Aile

23 dk

Cesare Maldini, Kupa 1'i kazanan ilk İtalyan takımının kaptanıydı. Oğlu Paolo ise mirası ayrı bir yere taşıdı. Şampiyonlar Ligi'ne abone olan Maldini'lerin hikâyesi karşınızda…

Nereo Rocco, 1960'ların başında Milan'da patron koltuğuna oturdu ve hem kulübün hem de İtalyan futbolunun savaş sonrası temellerini attı. Bu değişimin ilk büyük zaferi de 22 Mayıs 1963'te Wembley Stadı'nda gelmiş; Milan, Benfica'yı yenerek Avrupa Kupası'nı kazanan ilk İtalyan takımı olmuştu. 1940'ların sonunda Triestina ile Katenaçyo'nun ilk uygulayıcılarından olan Nereo Rocco, İtalyan işi anlayışla büyük kupaya uzanan ilk teknik adamdı. Sistemde en önemli parça liberoydu ve Trieste günlerinden öğrencisi Cesare Maldini'ye bu görevi vermişti. Cesare, zarif oyununun yanında kaptan olarak saha içinde takımın patronuydu da. Öyle ki maç içinde Eusebio karşısında çaresiz kaldıklarını gören kaptan, savunma kurgusunu değiştirip önünde oynayan iki savunmacıdan Victor Benitez'in liberoya geçmesini söyledi ve Giovanni Trapattoni ile birlikte Eusebio'yu kontrol etmeye başladı. Karar, Rocco'ya danışılmadan alınmıştı. Törende kupayı kaldıran Cesare, bir bakıma maç içindeki antrenörlüğünün de zaferini kutluyordu…

Rocco, şampiyonluk sonrasında Milan'daki görevini bırakıp Torino'nun yolunu tuttu. Cesare ile yolları 1966'da bir kez daha kesişecek ve 12 yıllık Milan kariyerini noktalayan Maldini, bir sezon da Torino'da oynayıp saha içine veda edecekti. Aynı yaz Rocco da Milan'a döndü. 'Yeni Milan'ın saha içi patronu Gianni Rivera'ydı. Henüz 16 yaşında Milan'a ayak basan ve 1963'teki zaferde de yer alan Rivera, 1960'larda İtalyan futbolunun rock yıldızıydı. 1969'da Ajax'ı mağlup edip bir kez daha Kupa 1'i kazandıklarında 4-1'lik galibiyetin baş mimarı oydu. Fakat bu zafer, bir bakıma Katenaçyo'nun büyük sahnedeki son kupasıydı. 1970'lerde değişim gerekliydi…

1963, Wembley... Milan antrenörü Nereo Rocco ve takım kaptanı Cesare Maldini, bir İtalyan takımının kaldırdığı ilk Avrupa kupasının mutluluğunu yaşıyor.

1963, Wembley... Milan antrenörü Nereo Rocco ve takım kaptanı Cesare Maldini, bir İtalyan takımının kaldırdığı ilk Avrupa kupasının mutluluğunu yaşıyor.

“Milan mı, Inter mi?”

1978 Dünya Kupası, İtalyan futbolunun yeni ve yetenekli bir jenerasyona sahip olduğunu kanıtlamıştı. Ümit Milli Takım antrenörü Enzo Bearzot'un başa geçtiği Azzurri, Katenaçyo izlerinin hâkim olduğu ama orta sahada pres ya da alan savunması dokunuşlarının da görüldüğü yeni bir oyunla, kupanın en dikkat çeken takımlarından biri olmuştu. Bu performansta Juventus'lu oyuncuların payı büyüktü. Nitekim Juventus da Giovanni Trapattoni ile benzer yenilikçi bir yapıya bürünmüştü.

Juventus, ülke futboluna o kadar hâkim olmuştu ki Cesare Maldini'nin 10 yaşındaki oğlu bile bir Juventus hayranıydı. Paolo Cesare Maldini'nin odasını Bettega posterleri süslüyordu. Fakat yeteneğiyle de yaşıtlarından sıyrılan Paolo'nun bir kulübe adım atması gerektiğinde fazla seçeneği yoktu. Nitekim ailesi Milano'da yaşıyordu. Baba Cesare, oğluna şunu sordu: "Inter seçmelerine mi katılmak istersin Milan seçmelerine mi?" Paolo, "Milan!" dedi. O dönem Milan Altyapısı'nda yetkili olan Fausto Braga, 10 yaşındaki Paolo'yu sahaya sürmeden önce Cesare'ye danıştı: "Hey, Cesare. Onu nerede oynatalım?" Cesare, herhangi bir torpil söylentisinden kaçmak için durumla çok da ilgilenmedi: "Bakın işte…" Paolo, sağ kanatta oyuna başladı…

Milan, A takımda da gençlere şans vermeyi sürdürüyordu. Dönemin antrenörü Nils Liedholm, 23 Nisan 1978'de Verona deplasmanında 18 yaşındaki Franco Baresi'yi sahaya sürdü. Son demlerini yaşayan kaptan Rivera, çaylağın özgüveninden etkilenmişti ve Milan'ın bir yıldız kazandığını söylüyordu… Yetmişlerde şampiyonluklara hasret kalan Milan, ertesi sezon zafere ulaştığında as oyunculardan biri de Baresi'ydi. Alan savunması, pres gibi ülke futbolunun yabancı olduğu kavramları uygulayan Liedholm'ün takımı, Scudetto ile efsane 10 numarası Rivera'yı da uğurluyordu. Henüz çocuk denebilecek yaşta Alessandria'dan gelen ve 19 yılını Milan'da geçiren 'Altın Çocuk' bayrağı Baresi'ye devrediyordu.

Yetmişler Cesare Maldini için de arayış yıllarıydı. Önce Milan'da teknik ekip içinde yer aldı, daha sonra Foggia, Ternana ve Parma gibi düşük kalibreli takımlarda başantrenör tecrübesi yaşadı. 1980 yılında gelen bir teklif, antrenörlük kariyerini değiştirecekti. 1978 Dünya Kupası'nda iyi iş çıkaran milli takımın antrenörü Bearzot, Cesare'den yardımcısı olmasını istemişti. Cesare görevi kabul etti ve ümit milli takım antrenörü Azeglio Vicini ile birlikte Enzo Bearzot'un en önemli iki adamından biri oldu. İtalya, 1982 Dünya Kupası'nda masalsı bir zafer kazandığında ince mavi çizgili beyaz takım elbisesi ile kenarda oturanlardan biri de Cesare Maldini'ydi. Finale kadar yaşanan sancılı süreç, kupaya giden yoldaki strateji ve sonrasındaki büyük haz milli takımdan önceki antrenörlük kariyerinin toplamına bedeldi. 1938'den beri Dünya Kupası'nı kazanamayan İtalya, üzerindeki ölü toprağı atmıştı. Dahası bu şampiyonluk, Serie A'nın 'rüya lig' olmasında büyük bir rol oynayacaktı.

Maldini Ailesi... Paolo'nun herkese selamı var...

Maldini Ailesi... Paolo'nun herkese selamı var...

Ocak 1985

Bu zafer, ekonomik krizin atlatılması ve yabancı yasağının kaldırılmasıyla birleşince birçok İtalyan takımının en parlak günlerine giden yolu aydınlattı. Juventus ve Roma bu takımların başındaydı. Milan, olan biteni biraz geriden takip ediyordu. Seksenlere Totonero Skandalı nedeniyle Serie B'de başlamışlar, bir sezonda Serie A'ya yükselseler de yine alt ligi boylamışlardı. 1983'te tekrar büyük sahneye çıktıklarında bile maziyi arıyorlardı. Baresi kulübü terk etmemişti ama ülkeyi saran yabancı modasında bile taraftarı heyecanlandıracak oyuncuları getirmekten uzaktaydılar. 1984-1985 sezonunun ilk yarısı bittiğinde ancak yedinci sırada yer bulabilmişlerdi…

Milan, 20 Ocak 1985'te 16. hafta için Udinese deplasmanına gittiğinde kar yağışı nedeniyle berbat bir zeminle karşılaştı. 11. dakikada Franco Selvaggi'nin golüyle de yenik duruma düşmüşlerdi. İkinci yarının başında talihsizlikler devam etti. Takımın beki Sergio Battistini sakatlanmıştı. Nils Liedholm, kulübeye döndü ve 16 yaşındaki gence ısınmasını söyledi. 1978'de girdiği kulüpte henüz lise öğrencisiyken A takımla idmanlara çıkmaya başlayan Paolo Maldini, o gün oyuna gireceğini düşünmemişti. Öyle ki karlı zemine uygun kramponları bile yoktu. Ayak numarası uygun bir arkadaşı bulundu, kramponlarını giydi, ısındı ve Liedholm'ün yanına gitti. İsveçli, her zamanki gibi rahattı:

— Nerede oynamak istersin, sağda mı solda mı?

— Nerede isterseniz efendim!

— Sakin ol, git ve tadını çıkar!

Paolo, titreyen bacaklarla oyuna girdi ama topa ilk dokunuşunda kaleci Giuliano Terraneo'ya yaptığı geri pastan sonra durum normale döndü. Milan, Mark Hateley'in golüyle beraberliği kurtarırken Paolo da görevini yapmıştı. Baresi o günle ilgili şunları söyleyecekti: "Çok gençti, ona birkaç tavsiye vermeyi düşündüm ama çok da ihtiyacı yoktu." Paolo, o sezon bir daha forma giyemedi ama 1985-1986'da formayı aldı. "Soyadı sayesinde mi buralara geldi?" tartışması, oynadığı her maçtan sonra daha da azalarak bitecekti.

Baba Cesare ise milli takımdaki görevine devam ediyordu. 1986 Dünya Kupası'nda başarısız olan İtalya Milli Takımı'nda Bearzot görevi bırakmış, Azeglio Vicini başantrenör olmuştu. Ondan boşalan koltuk ise Cesare Maldini'ye emanet ediliyordu… Sadece milli takımda yaşanmadı bu değişim. Yetmişlerin ikinci yarısında Katenaçyo'yu yorumlayan ve başka bir şekle sokan antrenörlerin çağı da sona gelmişti. Trapattoni yıllarca ayakta kalacaktı ama Bearzot gibi Liedholm de artık bir takımı zirveye çıkarmaktan uzak gibiydi. Paolo Maldini, Liedholm'den sahada güçlü kalması gerektiğini sık sık duyduğunu hatırlıyor. İsveçlinin en büyük öğretisinin ise "Her şeyini vermelisin ama unutma ki bu bir oyun!" olduğunu söylüyordu. Liedholm, bir dönemi değiştirmiş, özellikle Roma'da büyük işler yapmıştı ama Milan daha radikal değişimlere ihtiyaç duyuyordu. Yönetimde de sıkıntılar vardı. Bu aşamada sahneye Gianni Agnelli'nin deyimiyle futbolu televizyon sporuna çeviren Silvio Berlusconi çıktı ve takımın yeni sahibi oldu. Paolo, "En önemlisi mantaliteyi değiştirdi" diyordu. Milanello'ya ayak bastığı ilk günden itibaren Milan'ın Avrupa şampiyonu olacağını tekrarlayan Silvio, bir sezon Liedholm ve Fabio Capello ile çalıştı. Berlusconi'nin ve Milan'ın sahada aradığı taze kan, 1987 yazında kulüpten içeri girdi: Parma antrenörü Arrigo Sacchi…

Milan'ın kaderini değiştiren aktörlerden Arrigo Sacchi ve Silvio Berlusconi...

Milan'ın kaderini değiştiren aktörlerden Arrigo Sacchi ve Silvio Berlusconi...

Devrim

"Sevgili Paolo, şu anda bir kavşaktasın. Çıkış için bir karar vermen gerek. Futbolcu olma yoluna mı sapacaksın yoksa 'Playboy' olma yoluna mı?" Sacchi ile Maldini'nin ilk görüşmelerinden biri böyle başlamıştı. Paolo'nun kararı belliydi ama Sacchi kendine has üslubuyla onun da dikkatini çekmeyi başarmıştı. Yıllar sonra Jamie Carragher'la yaptığı sohbette, Sacchi'den şöyle bahsedecekti: "Antrenmanları biraz çılgıncaydı. Hem bedenini hem de zihnini çalıştırırdı. Aynı şeyi sürekli tekrar ettirirdi; özellikle de savunma oyuncularına. Her gün aynı şeyleri yapardık. Eğer şimdi Baresi, Costacurta ve Tassotti bir araya gelsek hâlâ 1990'larda oynadığımız gibi oynarız. Oyunumuz aklımıza kazınmıştı."

Liedholm'ün takımına Ancelotti gibi bir mimarı ve Gullit ile Van Basten gibi iki muazzam Hollandalıyı ekleyen Sacchi, 1970'lerin Hollanda futbolunu İtalyan güvenliği ile harmanlayıp sahaya farklı bir oyun anlayışı koymuştu. Devamlı hücumu düşünen takımda elbette ileri uçtaki isimler ön plandaydı ama o agresif hücumların sigortası da geri dörtlüydü. Baresi ve Costacurta ile merkezi korumaya alan Sacchi, sağ bekte savunma yönü ağır basan Tassotti'yi kullanıyordu. Maldini ise muazzam temposu ve fiziksel üstünlüğü ile sol kanatta önce savunuyor sonra da koşularla rakibin dengesini bozuyordu.

How to Watch Soccer adlı kitabında 'Sol Bek' bölümüne Maldini örneğiyle başlayan Ruud Gullit, onun için "Sol bekin somut örneği" diyor. Henüz 19 yaşında olmasına rağmen olgun bir sporcu fiziğine sahip olduğunu belirtiyor, "Sağ ayaklı mı yoksa sol ayaklı mı olduğu hakkında en ufak bir bilgim yok" diyerek övüyor, sol kanat boyunca işleyebilecek dayanıklılığını anlatıyor ve doğru anda bindirmeler yapmak için gerekli zekâya sahip olduğunu söylüyordu. Cesare ise ilk günden itibaren onun atletizminden etkilenmişti. "O gerçek bir sporcu fiziğine sahipti" diyor ve bütün sprint idmanlarında oğlunun birinci olduğunu söylüyordu. Maldini'nin yetenekleri, "Gördüğüm en iyi savunmacı" dediği Baresi'nin liderliğiyle birleşince İtalyanlar, Scirea'nın önderliğindeki Juventus savunmasının bayrağını taşıyacak dörtlüyü bulmuştu artık. Tabii Maldini'ye de 'Yeni Cabrini' olmak düşüyordu.

— Paolo, Cabrini'nin yerini doldurmak mı yoksa Napoli'yi yakalamak mı daha kolay?

— Napoli'yi yakalamak. Cabrini'nin yerini doldurmak gerçekten hiç de kolay değil.

Maldini, 1988'deki bir maçın ardından muhabire bunları söylüyordu. Sacchi'nin Milan'ı tabuları yıkmak istiyordu ama ligde Napoli'nin arkasındaydılar. Şampiyonluktan başka bir sonuç pek de hazmedilir gibi değildi. Üstelik Marco van Basten de sezonun büyük bölümünde sakattı. Fakat Gullit'in muazzam performansı ile bitime üç hafta kala Napoli'de aldıkları galibiyetle liderlik koltuğuna oturmuşlar ve bir daha da zirveden inmemişlerdi. Milan, 1979'dan sonra ilk şampiyonluğunu yaşıyordu. Daha da önemlisi bu zafer bir hanedanlığın dönüm noktasıydı.

Milan, Sacchi ile bir daha şampiyon olamadı ama Şampiyon Kulüpler Kupası'nda üst üste iki zafer kazanarak uyuyan devi uyandırmışlardı. Özellikle 1988-1989 sezonundaki 5-0'lık Real Madrid maçı, finaldeki 4-0'lık gösteri ve üçüncü Hollandalı Frank Rijkaard'ın katılımıyla Sacchi'nin hayalindeki oyunu sahaya taşımayı başarmaları, Berlusconi'nin hayallerini gerçekleştirmek için yeterliydi.

Milan'ın 20 yıl sonra kazandığı Kupa 1 zaferinden...

Milan'ın 20 yıl sonra kazandığı Kupa 1 zaferinden...

Zirve

Sacchi'den sonra takımın başına geçen Capello, bu mirası daha da iyi yerlere taşıdı. Dört Scudetto kazandılar. Namağlup 1991-1992 sezonu en görkemlisiydi belki de… Yenilmezlik serisi 58 maç sürecekti. Capello daha İtalyan tarzı düşünüyordu ve kuşkusuz savunmanın rolü artmıştı. Maldini ise kariyerinin zirvesine bu dönemde çıkmıştı. "Capello ile gerçek, azimli bir futbolcuya dönüştüm" diyordu. 1993'te takıma katılan Marcel Desailly ise otobiyografisinde kulübe adım attığı anda ona en yakın gelen futbolcunun Maldini olduğunu ifade ediyordu. 'Milan Stili' başlığında İtalyan meslektaşının alçakgönüllülüğünü, liderliğini, ve Milan'ı iyi temsil edebilmek için özel dikim kıyafetlerine kadar hassas davrandığını anlatıyordu…

Avrupa'da da yarışa devam eden ve 1993'te ilk Şampiyonlar Ligi sezonunda finali gören Milan, Marsilya'ya kaybetmekle kalmamış, Van Basten'in bir daha sahaya çıkamamasına neden olacak sakatlıkla da yüzleşmişti. İtalya'da sezonu şampiyon tamamlasalar da yeni dönemde Capello'nun farklı planlar yapması gerekiyordu. 1993-1994 sezonunda da Scudetto'yu kazandılar ama sadece 36 gol atabilmişlerdi. Buna karşı sadece 15 gol yiyen Milan'ın başrolünde savunma hattı vardı. Şampiyonlar Ligi'nde de yola aynı yöntemle devam ettiler. Grup aşamasında sadece altı gol attılar, yedikleri gol sayısı ise ikiydi. Fakat yarı finalde Monaco karşısındaki 90 dakika planları bozdu. Önce Baresi, tartışmalı bir kararla sarı kart gördü, sonra da Costacurta gayet haklı bir şekilde Klinsmann'a yaptıklarından dolayı oyundan atıldı. Milan, Monaco'yu 3-0 geçerek finale adını yazdırsa da belkemiği savunmanın merkezindeki iki isim Baresi ve Costacurta'dan yoksun olacaklardı…

Rakip Barcelona ise Avrupa'nın yeni hücum makinesi olarak görülüyordu. Romario, Stoichkov gibi tehlikeli silahlarının yanında Cruyff'un önderliğinde oynadıkları hızlı hücum futbolunu durdurmak çok da kolay değildi. Capello, Barcelona'nın hızını kesmek için orta saha merkezinde Desailly ve Albertini'yi kullanmayı düşünüyordu. Defansın merkezi ise emektar Filippo Galli ile Paolo Maldini'ye emanetti. Sol bekte ise genç Panucci oynayacaktı. "İlk defa favori değildik. Belki de bu bizi arkadan itti" diyordu Maldini. Milan, 18 Mayıs 1994 gecesi Barcelona'ya 4-0'lık futbol dersi verirken sahanın yıldızları Desailly, Albertini ve Savicevic'ti belki ama savunmada da Maldini-Galli ikilisi bir saniye bile Baresi-Costacurta'yı aratmamış ve Romario'yu sahadan silmişti. Barcelona sisteminin beyni libero Ronald Koeman, Paolo'nun o geceki oyunu için şunları söylüyordu: "Futbol tarihinde onun gibi iki ayağını da kullanabilen ve kariyerinin iyi günlerindeki gibi ileri çıkabilen bir sol bek olmadı. Milan'ın 1994 Finali'nde Barcelona'yı imha ettiği gece Baresi ve Costacurta cezalı olduğu için stoper oynamıştı ve sanki ömrü boyunca orada oynamış gibiydi…"

Özel hayranlarından Alex Ferguson ise yıllar sonra bir Bayern Münih-Milan maçı sonrasında "90 dakika boyunca o kadar iyi yer tuttu ki rakibe müdahale yapmadan maçı tamamladı. Bu bir sanattır ve Maldini de bu işin ustası" sözleriyle onu övüyordu. Paolo Maldini'nin sırlarından biri buydu zaten: "Eğer rakibe hamle yapmak zorunda kaldıysam çoktan hata yapmışım demektir." Coverciano'daki derslerde anlatılan bir detayı da gururla anlatıyor: "Sol bekseniz ve oyunun yönü sizin kanadınıza doğru değiştiyse karar verdiğiniz yöne doğru tek hamle yapın. Eğer Maldini değilseniz tabii!"

Birçoklarına göre Cabrini'nin sol bekte bıraktığı yeri doldurmayı başaran Paolo, daha da önemlisi çok yönlü bir savunmacı olduğunu göstermiş, 1990'larda kendini bulmuştu. Temposu, oturan fizik yapısı, bindirmelerde yarattığı tehlikeler ve oyun içindeki tercihleri kusursuza yakındı. Onu dünyanın en iyi sol beki olarak görenler az değildi. 1994 Ballon d'Or oylamasında üçüncü sırayı alması her şeyi anlatıyordu.

Milan, 1995'te bir kez daha Avrupa'da finale çıkmış ama bu kez 'gerçek' Hollanda ekolünün yeni mahsulü Ajax'a teslim olmuştu. Bir bakıma Milan'lı yılların sonuna gelinmişti… Franco Baresi, futbola veda ettiğinde tarihler 1997'yi gösteriyordu. Kaptanlık bandı, kimseyi şaşırtmayan bir kararla Maldini'ye emanet edilmişti. Fakat Milan, yeni futbol düzeniyle yalpalayacağı bir döneme giriyordu. Albertini, Bosman Kuralları sonrasında yaşanan transfer bolluğunun takımın ruhunu bozduğunu düşünüyordu. 1997-1998 sezonunu onuncu bitirdiler. Parma maçından sonra taraftarın tepkisine karşılık veren Maldini ile Curva'nın arası açılmıştı. Öyle ki ertesi sezon hiç hesapta yokken aradan sıyrılıp kazandıkları Scudetto'yu kutlayan Milan'da mutluluğu taraftarlarla paylaşmayan iki oyuncu vardı: Costacurta ve Maldini… Onlar soyunma odasının yolunu tutmuştu. Sonlara doğru zor günler yaşansa da doksanlı yıllar Paolo için muazzam geçmişti.

Aynı dönem Cesare için de fena sayılmazdı. Ümit milli takımla 1992'de başladığı seriyi 1996'da art arda üç Avrupa Şampiyonluğu ile tamamladı. Buffon, Panucci, Cannavaro, Nesta, Tommasi, Tacchinardi, Totti ve Filippo Inzaghi gibi geleceğin milli oyuncuları onun tedrisatından geçmişti. Bu performans, Cesare'yi 1996'da A milli takıma taşımıştı. Paolo'nun milli mesaileriyse babası kadar parlak değildi.

1994 Dünya Kupası Finali...

1994 Dünya Kupası Finali...

Mavi Hüsran

— Dünya Kupası'nda en fazla dakika sahada kalıp hiçbir şey kazanamayan bir oyuncu olarak hatırlanacaksın.

— Amen!

Paolo, Federico Buffa ile yaptığı söyleşide bu espriyi yapıyor ve durumu kabulleniyordu ama ortada gerçekten de ilginç bir durum vardı. Babasının antrenörlüğünde ümit milli takım günleri kısa sürmüş, Azeglio Vicini onu 19 yaşında milli takıma almıştı. İlk büyük turnuvası Euro 88'di ve Vicini'nin gençleri yarı final oynayıp alkış almıştı. Ama iki sene sonra evlerinde düzenlenen Dünya Kupası'nda onlardan şampiyonluk bekleniyordu. İtalya, turnuvanın en iyi futbol oynayan takımlarından biri olsa da yarı finalde Arjantin karşısında penaltı atışları sonunda kupaya veda etmişti. Bu turnuva o jenerasyonu o kadar etkiledi ki Maldini yakın dönemde verdiği bir röportajda yarı finaldeki Arjantin maçını kariyerinde tekrar oynamak istediği maçlar listesinde ilk sıraya yazıyordu. Bu etki, Euro 92 Elemeleri'nde de sürdü ve eleme grubunu aşamadılar. 1994 Dünya Kupası'na Sacchi önderliğinde giden İtalya kötü oynasa da Roberto Baggio'nun omuzlarında finale çıkmış, Brezilya karşısında boynu bükük taraf olarak sahadan ayrılmıştı. Maldini, Baggio'yla birlikte takımın en iyilerindendi. Üstelik Baresi'nin grup maçlarındaki sakatlığından dolayı turnuvanın büyük bölümünü stoper olarak geçirmişti. Euro 96'ya katılmayı başarmışlar ama grup aşamasında elenmişlerdi. 1998 Fransa, baba-oğul Maldini'lerin kupası olacaktı ama yine penaltı kâbusu ile uyandılar ve Fransa'ya elendiler.

Paolo'nun en can yakan milli serüvenlerinden biri de 2000 yazındaydı. İtalya, Avrupa Şampiyonası'nda sürpriz yaparak finale çıkmış ve Fransa karşısına dikilmişti. Maçı uzun süre önde götürdüler. Fakat bitime saniyeler kala Wiltord durumu eşitledi ve uzatmada yedikleri altın golle de maçı kaybettiler. 2002 Dünya Kupası ise Güney Koreli Ahn'ın Maldini'nin üzerinden vurduğu kafayla son bulacaktı. Paolo, o turnuvadan sonra milli takımı bıraktı. Kupası yoktu ama tam 126 kez mavi formayı giyerek efsane kaleci Dino Zoff'a ait rekoru kırmıştı.

Babası Cesare'den 40 yıl sonra, İngiltere'de Milan kaptanı olarak Kupa 1'i havaya kaldırdı...

Babası Cesare'den 40 yıl sonra, İngiltere'de Milan kaptanı olarak Kupa 1'i havaya kaldırdı...

Yeniden Doğuş

2000'ler Maldini'nin artık eski temposunu kaybettiği dönemdi. 1990'ların sonunda Zaccheroni yönetiminde üçlü savunma ile sahaya çıkan Milan'da sol stoper olarak görev almaya başlamış ve bugün bile birçok insanın onu stoper hatırlamasına neden olan döneme girmişti. 2002 Dünya Kupası dönüşünde ise kariyerinin ikinci görkemli perdesi açılmıştı. BerlusconiGalliani ikilisi, 2000 model Milan için kolları sıvamıştı. Nesta, Seedorf, Rivaldo transferleri; Shevchenko, Inzaghi, Rui Costa gibi takımda olan isimler de düşünüldüğünde Milan Avrupa'da yine güçlü takımlardan biri haline geliyordu. Maldini'nin çoğu zaman stoperde Nesta ile oluşturduğu ortaklık, eski günlerine dönmesine neden olmuştu. Bir bakıma Maldini, Nesta'nın büyümesini sağlarken Nesta da Maldini'nin yeniden doğuşuna vesile olmuştu. 2002-2003 sezonunda Şampiyonlar Ligi Finali'ne yükselen Milan, Juventus'u penaltı atışlarıyla geçerek Kupa 1'e uzanıyordu. Maldini, penaltılar fobisini atlatırken bir aile geleneğini de devam ettiriyordu. 1963'te kaptan olarak kupayı kaldıran Cesare'den tam kırk yıl sonra Paolo da kaptan olarak yine İngiltere'de Kupa 1'i Milan adına kaldırıyordu… O sene Ballon d'Or oylamasında bir kez daha üçüncülüğü almıştı.

Ancelotti'nin Milan'ı büyümeye devam etti ve 2004 yılından itibaren Stam, Kaka, Cafu ve Crespo hamleleriyle belki de Milan tarihinin bireysel açıdan en görkemli kadrosuna sahip oldular. 2004-2005 sezonunda Liverpool karşısına çıktıklarında şüphesiz favoriydiler. Maça da öyle başladılar. Paolo Maldini, henüz ilk dakikada Şampiyonlar Ligi'nin finalde gol atan en yaşlı oyuncusu olmuş ve takımını 1-0 öne geçirmişti. Fırtına kırk dakika daha devam etti… Milan, ilk yarıyı 3-0 önde kapadı. Fakat ikinci yarıda, işler Liverpool'un lehine döndü ve unutulmaz final İngiliz takımının galibiyetiyle noktalandı. Yine penaltı atışları Maldini'nin kâbusu olmuştu… Maldini, finalden sonra "Daha iyi oynadık ama futbol bu" diyordu. Fakat Milan tribünlerinin bir kısmı bu yorumu fazla umursamaz bulmuştu. Milano'ya dönüşte tepkilerle karşılaştıklarında kaptanın bir grup taraftara "Paralı askerler" dediği iddia edildi. Paolo Maldini yıllar sonra Carragher'la yaptığı sohbette "Sadece çılgın bir altı dakikaydı" diye finali özetleyecek ve 2005'te maçla ilgili düşündüklerini tekrarlayacaktı.

Milan, iki yıl sonra bir kez daha Liverpool'la finalde karşılaşıp kupayı kazandığında kaptan yine sahadaydı. Baresi, "Normal bir futbolcu ile şampiyon arasındaki fark" olarak yorumluyordu 39 yaşındaki Maldini'nin istikrarını. Herkes bir makine olarak görse de Maldini'nin sıkıntıları onu zorlamaya başlamıştı. Tüm sezonu sakat oynamış ve finalden birkaç gün sonra ameliyat masasına yatmıştı. Anestezinin etkisi geçtiğinde ise aklında hâlâ final vardı: "Uyandım ve 'Kazandık mı kaybettik mi?' diye düşündüm, kazandığımızı hatırladım ve uyumaya devam ettim…" Yine de 2005'teki travmayı unutması kolay değildi: "Sekiz final oynadım, beşini kazandım ama herkes 2005'i hatırlıyor."

"O artık 'Cesare'nin oğlu' değil, ben 'Paolo'nun babası' oldum!"

"O artık 'Cesare'nin oğlu' değil, ben 'Paolo'nun babası' oldum!"

Veda

24 Mayıs 2009… San Siro… Milan ile Roma karşı karşıya geliyordu. Sonuç, Serie A'da dengeleri değiştirmeyecekti ama tarihi bir maçtı. 41 yaşındaki Paolo Maldini, son kez Milan formasıyla evinde sahaya çıkıyordu. Oğlu Daniel'le seremoniye çıktı ve taraftarı selamladı. Fakat tribünlerin bir bölümünde özellikle de kale arkasında 2005 Finali sonrasında yaşananlar unutulmamıştı. "Gerçek kaptan Baresi" ya da "Teşekkürler kaptan. Sahada ölümsüz bir şampiyonsun ama seni sen yapanlara saygın yok" pankartları dikkat çekiyordu. "Onlardan biri olmadığım için mutluyum" diyen Maldini biraz kırılmıştı belki ama ona duyulan saygı herhangi bir darbe almamıştı. Nitekim Milan tribünleri 1980'lerde Berlusconi'nin takımı satın almasına karşı çıkan efsaneleri Rivera'ya da sırtını dönmüştü. Maldini'nin 3 numaralı forması, tıpkı Baresi'nin 6 numarası gibi emekliye ayrıldı.

— Antrenörlüğü düşünüyor musun?

— Asla, babamın göçebe yaşamını gördüm. Bana göre değil. Ayrıca antrenör olursanız tüm olasılıklara açık olmanız gerekir. Ben Milan'dan başka bir kulüpte çalışamam.

Paolo Maldini, 2012'de verdiği bir röportajda bunları söylemişti. Cesare Maldini, o söyleşiden dört yıl sonra vefat ettiğinde ise bu 'göçebe' yaşamın karşılığını almış gibiydi. Roberto Mancini, onun için "İtalyan futbolunun bayrak adamlarından biri gitti" diyordu. Futbolseverlerin aklında kalan en belirgin Cesare anılarından biri de Alex Ferguson'un Paolo'yu transfer etmek istediğinde söyledikleriydi: "Büyükbabam Milan'lı, babam da ben de… Oğlum da Milanlı kalacak, unut gitsin!" Oğlu için "Ruhu Milan'a ait" diyen Cesare'nin en gurur veren cümlesi belki de şuydu: "O artık 'Cesare'nin oğlu' değil, ben 'Paolo'nun babası' oldum!"

Luigi Riva, Bruno Conti, Giacinto Facchetti ya da Franco Baresi… Takımları ne durumda olursa olsun formalarını bırakmadıkları için… Dino Zoff, 41 yaşına kadar üst seviyede kalmayı başardığı için… Facchetti ya da Cabrini sol bekin görevlerini kusursuza yakın yerine getirdiği için ve bütün bu isimler büyük zaferler kazandığı için İtalyan futbol tarihine geçmişti. Paolo Maldini bütün bu büyük isimlerin yaptıklarını tek başına başararak ve neredeyse hepsinin toplamı kadar kupa kazanarak tarihe adını yazdırdı. Yani bugün 'Tarihin en iyi stoperi' ya da 'Tarihin en iyi sol beki' tartışmaları yapıldığında belki Nesta, Ramos, Cabrini ya da Roberto Carlos ondan daha iyi olabilir ama savunma hattının her yerinde oynayabilme yeteneğine bakıldığında Maldini'ye 'En iyi savunmacı' demek çok da yanlış olmaz. Yeteneğinin yanında bütün manevi özellikleriyle bir ülke futbolunun simgesi ve bayrak adamı. "Buraya gelen oyuncular -Ronaldinho bile- ilk olarak Maldini'yi görmek ister çünkü Milan dendiği zaman akıllara Maldini gelir." Tassotti'nin bu örneği ya da Milan nefretini No Milan adlı kitabına taşıyan Inter'li Tommaso Pellizzari'nin "Yirmi yıl boyunca ne çirkin ne de kötü olarak hatırlanacak tek bir şey yapmadı" sözleri durumun yetenekten fazlası olduğunu anlatıyor.

Paolo Maldini, kuşkusuz babasının mirasını birkaç seviye yukarıya taşıdı. Ondan kalanı ise büyük oğlu Christian'ın sürdürmesi beklendi ama olmadı. Şimdi umutlar Daniel'de ama o da bir hücum oyuncusu ve Milan'da bir hücumcu olmak yeterince büyük bir yük. Yani Daniel de uzun süre 'Paolo'nun oğlu' olarak anılacak gibi. Yük sadece Daniel'in omuzlarında değil üstelik. Geçtiğimiz yıl sportif direktörlük için kolları sıvayan Paolo'dan da herkes 'eski' performansını bekliyor. O seviyeye bir daha ulaşmak imkânsız gibi. Ama ya başarırsa?

Socrates Dergi