Adalet

12 dk

Önce Madrid, ardından Berlin… Fenerbahçe, üst üste iki final Four’dan eli boş döndükten sonra, hayaline ulaştı. Emir Alkaş, EuroLeague şampiyonluğunu yazdı.

Euroleague titanların organizasyonu... Kazanmak için hem güçlü hem de dirayetli olmak lazım; tüm sezonu iyi geçirip Final Four için de ayrıca büyümek lazım. Kadro mühendisliği, fizik kondisyon, doğru sezon periyotlaması gibi konularda başarısız hiçbir takım Euroleague’i kazanamıyor. Elbette 2012’nin Olimpiakos’u, 2014’ün Maccabi Tel Aviv’i gibi sürprizler oluyor ama o pazar akşamı kupa kaldırıldığında Avrupa basketbolunun en büyüğüne kimse itiraz etmiyor. Müsabakanın doğası çok iyiyi iyiden, şampiyonu finalistten ayırıyor. 2017 İstanbul da bu anlamda geleneğin devamı oldu, en güçlü ve en dirayetli olan kazandı.

İnşaat

Fenerbahçe’ye Euroleague şampiyonluğunu getiren imzanın bu sezon atılmadığı kesin. Bunu; Ülker birleşmesi, Ataşehir’deki salonun açılması ve tabii ki Zeljko Obradovic’in takımın başına getirilmesinden oluşan üçlemedeki imzalarda aramak daha doğru olur. Özellikle de son üç senede Obradovic’in kendi istediği kadroyu kurmasıyla beraber temeli fazla kurcalanmayan, üzerine kat kat inşa edilen bir yapı kuruldu. 2015’te Maccabi’yi süpürerek Final Four yapan takımda sadece bir oyuncu daha öncesinde Final Four görmüştü. O da sezon ortasında takıma katılan Nikos Zizis’ti. Yarı final maçında sezonun MVP’si Nemanja Bjelica dahil herkes buz kesince sonraki sezonun kadrosuna Final Four tecrübesi enjekte etmek şart oldu. Çift şampiyon Kostas Sloukas kamuoyunu memnun etti ama 33 yaşında, üstelik de emeklilik öncesi NBA’e uğramış gibi duran Pero Antic’in transferi kafaları karıştırdı. Oysa niyet belliydi: Final Four sadece iyi değil, aynı zamanda Final Four oynamış oyuncularla kazanılabilecek bir şeydi. Nitekim istatistikleri yerlerde sürünen Antic, hem 2016 hem de 2017’nin final maçlarında sahadaydı. Kadro mühendisliği biraz böyle bir şey.

Fenerbahçe geçen sene Berlin’deki finali bir topla, belki de bir ribaundla kaybetti. Unutmamak lazım ki yarı finali de bir topla, belki de bir faul atışıyla kazandı. Bu ayrımı yapma maharetini gösteren basketbol aklı bu sezon öncesi hamle yapma ihtiyacı hissetti. İlk hamle takımın iskeletini korumaktı, bu başarıldı. Zira Fenerbahçe, rakibinin aklını karıştırmayı düzeni hâline getiren bir takım; Kalinic’in beş numara oynatılarak kilidin açıldığı Real Madrid serisi hâlâ akıllarda mesela. Bunu muhafaza etmek çok önemliydi. Maçın bir bölümünü Jan Vesely ve Ekpe Udoh’tan oluşan ikiz kuleli müdafaa takımıyla oynarken başka bir yedi dakikayı Luigi Datome’yi dörde çekip Bobby Dixon ve Sloukas ile sahayı açarak geçebilmek büyük esneklik. Bahsi geçen tüm oyuncular ve tabii ki Bogdan Bogdanovic bu sene de takımdaydılar. Kadro mühendisliği biraz da böyle bir şey.

İkinci hamle ise defoları gidermek oldu. 2016 Final Four’unda Kalinic’ten başka istikrarlı dış adam savunucusu olmayan Fenerbahçe rakip kısalara karşı çok zorlandı. Nando De Colo’yu tutarken Milos Teodosic, Darius Adams’ı tutarken Mike James, Berlin’de hep dert oldular. Bu yüzden, kısa oyuncu savunurken hücumda da sırıtmayan birine ihtiyaç vardı. James Nunnally, bu rolü kabul edip benimsedi; çoğu maç bench’ten sahaya sürülen ilk isim oldu, istikrarla maç başına 18 dakika sahada kaldı, yüzde 45 ile üçlük attı. Final maçında Vassilis Spanoulis’i savunurken onu da kendini savunmak zorunda bıraktı. Kadro mühendisliği en çok da böyle bir şey.

Takımdaşlık

Kazanmak, basketboldaki en güzel makyaj, kazanınca her şey çok güzel. Takımın kıymeti mağlubiyetin sarsıntılı zamanlarında ortaya çıkıyor. Fenerbahçe bu sezon, iki kez üç maç üst üste kaybetti. Bu serilerin birincisinde Vitoria’da 34 sayılık bir mağlubiyet alındı. İkincisinde de play-off öncesi saha avantajı kaybedildi. İlk serinin sonunda dört, ikincinin devamında ise sonuncusu şampiyonluk maçı olmak üzere altı maç kazanıldı. Sineğin suyun üzerinde yürümesi, aslında sineğin değil de birbirine tutunan su hücrelerinin marifeti. Takımdaşlık biraz böyle bir şey.

Maç esnasında Fenerbahçe’nin bench’ine bakınca ekseriyetle birbiriyle konuşabilen, diyalog kurabilen insanlar görülüyor. Sahada da durum farklı değil. Üst üste boş atışı kaçıran oyuncu mutlaka bir arkadaşından destek görüyor, yere düşen hızla iki kişi tarafından kaldırılıyor, Obradovic’in gazabına uğramak üzere bench’e geleni arkadaşları teselli ediyor. Bu; sosyal faaliyetler düzenleyerek, herkesi mutlu tutmaya çalışarak, tepeden inme sağlanabilecek bir şey değil. Ancak bu özelliğe sahip insanları bir araya toplayarak mümkün kılabileceğiniz bir şey. Bütünün parçaların toplamından daha fazla etmesi diye de isimlendirebiliriz. Vahşi profesyonelliğin tam ortasında, Datome’nin “Şampiyon olursak saçlarımı kestireceğim” demesine kadar uzanan bir samimiyet bu. Takımdaşlık biraz da böyle bir şey.

Paylaşımcı takım olmak elbette teknik olarak oyuna da yansıyor. Euroleague’in maç başına en çok asist yapan dört takımından üçünün Final Four’da olması bu anlamda pek şaşırtıcı değil. Fenerbahçe play-off ve Final Four’da kazandığı beş maçın tamamında üstünlük sağlayarak rakiplerinden ortalama 5.4 daha fazla asist yaptı. Bu, yaklaşık aynı sayıda hücum yapan takımlar arasında yüzde 40’a varan bir farka denk gelir ki aynı zamanda Nick Calathes’in, Sergio Llull’un ve Spanoulis’in yönettiği takımlara karşı muazzam bir başarıdır. Takımdaşlık en çok da böyle bir şey.

Final Four

Euroleague’in yeni 30 maçlık lig formatı ve play-off usülü yapılan çeyrek finaller, en iyi dört takımın Final Four’a gelmesini sağlamak üzerine kurulu bir düşünüş ve bu sene başarıya ulaşmış gibi duruyor. Tabii format sürekli ve sık değiştiğinden bu tespitin başarısını yıllar boyunca görmek pek mümkün olmayabilir. Fakat tüm bu süreçte değişmeyen bir şey var: Final Four bambaşka bir hafta sonu. Bunu en iyi bilen de muhtemelen efsane koç Dusan Ivkovic’tir. 2004-05 sezonunda CSKA Moskova ile Final Four’a gelene kadar sadece bir maç kaybetmişti. Moskova’da yapılan Final Four’un mutlak favorisi de onlardı. Önceki senenin şampiyonu Maccabi rakip olmaya adaydı ama onlarla da finalden önce karşılamayacaklardı. Fakat hesaplar tutmadı; CSKA yarı finalde, orada bulunması bile süpriz olarak nitelenen Tau Ceramica’ya elendi. O moral bozukluğuyla üçüncülük maçında da Panathinaikos’a yenildi ve Final Four hafta sonunda, tüm sezondan daha fazla maç kaybetti. Final Four böyle bir şey.

Final Four’u kazanmak için formül çok gizli değil: kapasite, taktik hazırlık ve momentum. Kapasite; bu zorlu fikstür ve formatta buraya kadar gelebilmek için şart olduğundan pek ayrıştırıcı sayılamayabilir. Geçen senenin aksine, bu seneki Final Four’da taktik hazırlık da çok belirleyici olmadı. Mesela Berlin’de rakiplerinin hamlesine ezberinden cevap verecek kadar hazır bir CSKA vardı. En büyük seriler ile rakiplerini kırmalarının sebebi de buydu. İstanbul’da ise dört takım da epey düz oynadılar. Taktik ile sertliklerinden ödün vermediler. Alan savunması, eşleşme karıştırma, belirli set düzenlerine karşı alınmış önlemler gibi taktik yaklaşımlar pek seyrekti. Korakor, öncelikli olarak rakibinin basket atmasını engellemek üzerine kurulu bir anlayış hâkimdi maçlara. İki yarı finalin de savunmacıların hücumcuları yenmesiyle sonuçlanması bundan olsa gerek. Skor potansiyeli daha yüksek CSKA ve Real Madrid ancak üçüncülük maçında bu yeteneklerini sergileyecek ortamı yakaladılar.

Final ise yine kemik seslerinin bolca duyulduğu, bir turnike atanın bir daha oraya tenezzül etmemesi için ağır darbeler aldığı, bir atışa sürekli iki kişinin blok yapmaya çalıştığı bir maç şeklinde geçti. İki sayılık atışlarda yüzde 42’yi iki takım da göremedi. 100 değil, 75’er kez hücum etti takımlar. Her top daha kıymetli hâle geldi. Vesely ve Udoh boyalı alanı tamamen kapattılar. Bütün Olimpiakos kısalarının karşısında kalmayı başardılar. Oysa hava atışının hemen ardından Vesely’nin Udoh’un yarı saha pasını ters smaçla bitirdiği alley-oop, izleyenlere başka bir şey vadediyordu. Onun yerine maçın özeti; Spanoulis’in, son çeyrekte denediği o meşhur sağına kaçarak üçlüğünde Udoh’un bloğundan kurtulmaya çalışırken çemberi tamamen ıskalaması oldu. En çarpıcı pozisyonu muhteşem bir alley-oop değil de Spanoulis’i bile dünyadan soğutan bir müdafaa aksiyonu olan maçın MVP’si de sahadaki en iyi savunmacı oldu zaten. Udoh, kendisini ‘Yılın Savunmacısı’ ödülüne layık görmeyen Euroleague’e tartışmasız Final Four MVP’si olarak cevap verdi. İki maçta inanılmaz bir enerji ile sahada en çok kalan, en çok ribaund alan, en çok blok yapan oyuncuydu. İstanbul 2017 de böylece, ilk kez savunma dominantlığıyla öne çıkan bir MVP’yi basketbol sahnesine sunmuş oldu. Final Four artık böyle bir şey.

Obradovic

On ikinci finalinde dokuzuncu şampiyonluk... Dört ülkenin beş ayrı takımıyla şampiyonluk... Koçluk kariyerinin ilk sezonunda şampiyonluk... Daha önce Final Four’u bile olmayan bir kulüple ilk şampiyonluk... Obradovic olmak tam da böyle bir şey.

Bazı kıymetler, kendilerini süreçleriyle birlikte incelediğinizde bambaşka bir boyut kazanıyorlar. Örneğin Spanoulis; sadece İstanbul 2012’deki oyuncu değil, sadece İstanbul 2017’deki oyuncu da değil. Fakat Spanoulis, Euroleague’in son beş senedeki belki de en değerli oyuncusu. Bu pencereden bakıldığında, ilk sezonunda yarı finalde, ikinci sezonunda ise finalde kaybeden Fenerbahçe’nin 2017 şampiyonluğu farklı bir mana kazanıyor; seneden seneye inşa edilen, takımdaşlığını kaybetmeyen bir Final Four şampiyonu. Muhtemelen Obradovic de geldiği gün böyle bir senaryoyu hayal ederdi...

Socrates Dergi