Aile Arasında

13 dk

Dan Martin’in geçmişinde babasının başarısızlıkları, dayısının şampiyonlukları ve kuzeninin izleri var. Küçük İrlandalının büyük mirasına bakalım.

Jonathan Vaughters 2007 yazında Team Slipstream’in patronuyken iki İrlandalı genç yetenekten birini transfer etmeyi düşünüyordu. Kafasındaki isimler Nicolas Roche ve Dan Martin’di. Nicolas; Fransa Bisiklet Turu, İtalya Bisiklet Turu, Dünya Şampiyonası zaferleri olan efsane bisikletçi Stephen Roche’un oğluydu. Dan ise Stephen Roche’un yeğeniydi ve babası Neil Martin başarısız bir eski bisikletçiydi. Vaughters, ilk bakışta şaşkınlık verecek bir tercih yaptı ve Dan’i seçti. Bunun nedenini yıllar sonra Irish Independent’tan Paul Kimmage’a şöyle anlatacaktı: “Mitokondri, vücudun enerji fabrikasıdır ve dayanıklılık sporlarıyla uğraşanların kaderini belirleyen en önemli genetik faktördür. Kalp genişliğinden, ciğer kapasitesinden, hematokritten veya başka şeylerden daha mühimdir. Ve mitokondriyal DNA sadece anneden geçer.”

Her zaman farklı bir pencereden spora bakmasıyla ünlü ABD’li patron, bu düşüncesini iki kuzen üzerinden basitçe gösteriyordu. Ona göre Dan Martin şampiyon genlere sahipti çünkü mitokondriyal DNA’sı Stephen Roche’un kız kardeşi Maria’dan, yani annesinden ona geçmişti. Tercihinde sonradan haklı da çıktı. Nicolas Roche da önemli bir bisikletçiydi fakat asla kuzeni kadar önemli bir tırmanışçı ve klasikçiye dönüşmemişti. Fakat iki ailenin hikâyesi bu kadar basit değildi. Dan Martin’in bisikletçi ve insan olarak geçmişinde sadece biyolojik bir miras yoktu; orada hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, yaşanmamışlıklar ve hayattan alınmış bir intikam da vardı.

I

ACBB (Athletic Club de Boulogne-Billancourt) yetiştirdiği isimlerle bisiklet tarihine damga vuran bir takım. 1970’lerle birlikte uluslararası sporculara açılan ACBB, bir dönem Avrupa dışından gelen yetenekler için profesyonel olmanın en önemli yoluydu. 1979’da Paris yolunu tutan Neil Martin’in de hayalinde bu vardı. Martin, 1970’lerin ortasında kendisini göstermiş, o dönemin bir diğer parlak yeteneği Stephen Roche’la arkadaş olmuş, hatta Roche’un kız kardeşi Maria’yla ilişkiye başlamıştı. Genç İrlandalıya aynı yıl takıma girebilecek birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda arkadaşı Stephen’ı önermişti. Fakat kader yanında değildi, sonraki sezon ACBB yönetiminden Neil Martin’e davet gelmemişti. Yazdığı sayısız mektubun, açtığı telefonların sonunda ise şu gerçeği işitmişti: “Diğer İrlandalıyı aldık, sana yer yok.”

Böylece Stephen Roche, başarılarla dolu kariyerinin ilk adımını atmıştı. Yaşananları otobiyografisinde şöyle açıklayacaktı: “Ben Neil ile beraber yarışacağımızı düşünüyordum ama onu almadılar ve hayat boyu bu yüzden bana kızdı. Oysa ki yapabileceğim hiçbir şey yoktu.” Neil Martin’e göre ise yapabileceği çok şey vardı ve yapmamıştı. Ama olan olmuştu bir kere.

İlginç olansa bu olaydan 30 yıl sonra Nicolas Roche’un babasının izinden gitmesiydi. O da ilk adım olarak Fransa’da bir kulübe gitmiş, VC La Pomme-Marseille’de ilk adımlarını atmıştı. Hikâyenin devamı ise daha farklı oldu. Nicolas profesyonel bisiklete adım attıktan sonra kuzeni Dan Martin’in de aynı kulübe katılmasına yardım etti. Yapabileceği şeyler vardı ve babasının aksine, bunları gerçekten yapmıştı.

II

Dan Martin de aile mirasını alt yaş gruplarındayken hissetmişti ve babası, dayısı, kuzeni gibi Fransa yollarından geçerek kendisini geliştirmişti. Genç yetenek orada hayatı da öğrenmişti. 18 yaşında kapısından girdiği kulüpte egoların, kavgaların, iki yüzlülüklerin arasında yol bisikletinin bütün gerçekleriyle tanışmıştı.

Bugünlerde Fransa’nın en büyük bisiklet gazetecilerinden olan Pierre Carey de o günlerde takımın internet sitesini hazırlıyordu ve o karanlık ortamın içinde İrlandalı bisikletçideki potansiyeli, yeteneği, disiplini ve ahlakı görmüştü. Yıllar sonra Liberation gazetesinde yazan ünlü bir kaleme dönüşen Carey şu satırları kaleme alacaktı: “Sevgili Dan, hatırlıyor musun? Üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçmiştir; sen çağımızın en iyi klasikçilerinden birisi olmadan, Liege-Bastogne-Liege ve Giro di Lombardia kazanmadan, Fransa Bisiklet Turu hedeflemeden epey bir vakit önceydi. İşe yaramazın tekiydin. En azından Fransız takım arkadaşların bana öyle diyordu: ‘Dan Martin? Küçük İrlandalı mı? İyi biri ama işe yaramaz.’ O zamandan beri kendini geliştirdiğini söyleyebiliriz…. Ama sen bir sporcudan çok daha fazlasısın, sen bir kahramansın.”

Neden böyle diyordu? Dan Martin’i yakından görmüştü, odasından dolabına kadar her şeyi incelemişti. Küçük İrlandalı, ilaçların eksik olmadığı bir yerde yasaklı maddelere dokunmuyordu. Bu yüzden Carey, onu bir kahraman olarak görüyordu. Oysa genç sporcu için yaptığı tercih, geçmişinin doğal bir sonucuydu. Hayatta herhangi bir şeyi çalmak için yetiştirilmediğini ifade ediyordu. Doping demek, onun için babasını utandırması anlamına geliyordu. 1999’da Fransa Bisiklet Turu’nu izlemeye gittikleri ve ona Lance Armstrong nefreti aşılayan babasını...

III

Dan Martin’i farklı yapan, kazandığı yarışlar mı? Yok. Karizması mı? Pek sayılmaz. Açıklamaları, tavırları, manşetlere çıkan sözleri mi? Hayır. Onu ayrı bir yere taşıyan özelliği modern bisikletin dışında bir figür olması. Dan Martin her sporda takımınızda görmek istediğiniz kişi. Terini son damlasına kadar akıtır, mağlubiyeti asla kabullenmez, yeteneklerini sonuna kadar parkura yansıtır. Onu günümüzün moda taktikleriyle yarışırken asla görmezsiniz. Atak yapmak için saatlerce beklemez, başkalarının ilk hamleyi yapmasına gerek duymaz. Martin daha çok, fırsat bulduğunda öne çıkar ve atağını yapar. Bu yüzden Alejandro Valverde’ye klasiklerde defalarca geçilmiştir, bu yüzden Chris Froome büyük turlarda şampiyonluklar elde ederken o uzakta, alkışlanması gereken ama unutulan performansların sahibi olarak kalmıştır.

Ama oynar. Dan Martin oynamaya devam eder. Dünyanın en yetenekli bisikletçisi değildir ama bu sporda kazanmanın dışında başka bir dünyanın olduğunun da hatırlatıcısıdır. Özgeçmişinde 2013 Liege-Bastogne-Liege şampiyonu yazar ama onu yakından tanıyanlar için önde giderken son metrelerinde düşüp kaybettiği 2014 Liege-Bastogne-Liege’in bir farkı yoktur. İkisi de Dan Martin standartlarında doğru oynanmış yarışlardır; birinde kazanmıştır, diğerinde kazanamamıştır. Zira onun için iki teker, en başından itibaren şansını denemek ve bunun uğruna acı çekmektir. Bisiklete dair ilk hatıraları sorulduğunda anımsadığı şey bu açıdan manidardır: “En erken anılarım, sağanak yağış altında dedemin karavanının arkasında sandviç yerken babamın yarışının sonlanmasını beklemekten ibaret. Bir keresinde yola çıkan bir kedi yüzünden omuzlarının ayrıldığını hatırlıyorum. Muhtemelen ilk anım bu, 1992 veya 1993’ten…”

Genç İrlandalı hızlı büyürken bisiklet kariyeri de bu görüntünün karşılığı oldu. Dan babasından daha başarılı, dayısından daha az kazanan, kuzeninden biraz daha iyi bir bisikletçiye dönüştü. Lakin kendisini izleyenler hep atak yapan, düşen, sakatlanan, acı içinde savaşmayı sürdüren ve bir şekilde kendi yolundan giden sempatik bir adam gördü. Martin, kuzeniyle çok yakın olmasa da iyi geçindiğini, babası ve dayısı üzerinden temellenen savaş öykülerinin medyanın da etkisiyle biraz abartıldığını hep söyledi. Ama yine de ailesinin röportajlarına bakanlar geçmişten kalan yaraları görmeye devam etti.

Paul Kimmage ile başlamıştık, onunla bitirelim; çünkü başlangıç gibi son da onsuz olmaz. Yolu ACBB’den geçen, önce bisikletçi sonra gazeteci olarak önemli işler yapan İrlandalı Kimmage, Dan Martin röportajını 1987’den bir kareyle açmıştı. O yıl Neil Martin, yerel bir ünü olan Saltburn Classic yarışını kazanmıştı. Ancak ne yazık ki bu zafer İrlanda içinde dahi doğru düzgün haber olmamıştı. Zira aynı gün Neil’ın kayınbiraderi Stephen Roche, Fransa Bisiklet Turu’nu kazanmış ve ülke tarihinin en büyük sportif başarılarından birini elde etmişti. Neil Martin ise hayatı boyunca Fransa Bisiklet Turu’nda hiç yarışamamıştı ve bunun üzüntüsünü hep yaşayacaktı. Yıllar sonra Kimmage, gururlu babaya bir soru sordu: “Dan’in yaptıkları senin dünyadan aldığın bir intikam mı?” Neil Martin bu soruya net bir yanıt vermedi. Zaten vermesine de gerek yoktu.

Socrates Dergi