Anlı Şanlı Bir Yenilgi: Julie Moss'un Acıları

6 dk

1982’de gerçekleştirilen Ironman Triatlon Dünya Şampiyonası’na katılan bir kadının yenilgisi spor tarihinde âdeta bir yıldız gibi parlıyor. Zira bazı yenilgilerin kendilerine göre bir ışıltısı, şanı şöhreti var.

Julie Moss 1982’de 23 yaşında. Spor olarak sadece dalga sörfüyle ilgilenen Kaliforniyalı bir kadın ve işin doğrusu triatlonda yarışmaktan da epey uzak birisi. Dördüncüsü yapılacak Ironman’in o yıl Hawaii’de düzenleneceği haberini televizyonda ilk gördüğünde, işin onu en heyecanlandıran tarafı Hawaii’yi görme ihtimali. O günlerde sağlık üzerine eğitim alıyor ve belli tip egzersizlerin vücut üzerindeki etkilerini araştırıyor. Mezuniyet için gereken şartlardan biri de bu türden bir yarışa katılmak ve kendi tecrübelerini tezinde kullanmak.

Triatlonda ilk ayak 3.3 kilometre yüzme. Sonra 180 kilometre bisiklete biniliyor ve son olarak da tam maraton koşuluyor, yani 42 kilometre. Moss yıllar sonra bu mesafelerin sadece rakamlardan ibaret olduğunu, bir uzaklığı ya da gerçeği yansıtmadıklarını söyleyecek! O günlerde onun aklında sadece biraz eğlenmek, mezuniyet işini halletmek ve en çok da Hawaii’yi görmek var.

Onun yarış için yaptığı hazırlık da gayet rahat ve kolay oluyor: Neredeyse hazırlanmayarak! Bisiklet ve yüzme parkurlarını tamamlamadan, maraton kısmını da yarıştan altı hafta önce şöyle bir koşarak, Hawaii’ye varıyor. Dünyamız adil değil, yine de insan bozulmuyor değil. Kiminin aylarca hazırlandığı yarışlara, bazıları böyle neredeyse koltuktan kalkarak katılıyor. Moss’un Hawaii’de dikkatini ilk çeken de nitekim aylarca hazırlık yapan, en havalı kıyafetleri giyen, gergin diğer yarışmacılar.

Yarış başlıyor! Yüzme kısmında zorlanmayan Moss, bisiklet etabını da rahatlıkla tamamlıyor. Bisikletteyken, mümkün olan en doğru pozisyonda sadece önüne bakarak ilerleyen diğer yarışmacıların yanında, etrafa el sallıyor, kameralara gülüyor. Bütün gün su içen ve sadece muz yiyen Moss bisiklette bir ara cebinden çıkardığı bir çikolatayı yemek istiyor, fakat kendisini kaydeden kameralar önünde dişleriyle paket açmayı istemediğinden gayet havalı bir şekilde bir kenara atıveriyor paketi.

Moss yarışın bu noktasında, sürekli nasıl göründüğünü kollayan, en başta olduğu gibi derece almakla ilgilenmeyen, fakat aslında hiç de fena gitmeyen bir yarışmacı. Bisiklet parkuru bitip koşmaya başladığında, ona yarışta ikinci olduğu söyleniyor ve bu beklenmedik haber onda birtakım değişimlere sebep oluyor. Hiç planlamadığı anda birinci olma ihtimali elbette çok akıl çelici.

Önündeki yarışmacıyı maratonun 12. kilometresinde yakalayıp geçen Moss belirgin bir rahatlama duyuyor ve biraz daha hızlanıyor. Bir noktadan sonra, arkasında kalan yarışmacıyla aralarındaki mesafe dört kilometreye kadar çıkıyor. Eğlencesine geldiği dünya şampiyonasında birinciliğe koşan Moss’un düşünceleri, etraftaki ilgiden, o an nasıl göründüğünden, eğlenceden sıyrılıp bambaşka bir yere yöneliyor. Kazanabileceğini fark edince üzerindeki baskı artıyor. Arkada kalan koşucuyla arasındaki ara açıldıkça, onun nefesini daha yakında hissetmeye başlıyor ve aslında koştukça beklenmedik bazı başka şeyler de oluyor: Bacaklarına giren kramplar sıklaşıyor, midesi bulanmaya ve vücudu da biraz savrulmaya başlıyor.

Moss, muhtelif acı ve ağrı eşiklerini geçerek, kramplarla boğuşarak giderek yavaşlıyor, yavaşlıyor ve bitişe çok yakın bir yerde ve kimsenin beklemediği bir anda yere düşüyor. O anların görüntüleri internette var. Kameraların gösterdiği, incecik, upuzun bir bedenin hafif bir rüzgârla savrulup, yere düşmesi gibi. Ama sanki durum çok da kötü değil. Zaten düştüğü gibi kalkıyor, fakat yıpranmışlığı öyle çarpıcı ki etrafını saran seyircilerin çığlıkları kesiliyor bir anda. Kalkabilmeyi başarsa da artık ayakta zor duruyor. Müthiş bir yalpalama ve bir iki adım sonraki düşüş değil, daha çok yıkılmak gibi. Öylece duruyor yerde ve çektiği acı artık neredeyse elle tutulur bir hâlde.

İyi bir plan yapıyor bu an. Hâlâ gücü olan kollarını kullanarak önce dirsekleri üstünde doğruluyor, sonra da elleriyle vücudunun ön tarafını ve ardından bacaklarını kaldırabiliyor. Ayakta durmasıyla seyirciden alkışlar ve çığlıklar geliyor yeniden. Artık bu noktada Moss’un vücudu, iradesini çoktan terk etmiş durumda ve şortunun arkasında, bacaklarının arasında bir kahverengilik görünüyor. İflas eden tek kas grubu bacaklarda değil.

Durumun umutsuzluğunu gören sağlık görevlileri geliyor yanına Moss’un; koluna girmeye çalışıyorlar. Diskalifiye olmak endişesiyle kalan son gücüyle onları itiyor ve bir-iki adım sonra bu kez pek öncekilere benzemeyen bir biçimde devriliyor. Daha doğrusu adeta yerle bir oluyor. Moss’un tam bu ana dair hatırladığı bir görüntü var: Kalabalığın içinde ağır ağır koşan bir çift ayakkabı. Kendisinden uzaktaki yarışmacı Kathleen McCartney, bu düşme-kalkmaları sırasında ona yetişip, bitişe doğru ilerliyor.

Moss’un yarıştan sonra anlattıklarına göre, bu esnada kendisine sürekli ayağa kalkmasını söyleyen bir ses duyuyor içinde. Aynı anda kendisini bitiş çizgisini geçerken görüyor ve yapabildiğinin en iyisini yapmaya karar veriyor: Emeklemek. Yarışın son üç metresini, santim santim, ağır ağır emekleyerek tamamlıyor.

Moss’un toplam süresi 11 saat 10 dakika 9 saniye. Birinci olan McCartney’in süresiyse 11 saat 9 dakika 40 saniye. Aralarında 29 saniye fark var ve aslında McCartney, Moss’un etrafını saran kalabalıktan, karmaşadan ve yorgunluktan birinci olduğunu anlamıyor bile.

Bireysel sporların çoğunda böyledir muhtemelen ama uzun mesafe koşucuları iyi bilir: Güce, kondisyona göre, koşunun bir noktasından sonra insan kendisiyle kıyasıya bir pazarlığa girişir. Bittiğinizi düşündüğünüz yerde aslında daha çok gücünüz vardır, o güç de bittiğinde, son gücünüz vardır, son gücü de harcayınca vücudunuz ezberden biraz daha devam edebilir. Ağrıyı, acıyı yok sayabilirsiniz. Ta ki vücut, sizden ayrılıp kendi başına hareket etmeye başlayana dek devam edebilir bu.

Moss’un kameralar önünde gerçekleşen, an an kaydedilen bu pazarlık sürecinde çok çarpıcı bir yan var. Yerde yatarken duyduğu ses ona boş vermesini, yarıştan vazgeçmesini değil sürekli ayağa kalkıp devam etmesini söylüyor. Yıllar sonra verdiği bir mülakatta, böyle durumlarda “Boşver, vazgeç” diyenin aslında egomuz olduğunu, vazgeçmeyip devam edeninse ‘kendi’miz, esas irademiz olduğunu söyleyerek aslında muğlak bir ayrım yapıyor. Tabii Moss’tan iyi bilemiyoruz! Belki haklıdır.

Moss’un acıklı halleri, televizyonlarda yayınlanmasının ardından kendisine ulusal çapta bir şöhret getiriyor. Yerlerde sürünse, acılar içinde kıvransa, emeklese de kararlılığın canlı bir örneği artık o. Hatta madalya töreninde birincilik şöyle bir alkışlanırken, Moss’un ikinciliği çılgın partilerle kutlanıyor. Çünkü bazen yenilmek de çok güzel. Yıllar içinde çeşitli vesilelerle bir araya gelen bu ikiliye, gazetecilerin sorduğu bir soru çok güzel ama hiç de adil değil aslına bakarsanız: McCartney’e, Moss’u yerde emeklerken görseydi, bitiş çizgisini geçmekten vazgeçer miydi diye sorulmuş. O da, gayet kibar bir şekilde, belki iyi olup olmadığına bir bakmak isteyebileceğini, ama yarışı bitirmekten çekinmeyeceğini eklemiş.

Julie Moss’un bu yarışta kazandığı derece, hayatında aldığı en iyi triatlon derecesi bu arada, ama o hiç vazgeçmedi.

Kiraz Akın

2. Sayı
Mayıs 2015



Socrates Dergi