
Kültür Farkı 2: Fenerbahçe - Anderlecht
4 dk
Fenerbahçe ile Anderlecht’in ligdeki konumları, ülkenin 3 büyüğünden biri ve daimi şampiyonluk adaylarından olmaları açısından benzeşiyor. Pro League de bizim gibi '5 Büyük Lig'in arkasındaki beşlide. Belçika’nın üreticiliğini kaybettiği, sallandığı dönemler oldu ama geliştiriciliği korumayı bildiler. Bizim yaklaşık 20 yıldır uzak olduğumuz şeylerse bunlar.
Anderlecht, Belçika’nın en başarılı kulübü. Tümü 2. Dünya Savaşı sonrası 34 şampiyonluğu, Avrupa’da 5 kupası var. Scifo gibi lakap bile olmuş bir futbolcuyu dünya sahnesine sunmuş bir kulüp.
Belçika Ligleri hayli ilginç. Profesyonel takım sayısının kaç olacağına bir türlü karar verilememesinin yanı sıra ligde kulüp sahiplikleri adeta eğlenceli bir seyirlik… PSG, Monaco, Nice, Cardiff City, Brighton, Man City, Al-Hilal Union gibi pek çok kulüp, Belçika’da ikinci bir kulübün sahibi. Ayrıca Endonezya’dan Kore’ye, İran’dan Japonya’ya pek çok farklı ülkeden yatırımcı da Belçika’da kulüp sahibi. Kulüpler bazen yatırım, bazen oyuncuları kiralayıp tecrübe kazandırma, bazen de oyunculara AB vatandaşlığı aldırıp piyasalarını yükseltme gibi amaçlara yönelik kullanılıyor. Liglerde, Belçikalı kimliğini korumayı başarabilmiş kulüp sayısı bir ara 6’ya kadar düşmüştü… Lig ekonomisi orta-üst ölçekte, taraftar var, kulüplerin Avrupa’da başaltına yerleşmeleri olası, oyuncuların büyük kulüplerin dikkatini çekmesi daha kolay ve kulüp fiyatları oldukça cazip. Hollanda ile en büyük farkları ise vergi: Hollanda’da bir kulüp alıp daha sonra kârla sattığınızda ciddi bir vergi var, Belçika’da böyle bir dert yok.
7 sezondur şampiyon olamayan Anderlecht bu keşmekeşin arasında Belçikalı kimliğini sürdürebilen az sayıda kulüpten... 12 milyonun biraz altındaki nüfusun, ekonomik hacmini sınırladığı Pro-League ise biraz daha küçük olsa da Süper Lig ve Erdevisie gibi 5 Büyük Lig’in ardındaki beşlide.

Gelirler
Anderlecht, gelir detayını yayınlamamış. AZ örneğinde olduğu gibi gelir kalemlerini birebir kıyas yapamıyoruz. Geçen sezon elde ettikleri 67,9 milyon €, Fenerbahçe’nin %43’ü kadar. Ligin en büyük 4. stadı olan 22500 kişilik Lotto Park’ta %88 dolulukla 19816 ortalamaya, kabaca Fenerbahçe’nin yarısına oynadılar. Geçen sezon Belçika’da her hafta her 133 kişiden biri Pro League’deki 8 maçtan birindeydi.
Kişi başına gelir Belçika’nın 4’te 1’i ama Fenerbahçe, büyük bir ülkenin en büyük(Belçika’nın tamamından büyük) şehrinde… Belçika Ligi’nin genel gelir dağılım şablonundan yola çıkarsak iki kulübün yayın gelirleri arasında pek fark olmadığı söylenebilir. Maç hasılatları muhtemelen Fenerbahçe’nin yarısı civarında. Ancak ticari gelirlerde çok daha büyük bir fark olduğu açık. Fenerbahçe’nin 61,2 milyon € olan sadece ürün satış geliri, neredeyse Anderlecht’in tüm geliri kadar.
Giderler
Anderlecht gelirinin %72,5’ini Fenerbahçe ise %75,7’sini ücretlere ayırmış, oldukça yakınlar. Ya da: Fenerbahçe’nin ücret maliyeti, Anderlecht’in 2,4 katı. Benzer oranı gelirde de görmüştük, diğer faaliyet giderlerinde de görüyoruz.
Futbolcu Alım-Satımı
Sarı-Lacivertliler geçen sezon yaptıkları satışlarla futbol tarihimizin rekorunu kırdı. Burada da rakibin 1,5 katı satış görülüyor. Ancak Anderlecht, satışta yediği 20 milyona yakın farka rağmen net rakamda önde. Büyük isim peşinde, kitle tatmin etme peşinde koşmanın maliyeti…

Karşılığını yıllardır alamayıp bir türlü vazgeçilemeyen bu tutumda sadece kulüp yönetimlerini eleştirmek doğru olmaz. Bu, yarattığımız kültürün sorunu. Taraftarıyla, medyasıyla kitlelerin ağırlıklı beklentisi büyük isim, şöhretli oyuncu… AZ’de de gördüğümüz gibi futbol dünyasında hemen herkes sürdürülebilirliği, sadece kısa değil orta ve uzun vadeli performansı da düşünerek bir denge kurmaya çalışıyor. Yetiştiricilik ve geliştiriciliğin işin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeği reddedilmiyor, bunu reddetmek için “biz yetiştirici değil yarışmacı kulübüz” gibi hoş ama bomboş zırvalar uydurarak kitlelerin beyni yıkanmıyor. Real Madrid, altyapı tesislerinin adını boşuna “La Fabrica” koymuyor. Oradan kendi 11’ine direkt girecek seviyede bir oyuncu ihtimalinin çok düşük olduğunu bilmesine karşın büyük yatırımdan kaçınmıyor. En büyüğünden en küçüğüne herkes bunun da yarışın bir parçası olduğunun farkında...
Büyük kulüplerin pek oyuncu satma yanlısı olmaması biraz anlaşılabilir bir durumdur, orta veya küçük ölçeklilerin aksine iyi performanslı oyuncuyu paraya çevirmeye direnmeleri işin doğası. Gidenin yerini doldurmanın garantisi her zaman yoktur ve sportif hedef en tepeyken hatanın faturası ağır olabilir. AZ bu riski almak zorunda. Anderlecht, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın bu riski alıp almama kararı ise, kendine seçtiği yola bağlı… Eğer amaç sadece içerisiyse çok gerekli olmayabilir, durum idare edilebilir. Ancak her zaman söylendiği gibi Avrupa’da da bir hedefe ulaşılmak isteniyorsa, daha büyük geliri olanlara kafa tutabilmek isteniyorsa, o yarışta varolmak için oyuncu satışını destek yapmak, dozunu iyi ayarlamak kaydıyla o riski almak gerekli. Dolayısıyla oyuncunun sadece tüketim malzemesi değil, bir yatırım da olduğunu idrak edebilmek gerekiyor. Oyuncuları sadece kullan-at görmek, taşınamayacak bir lüks… Tüketim/yatırım oranının nasıl kurgulanacağını belirleyense, kulübün hedefleri ve o hedeflere mesafesi.
Bu tutum farkı sadece geliri değil, gider karakterini de şekillendiriyor. Süper Lig ismini büyütmüş, dolayısıyla yaşlı ve ücret beklentisi “kariyer tavanı”(30-32 yaş) döneminde olan oyunculara aşırı eğilimli. Daha ileri yaşın daha az risk olduğu düşünülebilir ama pratikte tersini çok defa gördük. Rakiplerse daha genç, performans koyabilen ama tecrübesi oturmamış, henüz ismi ve dolayısıyla ücreti büyümemişlere ağırlık vererek, üretim kalitesini korumak ve geliştirmek için gereken kaynağı yaratmış oluyor. Devamında, geliştirdiği bu oyuncuların satışıyla büyümek için yeni kaynak yaratmaları da cabası…
Finansman
En büyüğünden en küçüğüne hemen tüm kulüplerin, çeşitli sebeplerle finans kuruluşlarına borcu ve o borçların bir maliyeti var. Futbolda tesis(stat, antrenman, altyapı) kaynaklılar “iyi borç”, kadro(transfer, ücret) kaynaklılar “kötü borç” olarak sınıflandırılıyor. Geçmişte ne kadar har vurup harman savurmuş olduğunuz, genellikle bu maliyetin büyüklüğünü belirliyor. Bizde bu savurma hâli ve maliyeti arşa çıktığından, UEFA’nın da uyarılarıyla çözüm arandı ve BB anlaşması geldi. Bu arada kulüpler de dernekleri kendilerine borçlandırıp faiz işleterek, maliyeti epey yumuşatıyorlar. Derneklerde giderek büyüyen deliğin nereye varacağını zaman gösterecek.
Liglerin Sahadaki Karakteri
“Futbol ülkesi” olduğu iddiasındaki bu ülkede Alkmaar’ın 10 katı büyük, yani en az 10 katı hammaddeye(insan) sahip 12 şehir(il olarak bakarsak 21) var. Ama hiç biri Alkmaar kadar üretemiyor. Dahası, o 12 şehrin 10’unda tribünler, Alkmaar kadar dolmuyor. Kulüplerin, var oldukları milyonluk şehirlerle bağı neredeyse tamamen kopuk.
Şu, acaip bir gerçek: Orkun Kökçü, Kenan Yıldız ve Emre Can, mîlli takımlarında 10 maçı geçmiş futbolcular. Ortak özellikleri mi? Afyonlu olmaları. Ama tarihimizde Afyon’dan 10 millî maçı gören oyuncu çıkmamış!

Saha dışında yarattığımız kültür, saha içini şekillendiriyor. Süper Lig’de yaşlar hep yüksek olacak çünkü herkes “yıldız” istiyor, onu da ancak başkaları vazgeçerse alabiliyoruz… Oyuncu üretmeyi, ülkeye ve insanına fayda sağlamayı, kulüplerin geleceğini umursamıyoruz. Oyuncuyu kullan-at malzeme olarak gören hastalıklı, çağdışı bir tüketim kültürü yerleşti. Kulüpleri, sahada kendi yetiştirdikleri oyunculara en az süre veren ligiz.

Üretmeyi ve geliştirmeyi adeta günah sayan çağdışı tavrımız bizi hem pratikte tıkayıp hem ekonomik olarak vurmaya başlayınca da suçu başka şeylere atma refleksini devreye soktuk. Arzı olmadığı için artan(arz-talep 101, sadece talep 101 değil!) yerli oyuncu fiyat ve ücretlerine bakıp suçu yerlilere yükledik. Son 15 yıldır kıtada en az yerli oynatan liglerdeniz, bizle sadece Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi kapışabiliyor. Milli takım 11’inin yarısını yerli olmayan oyuncular oluşturuyor, Avrupa’daki Kuzey Afrika’yız…

Afyonluyu biz yapmıyoruz ama Almanlar, Hollandalılar nitelikli futbolcu yapıyor. Onların kulüplerinin bizim insanımıza verdikleri değer, bizim kulüplerimizin verdiğinden fazla!.. Çoğu ilde tablo benzer ve Afyon’un yanına başkaları da eklenecek, gidişat bu... “Türkler tembel, Türkler yan gelip yatıyor” gibi sorunu direkt ırksal kökene bağlayan sekizinci sınıf ırkçı zırvalarından kurtulmak, tembelliği bırakıp düşünmek gerek. Tablo; kulüplerin gençlerimizden ve çocuklarımızdan esirgediklerinin, onlara lâyık görmediklerinin eseri… Ve önce kendilerini vuruyor.
Geleceğe dair iyimser olmak zor. Kulüp yönetimleri, işlerini “kulübü idare etmek” olarak değil, “kitleyi idare etmek” olarak görüyorlar. Kitleye sempatik gelecek olanı yapmak, kulübe iyi gelecek olanı yapmanın önünde... O kitlenin de önemli kısmı ne maça ne yayına para vermeyen, Pazartesi kantine/işe gittiğinde arkadaşının ensesine bir şaplak atıp “bilmemkim’i elinizden nasıl kaptık” veya “gördün mü bizim yeni topçuyu” diyerek kendi egosunu okşama peşindekiler… Hatta belki bir kısmı şampiyonluğun hava alanlarında kazanıldığını sanıyor. Çığırtkanlığı rehber edinerek ilerlenemez. Belki farkında değillerdir, söyleyelim: Sürekli para dökmeye rağmen bir arpa boyu yol gidebilmiş değiliz… Kimse “ekonomik sorunlar” tekerlemesine başlamasın: 9 yılda Hollanda’dan 1,1 Belçika’dan 2,2 milyar € daha fazla kazanıp çok daha fazlasını harcadık ama onlar, gelir hariç her yerde üstümüzde!

Beklentimiz her iki kulübümüzün de bu turu geçmesi, favorileri olduğumuz turda her ikisine de başarılar diliyoruz. Ve eğer hedefimizin çok daha yukarılarda kalıcılık olduğu söylemine devam etmek istiyorsak, her şeyden önce söylemimizle eylemlerimizi örtüştürmemiz gerekiyor…