Altına Hücum

14 dk

Gianni Rivera, bugün bile ‘Altın Çocuk’ olarak anılıyor. Efsane 10 numaranın kariyeri ise sadece değerli anlardan ibaret değil.

Milan yöneticisi Giangiacomo Carraro, ofisindeki sıradan günlerden birini geçiriyordu ki telefonu çaldı. Sekreteri, ikinci çalışa izin vermeden ahizeyi kaldırdı, Carraro’ya döndü:

Bay Viani telefonda.

Tamam!

Carraro, pek de önemsemeden konuşmaya başladı:

Viani, ne oldu?

Giuseppe Viani heyecanlıydı:

Bayım, Alessandria’da Rivera adında bir oyuncu izledik. Çok sis vardı. Sahadaki Rivera mı, yoksa Schiaffino mu bazen anlamıyordunuz. Bu çocuğu alalım!

Carraro, antrenörünün tavsiyesini başkanına iletti. Milan Başkanı Andrea Rizzoli bir süre sonra şu açıklamayı yapacaktı: “İsmini bile bilmediğim bir çocuğa bir ton para saydım!”

Brera ve Rocco

Gianni Rivera için her şey Alessandria’da başladı. Bölgesel bir turnuvada efsane Silvio Piola tarafından izlendiğinde ve yaşından çok öte, hayalleri zorlayacak yeteneklere sahip bir yıldız adayı olarak tasvir edildiğinde çocuk sayılırdı. Henüz 15 yaşında Alessandria formasıyla Serie A sahnesine çıktı. Kariyerindeki ‘vazgeçilmezler’den biri olacak gazeteci Gianni Brera ile yolu da aynı dönemde kesişti. 20 Eylül 1959’da oynanan Alessandria-Milan maçında Rivera için “Umberta saç stiline sahip bir çocuk dikkat çekiyordu” diyen Brera, saf yeteneğe hayranlığını afili cümlelerle dile getirse de 20 yıl boyunca sık sık başvuracağı eleştiri mekanizmasını daha ilk buluşmada kullanacaktı: “9 numara giymişti ama 9 numara değildi. Şut atamıyordu ve güçsüzdü!” Bu, Brera’nın Rivera’ya dair yapacağı ‘fiziksel noksanlık’ eleştirilerinin belki de en yumuşağıydı…

1960 yılında, henüz 17 yaşında Milan’a transfer olan Gianni Rivera, o sezon takımdan ayrılan Alberto Schiaffino’nun adını kısa sürede unutturmayı başardı. Dripling kabiliyeti, top hakimiyeti ve oyun görüşü büyüleyiciydi. 1961-1962 sezonu ise büyük bir birlikteliğin başlangıcıydı. Viani kalp krizi geçirmiş ve yerini, güvendiği tek isim Nereo Rocco’ya bırakmıştı. Viani ile Rocco, 1960 Olimpiyat Oyunları’nda dördüncü olan milli takımda birlikte mesai yapmıştı. Ortak noktalarından biri de o takımın yıldızı Gianni Rivera’ydı…

Rocco, sert savunması ve hızlı ataklarıyla korku salan bir takım yaratmakta gecikmedi. İlk senesinde Milan’la Scudetto’yu kazandı. Her oyuncusundan koşmasını, pres yapmasını ve rakibini kovalamasını istiyordu. İngiliz gol makinası Jimmy Greaves’i kurallarına uymadığı için ülkesine postaladı. ‘Kıyak geçtiği’ tek isim vardı; prensi Gianni Rivera.

Rivera, 1962 yılında Milan formasıyla ilk şampiyonluğuna ulaştığında takımının kıymetlisiydi. Orta sahanın merkezine çekilmiş ve Sani ile hücumları yöneten isim olmuştu. Rocco, diğerleri gibi koşmasını istemiyordu. Bu uyum, 1963’te Milan’a ilk Avrupa şampiyonluğunu getirdi. O seneki Ballon d’Or oylamasında Lev Yashin’in ardından ikinci sırada yer alan isim Gianni Rivera'ydı. Sonrası, kariyerindeki ilk bunalım dönemi olacaktı…

Torino Başkanı Orfeo Pianelli’ye söz veren Rocco, Torino’nun başına geçti ve Milan -doğal olarak da Riverasallanmaya başladı. Ülkenin -hâlâ- el üstünde tutulan futbolcularından biriydi ama şöhretin getirdiği egoyu kontrol etmekte sıkıntı yaşıyordu. Nereo Rocco’yla yükselişe geçen ve Helenio Herrera ile iyiden iyiye kabul gören Katenaçyo, ülke futbolunun mitleri arasına girmişti. Rivera, ilk olarak bu sistemi eleştirdi. Takımların daha ofansif isimlere yer vermesi gerektiğini savundu. İtalya, 1966 Dünya Kupası’nda Kuzey Kore’ye elendiğinde suçlu listesinin başındaydı. Özellikle de ‘düşmanı’ Gianni Brera, milli takım antrenörü Edmondo Fabbri’nin Rivera’nın anti-katenaçyo söylemlerinden etkilendiğini düşünüyor ve kendisinin kıymetlilerinden Inter liberosu Armando Picchi’nin bu nedenle milli takıma alınmadığını ima eden yazılar yazıyordu. Öte yandan, Milan’da da işler iyi gitmiyordu. Rocco sonrası en iyi derece, 1964-1965 sezonundaki ikincilikti. 1967’nin yaz dönemine girildiğinde sekizinci sırada ligi noktalayan Milan, çareyi bir kez daha Nereo Rocco’da arayacaktı. Gianni Rivera’nın ‘altın’ dönemi başlıyordu…

Altın Çağ

10 numaranın görev tanımının değiştiği yıllardı… WM sisteminin genelde sol ya da sağ iç pozisyonunda forvet sıfatıyla gol aramak yerine orta sahadaki iki çakılı hafın ortasına geçen 10 numaralar, takımlarının topla oynadığı her andan sorumlu mimarlara dönüşmeye başlamışlardı. Herrara ile Rocco’nun el ele vererek yücelttiği Katenaçyo’da, oyun kurucu vasfına sahip bu topçular takımın beyniydi. Rocco yine takımına koşmayı emrediyor, Rivera’yı da yine muaf tutuyordu. İlk Avrupa şampiyonluğunda Brezilyalı Sani ile hücumları yönlendiren Rivera, artık orta sahada tek başınaydı. İtalyan futbolunda ‘Mediano’ (Medyan) olarak adlandırılan yük katarı görevi, genelde her takımda bir oyuncu ile doldurulurken Rocco bunu ikiye çıkarmış, böylece Rivera’nın yükünü azaltmıştı. Rocco’nun sisteminde hamallık görevi; ‘kene’ Giovanni Trapattoni ve ‘Gianni’nin üçüncü ciğeri’ sıfatını alan Giovanni Lodetti’ydi. Lodetti, “Rivera adına koşmaya değer” sözleriyle, görevine ne kadar sadık olduğunu belirtiyordu. Lodetti’nin görevi, Rivera’nın boşluklarını doldurmak, diğer ‘Mediano’ Trapattoni'ninki ise rakibin tehlikeli adamı ile boğuşmaktı. Topu kaptıklarında ise yapacakları belliydi: Gianni Rivera'yı bulmak. Bu sistem, 1968’de hem lig hem de Kupa Galipleri Kupası şampiyonluğunu getirdi. Aynı yaz İtalya Milli Takımı Avrupa şampiyonu olurken Rivera bir kez daha kendinden söz ettirdi. Öyle ki Brera bile “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yetiştirdiğimiz en iyi futbolcu” diyerek, aralarındaki husumete noktalı virgül koymuştu.

Rivera adına zirve, 1969'da görüldü. Milan, Rinus Michels’in ‘yeni yetme’ futbol makinesi Ajax’ı 4-1 yenerek Avrupa şampiyonu olurken, Rivera sahada Rocco futbolunun kralı olarak parladı. Milan’ın her atağını yönlendirdi, akıllı paslar attı ve Gianpiero Prati’ye mükemmel iki asist yaparak sahanın yıldızı oldu. Özellikle son golde Sormani ile yaptığı verkaç, kaleciyi geçişi ve Prati’nin koşusunu bekleyerek yaptığı orta, onun ‘asil’ oyun stilini anlatan birkaç saniyeydi. O maçtaki futbolu, Avrupa basınında da büyük etki yarattı. Ballon d’Or oylamasında ilk sıradaki yerini aldı ve kazandığı ödülle üzerine yapışacak lakabını perçinledi: ‘Altın Çocuk’.

Ödülü kazanan ilk İtalyan futbolcu olmayı başaran Rivera, ‘altın küreyi’ pek de önemsemedi. Haberi telefonla aldı ve sadece “Tamam” dedi. Esas amacı kutlama yapmak değildi. Ödülden kısa süre sonra şu açıklamayı yaptı: “Fransızların bazı İtalyan gazetelerini okumadığı açıkça belli.” Hedefindeki adam, Gianni Brera’ydı…

Yarar mı, Zarar mı?

Gianni Brera, 1950’li yıllardan itibaren İtalyan futbolunu feci şekilde etkiledi. Sahada fiziksel özelliklerin ön plana çıkması gerektiğini savundu ve futbol dünyasını buna ikna etti. “Sporcu, Fausto Coppi (İtalyan bisikletçi) gibi olur” diyerek, dayanıklılığın altını çiziyordu. İtalya’nın lakap takma ustası konumundaki Brera, güç standartlarına uymayan sporcuları, ülke sporunda görmek istemiyordu. Kara listenin başında, Gianni Rivera vardı. Birçoklarının ‘Altın Çocuğu’ onun için ‘Abatino’ (Küçük Keşiş) idi. Bu, sevimli bir takma isim olarak görülebilirdi. Ama Brera’nın niyeti sahada dolaşan, hırsla mücadele etmeyen ve kanının son damlasına kadar koşmayan futbolcuları bu lakapla küçük düşürmekti. Rivera, Inter’li Sandro Mazzola ve diğer ‘zarif’ futbolcular, hedefi oldu.

Yakın dostu Rocco ile futbol adına birçok konuda anlaştığını ama Rivera konusunda Rocco’yu bir türlü ikna edemediğini yazılarında belirtti. 10 numarasını sahada korumak üzerine bir sistem oluşturan Rocco’nun Rivera ile ilgili verdiği bir cevap, karşıtı Brera’yı bile büyülemişti: “Rivera bizim Stalingrad’ımız!”

Rivera alerjisi, Brera’yı Milan taraftarının hedefi yaptı. 1970 Dünya Kupası’nda bu öfke doruğa çıkacaktı. Turnuva öncesinde ülke basını üç ayrı fikrin galip gelme mücadelesini vermekteydi. Bir kısım gazeteci, aynı stilde olduklarını düşündükleri Rivera ve Mazzola’nın aynı anda sahada olmaması gerektiğini savunuyordu. Bir seçim yapılacaksa bu daha çok koşan Mazzola’dan yana olmalıydı. Karşıt görüştekiler ise iki futbolcunun da aynı anda sahada olabileceğini, Rivera’nın ülkenin en yetenekli futbolcusu olduğunu ve golcü Riva’nın da performansını iyi yönde etkileyeceğini yazıyordu. ‘Radikal’ adam Brera ise her iki ‘Abatino’nun da sahada yeri olmadığı belirtti. Tartışma, Meksika’ya kadar uzandı. Federasyon sözcüsü Walter Mandelli’nin “Antrenör Ferruccio Valcareggi, Rivera’yı takımda düşünmüyor” açıklamasını sızdıran Gianni Brera’ya Milan taraftarı büyük tepki gösterdi. Mandelli ise 1977’de verdiği röportajda “Karar, başkan Artemio Franchi’ye aitti” diyecekti. Olaylar, Rivera’nın kampı terk etme kararıyla zıvanadan çıktı. Çözüm, İtalya’dan apar topar gelen Nereo Rocco’ydu. 'Manevi evladı' Rivera’yı sakinleştirdi, Valcareggi ile görüştü ve ‘Stafetta’ kararı alınmasını sağladı. Mazzola ve Rivera 45’er dakikalık bir bayrak değişimi yapacaktı…

Valcareggi, grup maçlarında Mazzola inadından vazgeçmedi. İtalya zor da olsa çeyrek finale çıksa da Avrupa şampiyonu takımdan beklenti fazlaydı ve eleştiriler artıyordu. Stafetta, çeyrek finalde Meksika karşısında devreye sokuldu. Rivera oyuna girdi ve grup maçlarında sadece bir gol atan İtalya, rakibini dört golle geçmeyi başardı. Yarı finalde senaryo aynıydı. Rivera ikinci yarıda bayrağı aldı ve uzatmalara giden ‘Yüzyılın Maçı’nda Federal Almanya’ya attığı golle, 4-3’lük galibiyeti ve finali getirdi. Finalde yine bir Rivera klasiği bekleyenler ise fena bir şok yaşayacaktı. Maçın son altı dakikasında sahaya giren ‘Altın Çocuk’, 4-1’lik mağlubiyette Carlos Alberto’nun muhteşem golünü izlemekle yetinecekti. Takım arkadaşı Roberto Boninsegna, o finali şu sözlerle yâd ediyor: “Eğer Rivera’nın sahada olması gereken bir maç varsa o da Brezilya finaliydi. O altı dakika mı? Kim bu karardan bir şey anladı ki?” Valcareggi, kimilerine göre Inter’e sempati duyuyordu, kimilerine göre de Rivera’yı orta sahada değil de her zaman forvet pozisyonunda düşünmüştü. Sebep ne olursa olsun, karar uzun süre tartışıldı. Fiziksel noksanlık ve koşmaması ile ilgili eleştirilere ise Rocco’nun 1960’lardan kalma cevabı ile karşı çıkılacaktı: “Evet, fazla koşmaz ama oyuna sahip olmayı istiyorsam ve maçın başından 90. dakikaya kadar oyunu çevirme sanatına, fantezisine sahipsem bunu bana sadece Rivera’nın beyni verebilir. Çok abartmak istemiyorum. Neticede bu sadece futbol ama Rivera bir dâhidir. Hepsi bu…”

Sansasyonlar, Hakemler ve Veda

Gianni Rivera, 1970’lerde tartışılmaz bir ikondu. Brera’nın eleştirilerine “Sarhoşun teki” imalarında bulunarak kulak tıkadı. Saçları, kıyafetleri, özel hayatı ile San Siro Stadı kadar magazin sayfalarını da süsledi. Şarkıcı ve oyuncu Elisabetta Viviani ile yaşadığı aşk, onlarca magazinsel ilişkisinden sadece biriydi. Viviani’nin Rivera’dan bir çocuk sahibi olması ve terk edilmesi, onu eleştirmek için an kollayanlar için büyük bir malzeme oldu. Spor sayfalarında ise çoğunlukla hakemler aleyhindeki açıklamaları ile yer almaya başlamıştı. “Milan’ı şampiyon yapmak istemiyorlar” demeci, rutiniydi. Milan, 1970’lerde şampiyonluktan uzaktı. Fakat Rivera’nın etkisi her manada sürüyordu. 1973’te oynanan İngiltere-İtalya maçından sonra İngiliz menajer Alf Ramsey, “İtalya’nın en tehlikeli dört futbolcusu kimdi?” sorusuna şu cevabı verecekti: “Rivera, Rivera, Rivera, Rivera!” 1974 Dünya Kupası’nda oynanan kritik Polonya maçında ise Valcareggi bir kez daha sahneye çıkacak ve Rivera’yı kadroya almayacaktı. Başarı ve hayal kırıklığı, 1970’lerde de devam ediyordu…

Gianni Rivera’nın kariyerinin son sezonu 1978- 1979 oldu. Eski takım arkadaşı Nils Liedholm’un antrenörlüğünde son gösterisini yaptı ve kariyerindeki son Scudetto’yu kazanarak futbola veda etti.

Emekliliğinden sonra yönetici olması beklenirken, patlayan şike skandalları Milan’ın uzun süre sorun yaşamasına neden oldu. Kulübü dipten çıkaran Silvio Berlusconi ise bir nevi Rivera’yı kulüpten men etti. Söylentiler arasında, ‘altın çocuğa’ bilet verilmediği dahi vardı… Rivera, 1990’larda politikaya atıldı ve 1996’da İtalya Savunma Bakanlığı’nda görev aldı. Daha sonra da Coverciano’da ülke futbolunu yönetenlerden biri oldu. Popüler kültürdeki etkisi 2000’li yıllara da taşınacaktı. 2012'de Ballando Con Le Stelle (Yıldızlarla Dans) adlı televizyon programında, hâlâ koruduğu saç stiliyle, çapkın bakışlarıyla, haftalarca dans etmeye çalıştı. Brera’nın sporcu tanımına uymamasıyla ilgili suçlamasına ise yakın dönemde yaptığı bir röportajda cevap verecekti: ”Ben hiçbir zaman futbolcu olmadım, sadece top oynadım.”

Socrates Dergi