Artık Herkes Evine Dönmeli

3 dk

Takvimler 1996'yı gösterdiğinde İngiltere, harekete ve değişime teslim oldu. Bunun futbola da sirayet edeceği ve futbolun evine döneceği düşünülüyordu. Sonrası?

İngiltere, 1996 yılının ilk yarısını hayli hızlı yaşadı.

10 Ocak’ta Terry Venables, Euro 96 sonrasında İngiltere Milli Takımı teknik direktörlüğü görevini bırakacağını söyledi. 13 Şubat’ta Take That grubu dağıldı. 25 Şubat’ta Oasis, Don’t Look Back In Anger ile listelerde bir numaraya yerleşti. 28 Şubat’ta Galler Prensesi Diana Spencer, Prens Charles ile boşanma anlaşmasına vardıklarını açıkladı. Mart ayının son haftasında, Deli Dana hastalığı İngiltere’yi vurdu. 31 Mart’ta Prodigy, Firestarter ile liste başı oldu. 2 Mayıs’ta İngiltere Futbol Federasyonu, Terry Venables’tan boşalan koltuğa turnuva sonrasında Glenn Hoddle’ın oturacağını duyurdu. Manchester United, 5 Mayıs’ta Premier Lig şampiyonluğunu ilan etti, 11 Mayıs’ta Liverpool’u 1-0 yenerek FA Cup’ı kazandı. 26 Mayıs’ta The Lightning Seeds’in Football’s Coming Home şarkısı, müzik listelerinde bir numaraya oturdu ve 8 Haziran’da Euro 96 başladı.

Evet, 1996, İngiltere için ‘değişim’ yılıydı ve futbolun da bundan etkileneceğine inanılıyordu. 1966 Dünya Kupası’ndan bu yana hiçbir büyük turnuvada varlık gösterememişlerdi. İngiliz takımları Heysel faciasından beri, 12 yıldır Avrupa’nın bir numaralı kupasında final dahi görememişti. Ancak bu kez, Avrupa Şampiyonası Ada topraklarında düzenlenecekti. İyi bir jenerasyon yakalamışlardı. Kâğıt üzerinde her şey yolunda görünüyordu. Herkesin dilinde ve aklında “Neden olmasın?” sorusu vardı. Şampiyonanın resmi şarkısında bile “Futbol evine dönüyor” deniyordu ve sözler şöyle devam ediyordu:

“Herkes skoru biliyor gibi, bunu daha önceden de görmüşlerdi, sadece biliyorlar ve nasıl da eminler; İngiltere’nin dağıtıp geçeceğinden, paramparça edeceğinden, oynayabildiklerini biliyorlar çünkü hatırlıyorum; formanın üstündeki ‘Üç Aslan’ı, Jules Rimet kupası hâlâ parıldıyor, 30 yıllık acı beni düşlerimden alıkoyamadı ve o geliyor...”

(Gelemedi) Şöyle oldu aslında; İngiltere turnuvaya İsviçre beraberliğiyle başladı, ardından Paul Gascoigne’in bir baleti andırdığı golüyle hatırlanan maçta İskoçya’yı mağlup etti, grubun son maçında da 4-1’lik skorla Hollanda’yı ezip geçti. Alan Shearer yanıyordu, Teddy Sheringham parlıyordu, Steve McManaman sağdan soldan akıyordu, Darren Anderton zarif, Paul Ince kapı gibiydi... Öyle ki çeyrek finalde penaltı lanetini bile kırmış ve İspanya’yı kupanın dışına itmişlerdi. Gerçekten oluyordu. Şarkı, hakkını veriyordu.

Sonra? Sonra Almanlar geldiler ve tüm partiyi bozup gittiler. Penaltı laneti geri döndü; beşer isabetli vuruş sonrası sıra Gareth Southgate’teydi. Kaçırdı. Ardından topun başına gelen Andreas Möller’in iki eli belinde zafer pozu Wembley’i sessizliğe gömdü. Ertesi gün, The Sun gazetesinin manşetinde Southgate vardı, fotoğrafının yanında “Stupid!” (Aptal) yazıyordu.

Ve sanmayın ki kaçan bir penaltının ağırlığı, sadece gazete manşetlerinden ibaret olacaktı. Football’s Coming Home’u yeniden düzenleyen The Business grubu, partinin sonunda -gerçek anlamıyla- eve dönen (pardon, evde kalan) İngiltere’nin en yalnız adamına sesleniyordu:

“Gareth Southgate topun başında, Eline geçen fırsata inanamıyor Kahramanlığın bir dokunuş uzağında Ama topu kaleciye yolluyor, ne salak ama! Sola vurabilirdi, sağa vurabilirdi Fark etmezdi ama o beceriksizin tekiydi Şansımız da böyle yitip gitti Çünkü burnunun büyüklüğünden topu göremedi Southgate evine dönüyor, Southgate evine dönüyor Ah hayır, dönemiyor Southgate otobüsü kaçırdı! Şu an dans ediyor olabilirdik Ama o, lanet olası penaltıyı kaçırdı!”

Socrates Dergi