
Arınma
4 dk
Maria Sharapova’nın doping testi pozitif çıktı. Ona kızanların başında ise Jennifer Capriati geliyordu.
Spor dünyası, Maria Sharapova’nın 7 Mart 2016 günü yapacağı basın toplantısına odaklanmıştı. Son Avustralya Açık yarı finalinde en büyük rakibi Serena Williams’a karşı üst üste 18. mağlubiyetini alan Masha hakkında “Acaba kariyerini mi bitirecek, yoksa tenise ara mı veriyor?” gibi şüpheler dolanıyordu. Bu bir şoktu, evet. Ama 28 yaşında, kazanması gereken çoğu şeyi kazanmış, kariyer Grand Slam’i sahibi bir sporcu için bu gayet olağan bir ihtimal gibiydi. Sharapova siyah takımı ve buz gibi yüz ifadesiyle salonda göründüğünde, uzatmadan lafa girdi: “Bilmenizi istiyorum ki birkaç gün önce ITF’den, son doping testini geçemediğimi yazan bir mektup aldım...”
Herkes emekliliği halinde yaşanacaklara hazırlanırken, şok katlanmıştı... Dünyanın en çok kazanan kadın sporcusu, meldonyum adı verilen maddeyi kullandığı için doping testini geçememişti. Çünkü on yıldır doktor tavsiyesiyle ve magnezyum eksikliği nedeniyle kullandığı bu madde, 2016 yılında WADA’nın yasaklı listesinin bir parçası olmuştu. İlacın mucidi “Performans artırıcı etkisi yok!” diyedursun, Sharapova’ya duyulan inancın kaybı, sponsorlarının bir bir geri çekilmesiyle somutlaşmaya başlayacaktı.
Bu olaya gelen tepkiler ise değişkendi. Serena Williams, Novak Djokovic, Chris Evert ve Martina Navratilova gibi isimler, açıklamalarında yumuşak bir ton kullanmayı ve Masha’yı topun ağzına koymamayı seçmişti. Hatta Madison Keys, Masha’nın bu cesur açıklamayı ‘gerçek bir şampiyon gibi’ yaptığını söyleyecekti. Evet, bu biraz abartılıydı. Olayın sıcaklığıyla Sharapova’ya duyulan güven de açıklamayı takip eden günlerde yavaş yavaş kaybolacaktı.
Basın toplantısı ardından tanıdık isimlerden gelen reaksiyonlar arasında, biri diğerlerinden ayrılıyordu: “Çok sinirli ve hayal kırıklığına uğramış hissediyorum. Kariyerimi kaybettiğim dönemde bile asla hile yapmaya tenezzül etmedim. Sadece havlu atıp acı çektim.”
Bu sözlerin sahibi; 1990’da, sadece 13 yaşındayken profesyonel olmuş, 14 yaşında tarihin en genç ilk 10 tenisçisi olmayı başarmış, 1992 Barselona’da Steffi Graf’ı yenerek olimpiyat altın madalyasını boynuna takmış Jennifer Capriati’ydi. Amerikalı tenisçi, Monica Seles’le birlikte günümüzde oynanan güç tenisinin ilk kalelerinden olmuş fakat halefi gibi o da şanssızlıklardan nasibini almıştı.
Seles, bilindiği üzere 1993 yılında bir Graf hayranı tarafından maç içinde bıçaklanmış ve kariyerini yeniden o şaşaalı günlerine döndürmeyi başaramamıştı. Capriati’nin düşüşünde ise dış etkenlerden bahsetmek zordu. Spot ışıkları altına çok erken çıkışı ve yaşayamadığı çocukluğu, kortun dışında istikrarsız bir hayata neden olmuştu. Zaten 1994’te tenise verdiği aranın en önemli etkenlerinden biri, gördüğü uyuşturucu ve alkol tedavisiydi. Sonradan bu durumdan ders çıkartan WTA, ‘Capriati Kuralı’ olarak da anılan bir kararla, kadın tenisindeki minimum profesyonellik yaşını 15’e çıkartacak ve sporcuların çocuk yaşta karşılaşabilecekleri baskıyı limitlemeye çalışacaktı.
Capriati, yaşadığı tüm zorluklara rağmen 1996 yılında tenise geri döndü ve eksik görevi tamamladı. Özellikle milenyumun başında kazandığı üç Grand Slam şampiyonluğu ve dünya 1 numarası unvanı, içi hiç dolmayan potansiyeline bir teselli ikramiyesiydi. Sırt sakatlığı sebebiyle 2004’te son maçını oynadıktan sonra, içine düştüğü boşluk büyüdü. “Eğer tenis oynamıyorsam hayatta başka ne kaldı, bunun için yaşamıyor muydum?” sorusunu kendine sıklıkla sordu ve varlık sebebini sorguladı. Onun Sharapova’ya ilk anda duyduğu öfke de belki geçmiş travmalarının bir tezahürüdür; zira Masha da dört yaşından beri oynadığı -ve artık hayatı olan- oyundan, hatalarıyla istemsizce uzaklaşıyor. Bu iki hikâyede, çıkış noktası dışında paralellik bulmak çok kolay olmasa da artık Maria Sharapova’yı da bir ‘arınma’ süreci bekliyor. Bu krizden Jennifer Capriati kadar dirayetli dönüp dönemeyeceğini ise zaman gösterecek.