Atletizm, Teknik ve Zekâ

7 dk

Arsene Wenger'in öğrencileri 2000'lerin başında uzay futbolunun ilk örneklerini sunarken başrolde Thierry Henry vardı. Arkasındaysa Dennis Bergkamp...

Premier Lig'de 1997-98 sezonunu Arsenal şampiyon olarak bitirdi. 1996 yazında tüm İngiltere'yi şaşırtarak Arsenal'ın başına geçen Arsene Wenger, yedi yıldır ligde şampiyonluk yüzü göremeyen ve adı sıkıcı futbolla bütünleşen kulübünü ikinci sezonunda zafere götürmüştü. Thierry Henry henüz takımda değildi ve Wenger de dört-beş sezon sonra ortaya çıkaracağı uzay futboluna giriş notalarını bulmaya çalışıyordu.

O sezonki kupa büyük başarıydı ve merkezinde bir yıldız vardı. Ligde oynadığı 28 maçtan 16 gol, 11 asist çıkaran Bergkamp, Wenger'in takıma oturtmaya çalıştığı klasik 4-4-2'de en uçta Ian Wright'ın partneri gibiydi. Bazen onun arkasında 10 numara rolüyle, bazen de tam yanında ikinci forvet gibi konumlanan Hollandalı hem takımın en golcüsü hem de en çok asist yapan oyuncusu olmuştu. Ama performansını ilginç kılan sadece gol ve asist sayıları değildi. Bergkamp o sezonu Premier Lig'in en çok pas yapan oyuncusu olarak bitirmişti.

Bugünün futbolunu düşününce Bergkamp'ın bir sezonu en fazla pas yapan oyuncu olarak bitirmesi garip görünüyor. Zira bu sezon Premier Lig'de maç başına en çok pas yapan oyunculara baktığınız zaman listenin ilk sayfalarında savunma oyuncularını görürsünüz. Ligin en çok pas yapan yirmi oyuncusunun on ikisi stoper. Geri kalan sekiz oyuncuyu da üç savunma önü, üç bek ve iki merkez orta saha (8 numara) oluşturuyor. Bu sadece Ada'da değil, Avrupa'nın diğer liglerinde ve Türkiye'de de geçerli bir durum. Zira artık hem teknik adamlar hem de onların şekillendirdiği oyuncu profilleri ve rolleri tarafından oyun farklı yorumlanıyor.

Doksanlı yıllarda oyunun merkezi ikinci ve üçüncü bölgeydi. Oyun geriden kurulmaz, orta sahada pasör oyuncular ön planda tutulmaz, mücadele orta sahanın önünde kurgulanırdı. O sezon Arsenal orta sahasının ortasında Patrick Vieira ve Emmanuel Petit gibi oyuna tempo, fizik mücadele ve sertlik getiren futbolcular yer alıyordu. 2000'li yıllarda ise Vieira'nın yanına Gilberto gibi benzer türde bir oyuncu geldi. Dolayısıyla Arsenal'ın ne savunmasında ne de orta sahasında oyun kurucu vardı ve bu iş Bergkamp'a kalıyordu. Geriden çok daha fazla uzun top kullanılıyor, maçlar daha az pas yapılarak bitiriliyor ve direkt oyun futbola hükmediyordu. Lakin 2000'lerle birlikte teknik adamlar pres futbolunu ve önde baskıyı tekrar keşfettiler. Öndeki baskı seviyesi arttıkça topu arkadan çıkarmak zorlaştı. Önce savunma önüne pasör oyuncular (regista) çekilmeye başladı. Bunun da yetmediği noktada oyun stoperlerden de pas yapabilmeyi talep etti. Bazı teknik adamlar için bu da yeterli değildi ve kalecilerin dahi oyuna pasla katılması gerekiyordu. Değişimler, topu ikinci ve üçüncü bölgeye taşımayı zorlaştırdı. Bu da Bergkamp gibi 10 numara karakterli oyuncuların topla daha az buluşmasına, stoper ve savunma önü oyuncularının da pas rekorları kırmasına vesile oldu. Sonuç olarak o dönemki futbol farklıydı ve Bergkamp da o ortamda teknik mükemmelliğini rahat rahat gösterme imkânı buldu. Muhtemelen Arsenal'da kendi döneminde ondan daha fazla asist yapan oyuncu yoktu. Thierry Henry gelene kadar…

Clairefontaine'in en önemli ürünlerinden biri olan Henry, o akademide yetişmesini de aslında kendisini 12 yaşında fark eden Monaco'ya borçludur. Monaco altyapısında santrfor orijiniyle başlayan kariyeri o dönem takımı çalıştıran Wenger tarafından A takıma alınmasıyla kırılma gösterir.

Ne var ki Wenger onu sol kenarda oynatır. Fakat 1996-97'de Jean Tigana yönetiminde Monaco şampiyonluğa giderken Henry ağırlıkla santrfordur. O başarıda büyük rol oynayan ve Ligue 1'in en iyi genç oyuncusu seçilen Fransız, şöhretini genişletmeye başlar. 1999 Ocak'ta Juventus'a yaptığı transfer en üst seviyeye çıkması için kâğıt üzerinde yeterlidir ama yeni durağında başka bir pozisyonla karşı karşıya kalır. Marcello Lippi en uçta klasik 9 numaraları tercih etmektedir. Elinde Inzaghi varken takımı ön tarafta farklı kurgulayan Lippi, Henry'nin hızından sağ kanatta yararlanmayı düşünür. Ama hem kaleden uzaklaşmaktan hem de İtalya'nın savunmacılarından rahatsız olan oyuncu iyi performans gösteremez ve hayal kırıklığı yaratır. Ne var ki eski hocası imdadına yetişecek ve kariyeri bir kırılma daha yaşayacaktır.

Arsenal'a transferinden sonra kendisini hemen tekrar ileri uçta bulan Henry'nin buna tepkisi harikadır. Daha ilk sezonunda ligde 17 gole imza atan ve takımının UEFA Kupası'nda final oynamasına 7 golle katkı yapan Henry, 2003-04'teki yenilgisiz şampiyonluğa ve 2006'daki Şampiyonlar Ligi finaline giden yolun başrolündedir. 2002-03 sezonundaki 24 gol, 20 asistlik lig performansı, asist kısmıyla lig tarihinin zirvesine oturur. Kevin De Bruyne'nin geçtiğimiz haftalarda Henry'nin rekorunu kırmak için istekli olduğunu açıklaması da çok kaliteli orta sahalara ev sahipliği yapmış bu ligde 9 numara olarak ne kadar özel bir işe imza attığının kanıtı.

2004'te ortaya çıkan mükemmel yapı Fransız yıldızın da özel rolüyle işlerlik kazandı. Wenger, Henry'den sadece 9 numarada bir gol ve asist makinesi yaratmadı; aynı zamanda belki de daha sonra örneklerini yavaş yavaş görmeye başlayacağımız sahte 9 rolünün de ilk izlerini bıraktı. En uçta oynayan yıldız, sıklıkla saha içerisinde sola kayarak Robert Pires ve hücumcu bek Ashley Cole'la hücum üçgenlerinin ortaya çıkmasını sağlıyordu. Sol kenara hareket ettiğinde stoperleri de peşinden sürükleyerek Pires, Ljungberg hatta bazen Vieira'nın ceza sahası dalışlarına alan açan Fransız, Bergkamp'ın akılalmaz pas kalitesi ve yaratıcılığıyla ortaya müthiş bir makine düzeninin de çıkmasını sağlıyordu.

1.88'lik boyuyla olağanüstü bir hıza ve ivmelenmeye sahip olan Henry, kısa ve uzun mesafede döneminin en hızlı birkaç oyuncusundan biriydi. Muhtemelen tepe hızı da o yılların zirvesiydi. O boyun yanında âdeta 100 metreci fiziğine sahip olan Fransız forvetin normal şartlarda teknik bir oyuncu olmaması gerekiyordu. Ama öyleydi. O boy ve atletizmden beklemeyeceğiniz teknik, ölümcül hızı ve ivmesiyle beraber görkemli bir estetiği de beraberinde getiriyordu. Onu forvet hattında yaratıcılığı ve zekâsıyla tamamlayan Bergkamp ise farklı yönden gösterdiği stil ve estetikle Henry için en iyi partnerdi. Onun atletizm eksiğini Henry kapatıyor, Henry'nin açtığı kulvarları Bergkamp saha görüşüyle dolduruyordu.

Yirmi yıl önce Premier Lig'de -dünyanın geri kalanında olduğu gibi- farklı bir futbol oynanıyordu. Daha önde kurulan oyun, Henry ve Bergkamp'ın daha çok parlamasını sağlamış olabilir. Ama bu yıldızlar, farklı oyun dönemleri içinde de kendilerini geçerli kılabilecek özel futbolculardı. Henry'nin Barcelona'da yaptıkları bile bu konuda yeterli kanıtı sundu. Sonuçta, modern dönemin ilk uzay takımının temelinde onlar vardı, Arsenal taraftarının kalbindeyse sonsuza kadar yer almaya devam edecekler.

Socrates Dergi