
Ağır Sıklet
5 dk
2016 Olimpiyat Oyunları’nda sadece 24 yelkenci Finn branşında yarışma hakkına sahip. Onlardan biri de Alican Kaynar.
2012 Londra’da ilk olimpiyat tecrübenizi yaşamıştınız. Orada olmak nasıldı?
Amatör branşlara ilgi genelde düşük olur. Biz de her sene Dünya ve Avrupa Şampiyonaları tecrübesi yaşıyoruz ama hiçbir yerde böyle bir ilgiye rastlamamıştım açıkçası. Bu bir sporcu olarak ruhunuzu okşuyor. Ülkenizi temsil etmenin mutluluğu da eklenince muazzam bir deneyim olmuştu Londra. İlk yarış öncesi ismimin anons edildiği anı hiç unutamam. Gerçekten inanılmazdı.
Finn, yelkenin ağır sıkleti olarak geçmekte. Branşınızı sizden dinleyebilir miyiz?
Tek kişilik bir sınıf ve takribi 95-105 kilo arası sporcular yarışıyor. Bu, yelken alanının büyüklüğüyle orantılı ve dolayısıyla da ağır sıklet deniyor. Finn, aynı zamanda teknolojinin en ileri olduğu yelken sınıfı. Çok uzun süre, prototip malzemelerin testlerini yapıyor ve uygun kombinasyonu arıyoruz. Bu işin Formula 1’i diyebiliriz; çünkü geliştirilen teknolojiler, devamında yatlarda da kullanılabiliyor. Mesela rüzgâr hızı 10 deniz milinin üzerine çıktığında ‘serbest pompa’ metodunu kullanıyoruz. Bu, yelkeni sürekli kendinize doğru çekip tekneyi daha hızlı götürmekle alakalı. Orada zaman zaman, 180-190 nabızları gördüğümüz oluyor. Yani fiziksel performansımız çok önemli.
Dört sene önce 24 sporcu arasında 18. sırada yer almıştınız. Rio’da hedef madalya mı?
2012’ye çok profesyonelce hazırlandığımızı söyleyemem. Zaten 2009-2010 arasında Finn sınıfına geçmiştim ve sadece iki senelik bir sürem vardı. Oradaki hedefimiz; gereken tecrübeyi almak, 2016 ve 2020’ye hazırlanmaktı. Bunu en iyi şekilde yaptık. Her ülkeden bir sporcunun katılabildiği bir organizasyon ve o dönemde son 10 arasına kalıp final yarışına girmek bile ütopikti. Nitekim de olmadı. Ancak geride kalan verimli dört senenin ardından, madalya yolunun artık açık olduğunu söyleyebilirim.
Çok stresli de bir kota mücadelesi verdiniz... Palma de Mallorca’da neler olmuştu?
Açıkçası 2012 sonrasında 2016’ya gitmek, hedeflerimiz arasında en büyüğü değildi. Yalan söylemeyeceğim ama buna garanti gözüyle bakıyor ve oradan iyi bir sonuçla dönmeyi umuyorduk. Yalnız bir önceki Dünya Şampiyonası’nda, yani Yeni Zelanda’da işler yolunda gitmedi. Rüzgâr, hava şartları… Son beş senedeki en kötü şampiyonamdı ve kotayı alamadım. Akabinde işimiz Palma’ya kaldı. Avrupa’nın önde gelen ülkeleri orada, kalan tek kota için yarıştı. Bazı ülkelerden altı-yedi sporcu vardı, ben tek başımaydım. Bu, kendi kendimi içine soktuğum bir baskıydı. Neyse ki hak ettiğimiz dereceyi aldık ve aksilik yaşanmadı. Aynı zamanda olimpiyat öncesinde de iyi bir gösterge yarışıydı bana göre.
Kulübünüzün desteğinden hep bahsettiniz. Ya ülke genelinde durum nedir? Rio’da ne bekleyebiliriz?
Ben altı yaşından beri Fenerbahçe Kulübü sporcusuyum. Tüm kariyerimde, attığım adımlarda da kulübümle birlikteydim. Son üç senedir Koç Holding de ayrıca sponsorluğumu yapıyor. Onlar da hem maddi hem manevi açıdan büyük bir destek verdi. Tabii federasyonumuzu da asla unutmamak lazım. Özellikle de Palma’ya hazırlandığım dönemde hep yanımdalardı. Finn sınıfında bu seviyede yarışan tek sporcuyum. Keşke benim gibi, bir değil de dört sporcu olsa… Finn sınıfı için birimiz olimpiyata gitme şansı yakalasak… Rekabetin olduğu yerde, iyi dereceler hep daha çabuk gelir. Ancak şimdilik durum bu. Rio’ya hem genç hem tecrübeli bir ekiple gidiyoruz. Özellikle 470 sınıfında Çınar Kardeşler, Laser’da Çağla Dönertaş ve Finn’de ben… Eğer alttan da gençler gelirse, gelecekte Türkiye’nin en başarılı olimpik branşlarından biri yelken olabilir.