
"Adamım, bu küçük işlere ben bakarım..."
18 dk
Rodrigue Beaubois, ağır sakatlıkların ardından "Bitti" denilen kariyerini nasıl yeniden canlandırdı? Anadolu Efes'in şampiyonluk yürüyüşünde kendine has bir rol edinen Fransız skorerin anlatımıyla, taviz verme sanatı...
San Francisco'da güneşli bir Mart günü. Rick Carlisle'ın Dallas Mavericks'i ile 'We Believe' sezonundan beri play-off'un uzağında kalan Don Nelson'ın Golden State Warriors'ı karşı karşıya geliyor. Sahada iki tane çaylak var, ikisi de ligdeki ilk sezonlarında beklentileri aşmış, rotasyonda ciddi süreler almaya başlamış isimler: Davidson çıkışlı Stephen Curry ve Erman Kunter'in Cholet'sinden gelen Rodrigue Beaubois...
Çaylak sezonunda Josh Howard'ın sakatlığının ardından beklenmeyen bir şans bulan Beaubois, ortaya koyduğu iyi performansla Mavericks taraftarına "Acaba Jason Kidd'in süreleri azalmalı mı?" sorusunu sordurmuş, takım sahibi Mark Cuban tarafından da "Takas görüşmelerinde bizim için aynı Dirk gibi Roddy de dokunulmaz bir parça" diye nitelendirilmişti. Curry ve Warriors'a karşı performansı da bunu doğrulayacaktı: 30 dakikada 9-11 üçlük, toplamda 40 sayı...
Fransız guard o sezonun sonunda katıldığı milli takım hazırlık kampında ayağını kırdı ve bir daha asla eskisi gibi olamadı. Birden fazla kez ameliyat masasına yattı; geri dönmek için toplam üç sezon harcadı ama artık NBA'de fark yaratan çabukluğundan yoksundu. Belçika Ligi'ne gitti, sıfırdan başladı. Le Mans, Strasbourg, Baskonia derken Avrupa'nın zirvesine Anadolu Efes'le çıktı. Birinci, ikinci, hatta zaman zaman üçüncü skor opsiyonu bile olmadan. Ödün vererek...
Hemşehrilerin arasında Lilian Thuram ve Thierry Henry olduğunu da düşünürsek, başlangıçta biraz memleketi konuşalım diyorum. Fransa, Guadeloupe gibi sömürgelerinden takım sporlarında çok faydalandı ama sizin komün, yani Pointe-a-Pitre sanırım diğerlerinden ayrışıyor...
Benim ismim tabii bu iki devin yanında biraz sönük kalıyor. Gayet önemsizim. Bak, hadi baştan okuyalım: Lilian Thuram, Thierry Henry... Ve Rodrigue Beaubois. Âdeta bizim kadroyu sayarken Shane Larkin, Vasilije Micic diye başlayıp ardından Sertaç Şanlı demek gibi.
Bu biraz ağır olmadı mı?
(Antrenmanın bitimiyle röportaja başladığımızı fark eden Sertaç da Beaubois'ya uzaktan parmak sallıyor. Söylenenleri duydu. Biraz sonra o da bir sandalye çekerek bize katılacak...)
Sertaç... Görüyorsunuz işte. Bu adamdan hayır gelmez. İşi gücü benimle uğraşmak. Roddy şöyle, Roddy böyle. Yeter artık. Her şeyi açıklayacağım. Önce buraya gelsin de... Şimdi arkasından konuşmuş olmayalım. Devam edelim o yüzden.
Aslında öyle çok da yarıda kalan bir konu yok...
Guadeloupe konuşuyorduk, değil mi? Hatırladım. Valla güzel bir ada. Tavsiye ederim. Bol güneşli. Deniz var.
Teşekkürler.
Rica ederim. İşte böyle. Deniz, kum, güneş ve spor dedik çocukluğumuzda. Önce futbol, ardından basketbol... Başka neleri merak ediyorsun?
Mickael Pietrus'un Guadeloupe'taki basketbol kampının hayatını değiştirdiği ne kadar doğru?
Yarı yarıya. Açıkçası tamamen mahalleden arkadaşlarımın izinden giderek sporcu oldum. 1988 doğumluyum, bir şeylerin farkına varabilmeye başladığım günden bu yana futbolda AC Milan'ı tutuyorum. Mahallede arkadaşlarla futbol oynarken aklımda hep Milan vardı; bir gün yakın arkadaşlarımdan biriyle Canal+ izlerken ekranda NBA maçı görünce ilgim oraya kaydı. Tabii, böyle anlattığıma bakmayın, futbol ile basketbola ilgi duymam arasında sadece günler var...
Yedi yaşındayım. Annem de enerjimi atmam için beni bir spor kulübüne yazdırmak istiyordu. Sürekli koşuyorum, çok da hızlıyım... Kulüpten bir antrenör, "Bu çocuk kesin futbolcu olur. İyi de kariyer yapabilir" dedi. Futbol için girdiğim kulüpte TV'de denk geldiğim NBA maçından ötürü basketbol oynamaya başladım. Tabii mahalleden arkadaşlarla da sokağa çıktığımızda futboldan çok basketbola yönelmiştik...
Boyun ne zaman uzadı peki...
16 yaşımdan sonra. Mickael Pietrus Basketbol Kampı da o döneme denk geliyor işte... Biz tabii öncesinde arkadaş arasında gayet spontane basketbol oynuyoruz; herhangi bir temel eğitim, antrenman yok. Kulübün imkânları belli. Birkaç antrenör var, onlar da futbol odaklı. Pietrus Kampı'yla birlikte profesyonel basketbol çevresinin dikkatini çekmeyi başardım, çabukluğum ve kulaç uzunluğumla fark yaratmıştım. Eh biraz da uzayınca... Gerisi geldi.
188 cm boya karşılık 208 cm kulaç uzunluğu... Bu konuya genetik açıdan nasıl yaklaşmak lazım?
Babamla aramızda zaten çok büyük yaş farkı vardı. Onun kollar uzun muydu? Valla değildi galiba. Annem? Onun da normal. Şansla açıklayabilirim sanırım. NBA'de draft için hazırlık yaparken etraftan çok duyuyordum: "Oğlum lastik gibi kolların var. Parmakların neredeyse ayaklarına değecek."
NBA'den evvel Guadeloupe-Cholet geçişini biraz anlatır mısın? Erman Kunter için herhalde ilk profesyonel antrenörün diyebiliriz...
Jean-François Martin beni keşfeden kişidir ama koç Kunter'in yeri kesinlikle ayrı. Cholet'nin yaklaşık on yıllık periyotta NBA'e gönderdiği oyuncular ortada. Neredeyse hepsinde de koç Kunter'in imzası var: Mickael Gelabale, Nando De Colo, Kevin Seraphin, Rudy Gobert... Benim üzerimde de büyük emeği olduğunu söylemeliyim. Hatta şu an pek hatırlanmıyor ama ben Cholet'ye ilk katıldığımda; yani genç takımda oynadığım sezonda, A takımın başantrenörü bir başka Guadeloupe'lu Ruddy Nelhomme'du. Kunter'in eski yardımcısı... Sezonun ilk ayında takım kötü gidince baskılara dayanamayıp şehirde çok büyük saygı gören Erman Kunter'i geri getirmişti Cholet yönetimi.
Koç Kunter'le alakalı hep çok sert, katı bir koç olduğunu duymuştum. Gelir gelmez beni A takıma aldı ve özellikle takımdaki Fransız gençlerle çok yakından ilgilendi. Dediğim gibi, benim için de epey mesai verdi, en basitinden o gelene kadar antrenman nedir bilmezdim; ama esasen Nando De Colo'nun kariyer gelişiminde payı çok büyüktür. Fransız koçlar, Fransız oyuncular için her zaman "Yavaş, yavaş... Usul usul... Daha zaman var..." gibi telkinlerde bulunur. Erman gelir gelmez "Hadi, çık oyna bakalım" dedi. Bizleri rotasyonda ABD'li oyuncularının önüne koydu. Bu cesareti göstermeseydi belki bugünkü yerlerimizde olamazdık. Ona borçluyum.
Ouest-France arşivi beni yanıltmıyorsa sanırım ilk sakatlığını Cholet günlerinin başlangıcında, kasık bölgesinden geçirmişsin. Antrenman temposu ağır mı gelmişti?
Maalesef. Guadeloupe'ta haftada iki, hadi bilemedin üç kere çalışıyordum. Cholet'ye gelir gelmez günde çift idman temposuna girdim. Vücudum kesin olarak hazır değildi. Şanssızlıklar da yaşadım, örneğin blok için yükselirken elimin çembere çarpması ve kırılması gibi ama dürüst olmak gerekirse bedenim bu değişimi kaldıramamıştı. Kötü başladı, kötü devam etti...
.jpg)
"Dallas'ta ortam çok iyiydi; Rick Carlisle, Terry Stotts ve Dwane Casey'den oluşan bir teknik ekip vardı…"
"Kötü devam etti" derken kastın Dallas Mavericks'teki çaylak sezonunun hemen ardından gelen sakatlık mı?
Sadece o değil. Büyük oranda hep kemik sakatlıkları yaşadım. Psikolojim bozuldu. Kafamda oturtamıyordum çünkü çok çabuk yükselmiştim. Dibi görmeyi kabullenemedim. Guadeloupe'ta aylak aylak dolaşan çocukla sadece birkaç sene sonra NBA'deki çaylak sezonunda 40 sayı atan çocuk aynı mıydı? Dirk Nowitzki, Jason Kidd, Shawn Marion, Jason Terry gibi oyuncularla sahaya çıkıp performans veriyordum. Antrenörlerim Rick Carlisle, Terry Stotts ve Dwane Casey'ydi. Oynuyordum. Yapabileceğimi göstermiştim. Bir anda her şey bitti.
Peki ameliyat ve iyileşme sürecinde bir hata yapıldığını düşündün mü hiç? Sonuçta evet, ayağın kırıldı ama geri dönmen neredeyse bir yılı buldu; üzerine tekrar sakatlık geldi...
Tıp dünyası zor bir yer. "Beni mahvettiler" demeyeceğim çünkü tam olarak ne olup bittiğini hiçbir zaman öğrenemedim. Milli takımla Türkiye'deki 2010 Dünya Şampiyonası'na hazırlık kampındayken sol ayağımdaki beşinci metatarsal kemik kırıldı. Mark Cuban beni hemen Dallas'a geri çağırdı, orada ameliyat oldum. Operasyondan sonra doktor "Üç ay civarında tam randımanla geri dönersin" dedi. Gayet de kolay sayılabilecek bir idman programı yazdılar.
Üçüncü ayın sonunda geri döndüm. Daha ilk idmanda tekrar sakatlandım. Dripling halindeyken ayağımdan âdeta silahla ateş eder gibi bir ses gelmişti. Hemen röntgen ve MR'a girdim, ayağımda yine çatlak buldular. Her şeye yeniden başladım... "Sezon başlangıcına yetişirsin" dedikleri sakatlıktan takım idmanlarına ancak bir sonraki yıl Şubat ayında geri dönebildim. Çok çalıştım, play-off öncesinde ilk beşte Jason Kidd'in yanına, DeShawn Stevenson'ın yerine yerleştim. Normal sezonun son maçında New Orleans'la oynuyoruz, Chris Paul'a gelen perdeye takılıp sakatlandım. Play-off'ta muhtemelen ilk beşte başlayacak, şampiyon Dallas Mavericks'in kilit bir parçası olacaktım belki de... Yine sol ayağım gitmişti. Ameliyat olmam gerekiyordu. Bu kez başka bir doktora gittik ve ikinci ameliyattan önce bana "Önceki doktor berbat bir iş çıkarmamış ama takılan vida senin ayağın için yeterli değil. Oyun stilin hiç düşünülmemiş" dediler. Oradan toparlanamadım.
Mark Cuban'ın yıllar içinde "Roddy'ye boks dersleri almasını söyledim. Bunu ayarlıyoruz. Daha da güçlenecek" gibi açıklamaları da oldu. Bu durum da sakatlıkların psikolojik kısmıyla mı alakalıydı yoksa fiziksel bir adım mı söz konusuydu?
Mark müthiş biri. Her zaman önceliği oyuncularının iyi bir hayat sürmesi, asla problem yaşamamaları... Mavericks'ten ayrıldıktan yıllar sonra bir gün kulübe gitmiş ve takıma ait olan salonu kullanmak istemiştim. Biraz çekinerek sormuştum hatta... Beni azarlayıp "Dalga geçiyorsun herhalde. Burası senin evin" diye cevap vermiş, ne ihtiyacım varsa almamı sağlamıştı. Yaşamayı ve yaşatmayı seven bir adam... Ama bu boks olayı saçmalıktı. Ayağımdaki kırık defalarca nüksetmişti, bir sonraki sezon geri döndükten sonra en iyi basketbolumu oynarken bu kez elim kırıldı. Kendimi vazgeçen biri olarak görmüyorum; benim yerimde belki başkası olsa çoktan bırakıp gitmişti ama... 2013'te son sakatlığın ardından Dallas kariyerim bittiğinde uzun süre iş bulamadım. Çok yavaşladığımı ve yıprandığımı hissediyordum. Boks idmanları mı bu durumu düzeltecekti? Boston'la on günlük kontrat yapmaya yakındım, Chris Babb'i tercih etiler. Sezonun ikinci yarısında evim Cholet'ye döndüm, orada idmanlara katıldım. Paris-Levallois'ya denemeye gittim... NBA'de ilk sezonunda 40 sayı atan genç yıldız rütbesinden, kendi ülkesinde denemelere çıkan ve iş bulamayan bir oyuncu haline gelmiştim. Sezonun bitmesine birkaç ay kala Belçika Ligi'nden Charleroi'yla anlaştım. Bir sonraki yaz Los Angeles Lakers'ın yaz ligi kadrosunda şansımı denedim ama takımda kalamadım. Tercih etmediler. NBA defterini kapatmış, eski çabukluğundan eser kalmamış, daha 25 yaşındayken 35'miş gibi görülen biri haline gelmiştim. EuroLeague'de yer edinmek kolay olmadı.
Dallas da guard rotasyonunda senin için yaptığı planları 18. sıradan draft ettiği Shane Larkin'le sürdürme kararı alırken; birkaç yıl sonra, kaderin cilvesi...
(Sertaç işini bitirdikten sonra aramıza katılır. Röportajı dinlemeye koyulur ama gerekli gördüğü yerlerde müdahale etmek için hazırda beklemektedir...)
Şu adama bakın. Eğer Sertaç'la daha önce tanışsaydım kesinlikle emekli olurdum. Basketbol çok güzel bir oyun ama Sertaç parçası olmayınca...
(Sertaç araya giriyor...) Roddy, seni burada utandırmak istemiyorum. Takımın WhatsApp grubunda sezon boyunca "Hadi lütfen Nintendo Switch alın ve hep beraber oynayalım" diye ağladın. Yalnız kaldın, kimse seninle ilgilenmedi. En sonunda takımda seninle biri oynasın diye gidip kendi cebinden Erten Gazi'ye Switch almışsın... Çok hüzünlü bir hikâye bu.
HAHAHAHA... Haklısın. Sezon boyunca tek isteğim bir aile olabilmek, hep beraber oyun oynayabilmekti. Olmadı, yapamadık.
(Bir kez daha Sertaç...) Valencia deplasmanına gidiyoruz; uçakta arkaya doğru gittim, Shane'le konuşuyorum. Buğrahan da geldi yanımıza. Chris önümüzde, Tibor yanda kitap okuyor, Bryant da kitap okuyor. Roddy'ye baktık hep beraber... Uçağın ön tarafında, tek başına kalmış. Yalnız bir adam. Bu yüzden herkese kendi konsolundan aldırmak istiyor. Mesela bende vardı ama başkasına verdim çünkü sürekli "Hadi Sertaç, oynayalım" diye başımın etini yiyordu.
Evet, bu da doğru. Canım yanıyor ama gerçekler acıtır.
Tamamen Tesadüf
Shane ile Baskonia'da birlikte oynadığımızda antrenörümüz Sito Alonso'ydu. Maç hangisi hatırlamıyorum ama bir mola çıkışında "Boşa çıkan şut atsın" gibi bir şey söyledi. Sahaya çıktık, Shane'in aklına farklı bir şey gelmişti ama bana söylemedi. Topu aldı, benim savunmama baktı, backdoor'a bakış atarak kaşlarını oynattı. Alley-oop için topu havaya fırlattı, ben de tamamladım. Aynı şeyi şimdi Efes'te yapıyoruz ama çıkış noktası tamamen tesadüf.
Şaka bir yana; sadece ikiniz özelinde söylemiyorum, gerçekten harika bir arkadaşlık ortamı var burada. EuroLeague şampiyonluğuna giden yolda bu pozitif ortamın ne kadar rolü var?
Çok fazla. Şampiyonluğu çok istiyoruz, zaten bunu yapabilecek kapasitede bir takımız ama her şeyden önce birbirimizi çok seviyoruz. Geçen sene biz çok iyi giderken pandemi sebebiyle sezonun yarıda kalması kolay bir durum değildi. Takım bu kadar uyumlu olmasa aynı seviyeye geri dönemezdik.
Ergin Ataman, malum, geçen yıl EuroLeague'in sezona devam etmeme kararını çok eleştirdi. Buna dair iki soru yöneltmek istiyorum... Birincisi, kararın ardından takımın reaksiyonu nasıl oldu? İkincisi de gerçekten koçun dediği gibi artık geçen seneden daha iyi misiniz?
Öncelikle koç ve ben bambaşka insanlarız. Ben çok daha sakin, garantici biriyim. Hangisi daha iyi bilmiyorum ama koçun sözünün üstüne bir şey demek bana düşmez. Başardıkları ortada. EuroLeague şampiyonluğuna giderken sezonun bir anda böyle yarıda kesilmesini kaldırmak hiçbirimiz için kolay olmadı; koç Ataman ise hepimizden daha çok sinirliydi. Hepimiz bir noktada geri dönüp şampiyonluk için mücadele etmek istiyorduk ama o çok, çook, çooook fazla istiyordu bunu. Bize güveniyordu, kazanmak için de her şeyi denemeye hazırdı. Onu suçlayabilir misiniz? Takım bu konuyu çok konuştu, hepimiz kupayı kazanmak istiyorduk ama kararın bir yandan da anlaşılabilir olduğunu kabul etmek gerek. Tüm paydaşlar düşünüldüğünde, verilen karar çok yanlıştı diyemem
Anadolu Efes sezon boyunca en çok pick&roll kullanan, en az post-up oynayan takım. Belki de 2000'lerin ilk yarısındaki Pini Gershon-David Blatt liderliğindeki Maccabi'den beri en potansiyelli hücum takımını görüyoruz. Bu çarkın dişlilerinden biri, çarkı nasıl anlatır?
Guard merkezli bir takımız. Dediğin gibi hücumda ikili oyunları set temposu yüksek bir şekilde oynayıp pozisyon sayısını olabildiğince artırmaya çalışıyoruz. Koçun bize söylediği, eğer boş üçlük varsa, hücum süresinin bitimine 23 saniye bile varsa o topu kullanmamız. Bu konuda çok agresifiz. Koç Ataman her zaman yeteneğe güvenen bir antrenör ve bunu bize hissettiriyor. Antrenmanlarda çok fazla 5-5 oynuyoruz mesela... Amaç ne? Her spesifik pozisyonun üzerinden tekrar geçmek. Teorik ilerlemiyoruz çünkü amaç maçta, alışkın olunmayan bir durumla karşı karşıya kalınmaması. Çok fazla maç yap, adapte ol, bireysel çalışmaları da üçlük idmanlarının sayısını artırarak geçir... Hazırsın.
Sertaç hâlâ yanımızda...
Evet Sertaç. Başka işin yok sanırım.
(Sertaç yeniden söz alıyor...) Seni sevdiğim için. Gerçi hepimiz seni çok seviyoruz. Bu seneki Olimpiakos maçını hatırlıyor musun? 7'de 1 üçlük atmana rağmen bütün takım seni bulmaya devam etmişti. Her zamanki gibi...
Evet adamım. Biliyorum. Pota altında seninle oynarken de hücum çok rahatlıyor; şut tehdidin sayesinde bize çok alan kalıyor. Kesinlikle senle sahada olmak daha keyifli demiyorum. Ama böyle bir durum da var.
(Sertaç) Roddy devam et lütfen. Dunston'a yollamak için ses kaydı alıyorum...
Bryant'la birlikte oynamak harika. Lütfen ortalığı karıştırma. WhatsApp grubumuzda da herkesi bir araya getirmeye çalışmıştım fakat bunu başaramadım. Sanırım bu grubu kurduğumuz ilk günlerde çok iyi bir konsol oyuncusu olduğum fark edildi. Bu yüzden bana uyuz oldunuz.
Rodrigue izninle aynı konu başlığından devam ediyorum... Takımın neşe kaynağı olmayı neye borçlusun?
Şapşal olmayı seviyorum. Çok özel şakalar da yapmıyorum bence. Bütün sezon çok konsantre olmamız gereken bir iş yapıyorken arada birilerinin de kafa dağıtması lazım. Bir de insanların iyi hissetmesini, benimle beraber mutlu olmasını seviyorum. Böyle olunca ben de rahatlıyorum. Herkes benimle dalga geçsin, sorun değil. Yeter ki eğlenelim.
Ergin Hoca'nın sezon öncesi hazırlık kampında sana attığı penaltı golündeki gibi mi?
Şimdi bir konuyu netleştirmek istiyorum. Sakattım... Yoksa koçun bana gol atması gibi bir ihtimal söz konusu değil. Aynı penaltıyı bugün atsın yüzde yüz çıkarırım.
Ergin Hoca'ya karşı bir tane şaka hakkın olsa, nasıl kullanırsın? Belki Remi Gaillard tarzı...
Bu derginin iyi sattığını söylediğin için bu topa girmeyeceğim. Üzgünüm. Daha başarısız bir yayın organı olsaydınız konuşabilirdik. Şimdi herkes duyar. Başım derde girmesin.
Soyunma odası için önemini konuşmaktan saha içine gereken ağırlığı veremedim belki de. Shane Larkin ve Vasilije Micic gibi topla oynamayı seven iki guard'ın yanında tamamlayıcı rolde olmanın sırrı ne? Senin gibi doğal skorerlerin bu tarz rollerde pek başarıya ulaştığını görmüyoruz...
2018 yazında Efes'e geldiğimde iddialı bir takım olmamızı bekliyordum ama ilk sezondan Final Four ve ardından hep şampiyonluk için mücadele edecek bir konuma geleceğimizi düşünmemiştim. Bu tatlı bir sürpriz oldu. Baskonia'da Shane ile birlikte oynamıştık; beni arayıp "Geliyorum" dediğinde özel bir şeylerin başlayabileceğini hissetmiştim sadece. Ama tüm bunları planladık mı? Elbette hayır.
"Farz edelim ki..." diye başlayan soruları kimsenin sevdiğini zannetmiyorum ama senin durumunda geçirdiğin ağır sakatlıklar hiç öteki ihtimali düşündürtmedi mi?
Milli takım kampında ayağım kırılmasaydı, ameliyat iyi geçseydi, ne olurdu... NBA şampiyonu bir takımda final serisine ilk 5'te başlardım ve sonrasında belki yirmi yıl ligde kalırdım. Doğru, bunu çok düşündüm. Ama işte sakatlıklardan daha güçlü dönebilmek için sinirlerinizin çelik gibi olması gerekiyor. Bunu düşündüm, aynı zamanda Russell Westbrook'u da düşünüyorum. Sakatlıklardan herkes o şekilde dönemiyor. Kırılıyorsun, her şey üst üste gelince bir parçan kalıyor orada. Neyse ki artık bu fikirle barışığım.
Peki hiç mi tekrar izlemiyorsun çaylak sezonunda 40 sayı attığın o meşhur Golden State maçını...
Ah... Geçmişte o kadar çok izledim ki...