
Anfield'da Bir Gece
21 dk
Anfield Road, Liverpool kültürünün temelini oluşturan tuğlalardan biri. Orada sahaya çıkmak ise herkese heyecan veriyor. Söz, Anfield’a rakip olarak çıkanlarda...
Azteca, Wembley, Nou Camp, San Siro... Dünyanın en iyi stadyum atmosferleri sıralandığında, herkesin farklı bir tercihi olabilir. Kimisi mimarisi, kimisi konumu, kimisi tribünleriyle bu listenin üst basamaklarını zorlar. Liverpool'un evi Anfield, bu listelerde beraber yer aldığı birçok stadyuma göre daha az koltuğa sahip olsa da Kop Tribünü, sahaya yakınlığı ve benzersiz You'll Never Walk Alone (Asla Yalnız Yürümeyeceksin) marşıyla fark yaratmayı başarır.
İlk İntiba
Merakla bekledikleri Anfield deplasmanına çıkarken, kimi futbolcular farklı bir deneyim yaşayacaklarını daha tünelin ucunda anlamıştır. Avni Aker'deki 1-0'lık zaferin ardından rövanş için 3 Kasım 1976'da Anfield'a çıkan Trabzonspor'dan Ali Kemal Denizci de onlardan biri:
"Stada girdin mi 'Buradan çıkış yok!' diyordun, hissediyordun bunu. Benim için en unutulmaz şey soyunma odasında yaşadıklarımdı. Yakındı soyunma odalarımız. Koridorda, soyunma odalarının önünde ısınıyoruz, çok da heyecanlıyız tabii, 1-0 yenmişiz Trabzon'da… Ses çıkarıyoruz, terlemeye çalışıyoruz… Liverpool'u da görüyoruz bu arada, kapıları açık… Oturmuşlar, kahvelerini içiyorlar, 'Hi, hi!' Kendi kendime diyorum ki 'Ulan bunlar bu kadar mı küçük görüyor bizi!' Ama birkaç dakika sonra o odadan sahaya bir çıkışları vardı! 'Sizi parçalayacağız!' demeye başladılar. O anda anladım ki burada olaylar çok farklı, 'Eyvah!' dedim. Hissediyorsun çıkışın olmadığını."
Herkesin ilk intibası, Denizci kadar tedirgin edici değil. O maçtan yaklaşık 35 sene sonra yine Trabzonspor formasıyla Anfield'a çıkan Ceyhun Gülselam'ın aklına ilk gelenler, çoğunlukla olumlu: "Zemin dört dörtlüktü, tam hayalimizdeki İngiliz futbolu deneyimini yaşadık o gün zeminiyle, marşlarıyla. Genç bir oyuncu için büyük bir tecrübe fırsatıydı o maç, bu sebeple maçın heyecanındaydım. Fotoğraflardan aşina olduğumuz 'This is Anfield' yazılı çıkıştan sahaya yürümek özeldi ama..."
Galatasaray formasıyla önce 2001-02, sonra da 2006-07 sezonlarında Liverpool'a konuk olan Ümit Karan, sahaya yakın tribünlerin o dönem fark yarattığı görüşünde: "Artık çoğu stadyumda tribünler sahaya yakın ama bizim dönemimizde daha çok olimpiyat stadyumları tarzı, arada pist olan yapılar vardı. O dönem için tribünlerin sahaya yakın olmasının etkisi vardı ama artık Almanya'da da birçok stat o şekilde. Heyecanlandık tabii o sahaya çıkmadan önce, çok köklü, seyircisi övülen bir kulüp. İnanılmaz bir ambiyans vardı stadyumda."
Gülselam da benzer bir noktaya dikkat çekiyor: "Stadyum mimarisiyle alakalı çok detay hatırlamasam da İngiltere havası veren bir stadyumdu dışından baktığımda. Tribünlerin yakınlığı, taraftarların baskısı asıl avantaj yarattığı yerler Liverpool'un. Futbolcu olarak kulak asmıyorsunuz pek taraftara, maça konsantre oluyorsunuz ama kulak verseniz söylediklerini duyabileceğiniz kadar yakınlar size."
1976 model Trabzonspor'u da ilk etkileyen konulardan biri stadın yapısı olmuş. Hüseyin Tok anlatıyor: "Stada gittik, önce idman yaptık orada. Tabii mimarisi bize ilginç geldi. Kale arkalarına doğru bombeli bir yapısı vardı. Biz hep pist sahalarda oynardık ama orada adım attığın anda tribündeydin. İlk kez öyle bir şey görüyorduk." Necmi Perekli de aynı fikirde: "Hakikaten müstesna bir yerde hissettik kendimizi. O yıllarda bizler için benzersiz bir hatıra olacağını fark ettik. Futbol içinde başka bir insan gibi oluyorsunuz sanki. Avni Aker'den Anfield Road'a gidiyorsunuz… Ayrı bir özellik, ayrı bir güzellik, bambaşka bir heyecan. Hem büyük bir onur orada oynamak hem de 'Kolay kolay buradan galip çıkamazsınız' dedirten bir şey. 1-0 yendiğimiz ilk maçta, rahmetli Cemil atmıştı penaltıdan. Penaltı pozisyonunda da Hughes beni düşürdü. Hakem, ben ve Keegan tartıştık orada. Keegan, hakeme kendimi yere attığımı söylüyordu. Hakem de kararımı verdim misali hareketler yapıyor. Ben de Hughes'un çelme taktığını anlatmaya çalışıyorum. Keegan baktı olacak gibi değil, 'Anfield'da görüşürüz' dedi. Anfield'ın ne olduğunu gidince anladım. 'Cehenneme düştük, hadi hayırlısı' dedik."
Anfield deneyimini kariyerinin özel köşesinde tutanlardan biri de 1976'daki maçı yerinde anlatma imkânı bulan TRT spikeri Öztürk Pekin. İngiltere uçağından önce, Pekin'in hatıralarındaki ilk kare Trabzon'dan: "Liverpool çıktı, ilk maç için şehre geldiler… Biz de Liverpool'un kaldığı Özgür Otel'e gittik. Saat 20.00 falandı… Kâğıt oynuyorlar… Hocaları bir kenarda oturuyor, biz de Özkan Sümer ve gazeteciler bir kenarda… Pat diye elektrikler gitti. Birdenbire feryat figan! Bir buçuk, iki dakika sürdü kesinti, elektrik bir geldi, Liverpool'luların hepsi masaların altında. Suikast zannetmişler. Böyle bir şey yaşamamışlar. Onlar böyle bir ortama geliyor, sonra da biz başka bir ortama gidiyoruz…"
Pekin'in bahsettiği 'başka bir ortam' epey misafirperver: "İngiltere'ye gittik tabii… Ben ve arkadaşım Ümit Aktan maçı radyodan anlatanlar olarak oradayız, bir de ağırlıklı olarak Trabzonlu gazetecilerin olduğu bir basın grubu… Kulübün başkanı da bir basın toplantısı yaptı, Anfield'ın içindeki basın odasında. Hep deriz ya 'Çok misafirperveriz' diye. O başkanın üslubunu görmek lazım bir de. Çok güzel şeyler söylüyor, tam bir beyefendi… Maçtan falan bahsetti ve 'Sizlere küçük bir hediyem var' diyerek üzerinde Liverpool amblemi olan bir kravat hediye etti. 'Size şimdi stadı gezdireceğim, sonra da sırasıyla müzeye ve mağazamıza gideceğiz' dedi. Biz anlamıyoruz tabii, 1976 yılı; müze ne, mağaza ne?
Sonra müzeyi gezdik. Başkan bizimle ilgileniyor bu arada, tekrarlıyorum 'başkan.' Kupaları gördük; FA Cup, Lig Kupası, Lig Şampiyonluğu... Liverpool'un kazandığı her şey oradaydı işte. Sonra da mağazaya geçtik. 'Burada hediyelik eşyalarımız var. İstediğiniz fiyattan hediyelik eşyalar alabilirsiniz' dedi. 50 sentten 100 sterline kadar ürünler var. Sonra başkan teşekkür etti ve bizi uğurladı. Bu ayrı bir kültürdü daha ilk anda…"

"Çıktık Anfield'a… Kale arkasına doğru yürüdük ama ilerledikçe ağır bir koku var." -Öztürk Pekin
Allah Düşürmesin!
Necmi Perekli, İngiltere'ye ayak bastığı ilk andan, şehir turuna kadar İngiltere tecrübesini kendine has, övgü dolu cümlelerle tasvir ediyor. Ama Kop'la 'teması' ayrı bir yere sahip: "Hem mimari olarak hem stat konumu olarak hem de kültür olarak çok farklı orası. Hele o Kop yok mu! Isınmaya çıktık… Şenol (Güneş) kalede işte, biz de şut atıyoruz ona rahmetli Kadir'le (Özcan) birlikte, ısındırıyoruz Şenol'u… O esnada bir top, kale arkası ile kalenin arasına girdi. Ben de topu almaya gittim, saçlarımı da uzatmışım biraz, moda o zaman… Eğildim, topu aldım, doğruldum, öyle bir gürültü çıktı ki Kop'tan, emin olun o şiddetle saçlarımı geriye attığını hissettim. Acayip bir şeydi o coşku. 'Biz nereye girdik abi ya' diyorsun. Allah oraya kimseyi düşürmesin."
Liverpool tarihinde ayrı bir yere sahip olan Kop tribünü, kulübün 1970'li yıllarda iyiden iyiye Avrupa'nın zirvesine tırmanmaya başladığı dönemde uluslararası bir şöhrete kavuşmuştu. 1976-1977 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek final rövanşında oynanan ve kulüp tarihindeki önemli dönüm noktalarından olan Saint-Etienne maçındaki 'insan dalgası' ya da bir sene sonra yarı finaldeki Mönchengladbach maçındaki coşku, Liverpool temellerinin hem sportif hem de sosyolojik olarak üzerine kurulduğu olgulardan biriydi.
Öztürk Pekin de başkanla yaptıkları gezi esnasında henüz stadyum boş da olsa Kop'un sosyolojik tarafıyla yüzleşmiş:
"Çıktık Anfield'a… Şeref tribününün oradan sahaya baktık, gayet güzel… Kale arkasına doğru yürüdük ama ilerledikçe ağır bir koku var! Başkan anlatmaya başladı: 'Burası fanatik taraftarların olduğu tribündür' dedi, 'Onlar bira içerler, çok çişleri gelir ama maçı da kaçırmak istemezler ve durdukları yere yaparlar. Biz de onlar için kanallar yaptık.' Cidden çok ağır kokuyordu."
Kariyeri boyunca birçok ülkede ve Wembley dahil birçok stadyumda maç anlatan Pekin, sadece Kop tarafının değil tüm stadyumun profesyonelce işini yaptığını düşünüyor ve İngiltere'de seyirci açısından gördüğü en büyük farkı şöyle anlatıyor:
"Biz stada ilk girdiğimizde hiç İngiliz taraftar yoktu. On bine yakın Türk seyirci gelmişti sanırım, sadece onlar var, üç saat önceden gelmişler ve durmadan da tezahürat yapıyorlar. Maçın başlamasına yarım saat kala İngilizler gelmeye başladı. Meğerse yan taraftaki çadırda yiyip içip keyiflerine bakıyormuş adamlar. Herkesin yeri belli, maç saati yaklaşınca da gelip oturuyorlar… Bizim seyircinin pili bitmiş, saatlerdir bağırmaktan yorulmuş vaziyetteyken maçın başlamasıyla gök gürültüsü gibi bir ses çıktı İngilizlerden. Profesyonel bir seyirci ile karşı karşıyayız yani… Takım iyi oynarken susuyorlar ama kötü oynarken takviye geliyor, profesyonel olmak farklı işte…
Peki maç esnasında sahadaki oyuncular üzerindeki etkisi? Ali Kemal Denizci anlatıyor:
"Tribünleri hâlâ o heyecanla, takımı için ölebilecek taraftarlara sahip. O gün de öyleydi. Yabancı takımlara özellikle de o atmosfere alışık olmayan takımlara karşı oynarlarken, taraftarın ve stadyumun da etkisiyle arenada gibi boğuyorlardı rakibi. Taraftarla iç içe oynuyorsun bir kere. Zaten haykırışıyla etkiliyor seni taraftar. Liverpool harika bir takımdı, e taraftarla birlikte daha da devleşiyorlardı. Orada taraftarlar hem eğleniyordu hem de 'Sizi burada yeneceğiz!' mesajını veriyorlardı. Biz de tabii ki boğulduk…"
Türk takımları içerisinde Anfield'ın ilk ziyaretçileri olan Trabzonsporlu futbolculardan yirmi küsur yıl sonra küreselleşen futbol işleri değiştirdi. Avrupa'da daha fazla maç oynama ya da Liverpool'un 1970'lerin sonundaki takıma nazaran daha güçsüz olması gibi avantajlarla Anfield'a çıkan Ümit Karan ise daha sakin karşılamış Kop baskısını:
"En büyük numaraları Kop tribünü ama bir ultrAslan kadar, bir Çarşı grubu kadar güçlü değiller. Biz daha yüksek ambiyanslar görmüştük. Bir Real Madrid, bir Barcelona kadar da gürültülü değildi. Bernabeu'daki sesin başka yerde çıktığını duymadım mesela."
Trabzonsporlu Hüseyin Tok'un hatırladığı ise bir an, Anfield'a çıkan birçok sporcu gibi:
"Neydi o şarkı? 'Asla yalnız yürümeyeceksin!' Onu filan hiç unutmuyorum. Hâlâ da söylüyorlar, büyük bir şey…"
O Şarkı
You'll Never Walk Alone, 1963 yılında Liverpool menşeili grup Gerry and the Pacemakers cover'ıyla piyasaya çıktı ve Liverpool'un şampiyonluk hasretinin yıllar sonra noktalandığı 1963-1964 sezonunda stadyumda görevli DJ Stuart Bateman'ın da katkılarıyla kulübün marşına ve hatta mottosuna dönüştü. Aslında Manchester United ya da diğer İngiliz takımları taraftarları tarafından bir süre kullanılsa da Liverpool'a mal oldu. Kop'tan çok fazla etkilenmeyen Ümit Karan dahi şarkının yaşattığı duygunun, o ânın hakkını veriyor:
"Tamam, seyirciler ateşli ama sayıca daha eksik olduklarını hissediyorsun. Ama sonra bir anda o meşhur şarkılarına başladılar, You'll Never Walk Alone. O şarkı başladığında sanki her şey duruyor statta. Sadece o duyuluyor, bana kalırsa kimse başka bir şeye odaklanamıyor o dakikada. Hepsi bir ağızdan o şarkıya başladığında çok keyifli, enteresan hissediyorsun. Liverpool taraftarı kadar senkronize bir grup hatırlamıyorum."
Ceyhun Gülselam da Ümit Karan'ı destekleyen şeyler söylüyor:
"Dört gözle o meşhur marşlarını söylemelerini bekliyorduk. Dile getirmiyorsunuz belki ama bir futbolcu olarak hiç canlı duymadığınız için içten içe meraklanıyorsunuz. Hep videolardan görüyorduk, taraftar bir söylese de canlı canlı tanık olsak diye düşünüyor insan. Günün en önemli ânı oydu."
You'll Never Walk Alone'u ilk kez Kasım 1976'da duyan Necmi Perekli ise normal olarak çok daha fazla etkilenmiş:
"O zaman İngiltere'de okuyan birkaç talebe çocuk da maça gelmişti. Maçta sonra da onlarla bir araya geldik. Onlara sorduk bunu. 'Onların kendilerine özgü şarkıları' dediler. Tercüme ettirdik bu You'll Never Walk Alone'u… Çok hoşumuza gitti. Hatta şu konuşuldu biliyor musun bir müddet, "Biz de Aker'de yenilmiyoruz, neden böyle şarkılar söylemiyoruz bağırıp çağırmak yerine?"
Trabzonspor'un ikinci Anfield seferinde gürültüye, uluslararası seviyeye yaklaşmış Avni Aker seyircisinden alışık olan Ceyhun Gülselam devam ediyor:
"Ses olarak Türkiye'de gürültülü tribünlere alışığız. O sezon Trabzonspor taraftarları olimpiyat stadını da doldurmuşlardı, Avni Aker'de harika bir gürültü koparıyordu taraftar. Aramızda 'Aaaa, şaşırdık, böyle bir şey hayatımızda görmedik' gibi bir durum yoktu yani. Ama o şarkı popüler olduğu için, marştan herkes bahsettiği için canlı yaşamanın nasıl bir deneyim olacağını merak ediyorsunuz. Bir futbol geleneği oldu artık You'll Never Walk Alone. Oraya özel olduğu için yeri farklı. Bu merakımızı gidermiş olduk o gün."
Maç Anısı
Stadyumun ve tribünlerin ihtişamıyla maça hızlı başladığında, Liverpool'un karşısında durmak kolay iş değil. Ali Kemal Denizci ve Necmi Perekli de bunu birinci elden deneyimleyenlerden:
Ali Kemal Denizci: "Maç zaten yirmi dakikada 3-0 oldu. Üçüncü golden sonra santra yaparken Necmi bana 'Ya, maç kaç kaç oldu?' dedi. 'Bak işine ya, orada yazıyor işte' dedim. Sonra onlar da gevşedi ama 3-0 bitti zaten."
Necmi Perekli: "Bütün bunların yanında dönemin en büyük takımına karşı maç yapıyorsunuz. Televizyonda izlediğiniz, gazetelerin yazmış olduğu oyuncular karşınızda. Clemence, Keegan, Toshack, kaptanları Hughes, Heighway… Çok büyük bir duygu. Üçüncü golden sonra santraya gittik. Oyuna da biz başlamıştık. Öyle olunca Ali Kemal'e 'Maç kaç kaç? Sabahtan beri gol yiyoruz' dedim. Ali Kemal de 'Ben de kaçırdım artık' dedi. Sağa döndük, sola döndük, skorbordu da göremiyoruz. 'Üç santra yaptık, bir de başlama vuruşu, demek ki 3-0 mağlubuz' dedik."
Saha içine dair hafızası berrak olanlardan biri de Ceyhun Gülselam:
"Çok net hatırladığım bir an var maçtan: Yunan bir stoperleri vardı, Kyrgiakos. Maşallahı vardı, fiziği çok sağlamdı. Köşe vuruşlarında bana vermişlerdi onu. Daha beşinci dakika, korner oldu. Kyrgiakos vurdu kafayı, son anda çıkardı Onur. Tribünler yıkıldı 'Aaahhhh!' diye. Taraftarın o tepkisi uyandırmıştı beni. Kendimi toparladım hemen, uyanmam lazım dedim. Onu unutamam. Bizim takımdaki Yunanlara (Editör notu: Alanyaspor kadrosundaki Tzavellas, Bakasetas, Siopis) anlatıyorum Kyrgiakos'u hâlâ."
Anfield deplasmanından başı dik çıkmak, o takım için sezonun geri kalanını da şekillendiren bir özgüven aşısına dönüşmüş Gülselam'a göre: "Atmosfer güzeldi. Onur'un penaltı kurtardığı maçtı. Çok genç yaşta o deneyimi yaşamak önemliydi. İyi oynamıştık. Yenilmemize rağmen o kadro için iyi bir tecrübeydi. Kimse bizden bir şey beklemiyordu o deplasmanda, orada oynadığımız iyi futbol sezonun geri kalanı için de önemliydi, özgüvenimizi yükseltti. Avni Aker'de de öne geçmiştik galiba Teofilo'nun golüyle, biraz şanslı olsak tur atlayabilirdik orada." Türk takımları, Anfield'da gol sevinci yaşayabilmek için 27 Eylül 2006'ya dek bekleyecekti. Devre arasında oyuna dahil olup iki gol birden kaydeden Ümit Karan, o gün ambiyansı bir miktar da olsa değiştirebildiğini düşünüyor:
"2006-07'deki maçta ben iki tane gol atınca o seyircinin sustuğunu, hafif bir panik haline büründüğünü de gördüm ama. Yüz ifadelerini hatırlıyorum, şok geçiriyorlardı sanki, maçın gideceğinden korkmuşlardı. Bir top daha gelse belki bitirecektim, topla buluşamadım bir daha…"
Ceyhun Gülselam, "Kazansak belki farklı olurdu, 'Anfield'da maç kazandık' diye anlatırdık uzun uzun ama iyi de oynasanız kaybedince unutmaya çalışıyorsunuz o maçı" diyerek durumu özetliyor. Anfield'ın kariyerlerindeki yerini ayrı bir yere koyanlar da var. Ali Kemal Denizci, "Çok önemli statlarda çok önemli maçlar oynadım ama o stadı unutmam hiç" diyor. Necmi Perekli ise sohbetimizi şöyle noktalıyor:
"Bugün baktığında elli yıl geçmiş ama büyük hatıra işte. Yenilsen de…"