
Aile Arasında
12 dk
Olimpiyat şampiyonu bir annenin çocuğu olmak nasıl bir his? Spor yazarı Anna Chiara Spigarolo anlatıyor.
Çocukken, büyüdüğümde bir olimpiyat altını kazanacağımı düşünürdüm. Belki iki. Şimdiyse 34 yaşında bir spor gazetecisiyim ve herhangi bir dalda -belki körling hariç- bu madalyayı kazanma şansım yok. Varoluşsal başarısızlığımın arkasındaysa bir kişi var: Annem, 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nın 1500 metre şampiyonu Gabriella Dorio. Her akşam size yemek hazırlayan kişinin 67 kez milli olan ve açık ara İtalya rekorunu elinde bulunduran bir olimpiyat şampiyonu olduğunu hayal edin… En büyük hata, daha iyisini becerebileceğinizi düşünmektir. "Annemin olimpiyat şampiyonluğu var, ben iki şampiyonluk kazanacağım, belki de üç! Kolay olacak!"
Annem koşuyu 14 yaşında keşfetmiş! Biraz daha açayım: Koşuyu keşfetmiş ve olimpiyat şampiyonu olmaya karar vermiş. Bunların hepsi Roma'da, ulusal atletizm kros şampiyonasında oluyor. "Piste adım attığınızda onları çıkarın ve ardınızda bırakın. Tamam mı?" Olan şu ki; tüm atletler oraya vardığında Gabriella, yani annem onları 'çıkarır' ve ardında bırakırdı. Bende o günden bir fotoğraf var. Siyah-beyaz, biraz flu. Koşan küçük kız oldukça zayıf, biraz da dağılmış. Kıvırcık saçlar, bacaklar, giyilen tişört kesinlikle büyük, belki biraz yünlü, yanaklar kızarmış… Tam olarak bir çocuğa benziyor. Arka planda, uzakta, diğer kızlar…
Aynı şekilde ben de 14 yaşında, okulumdaki diğer herkes gibi kros yarışlarına dahil olarak koşuyla tanıştım. Elbette en hızlılarıydım. Suratıma çarpan ve ciğerime işleyen soğuk havayı hatırlıyorum. Özgürdüm. Mutluydum. O yıl okulla birlikte ulusal şampiyonayı kazanmıştık, ben de bayrak yarışında takımda start alan son kişiydim. Bayrağı teslim aldığımda ilk sırada değildik fakat durumu toparlayıp herkesin önüne geçtim. Podyumda bize madalyaları ve çiçek demetlerini vermişlerdi. Her şey yolundaydı.
Bahsettiğim fotoğraftaki o günde, Gabriella mutluydu. Anne ve babasıyla yaşadığı Kuzey İtalya köyünden ilk kez ayrılmış ve sevdiği, aynı zamanda en iyisi olduğu bir şey bulmuştu. Roma'da güneş, çam reçine ve deniz kokusu vardı; Foro Italico, bir kartpostal gibi görünüyordu. Kalbi mutlulukla çarpıyordu ve konuşmak için cesaret bulmuştu. Stadio dei Marmi'nin basamaklarında, Yunan atletlerin çerçevelenmiş heykellerinin yanında bağırarak şöyle demişti: "Büyüdüğümde olimpiyat şampiyonu olacağım!" Fakat o an çevreden işittiği alaycı gülüşmeler ve gelen müstehzi bakışlar başka şeyi söylüyor: Bu kız da amma garip, haydi, grupça bir fotoğraf çektirelim! Gabriella utanıyor, biraz da kızgın, fotoğrafta kendini saklamak için mermer basamaklara batmak istiyor. Eve dönene kadar tek bir kelime dahi etmiyor. Kafasında tek bir düşünce var: Yalnız bırakın beni, göreceksiniz hepiniz.
Koşmayı sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmedim. İçgüdüsel bir sevgi. Annem ve babam bana hep uzaktan baktılar. Şimdi onların kalbinin vaktiyle gurur ve umutla çarptığını biliyorum fakat o günlerde bunu bilmeme asla izin vermediler. Beni seven ancak ben isteyene kadar beni hiç atletizm pistine götürmeyen iki ebeveyne sahibim. Ama gerçekte, ilk birkaç yıl onları gururlandırmıştım.

Annem için koşmak; kendi kararını kendin vermek, özgür olmak, dünyayı tanımak, hayal kurmak demekti. Ailesi fakirdi, akşam yemeğinde masaya bir şeyler koymak için para gerekiyordu. Bütün kardeşleri zorunlu eğitim biter bitmez çalışmaya başlamıştı. Spor -hele ki bir kız çocuğu için- kesinlikle seçenekler arasında değildi, annemin tek başına dünyayı gezmesi fikrini sevmemişlerdi. Aslında Gabriella, Roma'daki o yarışa gidemeyecekti: "Hayır gidemezsin, bu konu tartışmaya kapalı." Sadece bir kişi, büyükannesi Vittoria onun lehine konuşmuştu. Tanıdığı en etkili kişiyi, papazı, bu özel durum için öğle yemeğine davet etmişti. Tüm bunlar büyükbabamın kızgın bir şekilde evden fırlaması ve papazın onu tarlada "Gitmesine izin verin" diye bağırarak takip etmesiyle sonuçlanmıştı. En nihayetinde babam göklerden gelen iradeye teslim olmuştu. "Fakat ona yeni kıyafetler yapacağız."
Elbette benim kimseyi ikna etmeye ihtiyacım yoktu, benim hikâyemde bir papaz yoktu. Aksine bir şampiyon olmam için büyük beklentiler vardı. Sıkıntı, "Dorio'nun kızı" olarak gösteriliyor olmamdı. Başlangıç çizgisinde yerini aldığınızda, hoparlörde annenizin büyük başarısını hatırlatan bir ses duymak, dünyadaki en hoş şey değil. Aynı zamanda diğer insanlar bana sanki bir arabayla koşuyormuşum gibi şüpheyle bakıyorlardı. Fakat yine de koşmayı seviyordum.
Annem, tıpkı iki ablası ve birçok akranı gibi fabrikaya gidecek, bir süre sonra evlenecek ve çocuk sahibi olacaktı. İki ablası halihazırda bir fabrikada çalışıyordu. İlk iş sabahında Gabriella giyindi ve fabrikaya doğru pedal çevirdi. Karşısındaki manzara ise büyük bir kapı ve içerisindeki yüzlerce kadından oluşuyordu. Fabrikada çalışmak iyi bir iş gibi görünüyordu. Ama annem eve geri dönmeye karar vermişti. Zira istediği hayat bu değildi.
İtalya Şampiyonası'nda ilk altın madalyamı kazandığımda La Gazzetta dello Sport kısa bir yazı yayımladı: "Dorio'nun kızı kazandı." Ailenin geleneğinden bahsederek beni hep onun kızı olarak andılar. Bu beni rahatsız etti ama şöyle düşündüm: Bir süre sonra annem hakkında değil, yalnızca benim hakkımda konuşacaksınız. Yazmaya değecek bir hikâye olacak çünkü bu altın madalyayı anneme adayacağım, mükemmel bir atletten önce mükemmel bir kadın. Göreceksiniz.
Annemin Stadio dei Marmi'deki vaadini yerine getirmesi 13 yıl sürecekti. 1976 Montreal'de 19 yaşında altıncı oldu. 1980 Moskova'daysa dördüncü... Gerçek olimpiyatı ise 1984 Los Angeles'tı. Önce 800 metrede madalyayı kıl payı kaçırmış, dördüncü olmuştu. Bu sonuca bir gün boyunca ağladıktan sonra tuhaf bir yarışla 1500 metreyi kazandı. 13 yıllık eğitim, yarışmalar, dünyayı dolaşmalar, yaralanmalar, şafak vakti uyanmalar... Kışın bazı sabahları, tarlaları ve evleri donduran soğukta, saat beşte treni yakalamak için beklediği günler... Hepsini hatırlıyordu. Sabahları erkenden Padua'ya gitmesi gerekiyordu çünkü derse girmeden önce antrenmanını yapması gerekirdi. Yine büyükannesinin sözünü dinleyerek üniversiteye kaydolmuştu: "Eğer derslerine çalışırsan geleceğini seçebilirsin."
Gençlik dönemimde iyi bir kariyerim vardı ama hiçbir zaman yükselemedim. Kariyerimin en iyi bölümü 2004'te 20 Yaş Altı Dünya Şampiyonası'na katılmaktı. Birileri yeteneğim olduğunu söyledi ama gerçek şu ki ben başaramadım. Oraya ulaşmak için çok fazla şeyin yolunda gitmesi gerekiyordu. Ancak, ben asla yüksek sesle söyleyemedim. Düşünsenize, Dorio'nun kızı büyük bir atlet olacağını duyurdu. Belki de gerçek farkı bu yaratırdı.
İyi hikâyelerden biri de şu: 1984'ün başında annemin tendon sorunları vardı. Onu bir uzmana görünmesi için Los Angeles'a gönderdiler. Her gün bindiği otobüste bir şantiyeye bakardı. Bu şantiye, olimpiyat oyunlarında atletizm etkinliklerine ev sahipliği yapacak stadyumdu. Gabriella, beyzbol şapkalı şişman bir güvenlik görevlisine verilen birkaç dolar karşılığında içeri girdikten sonra henüz koltukların monte edilmediği tozlu basamaklara çıkmış. Orada o muazzam ve boş havzanın önünde şantiye sesleri arasında olimpiyat finalini yaşamış. Bir yandan kalabalığın çığlıklarını duyuyor, ayakkabılarının altındaki tırnaklarla tartanın buluşmasını hissediyor, kızıl pistteki beyaz çizgileri görüyor. Hatta tribünde babamın olduğunu bile düşünüyor. "Kolezyum şantiyesindeki o öğlenleri düşündüğümde, bir stat dolusu taraftar hatırlıyorum. Halbuki kimse yoktu. Sadece ben ve yüzlerce işçi vardık."
Belki erken uyanmakta daha iyi olsaydım, daha fazlasını başarabilirdim. Ama bu nedenle gazeteci olmayı seviyorum, geç saatlerde haber odasına gidiyoruz. Ve şimdi olduğum yerden mutluyum. 25 yaşındayken koşmayı bıraktım, on yıl daha profesyonel olmaya devam edebilirdim ama harika bir sporcu olmak için çok geç olduğunu fark ettiğimde çalışmaya başlamayı tercih ettim. 35 yaşında hayata nasıl tutunacağını bilmeyen vasat bir sporcu olarak uyanma fikri kâbus gibiydi. Gazetecilik tesadüfen geldi, ancak gerçeğe dönüşmesi biraz zaman aldı. Komikti.
Ödül töreninin olduğu gün gazeteciler basın toplantısında onu kutlamak için bekliyordu. Ama o gelmedi. Gazetecilerden nefret ederdi. Ve babamla Disneyland'e gitmek istiyordu. "Tüm oyuncaklara bindik, roller coaster'a bile. Hatta her birine ikişer kez bindik."
Son birkaç yılda uluslararası şampiyonaların tamamını takip ettim. Beijing'de, Londra'da, Doha'da bulundum. Yazmak ve yönetmek kendi kendime kararlar vermemi, bağımsız ve özgür olmamı, dünyayı anlamamı, hayal etmemi sağladı.
Annem Los Angeles'tan bahsettiğinde hep belli bir şeyi söyler. Finiş çizgisini geçtiğinde, kollarını kaldırdığında, altın madalya kazandığında, bir sporcunun hayal edebileceği en yüksek amaca vardığını fark ettiğinde… Aklında tek bir soru vardı: "Peki şimdi ne yapacağım?" Ne yaptı? Beni dünyaya getirdi. Sonra asla olimpiyat şampiyonu olamayacak ve en kötü kariyer tercihini yapacak beni. Ben de kendime şunu soruyorum o zaman: "Anna, sen gerçekten bir gazeteci misin?''