
Atlarla Bir Hayat
8 dk
Yıllardır ganyancıların en güvendiği adam olan Halis Karataş, mesleği bırakmaya niyetli değil. Usta jokeyle atları ve hayatı konuştuk.
Her şeyin başladığı yerden, hipodromdan bahsedelim; at yarışlarıyla ne zaman tanıştınız? Neden apranti okuluna gitmeye karar verdiniz ve bu tutkunuz karşısında ailenizin tutumu nasıldı?
Atçılığa aileden gelen bir yakınlığım var. Babam ve amcalarım 1975-1976 yıllarında, Franko ekürisinde seyislik yapıyorlardı. Abim de jokeydi ve benim at yarışlarıyla tanışmam da o şekilde oldu. İlk zamanlarda çok desteklemediler; annem abimden dolayı zorlukları gördüğü için “Bir aileye bir örnek yeter” diye itiraz ediyordu, ikinci oğlunun da jokey olmasını çok istemiyordu ama benim spora çok fazla yatkınlığım vardı. İstiyordum da. O zamanlar maddi olarak durumumuz iyi değildi, okuma olasılığım çok azdı. O yüzden böyle başladık işte.
Jokeylik gibi zor ve yoğun bir mesleğin temposuna nasıl ayak uyduruyorsunuz?
Haftanın üç günü yarış olan zamanlarda da her gün idman oluyordu ve onlara geliyorduk. Şimdi her gün çift yarış olunca ve seyahatleri de hesaba katınca hakikaten zor oluyor ama mental olarak kendinizi buna hazırlandığınızda bir sorun kalmıyor. “Bu benim işim” diyorsunuz. Nasıl bir banka memuru sabahın 8'inden mesai bitimine kadar işinin başında oluyorsa biz de öyleyiz.
Artan yarış sayısı ve gece yarışlarıyla ilgili fikriniz nedir?
Tabii ki görsel basının etkisi çok büyük. Televizyonda yayınlanmazken sadece buraya gelebilenler yarışları izleyebiliyordu. Daha kalabalık ve daha şenlikli bir tribün oluyordu. Şimdi ise eski coşkuyu görmek çok mümkün değil. Televizyondan izlemeyi tercih eden kişi sayısı çok. Artan yarış sayısı ve gece yarışlarına gelirsek, sahadaki at sayısının bunu kaldırabileceğini düşünmüyorum. Hem gece hem de gündüz yarışları olunca 4-5 günde bir koşan atlar bile oluyor. Eğer onlar üç haftada veya ayda bir koşuyor olsa çoğu yarış sadece 3-4 atla koşuyor olacak. Yarış sayısının bu kadar artmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Şu an için hazır değiliz çünkü at sayımız az. Burada, yarışseverin ilgisini en çok altılı ganyan çekiyor ve az atlı yarışlar bahsi cazip kılmıyor tabii ki. Onun için de çok fazla hipodrom olması, atların dağılması ve çok sık aralıklara koşmaları gibi durumlar ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin en çok kazanan sporcularındansınız ama sima olarak ilgililer dışında pek bilinen biri değilsiniz. Futbolcular merkezi yerlerde rahat yürüyemez, sizde durum nasıl?
Ben de yürüyemiyorum. Kesinlikle daha rahat olmayı isterdim.
Atçılık yurt dışında elit bir spor olarak bilinirken Türkiye'de bahisle beraber anılıyor. Sporunuzun bu şekilde anılmasından rahatsız mısınız?
Ben tabii hayatımda hiç bahis oynamadığım için olaya o gözle bakmadım. Bu benim mesleğim ve ben bir sporcuyum. Maalesef ülkemizde bizi sporcu olarak kabul etmiyorlar. Kendilerine soruyorum, bu spor değilse nedir spor? Cansız topa vurmak mı sporculuk? Bana göre tek bir branşa spor denilecekse o da bizim mesleğimiz. Canlı olduğu için uykumdan, yemeğimden feragat ediyorum. İki canlı bir araya geliyor, onu anlıyorsunuz, ona isteklerinizi anlatıyorsunuz. Duygusal yönü ve her şeyiyle bunu bire bir yaşıyorsunuz.
İşin içine bahis girince insanlar illa ki size sesleniyor. Padokta "Yürü be Halis" diyenler de "Ne yaptın be Halis" diye bağıranlar da oluyor. Bu sizi nasıl etkiliyor, ne hissettiriyor?
Küfredenler de oluyor. Bu tabii ki üzücü. Ben tepki aldığım o koşuda bindiğim atı en iyi yere getirmek için tüm gücümle uğraşmışım. O gün için atın sağlığı nasıldı, başı ağrıyor muydu? At gününde miydi, yemini yedi mi? Bunlara bakan yok. Ben 500 kiloluk atı nasıl tek başıma kaldırıp da getirebilirim? Kimse işin o yönüne bakmıyor. Getirdi veya getirmedi; tüm sorumluluğu jokeye yıkıyorlar. Atın 24 saat yanında ben varmışım gibi. Sanki atın sadece jokeyi değilim; antrenmanını ben yaptırıyorum, doktoru benim, nalbantı benim, iğnesini ben yapıyorum, serumunu ben yapıyorum, yemini ben yediriyorum... Hâlbuki ben atı sadece padokta görüyorum.
İnsanlar bahislerine hayallerini bağladıkları için de böyle fazla tepki veriyorlar. Peki, hiç tehdit aldınız mı?
Hayatımda hiç almadım… Kimse tehdit etmedi, edemez de.
Herhangi bir şike teklifi?
Hiç kimse gelmedi, gelemez de.
Yine de at yarışçılığı maalesef yer yer şikeyle da anılıyor. Eskiden şikenin çok yaygın olduğu söylenir?
Eskiden dediğiniz 40 sene öncesi. O zamanla şu an bir değil. Şu an bir ikramiye kazandığımızda kimseyle muhatap olmuyoruz. Direkt olarak hesabımıza yazılıyor. O zamanlar böyle bir şey yokmuş. Yarışı kazanan atın sahibi, ikramiyeyi ne zaman isterse o zaman veriyormuş. Bazen de hiç vermezmiş. Tabii bunu yapmak doğru mu, kesinlikle değil. Bunu yapanların kendi ahlaki sorunu, ahlaksızlığı.
Bazen yine de izleyenler şüphe duyuyor. Örneğin 16 Mart Urfa yarışlarında sonucu protesto ile değişen üç koşu vardı. Tüm tedbirlere rağmen soru işaretleri oluşuyor.
Sonuçta komiserler de insan. Futbolda hakemler nasıl bariz penaltıyı es geçebiliyor veya olmayan faule düdük çalabiliyorsa bu da böyle, art niyet aramamak lazım. O gün için kararı alan komiserler kuruluna neye göre değerlendirdiklerini sormak lazım. Ben art niyet aramıyorum, bu onların yorumu. Peki bu karar doğru muydu? Bence değildi.
Bazı hayvan hakları derneklerinin at yarışları ile ilgili tepkileri oluyor, 2 Şubat 2015 günü ‘Atlara özgürlük’ pankartıyla son düzlüğe giren dört-beş kişilik bir grup vardı. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Biz burada atlara kendimizden daha iyi bakıyoruz. Hiçbir şeylerini eksik etmiyoruz. El bebek gül bebek, pamuklara sararak onları büyütüyoruz. Onun için ben hayvan hakları derneklerine atları değil de diğer hayvanları korumak adına ne yapmaları gerekiyorsa yapmalarını tavsiye ederim. ‘Atlara zulüm’ gibi bir şey yok. Biz sabahın 4'ünden gece yarılarına kadar buradayız. Seyisiyle tüm ekibiyle yanlarındayız ve insanların yemediği kalitede besinlerle besliyoruz. Atların zaten doğasında yarışma ruhu var. Ben o sebeple bu tepkilere katılmıyorum.
Burada esas tepki sebebi kamçı ve siz de zaten kamçı sevmeyen bir jokey olarak tanınıyorsunuz. Apranti Hişman Çizik çok sayıda kamçı kullandığı için tepki gördü. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Zaten TJK bu konu ile yakından ilgileniyor ve apranti eğitim merkezinde de çokça üstünde duruluyor. Konuşmalara gittiğimizde biz de bu konudan bahsediyoruz. At kamçıyla gitmez. Atı ve atın ne istediğini hissetmeniz lazım. Zaten at ilk kamçıya cevap veriyorsa ikinciyi ancak o zaman kullanırsınız. Bunu hissetmek gerekir ve Ekrem Kurt Apranti Eğitim Merkezi'nde de bunun çokça üstünde duruluyor. Ben de fazla kamçı kullanımını tasvip etmiyorum. Gelişmeler de var. Mesela mahmuz kaldırıldı. İzin verilen kamçı adedi azaltıldı. Yakında sanıyorum daha hafif, atın canını acıtmayan kamçılar yürürlüğe girecek ve onlar standart hale gelecek. O zaman tüm gücünüzle vursanız bile atın canını acıtma şansınız olmayacaktır.
En sevdiğiniz safkan hangisiydi?
Bold Pilot'ın benim jokeyliğimde, hayatımda çok ayrı bir yeri var. Hakikaten kariyerimin 8. ve 10. seneleri arasında öyle bir safkana bindim ve bu herkese nasip olmaz. Onla çok ayrı bir duygusal bağımız vardı. Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım safkan Bold Pilot'tır. Gerçek bir yarış atı tarif etmek isterseniz Bold Pilot demeniz yeterli.
Yakın zamanda vefat eden Bold Pilot'ın sahibi eşinizin ailesiydi. Çocuklarınız da Bold Pilot'ı görmeye gidiyor muydu? Bir bağları var mıydı?
Küçük oğlumun çok bağı vardı. Mesela 3 yaşındayken bile “Atın var mı?” diye sorduklarında “Evet, Bold Pilot” derdi. O kadar at varken ondan bahsederdi.
Eşinizin vefatı hayat düzeninizi nasıl değiştirdi? Es geçtiğiniz yarış günleri oluyor mu?
Oldu ve hâlâ oluyor. Benim önceliğim çocuklarım. Eşim vefat etmeden evvel önceliğim işim diyordum ama artık çocuklarım ön planda.
Son Gazi Koşusu'nda fotoyu geçer geçmez alyansınızı öpüp gökyüzünü gösterdiniz. Türkiye'nin en büyük yarışını kazandınız ama belli ki aklınızdan geçen eşinizdi. Şampiyonluğu ona hediye etmeyi yarış öncesi mi düşündünüz? Yarış nasıl geçti? Neler düşünüp neler hissettiniz?
Gazi'de bineceğim at belli olduktan sonra bir duygusallık oldu. “Bu koşuyu rahmetlim için kazanacağım” dedim ve hatta onun da bana yardım edeceği içime doğdu. Son 300'de açılmayan bir araya girdim ve normal şartlarda orası açılmazdı. Ama o gün açıldı, ben rahmetlinin açtığını düşünüyorum. Kesin parmağı vardır.
Son 10 Gazi Koşusu'nın beşi 2.30’un üstünde bitti. Bu dereceler beklenenin üstündeydi. Türkiye'deki at yarışçılığında bir gerileme var mı?
Ben dereceye çok önem vermiyorum. Geçen sene 2.40 bile bitebilirdi. Dereceyi yarış içindeki tempo belirler ve yarışta tempo yapacak atlar olmadığında yarış da hâliyle yavaş gider. Bugünlerde derecelerin ve yarış temposunun üzerinde çok duruluyor. İngiltere veya Fransa yarışlarına baktığımızda herkes sprint için son 300, hatta 200 metreyi bekliyor.
Geçen yılki Gazi'den bahsetmişken; kafanızda yarışın gidişatını öyle mi kurmuştunuz?
Kesinlikle. Her şey düşündüğüm gibi oldu. Atımın kısa bir sprinti vardı ve yarışın yavaş gitmesi benim lehimeydi. Hoş, hızlı gitse de lehime olurdu çünkü çok formda bir atım vardı, çıtayı yükselterek Gazi Koşusu'na gelmişti. Allah kısmet etti ve mutlu sona ulaştık.
'Sihirbaz' lakabıyla anılıyorsunuz ve “Okeyde ara taş, jokeyde Karataş” deyimi herkesin dilinde. Bu size nasıl hissettiriyor?
Sihir diye bir şey yok. Bu sadece iletişim. Bindiğiniz atı hissetmek, onunla konuşmak, onu dinlemek… Onunla bağdaşmanız başarıyı getiriyor. Atı hissetmezseniz başarı gelmez.
Sahadaki kadınlarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir gün Gazi Şampiyonu bir kadın görecek miyiz?
Niye görmeyelim? İnşallah görürüz. Yeni yönetim kurulunun başlattığı kadın seyisler var. Onların sayısı arttıkça kadın jokeylerin de sayısı artacaktır. Yarış seyircisinin bakış açısı da değişecektir. Olmaz diye bir şey yok. 30 yıl önce gece yarışı gibi şeyler de hayal geliyordu.
Halis Karataş niye yarış seçmiyor? Maddi ve manevi olarak bu lükse sahipsiniz. Neden Grup 1 yarıştan önceki maiden yarışta da at binmeyi tercih ediyorsunuz?
Benim mesleğim jokeylik. Yarışın büyüğü küçüğü olmaz. Bindiğim atı da en iyi yere getirmeye çalışırım.
Kış mevsimi Türkiye'de atçılık açısından daha durgun geçiyor. Bu sezon yurt dışında at binmeyi düşündünüz mü hiç?
Öyle bir şey yapabilmek için buradaki hayatımın çok düzenli olması lazım. Burada iki çocuğum var ve onları bırakıp gidemem. Şu an bekâr olsam kesinlikle giderdim. En azından kendimi denemiş olurdum.
Şimdi jokey tekniği olarak Avrupa’nın üstündeyiz. Hakikaten jokeylerimizin hepsi çok kabiliyetli ve cesaretli. At kalitesine geldiğimizde ise atlarımıza kalitesiz demem ama yetişme yeri, beslenmesi ve iklimle alakalı farklar var. Yarışçılık anlamında tesisimiz yok; aynı yerde çalıştırıp aynı yerde koşuyoruz. Dört duvar arasında kalıyor ve atın geleceğinin çok parlak olmasını bekliyoruz. Avrupa’da ise atlar bir gün kumda, bir gün çimde, bir gün sentetikte, diğer gün engebeli zeminde, başka bir gün ise denizde çalışıyor. Atını padoğa bırakıp ona bir hürriyet verebiliyor. Atın karakteri de buna göre şekilleniyor.
Türkiye'de sizle beraber zirvede görülen jokeylerden biri Selim Kaya. Onunla ilgili ne düşünüyorsunuz ve kendisiyle diyaloğunuz nasıl?
Selim, bir büyüğü olarak bana hiç kusur etmeyen bir arkadaşım. Jokeyliğine de söylenecek hiçbir şey yok, performansı ortada.
Halis Karataş'ın veliahtı kim?
Bunu ancak bıraktıktan sonra söyleyebilirim. Her arkadaşımız kabiliyetli. Bunu zaman gösterecek. Bazen yetenekli olsalar da mental sorunlar onlara engel oluyor. Baskılarla baş etmek de meziyet. En şanslı atı bulabilirsiniz, yarış size göre gider, yarış kazanılır. Seyirci, seyis, at sahibi ve yarış favorisi gibi baskıları alt ettiğinizde başarılı bir jokey olursunuz.
At yarışı bir nevi bir takım sporu. Başarıda atın ve jokeyin kalitesi ne kadar etkili? İyi bir jokey, kazanması beklenmeyen bir atla fotoyu önde geçebilir mi?
Öyle bir insan gücü olduğunu düşünmüyorum. Fakat şöyle bir şey var; tabela şansı olmayan bir ata siz kusursuz binersiniz ve favori hata yaparsa aradaki farkı kapatırsınız. O zaman tabela şansı olmayan bir atı tabelada görebiliriz. Sizinkinden güçlü bir at kusursuz bir yarış koşarsa onu geçme şansınız olmaz.