Alex Corretja: “Erkekler tarafında sezonun en zor turnuvası”

5 dk

Roland Garros bu yıl çok fazla dinamiği bünyesinde barındırıyor ve bu durum çok fazla soruyu bünyesinde barındırıyor. Mats Wilander röportajından artan sorularımızı eski dünya 2 numarası ve Eurosport yorumcusu Alex Corretja’ya sorduk. Roland Garros, önümüzdeki iki hafta boyunca Eurosport ve Max ekranlarında olacak.

Tenis kariyerinizi şu anki televizyoncu ve yorumculuk kariyerinizle karşılaştırabilir misiniz? Hangisi daha zordu?

Açık konuşmak gerekirse, tenis kariyeri çok daha zordu. Çünkü sadece zihinsel ve fiziksel olarak değil, taktiksel olarak da sürekli hazır olmanız gerekiyor. Sürekli seyahat ediyorsunuz ve bin bir şey düşünüyorsunuz. Mesela iyi uyuyup uyumadığın, yediğin şeyin doğru olup olmadığı, oteldeki yastığın yeterince sert olmaması, duşun su basıncının istediğin gibi olmaması… Bunlar hep dert. Ama bir kez emekli olunca işler bana göre çok daha kolaylaşıyor. Şu anda fikirlerimi paylaşabiliyor olmak benim için bir ayrıcalık. Bir lütuf gibi. Sizler benimle konuşmak istiyorsunuz, ben de Paris’te Eurosport için tüm turnuvayı takip ediyorum, FFT adına kort röportajları yapıyorum… Daha ne isteyebilirim ki?

Evet, şimdi de hazırlanmak gerekiyor ama bu, bir tenisçiyken yaptığımız hazırlıkla kıyaslanamaz bile. O zaman her şey çok daha zordu. Mesela uçağın rötar yapması gerginlik yaratırdı çünkü düzgün yemek yiyemezsin. Ulaşım gelmez, oda servisi gecikir… Bunlar artık dert değil. Şimdi sadece yaşıyorsun ve keyfini çıkarıyorsun. Gerçek hayata çok daha iyi uyum sağlıyorsun. Ve bir yandan da fark ediyorsun—eskiden ne kadar şanslıymışız ve hâlâ ne kadar şanslıyız.

Toprak kortlardaki tenis son yıllarda nasıl değişti diye merak ediyorum. Artık Nadal gibi “yüksek spinli” oynayan pek fazla oyuncu kalmadı gibi görünüyor. Oyuncular daha çok düz ve hızlı vuruşlarla oynuyor. Siz de aynı görüşte misiniz, “toprak kort uzmanı” diye bir şey artık kalmadı mı?

Kesinlikle haklısınız! Eskiden zeminlere göre daha belirgin bir ayrım vardı. Mesela "O toprak kort oyuncusu,” "Bu sert kort oyuncusu" denirdi. Günümüzde ise yılın en önemli turnuvalarının çoğu sert zeminde oynanıyor. Bence bu adil değil, bunu açıkça söylemeliyim. Çünkü bir oyuncu olarak toprakta başarılıysan büyük puanlar kazanmak ve büyük turnuvalarda öne çıkmak için çok daha az fırsatın oluyor.

Mesela dokuz tane Masters 1000 turnuvası var; bunların altısı sert zeminde, sadece üçü toprakta. ATP Finalleri her zaman kapalı alanda oynanıyor. Dört Grand Slam’den ikisi sert, biri çim, biri toprak.

Yani bu denge, doğrudan sert kort oyuncularını teşvik ediyor. Bu yüzden de oyuncular oyunlarını sert zemine uygun geliştirmeye çalışıyor. Daha düz vuruşlar yapıyorlar, puanı daha çabuk bitirmeye çalışıyorlar, tempoyu yükseltiyorlar.

Ama toprakta işler böyle yürümüyor. Bence toprakta en önemli şey oyunun içinde “kalabilmek.” Sahada kaymayı bilmen gerekir, ritmi ve vuruş yüksekliğini değiştirmeyi bilmen gerekir.

İşte bu yüzden Carlos Alcaraz’ın diğerlerine göre çok büyük bir avantajı var. Çünkü her şeyi yapabiliyor. Forehand’inde düzlük var, hızı var ama aynı zamanda spin de yapabiliyor. Özellikle geçenlerde Sinner’a karşı oynarken bunu çok net gösterdi.

Toprakta en zorlu şey, rakibin spinli oynamasıdır çünkü top çok yüksek sekerek açılara gider ve seni üç metre geriye iter. O zaman “Rakibe nasıl zarar vereceğim ki?” diye düşünmeye başlarsın. Mesela Alexander Zverev de bu yüzden toprakta çok zorlu bir rakip. Boyu uzun, servisleri çok iyi. Belki forehand’i sert zeminde çok yıkıcı değil ama toprakta yüksek sekiyor ve kortu açabiliyor, ardından backhand’le noktayı bitiriyor.

Tenis bu yüzden değişti. Oyuncuların %80’i toprakta büyümemiş. Çoğu sert zeminde ya da kapalı salonlarda, hava şartları nedeniyle yetişmiş. Avrupa’da hava soğuk, bu yüzden toprakta antrenman yapma şansı az. Yani artık klasik anlamda “toprak kort oyuncusu” pek kalmadı.

Bu arada şunu da söyleyeyim, biri bana “Sen toprak kort oyuncususun” dediğinde bundan nefret ederdim. Ne demek yani “sadece toprak kort oyuncusu”? Aslında doğrusu şu: “Toprak kort uzmanısın.”

Ben Masters kazandım, Indian Wells’i kazandım ama hâlâ “toprak kort oyuncusu” diyorlardı. Keşke sadece “toprak kort oyuncusu” olsaydım da Roland Garros’u kazansaydım. Ama kariyerimin en büyük başarıları sert korttaydı.

Bu yüzden birine “sert kort oyuncusu” demek yerine, “sert kort uzmanı” demek daha doğru. Ya da “çim kort uzmanı,” “toprak kort uzmanı”... Çünkü herkes her zeminde oynayabilir ama oyun tarzın bazı yüzeylere daha iyi uyum sağlar. Kusura bakmayın, cevabım biraz uzun oldu galiba.

Carlos Alcaraz çok iyi bir toprak sezonu geçirdi, iki Masters şampiyonluğu elde etti. Sizce bu turnuvada unvanını koruma şansı ne kadar yüksek?

Biliyorsun, Alcaraz için Paris'e gelirken Roma’yı kazanmış olmak çok önemli bir galibiyet. Monte Carlo'dan bile daha önemli bence, çünkü Monte Carlo sezonun başı gibiydi. Ama sonra ne olacağını bilemezsin; Barcelona sonrası ufak bir düşüş yaşadı, bir sakatlık geçirdi, ardından Madrid’de oynayamadı. Bu da insanda bazı soru işaretleri yaratır: “Acaba hazır mıyım, yeniden başarılı olabilecek miyim?”

Ama bir anda, Roland Garros öncesi oynanan turnuvayı kazanmış olarak buraya geliyorsun—bu sana büyük bir özgüven patlaması yaşatır. Üstelik geçen yıl da burada şampiyon oldu. Artık burada kazanabileceğini biliyor. Eskisi gibi “Acaba yapabilir miyim?” soruları yok. Mesela birkaç yıl önce Novak’a karşı oynadığı yarı finalde fiziksel bir sorun yaşamıştı. Artık o tür şüpheleri taşımıyor. Turnuvaya girerken yapması gereken tek şey şu: İlk günden turnuvayı kazanmaya çalışmamak. Roland-Garros 15 gün sürüyor ve her bir turu elinden gelenin en iyisini yaparak geçmek zorundasın. Enerji saklamana gerek yok belki ama akıllıca oynaman gerek. Diyelim bir maçı 2 saatte bitirme şansın varsa, onu 3 saat 15 dakikaya uzatmamalısın. Çünkü kortta geçirdiğin her dakika, ilerleyen turlarda sana pahalıya patlayabilir.

Bence turnuvayı, burada çok iyi işler çıkarabileceğini bilerek tamamlamalı ama aynı zamanda da çok mütevazı olmalı. Çünkü bana göre Roland Garros erkekler tarafında sezonun açık ara en zor turnuvası. Beş set üzerinden oynanıyor, her gün değişen şartlar ve rakipler var. Bu da büyük bir meydan okuma.

Fotoğraf: TNT Sports/Eurosport

Fotoğraf: TNT Sports/Eurosport

Grigor Dimitrov’un sezonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle toprak sezonundaki bazı beklenmedik sonuçlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve Roland Garros’taki şansı nedir?

Bence Grigor, son birkaç yılda kendini daha iyi bir oyuncu olarak yeniden buldu. Elbette kariyerinin en iyi sonucu muhtemelen ATP Finalleri’ni kazanmasıydı, ama şu anki haliyle üstündeki baskının önemli bir kısmını atmış gibi görünüyor.

O baskıyı kendi mi yükledi yoksa dışarıdan mı geldi bilemiyorum ama “Yeni Roger Federer” olarak anılmak kesinlikle onun kariyerine iyi gelmedi diye düşünüyorum.

Grigor’u çok seviyorum. O gerçekten çok özel, çok farklı bir oyuncu. Sahada da çok farklı bir oyun tarzı var. Hâlâ tek el backhand vuruşuyla oynayan nadir oyunculardan biri. Fiziksel olarak çok güçlü ve gerçekten çok çalışan biri.

Günümüzde bazı rakipleri daha uzun boylu, daha güçlü ve çift el backhand vuruşlarla oynadıkları için onun adına işler kolay değil. Ama yine de Paris’te her zaman iyi oynayabilir. Paris seyircisi onu çok seviyor, onu tanıyorlar. Ve bu turnuva için uygun bir oyun kombinasyonuna sahip.

Bence hedefi çeyrek finale ulaşmak olmalı. Oradan sonrası ise ne olacağına bağlı. Ama gerçekten harika olurdu.

Madrid’de şanssızdı çünkü çok zorlu bir maçta elendi. Belki bu da onu sonraki turnuva için biraz moral olarak etkiledi.

Ama Grigor Dimitrov her zaman oyuna olağanüstü bir estetik katar ve rakipleri için de alışılmadık bir zorluk yaratır. Çünkü turun %80’i benzer şekilde oynuyor: çift el backhand, düz ve derin vuruşlar, güçlü forehand’ler, büyük servisler…O ise daha çok bir sanatçı gibi oynuyor. Bence bu farkı lehine çevirmeli.

Lorenzo Musetti’nin gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bence Musetti uzun zamandır antrenörü Simone Tartarini ile birlikte çok sıkı çalışıyor. Gerçekten harika bir iş çıkardılar. Artık nasıl oynaması gerektiğini, oyununu nasıl geliştireceğini daha iyi anlamaya başladığını düşünüyorum. Eminim bir noktada belki dışarıdan bir destek de almayı düşüneceklerdir—yani yeni fikirler, oyuna farklı bir bakış açısı katabilecek birini. Beraber harika çalışıyorlar ama bu sporun doğasında var. Herkes zaman zaman taze bir enerji, yeni bir fikir arayabiliyor.

Lorenzo büyük işler başarabilecek kapasitede bir oyuncu. Bence istikrarlı bir ilk 10 oyuncusu olabilir, yenilmesi zor biri haline gelebilir. Özellikle toprak zeminde, beş setlik maçlarda oyun tarzı çok uygun.

Harika bir servisi, çok iyi bir forehand’i, çok klas bir backhand’i var. Şimdi artık kendine daha çok inanıyor. Tura çıktığında en önemli şeylerden biri şu: rakiplerine zarar verebileceğini hissetmek. Şu anda Musetti bu hissi taşıyor ve bu çok değerli.

Fransa Açık’ta ne kadar ileri gideceği ilginç olacak. Bence en azından çeyrek final hedefi koymalı. Oradan sonra da kiminle eşleşeceğine göre yeni bir sınav onu bekler.

Djokovic’ten neler bekliyorsunuz diye sormak istiyorum. Çünkü hem Monte Carlo hem Madrid’de erken turlarda elendi. Ayrıca kariyerinde ilk kez Roma’yı Roland Garros öncesi pas geçti. Koçunu da değiştirdi. Tüm bu değişikliklerin ardından ondan ne beklemeliyiz?

Ondan istek bekliyorum, arzulu olmasını bekliyorum, motive olmasını bekliyorum. Eğer bu açıdan hazırsa, gerçekten büyük bir mücadeleye hazırsa—söz konusu olan Novak Djokovic, onu asla hafife alamazsın. Emekli olana kadar bu geçerli.

Madrid’de onu o kadar iyi görememek beni biraz üzdü. Bence o turnuva oyun tarzına oldukça uygun. Ama sorun oyununda değil de daha çok hareketlerinde, tavırlarında, gözlerindeki ateşin eksikliğindeydi. Bu da beni üzdü açıkçası. Umarım bu durumu düzeltir çünkü onun turnuvaları kazanmaya devam edebilmesi için o içsel ateşi bulması şart. Turda rekabet seviyesi artık çok yüksek.

Burada esas mesele onun iç dünyası. Belki Andy Murray ile çalışırken dışsal motivasyonlar arıyordu ama Novak herkesten iyi bilir ki günün sonunda bu tamamen seninle ilgili bir şey. Ve o bu konuda eşsiz biri. Nereden bulduğunu asla anlayamadığımız bir güç kaynağı var. Ama biri bunu yapabilecekse, o da Novak Djokovic.

Umarım Paris’e o motivasyonla girer. Sonuçta geçen yıl Qinwen Zheng Olimpiyatları kazanmıştı ve Paris’e bu zihinsel özgüvenle geldi. Belki Djokovic de benzer bir ruh hali yakalar.

Fiziksel olarak hazır olması da çok önemli çünkü son dönemde pek fazla maç yapmadı. Toprak zeminde beş setlik maçlar, hem fiziksel hem duygusal olarak çok ağır bir yük getirir. O yüzden umarım tamamen hazır olur ve turnuvaya gereken şekilde başlar.

Qinwen Zheng hakkında ne düşünüyorsunuz? Olimpiyat Oyunları’nda elde ettiği altın madalya sonrası bu turnuvayı kazanabilir mi?

Bence Zheng için Paris’i kazanmış olması çok önemli. Bu ona “Burada başardım” duygusunu aşılayacaktır. Belki daha önce Fransa Açık’ı kazanmadı ama orada bir başarı elde etti. Daha birkaç ay önce başarılı olduğun bir yere dönmek, her zaman oyunun için çok olumlu hisler getirir.

Ayrıca son dönemde çok iyi maçlar da çıkardı. Bence o, turnuvadaki gizli favorilerden biri olabilir. Tamam, belki onu en büyük şampiyonluk adayları arasında ilk sıraya koymazsın ama Sabalenka’dan sonra mutlaka Iga’yı hesaba katmalıyız. Iga Swiatek’i göz ardı edemeyiz; orada o kadar çok kez kazandı ki… Sezonu belki zirvede geçirmemiş olabilir ama Paris’te o hep çok tehlikeli.

Bunun dışında Coco Gauff ve Mirra Andreeva da çok zorlu rakipler. Bu oyuncuları yenmek isteyen herkes, gerçekten en iyi oyunlarını oynamak zorunda. Zheng de o grubun içinde olabilir. Kura da burada çok önemli rol oynayacak. Özellikle Iga’nın bu isimlerden biriyle çeyrek finalde karşılaşması çok riskli olur. Eğer seri başlarından biri olsaydım, çeyrek finalde Iga ile eşleşmek istemezdim.

Bu yüzden oldukça açık ve heyecan verici bir tablo var. Ama herkes önümüzdeki birkaç haftada ne durumda olduğunu netleştirmek zorunda kalacak.

Iga Swiatek’i sormak istiyorum. Malum, geçen yılki Roland Garros’tan bu yana kupa kazanamadığı çokça konuşuluyor. Sizce son birkaç ayda onun için asıl sorun neydi ve bu turnuvaya girerken beklentisi ne olmalı?

Iga’yı tanıyan biri olarak, onun beklentisi elbette en üst düzeyde olmalı; yani tekrar kazanmak. Roland Garros’a geldiğin zaman, bu turnuva diğerlerinden farklı hissettiriyor. Belki bunu biz erkekler beş set oynadığımız için böyle hissediyoruz ama kadınlar için de benzer bir durum olabilir—tıpkı Roma’da ya da diğer turnuvalarda oynadıkları gibi üç setlik maçlar olsa da. Ama Iga Swiatek her zaman hesaba katılması gereken bir isim. Oyunu biliyor, rakiplerini tanıyor.

Bence son zamanlarda oyununun bazı yönlerini geliştirmeye çalıştı; özellikle daha agresif olmaya. Daha önce konuştuğumuz gibi bu durum Simona Halep’te de yaşanmıştı. Bir noktada daha agresif olmaya ve daha çok risk almaya başlaması gerekmişti çünkü rakipler çok güçlüydü ve seni çok zorluyorlardı.

Şu anda Iga da bu dengeyi bulmaya çalışıyor: daha agresif mi olmalı yoksa mevcut yapısı zaten yeterli mi? Bu da bazen insana bir belirsizlik, bir kaybolmuşluk hissi verebilir. Ama bence eğer şu anki oyun tarzını korursa—ki zaten çok sağlam ve istikrarlı oynayan bir oyuncu—onu yenmek kolay değil.

Bu kortlarda herkesten fazla deneyime sahip. Bu yüzden Iga’yı asla göz ardı edemezsin. Son haftalarda ya da aylarda en iyi tenisini oynamamış olabilir ama yine de turnuvanın en tehlikeli isimlerinden biri.

Socrates Dergi