Alevlerin İçinden

14 dk

F1, 1970'li yıllarda renkli simaları sahneye taşıdı. Rock yıldızları, aracını bir mühendis kadar iyi tanıyanlar, gelecek vadedenler, efsaneleşenler… Bir de kazalar vardı. Çoğu trajediyle sonuçlanan, ölümün sıradanlaştığı kazalar…

Spor dünyasında "Hayatta kalmak" sık sık farklı durumları tanımlamak için kullanılır. Kazanma şansını korumak, 'hayatta kalmak' olarak nitelenebilir. Kaybetme tehlikesini atlatmak, söz konusu sporcunun veya takımın 'hayatta kaldığına' işaret eder. Bazen sportif anlamın dışında ekonomik olarak 'hayatta kalmak' takımların en büyük sınavı olur. Bazen de 'hayatta kalmak' gerçek anlamıyla ölmemek demektir. Çünkü ölüm gerçekten ihtimaller dahilindedir. 1970'lerin Formula 1'inde hayatta kalmak, yaşıyor olmaya işaretti.

Rock yıldızlarının dönemi 1970'ler, motor sporlarında şu deyişle hatırlanır: "Yarışlar tehlikeli, seks güvenliydi." Niki Lauda ve James Hunt bu cümlenin farklı kısımlarını deneyimleyen iki rakipti. 2013 yapımı Rush'ta anlatılan rekabet-dostluk karışımı ilişki, dönemin ruhunu da anlatıyordu. Herkes birbirinin ölümüne sebep olabilirdi. Herkes ertesi gün padokta olmayacak o şanssız pilot olabilirdi. Bu yüzden rekabetler de dostluklar da aynı faniliği üzerlerinde taşıyorlardı.

Yangın

1970'ler başlarken trajik bir onyıl olacağı belliydi doğrusu. Colin Chapman'ın deli-dâhi ikilemindeki Lotus'larından birinin kokpitinde gözü pek Avusturyalı Jochen Rindt oturuyordu. Ön ve arka kanat kavramları yeni ortaya çıkmıştı. Sirklerde jonglörlerin döndürdüğü tabaklar misali beş metrelik çubukların ucuna takılan kanatlar tabii ki stabilite namına hiçbir şey taşımıyordu. 1969 sezonu içinde bu kanatların kırılması sonucunda kaza yapan Rindt, aracın teknik problemleri ve tehlikeli yapısı hakkında duyduğu endişeyi Chapman'a yazdığı bir mektupla anlatmıştı. Bir yıl sonraysa 'deli' Chapman yerini 'dâhi' Chapman'a bırakmış, Rindt'in altında gridin açık ara en iyisi olan bir araç belirivermişti. İtalya'ya büyük farkla şampiyona lideri olarak gelen Jochen Rindt, antrenmanlarda yaptığı kazada hayatını kaybetti. Kazanın sebebi fren problemiydi. Ölüm sebebiyse bariyerlerin güvensizliği ve Rindt'in olası bir yangın halinde araçtan hızlıca çıkabilmek için tam bağlamadığı emniyet kemeri. Sezonun geri kalanında Rindt'in rakipleri şampiyonadaki farkı kapatamadılar. Nina Rindt, tarihin ilk ve tek merhum şampiyonunun kupasını eşi adına alacaktı...

Yangın, Formula 1'de 1960'lardan 1980'lere kadar çoğu ölümün ortak sebebiydi. Cesur pilotların neredeyse sırtlarında taşıdığı metal yakıt depoları bir kaza anında kolaylıkla deliniyor, kazadan aldığı darbeyle ölmeyen pilotlar bir kıvılcımla alevlenen otomobilde yanarak hayatlarını kaybediyorlardı. Üstüne üstlük magnezyum gibi malzemelerin kullanıldığı araçlarda, alevler söndürülemez bir hal alıyordu. Genç İngiliz Piers Courage vizyondan hiç kalkmayan bu filmin şanssız aktörlerinden biriydi. Girişimci yarış takımı sahibi Frank Williams'ın hem yakın arkadaşı hem de pilotuydu. Eton mezunu, macera meraklısıydı. Bolca magnezyum kullanılan De Tomaso'su alevler içinde kaldığında sadece 28 yaşındaydı. Onun vefatı Frank Williams'ı derinden etkiledi. Her ölüm en az bir kişi için bu dünyanın sonu olsa da motor sporlarının bu dönemindeki ölümler kimse için dünyanın sonu olamıyordu.

Williamson'ın ölümünü daha da trajik yapan, önlenebilir olmasıydı. Diğer pilotlar durumu kavrayamamıştı.

Williamson'ın ölümünü daha da trajik yapan, önlenebilir olmasıydı. Diğer pilotlar durumu kavrayamamıştı.

Courage'dan üç yıl sonra, aynı pistin aşağı yukarı aynı bölgesinde Roger Williamson'ın aracı kaza yaparak takla attı. Pek de ciddi bir kaza değildi. Ardından gelen alevler ise tam tersi. Aynı tutkuyu paylaştığınız arkadaşlarınızı bir daha görememe ihtimalini hep aklınızın bir köşesinde taşıdığınız yıllardı. Yine de "Kader!" demek yerine bunu engellemek için elinden geleni yapanlar da yok değildi. Pist görevlilerinin ne ekipmanı ne de eğitimi profesyonel bir biçimde müdahale etmeye yeterliydi. David Purley kazayı gördüğünde aracını kenara çekti, Roger'ı alevler içindeki aracından çıkarmaya çalıştı. Spor tarihinin en çaresiz görüntülerinden birinde Purley yoldan geçen pilotlara durup yardım etmeleri için işaret ediyor, Williamson'ın aracına koşup tekrar çabalıyor, pes ediyor, yeniden deniyor ve artık yapacak bir şey olmadığını anladığında kolundan onu çekiştirenleri takip ederek pistin diğer tarafına geliyordu. Daha da trajik olan; kaza yapmış bir aracın hemen önünde ayakta ve sağlam bir pilot gören diğer pilotlar durumu kavramakta zorlanmış, kazayı yapanın Purley olduğunu varsayarak durup yardım etmemişlerdi. 25 yaşındaki Roger Williamson'ın sonu böyle olmamalıydı. Bu kadar önlenebilir bir ölüm, o zamanlar sporun kabullenilmiş gerçekliğiydi. 1976'daki o meşhur Almanya GP'sinde Niki Lauda'nın yardımına koşanlar da pisti paylaştığı dostlarıydı. Kovboy şapkasıyla meşhur Arturo Merzario, sakal ve bıyık tarzıyla nam salmış Harald Ertl, Guy Edwards ve Brett Lunger herkesten önce Avusturyalı pilota müdahale edip yanan araçtan çıkararak Lauda'nın hayatını kurtarmışlardı.

Trajedi

1970'lerin pilotlarına baktığınızda genelde iki türü görürsünüz: İşin mekanik kısmını çok iyi anlayan yarı mühendis yarı mekaniker pilotlar ve rock yıldızları gibi anı yaşayan cesur maceracılar. Niki Lauda ve James Hunt bu iki türün en net örnekleriydi. Dönemin F1 padoğundaki Amerikalılardan ikisi, Mark Donohue ve Peter Revson da aynı tutkuda buluşmuş iki bambaşka sürücüydü. Donohue gerçek bir mühendisken, Revson da tam bir playboy'du. İkisi de 1970'lerin sonlarını göremediler. Donohue Avusturya'da antrenmanda geçirdiği kazanın ardından sağlıklı görünüyordu. Ertesi gün artan baş ağrıları nedeniyle hastaneye gitti. Bir gün sonra da beyin kanamasından hayatını kaybetti. Revson'ın yaşamı ise Güney Afrika'da yarış öncesi testlerde yaptığı kazada alev alan aracında sona erdi.

Tıpkı Zandvoort gibi Kyalami de tekrar eden trajedilerin durağıydı. Galli pilot Tom Pryce, -yağmurlu havalarda kendini evinde hissetmesinden olacak- ıslak zemindeki yeteneğiyle bilinirdi. Yağmurlu seanslarda hızlı olduğu, zemin kuruyunca yavaş kaldığı bir başka hafta olan 1977 Güney Afrika GP'sinde takım arkadaşı Renzo Zorzi, alev almaya başlayan aracını kenara çekmişti. Aksi gibi Zorzi aracın içinde kaskına bağlı olan oksijen hortumunu çıkartmayı başaramamış ve araçta mahsur kalmıştı. Pistin diğer tarafından müdahale etmek için koşan iki pist görevlisinden birinde neredeyse yirmi kiloluk bir yangın söndürme tüpü vardı. Ânın getirdiği telaşla tehlikeli bir şekilde yola atladılar. Pryce, kaskı yangın söndürme tüpüne gelecek şekilde görevliye çarptı. İkisi de olay yerinde hayatını kaybetti. Formula 1'de öyle bir dönemdi ki, verilen kararların sonu bir şekilde trajediye çıkıyordu.

Bazen de trajedi, bir kararı etkiliyordu. Sir Jackie Stewart 1973 sezonu sonunda emekli olmayı düşünüyordu. Eşi Helen'a ve takım sahibi Ken Tyrrell'a bu durumdan bahsetmiş, ancak öğrencisi François Cevert'e henüz haber vermemişti. Enzo Ferrari'nin göz koyduğu masmavi gözlü karizmatik Fransız, İskoç ustasına gelip bu tekliften bahsettiğinde takımda kalması gerektiği cevabını almıştı. Belki de liderliğin ona kalacağını burada anlamıştı ama birlikte yarıştıkları yıllar boyunca Stewart'a asla saygıda kusur etmemişti. Stewart, birkaç yarışta François'nın onu bilerek geçmediğine canı gönülden inanıyordu. Yüzüncü ve son yarışına çıkıp bayrağı ona devredecek, gözü arkada kalmayacaktı. Fakat o bayrak Cevert'nin eline geçemeden yere düştü. François Cevert, kız arkadaşının onu zorla götürdüğü kâhinin söylediği gibi otuz yaşını göremeden, sezonun son sıralama turlarında hayatını kaybetti. Stewart son yarışına çıkmadı. O gün emekli oldu. Sir, takip eden yıllarda Formula 1'de güvenliğin artırılması için varını yoğunu ortaya koyacaktı…

Cevert, kız arkadaşının onu zorla götürdüğü kâhinin söylediği gibi otuz yaşını göremeden hayatını kaybetti.

Cevert, kız arkadaşının onu zorla götürdüğü kâhinin söylediği gibi otuz yaşını göremeden hayatını kaybetti.

İsveçli Ronnie Peterson tam bir kuzeyli stereotipiydi. Son derece çekingen, utangaç ve sessizdi. Ayrıca otomobil kontrolü konusunda parmakla gösterilen pilotların başında geliyordu. Sürekli aracının arkasını kaydırarak yarışmasının nedeni sorulduğunda "Lanet araç başka türlü gitmiyor ki!" diyebilecek kadar özgüven depolayıp hemen ardından o çekingen haline geri dönüyordu. Şüphesiz gelecekte bir şampiyonluk kupası, üzerinde onun adı yazılı bir biçimde bekliyordu. Ama maalesef filmin sonu yine izleyicinin istediği gibi olamadı. 1978 İtalya Grand Prix'sinin start'ında karıştığı kazada aracı alev almış, bacaklarındaki kırıklar nedeniyle onu araçtan yakın dostu James Hunt, Clay Regazzoni ve Patrick Depailler çıkarmıştı. Kazada kaskına lastik isabet eden ve bilinci kapanan Vittorio Brambilla'nın durumu daha ağır görünüyordu. Brambilla, bir yıl sonra F1'e dönmek üzere iyileşti. Ancak kazayı takip eden gece kanındaki pıhtı nedeniyle önce böbrekleri iflas eden ardından da hayatını kaybettiği ilan edilen Ronnie Peterson'un hikâyesi yarım kaldı. Aynı yarışta şampiyonluğunu ilan eden Mario Andretti, hayatının en mutlu ânı olması gereken bir zaferin böylesi bir trajediyi barındırmasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu.

1970'lerin yarış dünyasında her zaferin yakınında bir trajedi vardı; şanslı olanların önündeyse iki seçenek: Şans tükenmeden kaskı ve tulumu asmak veya sonsuza kadar yarışmak. Sir Jackie Stewart ilkini tercih etti. Mario Andretti ve Emerson Fittipaldi ise ikinciyi. 1990'lara kadar Amerika'da yarışmayı sürdüren bu ikili yaklaşık kırkar yıl boyunca görülebilecek her şeyi gördüler. Herhalde şimdi onlara sorsanız en büyük başarılarının türlü çeşitli cehennemlerden sağ çıkmak olduğunu söyleyeceklerdir.

Socrates Dergi