
Yabancı
32 dk
11 kez All-Star, dört NBA sayı krallığı, bir MVP ödülü... Allen Iverson, nasıl oldu da Beşiktaş'a geldi? Ne beklendi, sonuç ne oldu? Spor tarihinin en popüler figürlerinden birinin İstanbul'daki üç ayını tanıkları anlattı.
"NBA'deki Iverson..."
Dosyanın hazırlanış aşamasında konuşma şansı bulduğumuz 30'a yakın kişiden bu tanımı kullanmayana pek rastlamadık. Haksız değiller; 2000’lerin başındaki Iverson, kariyerini iyi yönetebilseydi bu dosyaya konu olmazdı. 1996 NBA Draft’ından sınıf arkadaşları Kobe Bryant, Ray Allen, Steve Nash gibi refah içinde ve daha saygın bir şekilde kariyerini noktalayabilirdi.
Dibe vuruşu, "Hayranlarım beni orada görmek için oy verdiler ve istedikleri olacak" dese de kızının hastalığı nedeniyle yer almadığı All-Star organizasyonuyla başlamıştı. Birkaç ay sonra eşiyle yaşadığı problemler ayyuka çıktı, maddi sıkıntıları tavan yaptı ve kariyeri boyunca kazandığı paranın suyunu çektiği söylentileri gündemden düşmez oldu. NBA'de kontrat alması imkânsız gibiydi, eski koçu Larry Brown’ın dahi onu takımına istemediği söyleniyordu. Tam o sırada, beklenmeyen bir teklif geldi.
1975'ten beri lig şampiyonluğuna ulaşamayan Beşiktaş Basketbol Takımı, Allen Iverson'ı transfer etmek için devreye girmişti. Ekim 2010'da İstanbul'a ayak bastığında; kulübün şampiyonluk, Iverson'ın ise başta maddiyat olmak üzere kendine göre umutları vardı. İmzalar atıldı ve NBA tarihinin en büyük ikonlarından biri Beşiktaş formasını sırtına geçirdi…
Gece hayatı, takıları, kıyafetleri… Hayatı insanlardan uzak ve kendi çevresinde yaşaması, Michael Jackson hayranlığı, Etiler'de bile vazgeçemediği ‘Philly wrap’ (bir çeşit dürüm) tutkusu… Günler ilerledikçe, yavaş yavaş, ABD'deki bütün alışkanlıklarını İstanbul'a taşıyordu. Ancak bir şey eksikti. Iverson, eski Iverson değildi. Basketbola uzak kalmıştı. Antrenmansızdı. Hatta kimilerine göre, sakatlığı nedeniyle onu tam performansına yakın seviyede görmek bir daha asla mümkün olmayacaktı. 35 yaşındaki Iverson, Metro City Alışveriş Merkezi'nin üst katında yakın arkadaşlarıyla ‘küçük bir Philadelphia’ yaratmayı başarmıştı belki ama onu ‘NBA’deki Iverson’ yapan gücü kendinde bulamıyordu. Peki 10 maçlık Beşiktaş macerasında neler yaşadı?
"İstanbul’daki Iverson’ı" tanıklarından dinledik…
1 | New York'ta Bir Hafta
"Kar beyazdır, un da beyazdır..."
Şeref Yalçın (Beşiktaş Basketbol Şube Sorumlusu): ABD’de uzun yıllar yaşadığım için orada iyi bağlantılarım, arkadaşlarım var. Iverson’a da öyle ulaştım. Atlanta’da annesinin evinde yaşadığı dönemlerdi.
İrfan Yücesoy (Allen Iverson’ın menajeri): CAA’in (Creative Artist Agency) Türkiye temsilciliğini yapıyordum. Ucu bucağı olmayan; müşteri listesi Steven Spielberg’ten George Clooney’ye, Jose Mourinho’dan Lady Gaga’ya uzanan bir menajerlik şirketi... Allen Iverson da, o şirketin müşterilerinden biriydi. Şeref Yalçın’ın ses getirecek bir oyuncu transfer etme planı iki tarafı bir araya getirdi. Iverson ismini onlar ortaya attı.
Şeref Yalçın: Manhattan’daki Scores Bar’ın sahibi, İtalyan-Yahudi bir çocuk. ABD’de yaşarken hep onunlaydım. Boks müsabakaları falan da düzenliyorlar. Iverson gündeme geldiğinde onu aradım ve durumu anlattım. Leon Rose’u tanıdığını söyledi, bağlantıyı kurdu.
İrfan Yücesoy: Leon Rose, CAA’in basketbol bolümünün başındaki adam. LeBron James, Chris Paul, Carmelo Anthony gibi oyuncuların menajerliğini yapmış daha önce. “Iverson? Beşiktaş?” dendi. Emin olamadım. Türkiye’ye gelir mi, gelmez mi… Bilemedim.
Burak Bıyıktay (Beşiktaş Koçu): O dönem şube yöneticimiz Şeref Yalçın, “Allen Iverson’ı ister misin?” diye sordu. Iverson’ın durumunu, uzun süredir oynamadığını bildiğim için öyle çok sıcak yaklaşmadım. İhtiyacımız olan oyuncu değildi o dönemde.
Cüneyt Erden (Beşiktaş): Kimse inanmaz zaten abi; Iverson ABD’den çıkacak, Avrupa’ya gelecek, Avrupa’dan da Türkiye’yi, Türkiye’den de Beşiktaş’ı seçecek… Ohooo…
Şeref Yalçın: Manhattan’da lüks bir otelde altı oda ayırtmıştım. Atladık gittik, başkan Yıldırım Demirören’le. Maksadım, bizdeki ciddiyeti göstermekti. Biliyorsunuz, Iverson da acayip nazlı bir adam. Kuzeni, arkadaşı, Gary Moore derken sekiz kişiyi falan hesaba katmak zorundaydık.
İrfan Yücesoy: NBA’deki ‘milyoner’ diye tabir edebileceğimiz basketbolcuların yanında ‘business manager’ sıfatıyla insanlar olur. Gary Moore, Iverson’ın liseden de önce Amerikan futbolu antrenörlüğünü yapmış bir adam. Zamanında ona çok yardımcı olmuş, daha sonra da yanından hiç ayrılmamış. Biz de Moore vasıtasıyla iletişime geçtik.
Şeref Yalçın: Otelde buluştuk Iverson’la. Ufak detayları halletmeye çalıştık. Çocukların okulu, evinin altı oda olması, arabası, bodyguard’ı ve daha pek çok şey… Hatta kuzenlerini bile ‘ikna’ etmeniz gerekiyor. ‘Canlı canlı’ hepsini yaptık.
Burak Bıyıktay: Ne yalan söyleyeyim, alınmasını çok istememiştim. 3-4 numara oynayabilecek bir oyuncu alma planım vardı. “Getirelim mi Allen’ı?” dediler. “Hayır” dedim ama baktım ki karşı çıkmanın pek faydası yok; karar verilmiş, ben de fazla müdahil olmadım.
İrfan Yücesoy: Rakam biliyor musunuz? Abuk sabuk miktarlar telaffuz edenler oldu, ondan soruyorum. Sadece 1.5 milyon dolara bitti iş. Opsiyon yok, sekiz ay civarı bir kontrat. Plana göre Allen, sağlık testinden hemen sonra 300 bin dolar peşin para alacaktı.
Şeref Yalçın: Orada bir basın toplantısı yaptık, imzaları attık ve ABD’den ayrıldık.
İrfan Yücesoy: Şeref Yalçın da işleri yokuşa sürmedi. Çocuklara şöyle okul, diğerlerine böyle araba… Aşağı yukarı hepsine, “Evet” dediler.
Şeref Yalçın: Çin’den de teklifler almış ama biz güven verdik ve geldi. Futbol takımının Guti, Quaresma, Simao’yu falan getirdiği dönemdi. Serdar Adalı transfer komitesinin başındaydı. Hatta bana, “Tamam biz bunları yaptık da sen biraz zor getirirsin Iverson’ı” diye takılırdı.
Yiğiter Uluğ (Gazeteci): NBA Türkiye Dergisi’nde bir yazı kaleme almıştım o sıralar, “Elin Iverson’ından bize ne?” diye başlıyordu. Hatta yine başka bir yazımda da Beşiktaş’ın futboldaki Quaresma-Fernandes-Guti transferlerinin bir uzantısı olarak görmüştüm Iverson’ı. Malum; Beşiktaş, futbol transferlerinde Portekizli menajer Jorge Mendes’e teslim olmuştu. Mendes, CAA’yle çalışıyordu. Iverson da o grubun sporcusuydu. Kör olmak gerekiyordu bu paralelliği görmemek için.
Çetin Yılmaz (Koç, yorumcu): Kar beyazdır. Un da beyazdır. O zaman un ve kar birbirine çok yakındır. Bu, formal mantıktır. Iverson transferine formal bir mantıkla bakamayız. Bir şeyin hem avantajı hem de dezavantajı vardır. Beşiktaş’ın bir NBA oyuncusu transfer etmekte kararlı olduğu düşünülebilir ama şu bir gerçek ki buraya gelen eski Iverson değildi.
Burak Bıyıktay: ‘Allen Iverson’ı istemeyen koç’ diye algılanmaya başlandığı için fazla karşı çıkamadım. Getirdiler.
2 | Beşiktaş'ın Çocuğu
"Oley, oley Allen Iverson! Beşiktaş'ın çocuğu Allen Iverson!"
Şeref Yalçın: Problemleri hallettiğimizi düşünüyorduk. İstanbul’a döndük ama baktık ki sorunlar bitmemiş. 10 gün sonra geleceğini söylemesine rağmen adam ortalarda yok. Basın, başkan, herkes “Nerede bu adam?” diyordu.
İrfan Yücesoy: Anlaşmayı bitirdikten sonra New York’ta iki gün daha kaldım. Allen da üç gün sonra İstanbul’a uçacaktı, öyle planlamıştık. Ben döndüm İstanbul’a. Bir gün geçti, iki gün geçti, üç, dört… Herif yok. Bir hafta oldu, yine gelmedi.
Şeref Yalçın: Atladım Atlanta’ya gittim. Iverson’la buluştuk. Meğer pasaportunu kaybetmiş. Yani, söylediği bu. Bilemiyorum artık… Pasaportu da biz, üç günde çıkarttık. “Ertesi gün geleceğim” dedi. Ben de Türkiye’ye döndüm. Bekliyorum, yine yok. Nazlı adam işte. Atlanta’daki arkadaşlarımı tembihlemiştim. Gidip buldular, iki gün gecikmeyle getirdiler…

"Millet alışık değil tabii, bizde hemen uçağın kapısından alırlar adamı. Iverson, o atmosferi görünce afalladı zaten." -Şeref Yalçın
İrfan Yücesoy: “Beşiktaş’ın çocuğu Allen Iverson” tezahüratlarının daha havalimanından başladığını hatırlıyorsunuzdur
Şeref Yalçın: Millet alışık değil tabii, bizde hemen uçağın kapısından alırlar adamı. Iverson, o atmosferi görünce afalladı zaten.
İrfan Yücesoy: Hatta şöyle bir şey hatırlıyorum; bu böyle çantasına mücevher falan doldurmuş, o kargaşada da çanta ortadan kaybolmuş. Panik yapmışlar, "Nerede bu çanta?" diye. Sonra bulmuşlar ama...
Şeref Yalçın: Biz havaalanında uyarmıştık Iverson’ı; “Götürürler bak, dikkat et” demiştik. Takılarını hep çıkarttırdık o yüzden.
İrfan Yücesoy: Akatlar'daki imza töreninde değişik bir şey olmuştu. Futbolda imza töreninden sonra oyuncu çıkar top sektirir, basketbolda ne yapacak? Beşiktaş'ta organizasyonu futbol tarafı yaptığı için, altyapıdan iki tane çocuğu çıkarmışlar. Plan şuydu: Çocuklar Iverson'a pas verecek, o da tak tak tak şutları atacak ya da smaç yapacak.
Cemal Kartal (Beşiktaş altyapı antrenörü): ABD’de falan canlı yayınlayacaktı, böyle bir şey yapalım diye talep geldi yönetimden. Iverson’a yakın boylarda çocukları seçtik. Bize sunulan projenin altını doldurduk.
Berkay Demirağ (Beşiktaş Altyapı Oyuncusu): O gün orada olmam biraz şans eseriydi. Aslında Doğukan çıkacaktı, biraz geç kaldığı için talihli kişi ben oldum. Antrenörümüz Ömer Büyükaycan arayıp “Iverson’ın töreni var ona katılacaksınız” demişti; Kartal’ın babası Hakan Abi de “Gel Berkay, sen oyna” diyerek beni yanına aldı. Çok heyecanlanmıştım.
Kartal Özmızrak (Beşiktaş altyapı oyuncusu): Tabii çok heyecanlandım. Neticede karşımdaki Iverson’dı.
Berkay Demirağ: İlk pası bana verdi. İlk geldiğinde herhalde en müsait beni gördü.
Kartal Özmızrak: Hesapta pas verecektik sadece ama sonra, Iverson “İkiye iki maç yapalım” dedi. Zaten çok heyecanlanmıştım, bir de üstüne maç yapmak… İnanılmazdı.
Berkay Demirağ: İkiye iki maçta da beni yanına almıştı. Onunla birlikteydim. Pozisyonum da aynı olduğu için idol olarak görüyordum. Heyecanlıydım.
İrfan Yücesoy: Orada bir risk vardı... Adam zaten formsuz; ikide sıfır, üçte sıfır falan üçlük atsa orada taraftarlardan garip sesler çıkabilirdi. Allen da girmedi o işe. Aldı çocukları yanına, ikiye iki maç yaptılar.
Cevher Özer (Beşiktaş): Hepimiz, “Acaba nasıl gelecek?” diye merak ediyorduk. Çünkü yaklaşık bir yıldır oynamıyordu. Biz de merak ediyorduk; gelince nasıl katkı yapacak, katkı yapabilecek mi, sistem nasıl olacak, Avrupa basketboluna uyum sağlayabilecek mi?

"Görene kadar inanmadım zaten. Gelince de, 'Gerçeği bu mu?' falan oldu." -Serhat Çetin
Serhat Çetin (Beşiktaş): Sonuçta Iverson gibi bir adam geliyor. Görene kadar inanmadım zaten. Gelince de, “Gerçeği bu mu?” falan oldu. Bir türlü kabullenemiyorduk.
3 | 'Practice'
"Haftada sekiz antrenmanı yiyince..."
Cevher Özer: Bizim takımın masörü Seyhan Abi vardır, herkes ‘Sey Sey’ der. Iverson’ın ‘geldi-gelmedi-gelecek’ mevzularının olduğu sıralar, şu meşhur ‘Practice’ videosunu keşfettik onunla. Sey Sey’e “Heh, tam yerine geliyor. Haftada sekiz antrenman yediği zaman iyice kendine gelir” demiştim.
Cüneyt Erden: İlk zamanlar topu yere vuracak hâli yoktu. Crossover yaparken bile topu elinden kaçırıyordu. Çok kötüydü ya!
Cevher Özer: Geldi, biz hemen antrenmanları söyledik. “İnanamıyorum, sürekli antrenman var, sürekli…” demişti. Ben de “Avrupa’ya hoş geldin Allen” diye karşılık vermiştim.
Murat Kutlu (Beşiktaş): İlk gün bütün soyunma odası, Iverson soyunsun diye bekledik. Normalde herkes en önden çıkar ama o gün kaldık adam duşa girecek diye. Gördük, şaşırdık yani…
Serhat Çetin: Hiç halter yapmazdı. Zaten anlattığı kadarıyla da hiç yapmamış. “Bir bar bile kaldırmadım bugüne kadar” derdi.
Burak Bıyıktay: Dürüst olacağım size karşı; Iverson takıma katılınca sabah idmanlarını epey azalttık. Çünkü şöyle bir risk var; takımı çağıracaksınız ama Allen gelmeyecek mesela, o zaman problem olurdu.
Şeref Yalçın: Birkaç kez sabah idmanına gelmediği oldu. Ama sonra uyum sağladı. “Paranı vermem” deyip getiriyordum.
Serhat Çetin: Bizde genç Murat vardı. Daha ilk antrenmanda iki-üç tane blok yapmıştı Iverson’a. “Ulan n’oluyo? Iverson bu!” falan dedik. Murat’ı da ekstra motive ediyorduk, “Kardeşim helal olsun sana, NBA oyuncusunu blokladın” diye...
Burak Bıyıktay: Savunmasına Murat’ı veriyordum. Hem altyapıdan yeni çıkmıştı hem de uzundu. Allen çabuk geçsin diye böyle bir eşleşme yaptık. Normal oyuncuya veremiyorsun çünkü. Ona karşı hiçbir şey yapamıyor.
Murat Kutlu: Elden devamlı top veriyordu, çok fazla sıçrayamıyordu. Biz de o dönem devamlı sağa sola atladığımız için blok yapıp duruyorduk. Iverson’ı savunabilmem, bana biraz koymuştu. Çocukla oynuyormuş gibi oynamak garibime gitti ilk başlarda.
Mustafa Abi (Beşiktaş): Bir gün benim ayakkabının tekini bulamadık ama antrenman başlayacak... Benle aynı numarayı giyen de bir Iverson var. Depo gibi bir odada 15-20 çift ayakkabısı duruyormuş. Gittik açtık odayı, bir tane getirdi “Bu olur mu?” dedi. “Olur tabii” dedim, sonuçta bir antrenmanlık bir şey.
Serhat Çetin: “Dur bekle” deyip bir kutu fırlatmıştı. Hatta, “Rezil bir ayakkabı Reebok, sponsorum olmasa asla giymem. Sen istersen kullan” dediğini hatırlıyorum.
Mustafa Abi: Antrenmandan sonra ayakkabıyı imzalattım ona. Bir daha da giymedim. Ayakkabı 10,5’tu, yani 45 numara. Güzel anıdır benim için.
Murat Kutlu: İdmana bir geliyordu, bir ton basın mensubu oluyordu etrafta. Seyirci ya! İdmana seyirci gelmeye başladı, şok olduk.
Cevher Özer: İlk antrenmanda çok aktif değildi. Bir seneye yakın oynamamanın verdiği hamlık vardı. Kendi de söylüyordu zaten, “Biraz daha çalışmam lazım” diye. Antrenmana her geldiğinde Sey Sey içeriden seslenip takılırdı ona:
— Practice Allen!
— Yes sir!
“Herkes şef, Kızılderili yok”
Çetin Yılmaz: Fenerbahçe bir dönem, ‘Dream Team’ kurmuştu; Mahmoud Abdul-Rauf, Zan Tabak falan gelmişti. Abdul-Rauf da Iverson kadar olmasa da NBA’de iz bırakmış skorerlerden biriydi. Fener maçına çıkacağız, ben de Ülker’in başındayım. Son toplantıları yaptık, otelden salona geldik, soyunma odasında “Haluk şuna dikkat, Kevin şunu yap, Harun bunu yap” gibi klasik hatırlatmaları yapacağım... Çocuklar da gergin biraz, önemli bir maça çıkacaklar. Neyse soyunma odasına girdim, tahtaya bir bilet resmi çizdim, üstüne “THY - From Istanbul to Chicago - 748 Dolar - 2/11/1998 - Saat: 10.00” yazdım. Sonra döndüm ve konuşmaya başladım; “Oynadığımız basketbol sisteminin çarkları bugün yine her zamanki gibi tıkır tıkır çalışırsa olacak budur” dedim ve tahtadaki bileti gösterdim. Çıktık maça, rahat kazandık. Abdul-Rauf da iki sayı attı. Ertesi gün kulübe gittim. Çocuklara da dinlenme vermemişim, hainliğe bak! Bir baktım oyuncular geldi:
— Abi, sen biliyor muydun?
— Neyi biliyor muydum?
— Abi, herif gitmiş!
— Yapmayın ya!
Hakikaten adam uçağa atlamış ABD’ye gitmiş. Basketbolun acımasız kuralıdır: Yıldızlarla maç kazanırsın ama savunmayla final oynarsın, şampiyon olursun. “Too many chiefs, not enough Indians” der Amerikalılar, şampiyonluk için, bir şefin yanında 10 Kızılderili’ye ihtiyaç vardır.
4 | Eve Servis
"Friday's tarihinde yoktur eve servis. Sadece ona Philly wrap giderdi."
Burak Bıyıktay: Sırf Iverson’la ilgilensin diye kulübe birini getirdik. "Iverson’ın gece hayatı biliniyor, burası da İstanbul, ne olacağı belli olmaz. Göz kulak olmak lazım" dedim. Yönetim de kabul etti.
Can Köken (Beşiktaş çalışanı): Burak Abi’yle görüşüyorduk, kulüpten de istek vardı. Bir ekip kuruldu; ben, şoför, güvenlik… Geldiği gün göreve başladım.
Şeref Yalçın: Zor adamdı. Ücretini alır ama hiç harcamazdı. Para ailesine gidiyordu zaten. Bana gelir, harçlığını alır ve giderdi. Bir de kız arkadaş yaptı burada. İyi çocuktu da manyaktı biraz.
Can Köken: Para bankaya yattığı için kartıyla nakit parasını harcıyordu. Belli bir limite ulaştığı zaman kart çekmiyor, ABD’den bloke ediliyordu. “Türkiye’den çok para harcandı, bir sıkıntı mı var?” gibi bir sebeple. Telefonla açtırılıyordu sonra. Böyle sıkıntılar olduğu zaman Şeref Bey yardıma koşuyordu.
Şeref Yalçın: Bak, aynen şöyleydi:
— Boss where are you? (Patron, neredesin?)
— Papermoon’dayım.
— OK.
Gelirdi, 100 lira harçlık alırdı ve giderdi. Digitürk faturasını bile ben ödedim.
Can Köken: Gece hayatımız vardı. Supperclub’a gidilecekse araba kapıya sıfır yanaştırılıyordu, direkt kulübe ayak basıyorduk. İçeride olduğumuz haber alındıysa alt tarafta bir mutfak çıkışı var; yine araba oraya sıfır yanaşıyordu ve ayrılıyorduk. Mesela Perşembe günleri R&B çalan yerler vardı, oraya gidilirdi. Taksim’de Riddim diye bir yer vardı. Reina’ya da gidiyorduk; yine alt kattan girip alt kattan çıkarak…
Burak Bıyıktay: Sabah antrenmanlarını azalttığımı söylemiştim ya, sebeplerimden biri de buydu. Geceleri geç yattığı için sabah uyanma problemi oluyordu.

"Üç ya da dört şoför, dört tane de koruma değişti. 'Yeter, biz yapamayacağız' deyip bırakıyordu adamlar." -Can Köken
Can Köken: Supper’da oturuyoruz bir keresinde… Orada merdiven şeklinde yataklar vardır… Yanımızda da bir futbolcu oturuyor, tanıyorum adamı. Telefonunu aldı, Iverson’ın yanına geçip başladı profilden fotoğraf çekmeye. Gittim aldım telefonu elinden, “Utanmıyor musun?” dedim. “Kusura bakma abi, yabancı dilim yok, konuşamadık ama çok büyük hayranıyımdır” falan diyor. Aldık, sildik fotoğrafların hepsini, geri verdik makineyi sonra.
Şeref Yalçın: Metro City AVM’nin üstünde altı odalı bir ev tuttum ona. Minibüs falan da tuttuk… Hiçbir şeyi beğenmezdi, zor adamdı. Ama normal, NBA yıldızı adam.
Can Köken: Üç ya da dört şoför, dört tane de koruma değişti. “Yeter, biz yapamayacağız” deyip bırakıyordu adamlar. Tempoya ayak uyduramıyorlardı.
Şeref Yalçın: Friday’s hastasıydı esas, devamlı oraya giderdi. Gece, sabah, akşam… Görmek isteyen orada buluyordu. Adresi orasıydı.
Cemil Çelik (TGI Friday’s çalışanı): Her gün antrenmandan sonra, akşam saatlerinde TGI Fridays'e gelirdi. Direkt bara otururdu, masaya çok nadir geçerdi. Philly wrap'in hastasıydı. İstanbul'daki şubenin Philadelphia'dakinden daha iyi olduğunu söylerdi.
Can Köken: Gideyim de bir kebap yiyeyim ya da farklı bir tat deneyeyim gibi bir kafası yoktu. Sürekli aynı yere gidip aynı şeyleri yiyordu.
Cemil Çelik: Bazı standartlar vardı TGI'da... O standartları yıkamazsınız ama Iverson tarihte ilk ve tektir; sadece ona paket servis gitmiştir. Bizzat ben servis yapmıştım hatta.
Can Köken: Ben o zaman Florya’da oturuyordum. “Akşam var mı bir planımız?” diye sordum. “Yok, eve gideceğim” dedi. Ben de “Tamam” dedim ve arkadaşlarımla plan yaptım. Otururken Iverson aradı: “Hadi yemeğe gidelim!” Gece saat 12… Şoförü yolladık, koruma da yok… “Ben tek başıma taksiyle giderim o zaman” gibi bir laf etti. Apar topar Florya’dan kalktık, gittik aldık bunu, yedirdik yemeğini.
Cemil Çelik: Iverson geldiğinde barın etrafına ayrı bir hava katardı. Ben de müdürlük pozisyonunu bırakır, ona özel DJ'lik yapardım. Michael Jackson hastasıydı mesela, ona özel sadece MJ çalardım. O dönem HIStory albümü yeni çıkmıştı. Onu çalardım, Iverson da bana Long Island (bir çeşit kokteyl) ikram ederdi.
5 | '95 MTV
"Müziği de verdiler tepeye, dans ettiler."
Seyhan Kesim (Beşiktaş masörü): 24 yıldır Beşiktaş’ın masörüyüm. Benim odada devamlı Michael Jackson çalar. Iverson kulübe ilk geldiğinde MJ’in sesini duyunca içeri daldı hemen. Menajeriyle birlikte kafasını uzattı, güldü bana ve ‘çak’ yaptı. Bir daha da benim odadan dışarı çıkmadı zaten.
Cevher Özer: Atışmaları inanılmaz olurdu. Biri “O konseri hatırlar mısın?” der, öbürü “Oradaydım” yapar... “Bu şarkı süper, bayılıyorum” falan. Kim daha çok seviyor tartışması yapıyorlardı. Tatlı muhabbetlerdi.
Seyhan Kesim: Allen’la tanışmamız, “Michael Jackson'ı kim daha çok seviyor?” atışmasıyla oldu.
— Benim kadar sevemezsin!
— Hayır, sen benim kadar sevemezsin…
Mesela bende The Jackson 5 dahil bütün albümler var. Onları gördü, resimlere baktı ve kabul etti, “Tamam, sen benden daha çok seviyormuşsun” dedi.
Can Köken: MJ’in danslarını görünce, çığlık çığlığa garip tepkiler verirlerdi. Bir keresinde Armutlu’da bir et restoranına gittik. Kadın ve erkek takımı birlikteydi. Direkt YouTube’u açıp 1995 MTV Ödülleri’ndeki canlı performansı izlemeye başladılar. Müziği de verdiler tepeye...
Seyhan Kesim: YouTube’da iki saat aradı o videoyu. Herkese de izlettirdi. Hatta o ‘95 konserinin yanı sıra bir de meşhur I’ll Be There şarkısı vardır. Allen duştayken Cevher bana, “Bak şimdi ne yapacağım” diyordu ve kabine yaklaşıp “Just call my name” diye sesleniyordu, Allen da “I will be there” diye karşılık veriyordu.
Can Köken: Buradayken mutsuz olduğu günü görmedim ama bir keresinde Michael Jackson’ın öldüğü günü anlatmıştı. “Sabah kalktığımda bir şeylerin ters gideceğini biliyordum, o şekilde uyanmıştım…” Sonra da haberi almış, iki saat hiç kıpırdayamadan koltukta kalmış öyle.
Seyhan Kesim: Soyunma odasına geldiğinde “Sey Sey nerede?” diye sorarmış hep. Benimle ilişkisi, Michael Jackson’dan ötürü biraz farklıydı. Yoksa genelde insanların suratına bakmaz, gözlerini yerde tutardı…
6 | Yancılar
"Kraldan çok kralcılar..."
Cevher Özer: Geldiğinde yanında 9-10 kişi vardı. Antrenmana bile birlikte gidiyorlardı. Kuzeni, kuzeninin dıdısı, dıdısının dıdısı... Onlarla vakit geçirmeyi seviyordu. Takımla pek takılmazdı.
Can Köken: Gary Moore geldi. E menajeriydi zaten. Larry geldi; güvenlik müdürü, zamanında Iverson için kurşun yemiş. Kuzeni vardı sonra, Cayenne; melez gibi, sarı saçlı, değişik bir çocuk.
Şeref Yalçın: Takımda vakit geçirdiği kimse yoktu. Zaten hiç yalnız değildi ki… En az üç yancısı vardı beraberinde taşıdığı. Sabahtan akşama kadar kâğıt oynarlardı.
Can Köken: TGI'da yemek yerken iskambil kağıtlarını çıkarıp oyun oynarlardı, mekan doluyken üstelik. Mesela bir keresinde Cayenne kaybetmiş, herkesin ortasında şınav çekmişti. Kendi aralarında bu tarz eğlenceleri olurdu.
İrfan Yücesoy: NBA’de biliyorsunuz ki yancılar var. Allen da yanında bir araba dolusu adamla geldi. Gary Moore’undan tutun da başkasına kadar… Tabii, Moore ona zamanında çok fayda sağlamış ama bence artık yararı yoktu, işleri yokuşa sürüyordu. ‘Kraldan çok kralcılık’ yaptığı için gereksiz yere gerginlik yaratırdı.
Şeref Yalçın: Onları ‘ikna etmek’ derken işte bundan bahsediyorum. Gary’yi mutlu etmen lazım, kuzenlerine hediyeler alman lazım. Yetmiyor; bir de sokaktan arkadaşları var… Saçını yapan adamı bile yanında taşıyor ya! Bir gün otel odasında gördüm saçı yapılırken. Kafaya bir şey geçirmişler, Allen bekliyor falan…
İrfan Yücesoy: Akatlar’dayım, idman var. Baktım, bu Gary Moore ortalıkta dolaşıyor. Allen’a pas veriyor, sürekli konuşuyor falan. Burak da inanılmaz sinirlenip “Ulan bu ne yapıyor?” dedi. “At fırçayı” dedim. Sonuçta adam asistan koç değil, bir şey değil…
Burak Bıyıktay: Gary miydi o? Hatırlıyorum, bir-iki kere oldu. Iverson normalde problemli bir adam olmamasına rağmen yanındakiler sıkıntı yaratabiliyordu. Bir şort mevzusu vardı mesela… ‘Yancılardan’ biri idman öncesi yanıma gelip “Bunun şortu neden büyük?” gibi bir soru sordu. “Kardeşim git, büyükse büyük, sana ne?” diye çıkıştım. Sonra Allen’a sordum, “Yok bir şey koç, şort işte, antrenman bu. Çıkar, yaparız” dedi. Garip garip herifler ya…

"'Yancılardan’ biri idman öncesi yanıma gelip 'Bunun şortu neden büyük?' gibi bir soru sordu. 'Kardeşim git, büyükse büyük, sana ne?' diye çıkıştım." -Burak Bıyıktay
Seyhan Kesim: Oyak Renault deplasmanına gitmiştik. Iverson kafileyle birlikte ama daha sahaya çıkmamış. Feribottayken otobüsün içine korsan DVD’ci geldi. Allen’ın kuzeni, herifin sepetinde ne varsa aldı. DVD’ci boynumuza sarılıp “Allah razı olsun sizden abi” demişti.
7 | Son Periyot
"Taraftarların yarısı 'Çıkart', diğer yarısı da 'Oynat' diye bağırıyordu..."
Burak Bıyıktay: Allen’ın ilk maçını hiç unutmam. Akatlar’da Hemofarm’la oynuyoruz. 17 sayı öndeyiz son çeyrekte. Salonun bir bölümü Iverson’ı seyretmeye gelmiş, diğerleri de hâliyle maçın kazanılması derdinde. Yarısı “Çıkart şunu”, yarısı “Oynat” diyor.
Çetin Yılmaz: Avrupa’daki basketbolla NCAA kuzendir. NBA ise bu ikisiyle uzak akraba. Spor benziyor ama ya sistem? Avrupa’da rotasyonlar bile farklı, savunma ağırlıklı. Oyuncular savunmada hata yaptıkça kenara gelir.
Burak Bıyıktay: Iverson’a “Bir adam tut” diyorsun; koşuyor, önüne kim gelirse onu alıyor. Beğenmiyor, diğerini alıyor. Bir şey de diyemiyorsun... 17 sayıdan maç verdik o gün.
Cevher Özer: Avrupa’da setler de farklı. NBA’e göre hücum temposu daha düşüktü, daha geç şut kullanılıyordu. Buna da alışamadı. Antrenmanda set çalışıyoruz; pası verdi, o esnada da setin devamı için bir pas daha lazım ama Iverson, “Geçip gitsene” diyordu. Bu düzene uzaktı. Hâliyle de sistem bozuldu biraz.
Erman Kunter (Cholet Koçu): Çok meşhur bir oyun vardır literatürde. Yarı saha, set oyunu. Yüksek post’ta, yüksek stagger denilen bir şey; ters taraftaki forvet oyuncusu, arka arkaya iki perde kullanarak öbür tarafa çıkıyor. Yukarıdan, üstten. Aşağıdan değil ama. Hâlâ o setteki cut’ın adı ‘Iverson cut’tır. Bu adam hem Georgetown hem de NBA’de böyle oynadı.
Çetin Yılmaz: Koçluk yaptığım dönemde bu tip özel oyuncular için ben de isolation (dört oyuncuyu potadan uzaklaştırıp birini teke tekte bırakmak) setleri kullanırdım. Mesela Harun Erdenay için isolation seti hazırlamazsan öbür tarafta melekler hesap sorar sana.
Burak Bıyıktay: Iverson'a özel birtakım düzenler de yarattığımız oldu. Isolation ağırlıklı setler ekledik plana. Oynasın, oradan yaratsın diye.
Cüneyt Erden: Burak Abi büyük sıkıntı yaşamış olabilir. Gelen oyuncu, herhangi bir oyuncu değil. Hazır değil diye ya da müdafaa yapmıyor diye kenarda bırakamazsın. Koç da biraz mecbur kaldı ama sıkıntıda olduğunun farkındaydık.
Çetin Yılmaz: Burak’ın canı sıkkındı. Orası belli. Savunmada dezavantaj var. Çıkarsa “Kardeşim sana Allen Iverson’ı getirdik, oynatmıyorsun” diyecekler. Oyunda tutsa maç kaybediyor çünkü savunmada cidden aksıyor. Hücumda da bildiği basketbolu oynuyor. Kızamazsın da... Çünkü adam öyle Allen Iverson olmuş.
Cevher Özer: Hep birlikte, “Allen bir şey yapacak mı?” diye bekliyorduk. Biz bekliyorduk da rakipler beklemiyordu.
Ömer Onan (Fenerbahçe): Ligdeki ilk maçı bize karşıydı. Hatta ESPN canlı vermişti. Tabii ki ismi büyüktü ama hava atışından itibaren, isminin karşılığını veremeyeceği belliydi. Ligin en iyi savunmacılarından birinin karşısına gelişi de onun talihsizliği oldu.
Cevher Özer: Yine de “Bu da Allen Iverson, acaba cebinden bir şeyler çıkarır mı?” diye düşünüyorduk. Olmadı. Ömer Abi durdurdu.
Ömer Onan: Bu işlerin püf noktası, top aldırmamaktır. Ne kadar az top alırsa o kadar az problem çıkarır. Başlıca amacım oydu. “Hiç top aldırmayayım, kafam rahat etsin” diyordum.
Burak Bıyıktay: Ömer de iyi durumdaydı o sıralar. Hırs yapıp iyi savunmuştu Iverson’ı, 2 sayıda mı ne tuttu hatta. Sahadan silmişti. İyi bir Iverson’ı kim tutabilirdi ki? Kimse. Mümkün değil böyle bir şey. O kadar hazır değildi ki...
Ömer Onan: Parkeden gelen insanlarız. “Iverson da bu muymuş?” saygısızlığı olmadı kesinlikle. Zaten “NBA’deki Iverson” gibi gelseydi, ne denli durdurabilirdim ki? Tamam, mühim oyuncular savundum ama sonuçta Iverson başka bir seviye. Ama burada eski hâlinden çok uzaktaydı, bir kere çabuk değildi. Açıkçası hiç zorlanmadım.
“Göttingen'de her gün NBA yıldızı göremezsiniz."
David Hein: “Allen Iverson’la Beşiktaş forması giyerken röportaj yapan başka gazeteci oldu mu, bilmiyorum. Göttingen maçı sonrasıydı. Soyunma odasına gittim. NBA stili, öyle basın toplantısındaki soru-cevap gibi değil. Iverson bir köşede bekliyor. Yanına yaklaştım, başka gazeteciler de orada. Ama soru soran kimse yok! NBA süper yıldızından fazla etkilenmiş olsalar ki ben bir soru sordum, sonra bir tane daha, dört, altı, sekiz diye gitti. Tabii, Göttingen’de her gün NBA Hall of Fame’den bir oyuncu görmüyorsunuz. Ben sorularımı sordum, Iverson da cevaplarken profesyoneldi. Ama şunu sezebiliyordunuz; ailesi Türkiye’de olmadığından, mutlu değildi. Tekrar oynayabildiği için mutluydu ama bir şeyler eksikti işte.”
8 | Lyon Metrosu
"İnanılmazdı! Metrodayız, Iverson bile eşya taşıyor."
Şeref Yalçın: Allen’a eleştiriler vardı ama Avrupa’ya bir gidiyoruz, herkes ona imza attırmak için kuyrukta. Bir tek İstanbul’da değerini bilmediler.
Serhat Çetin: ASVEL maçıydı. Hava kötü, karlı bir gün. Rakip takım bir rehber tahsis etmiş, bizi o yönlendiriyor. “Hazırsak hep beraber gidiyoruz” dedi adam. Ne olacağını bilmiyoruz. Biz de sanıyoruz ki kar olduğu için otobüs otelin önüne kadar gelemedi, bir köşede bekliyor... Bir baktık, çantalarla metrodayız.
Erman Kunter: Lyon metrosu gariptir; meşhur Emile Zola Bulvarı, otelden ASVEL’in salonu L’Asroballe'e giden yoldadır. Kar yağdıktan sonra araba kullanılmaz zaten orada. Ben de takımımı kışın defalarca metroyla götürdüm. Normal yani.
Burak Bıyıktay: ASVEL’in menajerini aradık. O herif de “Otobüs yollayamıyoruz, metroya binip başınızın çaresine bakın” dedi.
Seyhan Kesim: İnanılmazdı! Elimizde eşyalar, Iverson bile eşya taşıyor. Herkes bakıyor. Iverson’ı gören fotoğraf çektirmeye geliyor.
Cüneyt Erden: “Ulan koskoca Iverson var, maça metroyla gidiyoruz. Ya bir şey olursa?” demiştik.
Burak Bıyıktay: Sorun çıkartmadı hiç. “Ne yani, ben de mi metroya bineceğim?” demedi.
“Pijama güzelmiş Allen”
Serhat Çetin: "Bir akşam maçtan sonra hepimiz Sey Sey’in odasındayız. Iverson geldi, Mire Chatman da masaj oluyor. Chatman’a, “Hadi dışarı çıkalım. Zaten erkeğe de masaj oluyorsun” gibilerinden takıldı. Kendini de inanılmaz karizmatik, inanılmaz yakışıklı görüyor bu arada. Giymiş kadife bol takım elbiseyi, takmış bandanayı… Ben de, “Hey, Allen. Nice PJ” demiştim. Epey bozulmuştu pijama deyince…"
9 | Acaba?
"Ne kadar para verirsem vereyim, seni Iverson'a karşı oynatamazdım oğlum."
Yiğiter Uluğ: "Türkiye'den Allen Iverson geçti" diyebileceğimiz az sayıda maç var. Bunlardan biri Olin Edirne’ydi.
Serhat Çetin: O maça kadar az süre alıyordum. Mire Chatman ve Iverson konuşmuşlar Burak Abi’yle, “Serhat, Türklerin içinde bizi biraz daha anlayabilen oyuncu” falan diye. Koç da maçtan önce, bana daha fazla süre vereceğini söylemişti.
Seyhan Kesim: Edirne deplasmanındayız. Bandaj yapıyorum Iverson’a. Aniden şok bir soru geldi: “Sey Sey, bu Avrupa Kupası maçı mı?” Şaşırdım tabii. O kadar antrenman, toplantı yapılıyor ama adamın kafası hiç orada değilmiş.
Serhat Çetin: Avrupa maçı zannetmesi normal abi. Adamlar okyanus aşırı yerlerden haberdar değil. Dünya ABD’den ibaret gibi davranıyorlar. İnanırım yani.
Burak Bıyıktay: İyi oynadığı zaten hepi topu bir maç var, o da Olin’di işte.
Erdal Bibo (Olin Edirne): Ben onu çok hızlı, kuvvetli zannediyordum. Meğer hiç kuvvetli değilmiş. Bir itiyorsun, geri gidiyor. Çocuk gibiydi. Hakemlerin kollamasına rağmen sert savunmada sinmişti.
Burak Bıyıktay: Rakip takımın ‘hedge-out’larına (top elinde olan oyuncuyu potadan uzaklaştırma) çok iyi atak etti. “NBA’deki Iverson” değildi diyoruz ama topu elinden çıkarırkenki o parmak hassasiyeti, dokunuşu… Acayip bir şey ya.
Erdal Bibo: Bir şey dikkatimi çekmişti. Ara sıra da olsa patlayıcılığı hâlâ iyiydi. Philadelphia dönemindeki gibi bir anda yön değiştirebiliyordu.
Cevher Özer: Olin maçında acayipti. Olayın içindeydi. Tamamen takımın parçası gibiydi, bizde de bir umut oldu; “Tamam, bu adam artık takımda hissediyor kendini” dedik.
Burak Bıyıktay: Tabii, umutlandım o maçtan sonra. Hakikaten iyiydi Edirne’de.

"'NBA’deki Iverson' değildi diyoruz ama topu elinden çıkarırkenki o parmak hassasiyeti, dokunuşu… Acayip bir şey ya." -Burak Bıyıktay
Cevher Özer: Edirne’den sonra Karşıyaka maçı geldi. Enteresan bir ortam vardı çünkü Karşıyaka, hafta içinde Kıbrıs Rum Kesimi’nde APOEL’e karşı olaylı bir maç oynamıştı.
Ceyhun Cabadak (Karşıyaka Antrenörü): APOEL maçı gergindi. Bize saldırdılar, kafamıza taşlar atıldı. Soyunma odasına giden koridora indiler falan… Hâliyle takım çok yıpranmıştı. Federasyondan Beşiktaş maçının ertelenmesini talep ettik. Kabul etmediler. Biz de protesto amacıyla genç takımdan ve spor okullarından aldığımız lisanslı çocuklarla bir takım kurduk.
Güray Dalaman (Karşıyaka): Genç takım senem bitmiş, okumaya Ankara’ya gitmiştim. Dersteyim, Karşıyaka’dan telefon geldi. Açamadım ilk başta. Sonra geri aradım, “Böyle böyle bir olay var, Beşiktaş maçında oynamak ister misin?” dediler. “Olabilir” dedim.
Onur Kentli (Karşıyaka): Günübirlik gidildi. Maça çıkmak için A Takım’dan beş oyuncu bulundurmak zorunda olduğumuzdan; Serkan Menteşe, Onur Çalban, Birkan Batuk, Ahmet Ali Erdoğan ve ben gitmiştik. Hatta koç bile gelmemişti. Yardımcı hocamız Ceyhun Cabadak çıktı takımla.
Cevher Özer: Sahaya ilk çıkan Bekir’di (Yarangüme) sanırım. Soyunma odasına geri dönüp, “Gerçekten gelmemişler” dedi. “Nasıl ya?” falan diye sorduk. Iverson’a söyledik olanları, “Maç maçtır, oynayacağız” dedi.
Onur Kentli: Seremoni yapıldı. Gittim Iverson’ın yanına. “Çok büyük hayranınızım” dedim. O da sırtıma vurdu, teşekkür etti. O ânın bir gazete kupürü vardı. Çerçeveletip duvarıma asmıştım.
Güray Dalaman: A Takım’da ilk maçımdı. Iverson’la ben eşleştim, çok heyecanlıydım. Attığım ilk şut çembere dahi değmedi. Sonra ısındım ama savunmasında ne yapabilirsiniz ki? Sadece karşısında durmaya çalışıyordum.
Onur Kentli: Maç bitti, gidip teşekkür ettim, “Sizinle karşılıklı oynamak herkese nasip olmaz” gibisinden. O da “Ben bir şey yapmadım, sadece maça çıktım” demişti. Hatta babam arada hâlâ takılır, “Ne kadar para verirsem vereyim, seni Iverson’la karşılıklı oynatamazdım” der.
Burak Bıyıktay: Benim hafızamda TOFAŞ maçı daha taze, 30 sayı farkla yenilmiştik hatta.
Cevher Özer: Iverson tek başına direnmeye çalışmıştı. Biz çok kötüydük ama o çok iyiydi.
Can Köken: Bursa’da taraftar sahaya torpil atmıştı. Korktu Allen. Maç çıkışında arkadaşlarını arayıp “Dinamit patlattılar” dedi.
Burak Bıyıktay: O maçtan sonra takımla bir toplantı yaptım. “Biz Beşiktaş’ız, TOFAŞ’tan nasıl 30 sayı fark yiyoruz?” diye sordum herkese. Kendince bir şeyler söyleyenler oldu, Allen çıktı ve “Koç ne olacak ya? Bir tane maç” dedi.
Yiğiter Uluğ: Kültürün ne denli farklı olduğunun özeti aslında. Iverson için, “Bursa’da 30 sayı fark yedik” cümlesi ile “Gittik, Memphis deplasmanında kötü başladık, sonra maç 30’a gitti” açıklaması aynı paralelde.
Çetin Yılmaz: Basketbola yakın medya Iverson’ın durumunu anladı da diğerleri Iverson’ı büyütüyordu. Her maç dört gol atıp takımı şampiyon yapacak bir futbolcu gelmiş gibi pompalanmanın karşılığını veremedi, veremezdi de… “Iverson geldi, Beşiktaş şampiyon olacak” gibi yorumları dinlemek ve okumak zorunda kaldığımda, basketbol koçu olarak bu bilgisizliğe gülümsüyordum.
Burak Bıyıktay: ASVEL maçından itibaren kulağımıza geliyordu zaten. Şeref Yalçın, en iyi arkadaşlarından Ergin Ataman’ı istiyordu. Fransa’daki maçtan önce gittim konuştum hatta Şeref Yalçın’la; “İki senelik kontratım var. Devam etmek zorunda değiliz. Ergin’le çalışmak isteyebilirsin, doğaldır” dedim. O gün bu söylentileri kabul etmedi. Galatasaray maçından sonra “Üç milyon dolarlık takımdan şampiyonluk bekliyorlar” dedim. Son topta kaybetmiştik Galatasaray’a. Demeci verdim, sonra da gittim zaten. Belki biraz alttan alarak devam edebilirdim ama şişmiştim.
Şeref Yalçın: Burak açısından bir sıkıntı yoktu zaten. Ben bile oynatırım Iverson’ı. Ergin’i getirdik ve Efes maçında takımın başında o çıktı.
10 | Crossover
"Bir o yana çekiyor, bir bu yana..."
Seyhan Kesim: O Efes maçının tarihini bile unutmam: 8 Ocak. “NBA’deki Iverson” gibiydi.
Murat Kutlu: Ender’e bir hareket yaptı, acayipti ya!
Ender Arslan (Anadolu Efes): Hatırlamam mı? Yıllar boyunca o crossover’ları izledim ama hiçbir zaman başıma geleceğini tahmin etmemiştim. İlk hamlesine cevap verme hatasında bulununca terse doğru gittim. Bari ayağımla topu durdurayım dedim ve benim için kötü bir görüntü ortaya çıktı.
Murat Kutlu: Yaptığı crossover aslında çok yavaş gözüküyordu ama Ender’in belini kırmıştı. Geçip gitmişti yanından.
Ender Arslan: Çok çabuk gelişen bir durum. Vurduğu yere doğru gideceğini düşündüm. Sonra topu önceki yöne çekip tekrar aynı yere döndü, her zaman yaptığı crossover işte. Ama çok hızlıydı ve tarihteki son kurbanlarından biri de ben oldum. Büyük gururdu.
Cüneyt Erden: Iverson’la ilgili aklımızda kalan o crossover’dı. “Geri döndü, ritmini buluyor” dedik.
Cevher Özer: Uzatmada kaybetmiştik o maçı. Chatman topu çalmak isterken faul yaptı, Kerem ikide iki atınca kaybettik.
Can Köken: O maçtan sonra Allen’la hastaneye gittik sanırım. Film, MR falan çekildi.
11 | Dava
"Bu adam sakatlığını sakladı..."
Şeref Yalçın: Aslında her şey iyiye gidiyordu ama adamın bacağında ur çıktı. Türkiye’de tedavi olmayı reddetti. Amerika’ya dönmek istedi.
İrfan Yücesoy: Form tutmak için epey çalışmıştı. Kendini zorladıkça kaval kemiğinin biraz iç tarafında, zaman zaman büyüyen bir kist ortaya çıktı. En başta mercimek boyutundaydı, sonra fındık büyüklüğüne geldi. Rahatsız ediyordu çok.
Cevher Özer: Üzülmüştük tabii. Kulüp içinde, artık bizimle olmayacağı konuşuluyordu. Bizim için de zordu; Iverson’a alışmaya çalışmışsın, adam gidiyor, bu sefer de onsuz sisteme dönmeye gayret ediyorsun. Zor tabii...
.jpg)
"Bizim için de zordu; Iverson’a alışmaya çalışmışsın, adam gidiyor, bu sefer de onsuz sisteme dönmeye gayret ediyorsun. Zor tabii..." -Cevher Özer
İrfan Yücesoy: Ergin’in de “Allen illa kalsın” ya da “Allen illa gitsin” diye bir niyeti yoktu. Kadroyu yeniden oluşturmaya çalışıyordu, biraz işine geldi yani.
Burak Bıyıktay: Bizim kulüp doktorları uyarmıştı; “En baştaki sağlık kontrolünde biz söyledik ama dikkate almadılar. Bu lezyonun ne olduğuna bakmak lazım, kemik ödemi mi, kanser mi... Bunu görmek gerek” diyorlardı. Ben bunların çoğunu sonradan öğrendim.
İrfan Yücesoy: Canının gerçekten acıdığını biliyordum. Ama bu sakatlığın ne derecede olduğunu Allen’dan başkası tartamaz. Acıyla oynayabilir miydi? Belki de oynardı. Ama sonuçta canı yanarak oynayıp oynamamak onun tasarrufunda. Kendi istemedi. Döndü, 10-15 günlük bir süre geçti. Haber yolladı, “Paramı ödeyin, geleyim” dedi. Beşiktaş da “Yok, önce sen gel. O zaman ödeyeceğiz” diye diretti.
Şeref Yalçın: Iverson’ın baştaki sağlık kontrolünde bir şey çıkmadı. Karşılıklı imzalar atılmadan sakatlık tespit edilseydi almazdık belki. Bu sakatlık Beşiktaş’tayken olmamış ama biz bilmiyorduk buraya getirirken.
İrfan Yücesoy: Ondan sonra dava süreci başladı. Beşiktaş dedi ki: “Bu adam sakatlığını sakladı.” Allen da dedi ki: “Yok öyle bir şey. Ben sağlık testinden geçtim.” Beşiktaş’ta parası kaldığından olayı FIBA BAT’a (Tahkim) taşıdı. İsviçre’de açık duruşma isteseydi parasının tamamını alabilirdi. Önce açık duruşmaya götürecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Böylelikle 1.5 milyon doların hepsini alamayacağı kesinleşti.
Yiğiter Uluğ: Bir kontrat detayı daha vardı, ABD’de yazıp çizilen… Iverson’ın kariyerini bir yerde sürdürmesi gerekiyordu ki Reebok’la yaptığı kontrat gereği belirli miktar bir para alabilsin. “Avrupa’da oynarsa 8-10 milyon dolar alır” gibi bir madde vardı. Tabii bu doğrulanmadı ama çok gündeme geldi. Hatta bu yüzden tercih edip Çin’e gitmediği, Avrupa’da oynayarak Reebok’tan daha fazlasını alabileceği söylendi.
Burak Bıyıktay: Avrupa’da bir kulüple sözleşme imzalayınca, Reebok’la ömür boyu boyu anlaşmasının bir maddesinin aktive olduğunu öğrendim. Kontratı tabii ki görmedim ama ben de yazılanların doğruluğuna inanıyorum. O yüzden Beşiktaş’tan aldığı miktarı düşünmemiş bile.
İrfan Yücesoy: O kontratı dünyada iki kişi görmüştür. Gary Moore falan biliyordur anca. Çok sormazdım, zaten beni de ilgilendirmezdi.
12 | Miras
"Deron'ı sorsanız bir saat anlatırım."
Can Köken: Neden buraya geldi diye hiç oturup konuşmadık. 350-400 milyon dolar serveti olan bir adam gibi değildi ama ekonomik olarak dibe vurmuş birine de benzemiyordu. Belki de sadece yeniden oynamak istiyordu.
Murat Kutlu: Battığı falan söyleniyordu ama adamın üstünü sallasanız 1 milyon dolar ederdi. Takılar, kıyafetler falan… Bitmez ki o para.
Burak Bıyıktay: Takımıma teknik anlamda fazla bir şey katmadı. Benim için bir efsaneyle tanışma fırsatıydı sadece. Güzel fotoğraflarımız var. ABD’li birine gösterdiğimde, “Vaaay Iverson!” diyor. Sonucu üzücü oldu kariyerim için. Olmasa daha iyi olurdu.
Mustafa Abi: Bir süredir İtalya’da yaşıyorum. Buradaki insanlara, “Allen Iverson’la takım arkadaşıydım” dediğimde önce bir kalıyorlar. Sonra, “Dalga mı geçiyorsun?” diye soruyorlar. İnternetten fotoğraflarımızı gösterip ancak o şekilde inandırabiliyorum.
Yiğiter Uluğ: Iverson'dan Beşiktaş'a ne kaldı? Ben yıllar sonra gidip kulüpte yöneticilik yapınca bunu anladım. Beşiktaş adına gidip birini aradığında, bu kişi ne kadar ulaşılmaz olursa olsun, dünya basketbol hiyerarşisinde ne kadar yukarıda olursa olsun, “Beşiktaş” kelimesi geçince adam sana geri dönüyor. O günlerin yüzü suyu hürmetine. Beşiktaş zamanında Iverson'ı getirmiş, sonra Deron Williams gelmiş…

"Deron, antrenman çıkışında 'Hadi gidip börek yiyelim' falan derdi mesela. Hayatı daha farklı bir yerinden yakalamış." -Can Köken
Can Köken: Iverson tabii Deron Williams’a oranla daha negatif bir adamdı. Deron, antrenman çıkışında “Hadi gidip börek yiyelim” falan derdi mesela. Hayatı daha farklı bir yerinden yakalamış. Yetişme tarzı farklı. “Hangi yemekle hangi şarap içilir?” gibi şeylere meraklı. Klas meselesi biraz. Iverson ise hep arkadaşlarıyla... Para da böyle suyunu çekmiş zaten. Araba almaya gidiyor; yanında gelene BMW, diğerine Bentley alıyor. Pırlanta saat alıyor, aynı şekilde…
Serhat Çetin: Bir hikâye anlatayım... Bizde 4 numarayı Fedor Likholitov giyerdi. Iverson formayı ondan almıştı ve hatta aldığı için de Fedor’a bir saat hediye etmişti. “Hadi iyisin, saati kaptın. Keşke 4 numara bizde olsaydı” diye takılıyorduk. Sonra öğrendik ki Iverson’ın yanında o saatlerden 10-15 tane varmış, gece kulübünde bile millete dağıttığı olurmuş.
Kartal Özmızrak: Bende Iverson’la alakalı çok fazla bir şey yok. Soğuk adamdı, kimsenin de özel anısı olduğunu düşünmüyorum. Bir gün Deron Williams’la alakalı bir şey yaparsanız haberim olsun. Bir saat anlatırım Deron’ı.
Erman Kunter: Avrupa basketbol tarihindeki en büyük transfer Allen Iverson’dır. Dominique Wilkins’i hatırlıyorum o seviyeye yakın, başka yok.
Çetin Yılmaz: Iverson oynarken hep bana şunu düşündürdü; daha önceden başarılı olduğu şeyleri burada da uygulamaya çalışıyor ama burada NBA basketbolu oynanmıyor. Oranın doğruları, buranın basketbolunda doğru değil. Bilinçli bir sporcu olsaydı Türkiye’yle falan işi olmazdı zaten.
Murat Kutlu: Gençlerle ilgilenmezdi yorumuna katılmıyorum. Deron geldiğinde A Takım’la idmana çıkan çok genç vardı, bizim dönemimizde tek genç bendim. Ayrıca idmanlardan sonra beni çalıştırırdı. Gençken çok hata yaptığını söyler, crossover’ların sırrını verirdi. Şut atmam için başımda beklerdi. “Söylenenlere bakma, doğru şut yoktur. Doğru şut, soktuğun şuttur” derdi. Basketbolun gerçek anlamda doğrusunun olmadığını anlatıyordu. Biraz yabancıydı buralara.