
Akıp Giden
5 dk
Sayısız maç, gidilmiş onca şehir, yüzlerce takım arkadaşı, antrenör, yönetici… Zaman, profesyonel bir sporcu için çok farklı anlamlara gelebiliyor. Sinan Güler’in kaleminden…
Zaman, anlaması ve kontrol etmesi en zor kavram. Ya da bazılarının dediği gibi; elimizde tutamadığımız ama aynı zamanda etkisini en derinden hissedebileceğimiz yaşam ölçütü. Öyle ki para, güç ve yetenek; zaman eşlik etmediği takdirde hiçbirinin pek bir değeri yok. Sporda ise zaman, gerçekten bir çoklu-evren kavramı gibi, her alan için farklı bir anlama ve değere sahip.
Sıradan bir yönetici, çalıştığı kurumun o sene elde edebileceği başarıyı düşünürken aynı zamanda beş ve on senelik planlar yapmakla mükelleftir. Kendisi için zaman, günlük sonuçlar ve sorun-çözüm ilişkisinden çok daha geniş bir çizelgeyi yansıtır.
Altyapılarda antrenörlük yapan biri de senelik başarıyı düşünür düşünmesine ama bir yandan da sahip olduğu bilgi dağarcığını sporcuları ile paylaşarak, gelecekte kaç gencin hayatına, ne şekilde etki edebileceğini hesaplar. Zira ne kadar çok başarılı sporcu yetiştirirse ve kendini geliştirebilirse, kariyer basamaklarını da o kadar emin adımlarla tırmanma şansı yakalar.
Zaman, altyapılarda oynayan bir sporcu içinse daha farklı işler. Bir yandan bugünün profesyonellerini izler ve onların yaptıklarına öykünerek oynamaya çalışır. (Benim jenerasyonum için Michael Jordan, bugünkü çocuklar içinse Stephen Curry, LeBron James vs.) Diğer yandan da ailesini ve arkadaşlarını gururlandıracak bir sporcu olmak için yılmadan çaba sarf etmeye devam eder, doğru şansı bulmaya ve değerlendirmeye gayret gösterir.
Profesyonel bir takımın antrenörü için de hayat ve zaman zorlu kavramlardır. Her yönetici gibi, hem günlük ve sezonluk başarıyı elde etmek hem de takımın geleceğini hesaplamakla yükümlüdürler. Zamana ve değişen oyunun acımasızlığına dayanmak, her daim ‘yarışçı’ bir ekip yaratmak zorundadırlar. (Örn. Gregg Popovich, Arsene Wenger, Alex Ferguson vb.) Ülkemizde ise -biraz da tez canlılığımızdan olsa gerek- sponsor, yönetici, kadro ve antrenör değişiklikleri pek de bu süreklilik prensibine dayanarak ilerlemez. Bu durumda zaman da olduğundan daha hızlı ve boşa akar.
Taraftarlar ve sporseverler için zaman, bambaşka bir kavramdır; salonda veya ekran başında bir müsabakayı takip ederken durur adeta. İster biriktirdiği parayı Rafael Nadal-Roger Federer arasındaki Avustralya Açık finalini izlemek için harcamış, ister karda kışta tribüne koşmuş, ister sokağının köşesindeki bir pub’da taburesine kurulmuş, ister evinde koltuğuna uzanmış olsun, fark etmez...
Seyirciyi mutlu etmek, hem çok zor hem de çok basittir. Başarısızlığa tahammülleri yoktur ama desteği de hiçbir zaman bırakmazlar. Sporun olmazsa olmazı, en büyük enerji kaynağıdır onlar.
Sporcu içinse hepsinden farklıdır zaman. Bu noktaya gelirken başından geçen her anı hatırlar sporcu; iyisini, kötüsünü, hatasını ve doğrusunu. Kazanılan veya kaybedilen fark etmez, maçları çok nadir unutur. En güzel yanı ise başkalarını örnek alarak büyürken zamanı gelince başkalarına örnek olmayı başarabilmektir.
Spor, en başından itibaren ciddi bir özveri ve etrafındaki hayattan kopmana neden olabilecek bir adanmışlık gerektirir. Her gün sahaya çıkıp aynı şeyleri yapmanı sağlayabilecek bir hırsı ve her gün bir öncekinden daha iyi olmanın yollarını arayacak mütevazılığı barındırır içinde. Aldığın her nefesi, geçirdiğin her saniyeyi uğruna harcadığın takdirde de karşılığını verir sana.
Bu yolu bazen yalnız yürürsün, bazen de birileri eşlik eder sana. Kimiyle rekabete, kimiyle kol kola girersin. Yol devam eder ve zaman akar. Yolun sonunda herkes dağın tepesine oturmaz ya da profesyonel bir sporcu olmaz belki ama o duygu yoğunluğu, bir şekilde herkesi kendine bağlar. Bazen bir antrenör, bazen bir yönetici, bazen de bir taraftarın içinde, o ruh bir şekilde yaşar.
Babamın arkadaşlarından biri çocukken dalga geçerdi benimle; sanki o zamanlar (14-15 yaş falan en fazla) Jordan olmuşum da basketbolum hakkında atıp tutuyormuşum. Şimdi ise bakıyorum; İTÜ’de basketbol oynamaya başlayalı 25, ABD’ye gideli 15, profesyonel kariyerime başlayalı 11 ve milli takımla Dünya Şampiyonası’nda gümüş madalya kazanalı 7 sene olmuş. Sayısız maç, gidilmiş onlarca şehir, beraber ter döktüğüm yüzlerce takım arkadaşı, antrenör, yönetici... Hepsi bana farklı şeyler öğretmiş, hayatıma farklı şekillerde etki etmiş.
Geçen zamanın değerini belirleyen de en çok bu birikim ve deneyim değil mi zaten?