.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Sesim ve Birliğim
13 dk
Manş Denizi, Katalina Kanalı ve Cebelitarık Boğazı… İlklere imza atan İranlı Raha Akhavan-Tabatabaei ile konuştuk.
Bundan yalnızca altı-yedi yıl kadar önce açık su yüzme branşının varlığını dahi bilmeden bugün Manş Denizi'ni kendisine hedef koşmak, Katalina Kanalı'nı ve Cebelitarık Boğazı'nı ise çoktan geride bırakmış olmak… Akademisyen Raha Akhavan-Tabatabaei, altı yıl önce geldiği İstanbul'da önce boğazla tanıştı; daha sonrasında açık su branşının varlığını öğrendi ve devamını getirdi. Üniversite ile yüzme antrenmanları arasında geçen bu tempolu yaşamında, bizlere 25 dakikasını ayırdı. Sohbetimize siz de davetlisiniz…
Uzun süredir İran'dan uzaktasınız ancak çocukluğunuz orada geçiyor. İran'da büyüdüğünüz dönemi ve açık su yüzme branşıyla yollarınızın nasıl kesiştiğini anlatır mısınız?
Küçükken denizi, yüzmeyi çok seviyordum ama sadece sağlığım için yüzüyordum. Haftada üç-dört kez yüzdüğüm oluyordu. Üniversiteyi İran'da, Tahran Üniversitesi'nde okumuştum. Orada da yüzme takımının bir parçasıydım ve suyun içinde olmayı, suyu seyretmeyi, suyun sesini duymayı çok seviyordum. Su, ruhuma dokunuyor gibiydi ama bir süre öncesine kadar böyle bir şeyden haberim dahi yoktu.
Bogota'da üniversitede çalışırken triatlonla ilgileniyordum. Sebebi de açık suda yüzmenin ancak triatlon sporu sayesinde mümkün olacağını düşünmemdi. 2016'da yüzmeyi çok sevdiğimi bilen bir arkadaşıma İstanbul'a taşınacağımı söylediğimde "Orada her yılın bir günü boğazda düzenlenen bir yarış var. Biliyor musun?" diye sormuştu. Daha önce böyle bir şeyi hiç duymamıştım. Bunu duyduktan sonra ilk işim, Google'a girip bir arama yapmak oldu.
İnternette gördüğüm kadarıyla birçok kişi, bu tür yarışların ne kadar zor hatta ne kadar vahşice olduğundan bahsediyordu. Açıkçası korkmuştum ama bir yandan da bunun güzel bir hedef olabileceğini düşündüm. Kendime bunu hedef olarak belirledim ve çalışmaya başladım. Buraya geldiğimde ilk zamanlar üniversitenin kampüsünde yaşıyordum ve kampüsümüzün bir yüzme havuzu yoktu. Bunun, benim için iyi bir motivasyon kaynağı olabileceğini düşündüm ve üniversitenin yakınlarında bir otel bularak oranın havuzunu kullanmaya başladım.
Antrenmanlardan sonra sürekli daha iyi hale geliyordum ve o esnada İstanbul Boğazı'ndaki yarışa katılan insanlarla tanışma fırsatı buldum. "Bu insanlar boğazdaki yarışa katılmışlar ve hâlâ hayattalar! Ben de bunu yapabilirim" diye düşündüm. 2017'de de katıldığım ilk yarış boğaz yarışıydı ve yalnızca 75 dakika sürmüştü ama bittikten sonra hâlâ enerjimin olduğunu hissediyordum. Aslında bir saat daha devam edebilir, daha fazlasını yapabilirdim. Oradan sonra arkadaşlarımla konuşurken Çanakkale ve Marmaris gibi yerlerde iki-üç saatlik yerel yarışların düzenlendiğini öğrendim ve onlara da katılmaya başladım.
_Da_ha sonrasında Ocean's Seven'ın parçası olan çok daha büyük ve zorlu yarışlar gelecek zaten.
Evet evet. Bir süre sonra Manş Denizi'ni geçmek isteyen bir takım, ekiplerinde bir kişilik boş yer olduğu için beni aradı ve onlarla beraber planlar yapmaya başladık. Bu planlar devam ederken takımımızın koçu, Kuzey Kanalı'nı tek başına geçmek için Kuzey İrlanda'ya hareket etti ve biz de sırf ona destek olmak için onunla beraber gitmek istedik. Orada organizasyon şirketi bize "E siz de gelmişsiniz. Neden yüzmüyorsunuz ki?" dedi. Ürkmüştük, zihinsel anlamda hiçbir hazırlığımız yoktu ama boş bir yerlerinin olduğunu, bizim de istersek yüzebileceğimizi söylediklerinde kendimizi bir anda Kuzey Kanalı'nda bulduk. Kuzey Kanalı çok zorlu bir yer. Bir kere su çok soğuk, sıcaklık 12-13 derece civarında oluyor hep. Farklı türde, çok acı verici olabilen deniz anaları da var. Bunları gördükten sonra "Manş Denizi kolay gelecek" diye düşünüyor insan.
"Boş bir yerlerinin olduğunu, bizim de istersek yüzebileceğimizi söylediklerinde kendimizi bir anda Kuzey Kanalı'nda bulduk."
Manş Denizi için belki de geçişten bile daha önemli hale gelen bir girişiminiz oluyor. Bu geçişle beraber Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği vasıtasıyla 500 öğrenciye burs sağlayabilmek için bağış toplamak istiyorsunuz...
Bir üniversitede çalışıyorum ve tahmin edersiniz ki eğitim, benim için daima bir şey uğruna mücadele etmenin en iyi sebebidir. En başta kendimizi, daha sonrasında ise içinde bulunduğumuz toplumu eğitimden başka bir şeyle değiştiremeyiz. Manş Denizi için planlar yaparken Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'yle beraber çalışan yüzücü arkadaşlarımdan birine "Öğrencilere yardımcı olmak için nasıl bir yol izleyebiliriz?" diye sormuştuk. O da bahsettiğiniz bağış toplama yolunu önerdi.
Üniversitedeki arkadaşlarıma nasıl bir kurum olduğunu sorduğumda; onlar da beraber çalışabileceğimiz en iyi organizasyonun orası olduğundan, özellikle kız çocuklarının eğitimi konusunda çalışmalar yürüttüklerinden bahsettiler. Bu, Manş'ı geçmek için harika bir motivasyondu çünkü biliyorduk ki attığımız her kulaçta, katettiğimiz her metrede bir öğrenciye yardım ediyor olacaktık.
Üniversitede akademisyen kimliği ile açık denizlerde yüzücü kimliği arasında gidip gelen bir hayat aslında sizinkisi. Ve ikisi de belki de tüm yaşamınızı adamanızın gerektiği alanlar. Bu tempoyu nasıl anlatırsınız?
Açıkçası çok zor çünkü ikisi de çok talepkâr alanlar. Aslında yüzme en başta benim için bir hobiydi ama şu an hayatımda çok daha ciddi bir yere oturdu. Caddebostan, Şaşkınbakkal taraflarında antrenmanlarımı yapıyorum ama yüzmenin en zorlu yanlarından biri de antrenmanların sadece suda yaptıklarımla sınırlı kalmaması. Epey vakit alan kara antrenmanları da var. Üstüne bir de daima vücudunuzun ne durumunda olduğuna dikkat etmeniz gerekiyor zira açık deniz yüzme, eklemlere epey zarar verebilen bir spor. Ek olarak, fizyoterapinin üstüne eğilmeniz gerekiyor. Açıkçası vakit ayırmanız gereken çok alan var.
Her sabah uyandığımda ilk işim şu şekilde bir plan yapmak oluyor: "Bugün işim için bunları bunları halletmem gerekiyor ve eğer antrenmanımı akşam yapacaksam yemeğimi antrenmandan önce yemem gerekiyor ama hemen önce değil. Yaklaşık üç saat önce. Antrenmandan çıkıp eve geldiğimde aç olabiliyorum ama gece geç saatte yemek istemiyorum…" Açıkçası biraz jonglörlük var burada.
Manş'tan sonra Katalina Kanalı'nı yüzüyorsunuz ama esasında orada çok ciddi bir değişiklik var zira öncesinde hep grup halinde geçişler yaparken işler değişiyor çünkü Katalina'da tek başınızasınız…
Ben aslında Manş Denizi'ni tek başıma geçme planları yapıyordum ama pandemi başladığında ne boğazda yüzebilecek durumdaydım ne de havuzda. Zorlu bir süreçti. Neyse ki neredeyse her gün bir arkadaşım gelip "Şurada bir havuz açıkmış. Hadi gidelim" diyordu. Daha sonrasında boğazda müsilaj oluşmaya başladı ve boğazda yüzemez hale geldik. Tüm bunlar olurken hep fit kalmaya çalıştım ama işler bununla bitmedi maalesef. Pandemi sebebiyle İngiltere, Türkiye'yi kırmızı listeye alınca Manş'a gidemedim. Hayal kırıklığına uğramıştım. Antrenörüm "O kadar hazırlandın. Boşa gitmesin. Katalina'yı dene" deyince ABD'ye hareket ettik.
Açıkçası orasının da epey zorlu bir yer olduğunu gördük. Beyaz köpekbalıkları var. Ek olarak, çok uzun bir mesafe olduğu için geçişe gece başlamanız gerekiyor. Suya girdikten sonra yaklaşık sekiz saat boyunca hava tamamen karanlıktı. Karanlıkta suya girmek aslında korktuğum bir şeydi ama bunun üstesinden gelebilmek için meditasyon seanslarıyla kendimi hazırlamaya çalışmıştım. Köpekbalıklarına dönecek olursak, onları düşünmemeye çalıştım. En nihayetinde trafik kazasında başınıza bir şey gelme ihtimali, köpekbalıkları yüzünden başınıza bir şey gelme ihtimalinden daha yüksek. Kendi kendime sürekli bunu tekrarlıyordum.
.jpg)
"Trafik kazasında başınıza bir şey gelme ihtimali, köpekbalıkları yüzünden başınıza bir şey gelme ihtimalinden daha yüksek."
Başladıktan sonra üç-dört saat geçmişti ki işler biraz zorlaşmaya başladı ama orada da bana verilen bir tavsiyeyi hatırladım ve yarım saatte bir, bir şeyler yiyip içerken "Yarım saatlik mesafe geride kaldı. Bir yarım saat daha gitmelisin" diye düşündüm. Teknede ekibim bekliyordu ve devamlı bana arkadaşlarımdan gelen mesajları okuyorlardı. Bu durum bana ekstra bir motivasyon sağladı ve yoluma adım adım devam ettim. Bu uzun, karanlık, yalnız ve soğuk bir spor ama dışarıda bekleyen insanların size daima destek verdiğini bilmek, yolunuza devam edebilmeniz için bir enerji kaynağı.
Aslında bu röportajı yapma sebeplerimizden biri de sosyal medyada size, Cebelitarık Boğazı'nı geçtikten sonra verdiğiniz poza ve tuttuğunuz pankarta rastlamam. Cebelitarık'ın sizin hayatınızdaki yeri daima ayrı olacak gibi.
Cebelitarık'ı geçmek için İspanya'nın güneyine, Tarifa'ya gittiğim gün; 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin gözaltına alındığı ve dövüldüğü gündü. Birkaç gün sonra vefat etti. Elbette benim kalbim ve ruhum da ülkemle, ülkemin insanlarıyla beraberdi. Öyle olunca bu adaletsizlik karşısında bir şeyler yapmam, İranlı kadınlarla beraber olmam gerektiğini hissettim. En nihayetinde ben orada doğdum, orada yaşadım, yüzmeyi orada öğrendim…
Mesela İran'dan bahsetmem gerekirse, yüzme havuzlarımız var ama erkekler ve kadınlar için ayrı ayrı havuzlar bunlar. Üniversiteyi İran'da okumuştum ama okulda yarışlara katılırken çekilmiş bir tane bile fotoğrafım yok çünkü havuzlara kamera sokulmasına izin verilmiyor. Babam beni ne antrenman yaparken ne de yarışlara çıkarken izleyebildi çünkü erkeklerin, kadınların olduğu havuzlara girmesi yasak. Üniversitedeki takımımla sadece bir tane fotoğrafım var. Biz yüzücüyüz, devamlı mayo giyen insanlarız ama o fotoğrafta başörtüsü takıyor ve örtünüyoruz. Bu gülünç bir şey. Bildiğim bir şey var. Ülkemde yüzücü olan birçok kadın, sırf bu sebepler yüzünden daha iyi bir sporcu olma fırsatını kaçırıp uluslararası sahneye çıkamıyor. Bununla da kalmıyor, başlarına örttükleri başörtüsü saçlarını tam olarak kapatmadığı veya kıyafetleri 'uygun' görülmediği için dayak yiyorlar. Bu çağda kadınların hâlâ bu şekilde muamele görmesi, içler açısı bir durum.
"Kendimi bir yüzücü olarak bu şekilde temsil ediyorum. Bu geçiş ise hâlâ mücadelesini sürdüren İran halkının birliği için."
Tarifa'da 10 gün boyunca havanın düzelmesini, bir yüzücü için yüzülebilir şartların oturmasını beklemiştik. O 10 günde biraz önce bahsettiklerim aklımdan geçiyordu. İşte orada "Bir şey yapmam gerek" dedim ve bu geçişi, ülkemin kadınlarına desteğimi sunmak için yapacağımı duyurdum. Protestoların ilk günleriydi... Bir pankart hazırladım ve geçişi başarıyla tamamladıktan sonra pankartı açarak şunu söylemek istedim: "Kendimi bir yüzücü olarak bu şekilde temsil ediyorum. Bu geçiş ise hâlâ mücadelesini sürdüren İran halkının birliği için." Bunun üstünden üç ay geçti ama işler her geçen gün daha da kötüye gidiyor. İnsanlar dövülüyor, gözaltına alınıyor, öldürülüyor ama İran halkı vazgeçmedi, öylesine gururluyum ki. Hâlâ mücadelelerini sürdürüyorlar ve bu rejime meydan okuyorlar.
2023'te Manhattan'ı yüzmeyi planlıyorum. Orada "İran'da bugünlerde ne gibi olaylar oluyor?" sorusu cevabını bulsun, o konuda bir farkındalık oluşsun, Birleşmiş Milletler dikkatini artık İran'a verebilsin diye yüzmek istiyorum. O yarışı da İran halkına adayacağım. İstediğim şey, Birleşmiş Milletler'in bugün İran'da devam eden olaylara arkasını dönmemesi ve aksiyon alması için uluslararası kamuoyuna bir mesaj verebilmek.
*Ocean's Seven: Dağcılıktaki yedi zorlu zirvenin eşdeğeri olarak görülen; bünyesinde Kuzey Kanalı, Cook Boğazı, Moloka'i Kanalı, Manş Denizi, Katalina Kanalı, Tsugaru Boğazı ve Cebelitarık Boğazı gibi zorlu yedi rotayı barındıran maraton yüzme mücadeleleri.