takım olma yolunda teknik direktörün vereceği şeyler çok kritik.
Yılmaz Vural: Oyuncu, "Hoca iyiymiş, bilgiliymiş" diye düşünmez, onun umurunda olan tek şey oynamaktır. Oynarsa para kazanır, oynamadığında da gider kulise başlar. Türk futbolcusunun kafası saha içinden çok saha dışına çalışır. Süper Lig'de kulüplerin 28 kişilik kadroları var. Bu futbolculardan 11'i oynuyor, 17'si izliyor. Bu 17 kişiyi neden oynamadığına ikna edemezsen takım olmaktan uzaklaşıyorsun. Çünkü ciddi bir nemalanma var orada, para diye bir meta var ve bu da oyuncuyu agresifleştiriyor. Teknik direktör olarak senin derdin de rakip makip değil, sürekli "Bu ne yapar, şunu nasıl engelleyeyim, bunu nasıl idare edeyim?" diye düşünmekten ona sıra gelmiyor ki! Hasbelkader 5 milyon euro alan adam, başına işadamı kesiliyor: "Ya hoca antrenmanlar çok ağır, bu saatte idman mı olur, neden şu otelde kalıyoruz?" Teknik direktörlük millete kolay gibi görünüyor, hadi yap da göreyim! Deveye hendek atlatırsın, bu 28 adamı idare edemezsin.
Mesut Bakkal: Çok zor, çok zor… Herkes bana çok iyi görünüyorsun diyor. Dışarıdan öyle tabii. Bir de içime bakabilseler keşke. Çürüdü içim… Düşünsene, ben yirmi senelik antrenörlük kariyerimin neredeyse yüzde 50'sine bu maçı kazanırsam devam edeceğim, kaybedersem veda edeceğim diye çıkmışım. Böyle bir durumda nasıl içim çürümesin? Hiç unutmam, İlhan Başkan (Cavcav) ile çalıştığımız üçüncü dönemde çok önemli bir maça çıkacağız, soyunma odasında bir ileri iki geri gidiyorum. Bir anda ağzımda bir ağrı oluştu ama nasıl ağrı! Elimi ağzıma götürdüm, bir baktım dişim elime geldi. Maç sonu dişçiye gittim, "Stresten dişin kırılmış" dedi. Uyku yok, zaten evi unutmuşuz. Tesislerde geçen bir hayat bizimkisi…
İrfan Buz: Zaman geçirdikçe daha da güçleniyorsunuz çünkü işleyişi, kendinizi nasıl savunacağınızı biliyorsunuz. Geçen yıl Stuttgart'ın sportif direktörü Sven Mislintat ile bir fikir alışverişimiz oldu, teknik direktörler açısından Türkiye ve Almanya arasındaki farkları konuştuk. Almanya'daki teknik direktörlerin Anadolu takımlarında ayakta durabilmekte, o baskıya dayanmakta çok zorlanacağını söyledim. İki maç kaybettiğinde, bu maçı da kaybederse gidecek diye konuşulmaya başlanıyor. Bu ruh haliyle maça çıkıyorsunuz. Mental anlamda çok kuvvetli olmanız, her şeyi devre dışı bırakarak işinize odaklanmanız gerekiyor.
Mesut Bakkal: Ben Gençlerbirliği ile 2005 yılında anlaştım. O dönemlerde hep düşündüğüm bir şey vardı: "Ya, acaba kovulmak nasıl bir duygudur?" Allah o gün duydu bizi herhalde, daha sonrasında bolca kovulma yaşadık, şimdi de alıştık! Gençlerbirliği'nde uzun seneler çalıştım ama ilerleyen senelerde şartlar bizi 'kurtaran adam' konumuna getirdi. "Mesut Hoca'yı çağırın, o sizi kurtarır" diye bir algı yerleşti. Çok daha fazlasını ister miydim? İsterdim. Ama çalıştığım ortamlar ve şartlar, bana böyle bir yol çizdi. Bundan memnun muyum? Kümede tuttuğumuz takımlardaki şehrin yüzündeki tebessümü tecrübe ettikten sonra buna asla "Memnun değilim" diyemem.

"Hep şunu düşünürdüm: 'Ya, acaba kovulmak nasıl bir duygudur?' Allah duydu bizi herhalde..." -Mesut Bakkal
Yılmaz Vural: Bana her takıma gidiyor diyorlar. Ben bir şey yapmıyorum ki. Telefon çalıyor, gidiyorum, bizim bir kabahatimiz yok. Ben iş yapıyorum. Mesleğe başladığım ilk heyecanımı da koruyorum. Şenol Güneş'ten sonra Türkiye liglerinin en fazla maç yönetmiş hocasıyım.
İrfan Buz: Ne zaman ki motivasyonunuzu kaybettiniz, o zaman bu işi yapmayacaksınız. Türkiye'de eğer teknik direktör olmak istiyorsanız bunların hepsine göğüs gereceksiniz. Eğer hedefiniz ve inancınız varsa bunlar sizi ayakta tutuyor.
Kısırdöngü
Yılmaz Vural: Yine de zaman geçtikçe futbola, futbolun kurumlarına, hakemine, antrenörüne, oyuncusuna güvenim azalmaya başladı. Çünkü kötü örnekler var. İddaa diye bir şey çıktı, büyük bir insan grubunun bunlara alet olduğu gerçeği var ortada. Ben kuşkuyla maç izleyemem ki ya! Bir oyuncu penaltı kaçırınca "Bahis mi oynadı?" diye düşünmeye başladığım zaman iş bitmiş demektir. İşin tehlikeli boyutu, şu anda halk soğumaya başladı. Bu oyunun kurgulu olduğu kanaati oluşmaya, futbol seyircisi azalmaya başladı. Oyun eski tadını vermez hale geldi. Hâlâ bir fanatizm var ama onlar da âdet yerini bulsun diye oradalar, icraattan memnun değil hiç kimse.
İrfan Buz: Bazı şeylerin değişmesi lazım. Bir gün yeni bir futbol yasası yürürlüğe girecek, herkesin sorumluluğu çok farklı olacak. Bir de genç arkadaşlarımız geliyor. Nasıl ki genç teknik direktör arkadaşlarımıza güveniyorsak, kulüp içindeki karar verici mercilerde de futbolun içinden gelen genç arkadaşlarımıza güvenmemiz gerekiyor. Sportif direktörlük kavramı var mesela, bu da ayrı bir çelişki. Almanya'da bir sportif direktör, beş yıl sonra baktığınızda yine sportif direktör olarak devam ediyor. Burada bir bakıyorsunuz teknik direktör olmuş.
Mesut Bakkal: Bir konuyu özellikle belirtmek istiyorum ama yanlış anlaşılmaktan da çekiniyorum. Türkiye'de son birkaç yılda lisanssız teknik direktör sayısında bir artış oldu. Antrenörleri veya kişileri kesinlikle yadırgamıyorum, öyle bir konumda da değilim. Herkesin yaptığı işe saygı duyuyorum, bazı antrenörleri de keyifle takip ediyorum ancak hocaların bu şekilde sahaya çıkmasını mantıklı bulmuyorum. Bu tarz hareketler bence teknik direktörlük mevkiini ucuzlatıyor. Son zamanlarda lisanssız şekilde görev yapan teknik direktörlerin görevlerinden rahat şekilde alınması, hocaları idarecilerin kafasında "Takım kötü giderse ilk iş bunu yollarım" noktasına taşıyor.
Yılmaz Vural: İsim verince darılıyor çocuklar çünkü hepsi kardeşimiz ama bir oyuncu futbolu bıraktıktan bir yıl sonra Süper Lig'de hocalığa başlıyor. O zaman çıkıp diyeceksin ki "Türkiye'de futbol antrenörlüğü eğitimini kaldırdık." 100 bin lira alıyorsun Pro Lisans için, Pro Lisansı olmayan adamı bu ligde çalıştırıyorsun. Diyorlar ki kulüpte Pro Lisanslı hoca var. O değil ki oranın teknik direktörü, aptal mıyız biz? Böyle olunca da kimsenin eğitime saygısı olmuyor, sırf o kâğıdı alabilmek adına herkes iş olsun diye oraya gidiyor, eğitim süresi zaten yirmi gün mü ne… Yirmi günde bu kadar zorluğu aşabilecek donanımı sana kim verecek? Eğiticin mi yok? Eğitici kadronu eğitmeye çalış. Futbol artık bilimden çok şey alıyor, bilimi kim verecek? Türkiye'de hangi üniversitede antrenman bilimi hakkında bir araştırma yapılıyor? Türk antrenörler bu bilgi yetersizliği içerisinde Avrupalı meslektaşlarıyla yarışırken tabii ki geride kalacak. TFF olarak o zaman tabii ki bir yardımcı antrenöre saldıracaksın ülkende yok diye. Bu yardımcı antrenörün milli takımın başına geçmesi senin ayıbındır çünkü bu antrenörleri eğiten yine sensin. Bak bu arada… O günden beri bin tane gazeteci aradı, konuşmadım. Sana niye konuşuyorum onu da bilmiyorum ama o akşam gözümden iki damla yaş geldi, öyle üzüldüm…
Mesut Bakkal: Bizim her alanda üretmemiz ve bütçemize göre harcama yapmamız gerekiyor. "Benim bütçem 60 milyon, 61 yapamam. Yapabilecek olan varsa buyursun gelsin" diyecek yönetim. Bu kadar basit. Zaten önümüzdeki sene oyunculara taş çatlasın 300 bin euro'dan fazla veremezler. Ha, bu paralara da dışarıdan oyuncu gelir mi? Bence gelmez. Bugüne kadar olmayan paraları çok harcadık. Olmayan paraları harcarsanız, yolun sonu bellidir.
Fuat Yaman: Bu döngüden çıkmak çok basit. Görev sürelerinin sonuna gelen kulüp başkanlarına, harcadıkları paraların hesabını sormak. Cebe attıkları, zamparalıkta harcadıkları, eş dost ve akrabalarına kıyak çektikleri paranın, Yunan adalarına kaldırdıkları özel uçakların açıklamalarını yaptırmak. Bunun için de dürüst bir denetleme mekanizmasına ihtiyaç var ama yapılır mı, tabii ki hayır. Bu siyasilerin de işine gelmez çünkü onlar da yakınlarına kulüp başkanı hüviyeti altında saygın bir kişilik ya da bir meşgale kazandırmak adına onları bu sisteme sokuyor. Gerçek bir denetleme yapıldığı anda hepsi ortadan çekilecek. Çünkü bir ekmek kalmayacak ortada. Oraya gelen başkanlar sadece kulübün çıkarlarını düşünmeye başlayacak; vizyon sahibi, uluslararası konjonktürü takip eden, antrenman bilimlerine hâkim, çağdaş hocalarla çalışacak. Bu döngü bitecek ve Türk futbolu zincirlerinden kurtulacak…

"Özal döneminde futbolu özerkleştirdiler. Bir dönem iyi gitti bu çünkü sırf kulüplerin hegemonyasında değildi." -Yılmaz Vural
Yılmaz Vural: Aslında Türk futbolundaki tüm kısırdöngülerin temel nedeni, başından beri futbolun yönetilme biçimi. Öncelikle devlet bunun içindeydi, kendisi atıyordu Federasyon başkanlarını, tayinle oluyordu. '88 yılında rahmetli Turgut Özal, Coşkun Abi'ye (Özarı) dedi ki "Tamam, sen başkan ol." O da olacaksa seçimle olmak istediğini söyledi ve futbolu diğer federasyonlardan ayırıp özerkleştirdiler. Bir dönem iyi gitti bu çünkü sırf kulüplerin hegemonyasında değildi. Derken Haluk Ulusoy bu değiştirilmiş delegasyonla kendi yönetimini kendi seçer hale geldiğinde siyaset olaya el koydu. Bir süre sonra da olay koptu çünkü atamayı siyaset yapar hale geldi.
Buna rağmen ortada bir ikilem var çünkü kulüplerin de ciddi bir delegasyon gücü mevcut. Seçtikleri TFF başkanını her sene yapılan mali kurulda düşürme yetkisi aldılar. Onları rahatsız edecek bir kural çıktığında hemen "Bak seni indiririz" tehdidiyle öne çıkıyorlar. Dolayısıyla federasyon futbolu yönetemiyor. Siyasete gidiyorsun, "Siz mi yönetiyorsunuz?" diye soruyorsun, "Yok canım o nereden çıktı?" diyorlar. Kulüplere gidiyorsun, "Olur mu canım, biz nasıl yöneteceğiz?" diyorlar. "Futbolun içinde siyaset olmasın" diyorlar, ondan sonra "Ne olur benim vergimi almayın efendim" ya da "Kulüpler yasası çıkaralım efendim" diye gidiyorlar. E hani istemiyordun? Siyasetin derdi oy, ona oy götürmesi mümkün bir şeyin içinde olur siyaset. Sen adamı davet ediyorsun, onun da cevabı "Gelirim ama alırım da" oluyor. Yoksa siyasetin futbolu geliştirmek gibi bir hedefi yok ki. İşi de o değil. Onların da bu işin içine girmekten keyif aldığını düşünmüyorum. Çünkü siyaseti de tehdit ediyorlar, "Bize yardım etmezsen bak seçim var" diyorlar. Ben 36 yıldır hocalık yapıyorum, bu futbolu kimin yönettiğini anlayabilmiş değilim. Herkes kendi işini yapsa aslında sorun kalmayacak. 68 yaşına geldim, hiçbir şeyin değiştiğini görmeden gideceğiz ona yanıyorum.
Denetimin olduğu yerde kulüpler zararda olmaz. Denetim demek yapana ceza vermek demek. Kime ceza verilmiş bu ülkede? Ne kıyametler koptu, bir sonuç çıktı mı? Kimse kamuoyuna çıkıp da "Ya Yılmaz, yanlış konuşuyorsun" diyemez. Derse söylerim ben de ne olduğunu. Bütün bunları bu ülkede kimse konuşmuyor. Çünkü herkes mideye bağlı. Ben şimdi burada o kadar çok kişiyi kritik ettim ki... Bunlar bize iş veren insanlar, e şimdi bana niye iş versin ki? Ama köye de bir deli lazım. Antrenörler Derneği, Futbol Adamları Derneği gibi kuruluşların üyesiyim; toplantılara, seçimlere mutlaka katılırım. Hepsinin sorunları orada konuşulur. Herkes rahatsız ama seslendiremiyor, acayip bir korku atmosferi var. Bizim bir Metin Kurt abimiz vardı, o Futbolcular Sendikası kurdu diye 'Komünist' Metin'e çıktı adı, bir tane üye bulamadı, adama da bir tane kulüp iş vermedi. İnsanlar çok ahlaksız, çok ahlaksız…