
Arşiv
15 dk
Start, Olips Motorspor… Can Ünlü co-pilot olarak Türkiye'nin en büyük pilotlarıyla çalışmakla yetinmedi, yaptığı televizyon programlarıyla da ralliyi farklı nesillere sevdirdi. Ünlü'yle geçmişe döndük.
Kaydetmeyi, yazmayı, paylaşmayı, tarihe bir iz bırakmayı sevmiyoruz. Dünyadaki modanın tersine neredeyse hiçbir sporcumuzun otobiyografi yazmaması, anılarını sadece komikli spor programları için saklaması da bunda bir sebep. Bir başka sebep de "Kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı.... Ama Can Ünlü bu gelenekten değil. Otomobil sporunun Türkiye'deki son yarım yüzyılına şahitlik etmiş biri olarak gördüklerini, yaşadıklarını paylaşmaktan, kayda geçirmekten hoşlanıyor. 1000'in üzerinde televizyon programı yapan Ünlü ile telefonda buluştuk, anılarını dinledik.
Çocukken babam sık seyahat ederdi, yurtdışından otomobil dergileri getirirdi. Fransızca, Almanca dergiler... Dillerinden pek bir şey anlamasam da büyük bir keyifle incelerdim. Bu sayede o dillerde otomobil lügatını, örneğin bir 'getriebe'nin şanzıman olduğunu öğrendim. Bir arkadaşım vardı, amcası Günaydın Rallisi'ne girdi 1972'de. Biz onun start'ına gittik ve çok heyecanlandım. Hatta bir ralli aracına oturdum, arka koltukların olmadığını görünce şaşırdım. Daha sonrasında ralli takvimini yakalamaya çalıştım. Haliç'teydi genelde start'lar, bazen Fenerbahçe'de yapılırdı. Fotoğraf çekerdim, sonra onları götürüp pilotlara armağan ederdim. Onların omzuma elini koyması, yanağımdan makas alması beni inanılmaz mutlu ederdi. Ehliyet alınca biraz daha değişti iş. Garajlara gitmeye başladım. Taksim'de Renault atölyesi vardı, öğle tatillerinde gidip bakardık, arabalara dokunurduk. Şişli Camii'nin orada Tofaş Grubu'nun garajı vardı. Bir seferinde kapıda beklerken usta geldi, başta korktum. "Delikanlı ne yapıyorsun sen?" dedi, "Arabalara bakıyorum abi" dedim. "Gelsene içeri" dedi. Girdim, birçok soru sordum. Levent Pekin vardı, Azmi Avcıoğlu vardı. Onları uzaktan da olsa görmek müthiş bir deneyimdi. 1975'te Murat Tunca ile Yeşil Bursa Rallisi'ne katıldık, ilk yarışımdır.
Arşiv tutkum hep vardı. Fotoğraf çekme, saklama… 1975'te mesela Otomobil Dünyası diye bir dergi çıkardı, ofislerini buldum. "Sizin fotoğraflarınız çok güzel değil. Benim elimde bir sürü fotoğraf var. Bunları kullansanız ya" dedim, onlar da kullanmaya başladılar. Ralli olduğunda üç dört makara film verirlerdi bana, onlarla yarışa giderdim. Neredeyse derginin tamamı benim fotoğraflarımla çıkmaya başlamıştı. Mesela Renç Koçibey'in odasında benim çektiğim dev bir fotoğraf dururdu. Sonra video kulübüm oldu, bir kamera buldum, yarışlara gidip çekim yapmaya başladım.
Çok sayıda büyük pilotla çalıştım. Ralli serüvenim 1999'da Hakan Dinç'le sona erdi. Renç'in yanına oturdum ama maalesef o hiç Türkiye Şampiyonu olamadı, birlikte Balkan Şampiyonu olduk 1984'te. 1986'da Ali Karacan'la şampiyon olduk. Sonra Serdar Bostancı'yla ikinci olduk. Ercan Kazaz'la Portekiz'de, Dünya Ralli Şampiyonası'nın bir ayağında yarıştık. Saymakla bitmez birlikte yarıştığım şampiyonlar, Emre Yerlici mesela, çok beyefendi bir insandır…
.jpg)
Renç Koçibey ile Can Ünlü
İnsanın hobisinin işe dönüşmesi kadar keyifli bir iş yok. 1990'da TRT'de Start ile başlayan televizyon serüvenim daha sonrasında ATV, Number One, HBB, NTV, CNN Türk, Habertürk, Fenerbahçe TV gibi kanallarda devam etti. Toplamda sanırım 1155 program yaptım, büyük bir arşiv oldu elimde. Volkan Işık'tan Ercan Kazaz'a birçok pilotun biyografisini tasarladım. İlk start aldıkları günlerden şampiyonluklarına kadar… Örneğin Yağız Avcı'nın karting yaparken "Ben de babam gibi büyük şampiyon olmak istiyorum" dediği görüntü var arşivimde.
Tek kanallı televizyonun büyük etkisi vardı rallinin Türkiye'de popülerleşmesinde. Biz TRT 2'de başladık programa, TRT 1'e geçtik akabinde, tekrarlarımız da TRT 4'te yayınlanıyordu. Bu sayede istediğimiz herkese ulaşıyorduk ve en çok izlenen programlar listelerine giriyorduk üst sıralardan. Bir anı anlatayım. Ankara, 1990 ya da 1991 senesi. Helikopterle çekim yapıyoruz, Kazan'ın üstünde bir köye indik. Çocuklar geldi yanımıza. "Ralli çekiyoruz" diye anlattık onlara. Çocuklardan biri "Abi Carlos Sainz var mı bu yarışta?" diye sordu. "Oğlum, siz nereden biliyorsunuz Sainz'ı" dedim. Şöyle cevapladı: "Abi Start diye bir program var, orada izliyorum." Yine İzmir'de bir ralliye gittik; Lemi Tanca, Serdar Bostancı, ben. Lemi Abi biraz rahatsızlandı, Susurluk'un derinliklerinde bir nöbetçi ezcane bulduk. İçeri girdik, hepimize ayrı ayrı ismiyle hitap etti oradaki çalışan. "Hayrola?" dedik, "Abi her hafta Start'ı izliyoruz, isimlerinizi mi bilmeyeceğiz?" dedi.

Juha Kankkunen ile Carlos Sainz
Bizim gazımızla yazılı basın da devreye girmişti. Gazeteler sürekli haberler, röportajlar, dosyalar yapıyordu. Ama televizyonun gücü çok büyük, çok… Düşünsenize, Anadolu'nun ücra köşelerinde o zamanlar televizyondan başka bir şey yoktu. Tek eğlence oydu ve kimse bir şey kaçırmazdı. Ve insanlara değişik gelirdi. Biz de en çarpıcı enstantaneleri vermeye çalışırdık. Başlangıç döneminde sekiz ay kadar Londra'ya gittim, orada bir stüdyoda hazırladım programı. Onlar da bana programı daha çarpıcı hâle getirecek yollar gösterdiler. Planı nereden bağlamalı, nasıl kesmeli…
Senede iki tane Dünya Ralli Şampiyonası ayağına giderdim. Bu sayede yıldız pilotlarla yakınlaştık. Mesela Didier Auriol, İstanbul'a geldi, Günaydın Rallisi'nin tanıtımı için. Dört gün birlikte takıldık, balık iyip, rakı içip gezdik. Hiç unutmam, bir etabı incelemeye gitmiştik, o ara antrenmana açıktı parkur. Biz dolaşırken Adnan Sarıhan durdu, "Tozun toprağın içinde ne yapıyorsun ya?" dedi. "Hiç, arkadaşı getirdim" dedim. Arkadaşımın kim olduğunu sordu, Didier Auriol cevabını duyunca "Yürü git ya" dedi. "İn arabadan, bak" dedim. Bir baktı, gözlerine inanamadı. Belgrad Ormanı'nın içinde dünya şampiyonu... Juha Kankkunen gelmişti bir keresinde. Rahmetli Philippe Bugalski. En önemlisi, Sebastien Loeb gelmişti. Daha şampiyon olmadan evvel… Yine Carlos Sainz gelmişti 2003'te. Yarıştan önce yanına gittim, sabah saatleriydi. Tommi Makinen'in, Juha Kankkunen'in, Colin McRae'in 25 birinciliği vardı o sıralarda. Carlos'a yaklaştım ve şunu söyledim: "Türkiye Rallisi'ni kazanacak ve 26 birincilikle efsane olacaksın." Çok hoşuna gitti. Finişte buluştuk tekrar. "Bak, bu sene ralli hayatımı noktalıyorum. Devam ediyor olsam seni hep yanımda taşırdım" demişti bana.
1990'larda rekabet seviyesi biraz daha farklıydı. Bahsettiğim gibi, '25'ler Kulübü' deniliyordu bu sporculara. Aralarından sadece biri 26 yaptı. Ama sonra Sebastien Loeb çıktı, bütün rekorları altüst etti. Senede 10 yarış civarında kazanıyordu, toplamda 9 şampiyonluğu var, 100'e yakın galibiyeti… O yüzden benim için gelmiş geçmiş en büyük pilot odur. Fakat tabii 1990'lardaki rekabet daha çok yönlüydü. Sadece pilotlar açısından da değil, markalar açısından ilginç bir dönemdi. Dünya Ralli Şampiyonası yedi markayla falan dönerdi. Subaru, Mitsubishi, Toyota, üç tane Japon markası vardı mesela. Şu anda sadece Toyota kaldı…
Audi Quattro favori aracımdı. Benim video kulübümün adı da Quattro'ydu. Pilot olarak da 1990'lardaki efsanem Ari Vatanen'di. Vatanen'in Ford Escort'la olan yarışlarını izlerseniz hak verecekseniz. 'Canını dişine takmak' tabirinin karşılığıydı. Otomobillerini hazırlayan David Sutton'ın atölyesine gitmiştik İngiltere'de, arkada hurdalık vardı, Vatanen'in çarptığı, parçaladığı, lime lime ettiği arabaların kasalarıyla dolu. "Sayın Sutton, Vatanen ne tarz bir pilottu?" diye sordum. Şöyle yanıtladı: "Arabanın canını alırdı. Vitesi o takmaz, şanzımanın vitese geçmesini beklerdi."
Yayın haklarını aldığımız için Dünya Ralli Şampiyonası'nın tüm yarışları 52 dakikalık özet hâlinde gelirdi, defalarca başa sarıp izlerdim. Defalarca… En unutamadığım yarış hangisiydi? 1994 Bingöller Rallisi. Yerinde izlemiştim. Makinen'in ilk birinciliğiydi. Castrol'un davetlisiydim. Orada Kankkunen, Auriol gibi pilotlarla aynı yerlerde takılmıştık. Biz onlardan biri kazansın isterken Tommi kazanmıştı...
TRT'deyken inanılmaz sansür vardı. Yani, sonuçta otomobil programı yapıyorduk, bütün araçların üzerinde markalar, sponsorları var. Ama bunları söylemek, göstermek yasaktı. Hele içki, sigara markaları, asla... O zaman TRT yöneticilerine 'faşist' derdim. Görevli bir hanımefendi vardı, anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi. "İtalyan otomobiliyle İtalya'da yarışı kazandı" diyorduk. Bilen biliyordu da hangi İtalyan otomobili bu yani? Lancia diyemiyorduk, Delta Integrale diyebiliyorduk. Kadın anlamazsa yutturuyorduk. Lancia'ların üzerinde Martini yazıyordu, bu yüzden hep uzak planları çekerdik. Yakın plan alamazdık.

Lancia Delta Integrale
Bir örnek daha vereyim. San Remo Rallisi ağırlıklı olarak gece düzenlenirdi. Biz de gece planlarını kullanmadık, gündüz planlarını seçtik. Arkasından Katalonya Rallisi yapıldı, rallinin sponsoru Marlboro. Bütün otomobillerin üstünde Marlboro yazıyor. Bunu nasıl yayınlayacaksın? San Ramo Rallisi'nin bütün gece planlarını bağladık, Katalonya diye yazdık, verdik. Maalesef. Aynı şekilde, o dönemki arabalardan bazılarının üzerinde Foster yazardı. İngiliz bira markası Foster…. Görevliler sormuştu, "Bu Foster ne, çok öne çıkmış?" diye. Düşündüm, taşındım, "Bunlar çok zengin bir aile. Çok köklü oldukları için soyadlarını arabalara vermişler" dedim, öyle yedirebildim ancak.
Daha sonra özel kanallarla birlikte Olips Motorspor'un prestiji büyüdü, yedi sene aralıksız yayınlandı. Her hafta, aynı saatteydi. Orada da sezon başıysa "Geçtiğimiz Günlerden Bugünlere…" bölümüyle eski rallileri verirdim. Eski yarışları, pilotları hatırlatırdım. Sonra sezon başlardı; off-road, pist, ralli diye ilerliyorduk. Bu sayede program efsane oldu. Bugünlerde biri bana "Siz ne yaptınız?" diye sorduğunda "Program falan" diyorum. İsmini merak eden olursa "Olips Motorspor" cevabını veriyorum, hemen "Aa, tabii ki izledik, çok severdik" diyorlar.
Bir dönem otomobil sporuna küstüm, tamamen bıraktım. Televizyonda ralli malli gördüğümde kapatıyordum, tahammül edemiyordum. Çünkü ben bu sporda kendimi lider görüyorum, birçok ilke imza attım, tırnaklarımızla kazıyarak bir yerlere geldim, Türkiye'nin en iyi pilotlarının yanına oturdum, en iyi otomobillerine bindim. Federasyondan İstanbul Otomobil Kulübü'ne birçok yerin kuruluşunda rolüm oldu. Fakat daha sonra federasyona gelen bir yönetici, diğer çalışma arkadaşlarını ikna edip beni her yerden uzaklaştırmaya çalıştı. Ben de istenmediğim yerde durmam. Böylece elimi ayağımı her şeyden çektim. Ama iki sene önce oğlum co-pilotluk yapmaya başladı. Onunla birlikte hem yerli hem yabancı yarışları seyretmeye başladım tekrardan. WRC de çok güzel uygulama yaptı, bütün yarışları izleyebiliyorum; araç içinden, dışından. Yani, yeniden kötü yola düştüm...