
Şiirin Amatör Ruhu
2 dk
Haydar Ergülen, karamsarlığın yapı taşı olduğu Ahmet Erhan poetikası için 'Karaakdeniz" duyarlılığı' ifadesini seçmişti. Akdeniz'den Erhan, Karadeniz'e ve İlyas Tunç'a selam duruyor...
Futbolcu olamayan şair bir babanın kızıyım. Ahmet Erhan tutkum, biraz da bundan…
Ordu’nun denize uzanan uzun kumsallarında çıplak ayak top koşturan babam da, Adana’da “kavurucu sıcakların altında Adana Demirspor’da Fatih Terim ile aynı takımda epeyce sıyrık bir meşin yuvarlağın peşinde” dolanan Erhan da oyunbaz ruhlu çocuklardır. Aynı kuşağın şairleridir onlar, aynı sevdanın dilencileri… İkisi de öğretmendir. Öğrencilerine soramadıklarını hayata ve şiire karşı yükselten öğretmenler… Şiiri yegâne mülk edinenler!
Babam Orduspor’a imza atıp aldığı transfer parasıyla Ankara’nın yolunu tutar. Ayakkabıcı Celal Usta’ya ‘üniversiteli’ bir evlat sahibi olmanın haklı gururunu yaşatmak için futbolu terk eder. Ahmet ise Adıyamanspor’un sağ beki kırınca kaval kemiğini, futbola küser; yüzünü şiire döner. “Fatih Galatasaray'a doğru deplase oldu, sense şiire / kesilmiş bir süt kadar buruk / yıllar kaldı arkada ve önde…”
Futbol ezeli ukdesidir geçmişin, şiir ise ebedi heves… Ahmet, kendi ifadesiyle ilk gençlik yıllarının büyük tutkusunu müzmin bir Galatasaray taraftarı olarak sürdürür; babam gibi… Arada bir de “belki ufuk çizgisini görürüm diye” futbol maçlarına gider.
“Tuhaf ama futbolla birlikte şiirin de en azından tohumları vardı. Adana Erkek Lisesi, Seyhanspor, Adana Demirspor genç takımında oynadım. Sonra sakatlık geldi. Futbolu bugün de çok seviyorum, yapılan onca sakatlığa karşı…” Ahmet Erhan şiirinin tohumları filizlenmeye başlayacaktır yirmili yaşlarının başında. Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandığı Alacakaranlıktaki Ülke kitabıyla tanınmaya başlar. Şiir bayrağını 1970’li yıllardan 80’lere taşır. Şiiri; geçiş kuşağının sancılarını, ölüm, yalnızlık, anne, baba ve alkol gibi farklı izlekleri taşır. Tüm çemberlerin dışında kalan adamdır o. Aslında en çok kendini anlatmıştır. Samimiyeti kendinden menkul bir şiir yaratabilmiştir bu yüzden... Küfrü de argoyu da futbolu da şiire dahil kılmıştır. Babam şiirini taşrada var edebilmek ve şair kalabilmek için uğraşırken Ahmet Erhan Ankara’da, onca şairin, tonca şiir soytarısının arasında yalnızlığıyla bir başına kalmıştır.
Futbol gibi at yarışı da onu yaşatan şeylerden biridir aslında. “Ben beş yaşındayken iki tane yarış atımız vardı. Babam demir-çelik işiyle uğraşırdı. Sonra ne olduysa battı, Adana'ya gittiğimiz sıralarda. Yoksullaştık, babamın içki olayı da o zaman başladı. Atları göreyim, onlarla ilgileneyim diye giderim hipodroma. At yarışı da oynarım cüzi miktarlarda, genellikle de kaybederim.”
Futbolun amatör ruhu şiirine el vermiş bir kere; kaybetmekten de haz almasını bilirdi Ahmet Erhan. Kimi zaman yırtardı at yarışı müsveddelerini, kimi zaman kuponların üzerini dizeleri örterdi. Mağlubiyetlerin, kaybedişlerin, tutunamayışların şairi olarak anılsa da kültürümüzün popüler dünyasında, sormak gerek: Şu ömrühayatımızda kim galip, bir Ahmet Erhan mağlup olsun ki?
Ona göre şiir, “insanın en gerçek, en dolaysız, en özlü eylemlerinden biri”dir. Huizinga da yeryüzünde insana ait her şeyin başlangıcında oyun olduğunu söylememiş midir? Öyleyse önce oyun vardır ve önce şiir! Ahmet Erhan “önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık”tan nasibini fazlasıyla almış bir şiir eyleyicisidir.
“İster hırs deyin, ister -ki beni tanımayanlar tam tersini düşünür- sorumluluk bilinci deyin, gerek futbolda, gerek şiirde, gerekse 18 yıl süren edebiyat öğretmenliğimde hep işimi yapmaya çalıştım. Bunların içinde duygusal anlamda oğulluk, kardeşlik, kocalık, babalık gibi boyutlar var elbette. Ama burası çok önemli, en iyisini yaptım duygusu da yok içimde…
Şiiri iş bellemek… Üstelik insan olmanın sorumluluğunu taşıyarak. Bana kalan da bu sanırım... Futbol ve şiirle netameli ilişkim, babamdan ve Ahmet Erhan’dan mirastır.