
Aura
10 dk
Ana Ivanovic denince aklınıza ne geliyor? 2008 Fransa Açık Şampiyona, eski dünya 1 numarası, dev markaların reklam yüzü… Ancak onun hikayesinde bunlardan çok daha fazlası var.
Sara Pesic, 2005 yılında Teksas Arlington Üniversitesi'ne katılıp NCAA seviyesinde tenis oynamak için Sırbistan Karadağ’dan ayrıldığında henüz 19 yaşındaydı. 1.80 metrenin üzerindeki boyu ve geri çizgiden güçlü vuruşlarıyla modern bir kadın oyuncu görüntüsü çiziyordu. Tenis oynamaya Belgrad’da bir yüzme havuzunda başlamıştı. Evet, yanlış duymadınız bir havuzda... 11 Nisan Spor Merkezi adındaki bu tesis, aslında olimpik ölçülerde bir havuza sahipti ancak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğaz sebebiyle kış aylarında bu tesisi ısıtmak hiç kolay değildi. Fakat o devasa alan, başka birçok spora elverişli hâle getirilebilirdi. 50x25 metre ölçülerindeki geniş çukur halıyla kaplanarak, dört kapalı tenis kortuna çevrildi. İlk anda bunu kimse bilmiyordu ama günün birinde ülke tenis tarihine geçecek bir iş yapılmıştı.
Monica Seles’in eski Yugoslavya’nın son yıllarında fırtına gibi eserek kazandığı dokuz Grand Slam şampiyonluğunun ardından Sırbistan tenisinde yaprak kıpırdamamıştı. Hatta Seles’in antrenörü Jelena Gencic’in de anlattığı üzere, coğrafyanın gençleri büyük bir doğal yeteneğe sahipti ancak kaynaklar yetersizdi ve aileler, çocuklarını tenise yönlendirebilecek finansal güce sahip değillerdi. Dolayısıyla, yüzme havuzundan bozma bir kort bile bu yolda ilerlemek isteyen sporcu adayları için çok büyük bir fırsattı. Sara Pesic de günün birinde kendisine Amerika’da sporcu bursuyla psikoloji okumanın yolunu açacak tenis kariyerine burada başlamıştı.
“Çaprazlara, açılı toplar vurmak neredeyse imkansızdı çünkü doğrudan duvarlara doğru gidiyordu” diyerek anlatıyordu havuzdaki tenis antrenmanlarını Pesic. “Karşı çapraza vurduğumuzda da rakip için yan korta girme tehlikesi vardı” diye de ekliyordu. Ancak Guardian’a verdiği röportajda bahsettiği bu zorluklar, orada antrenman yapan bazı genç oyuncuların daha fazla keskinleşmesine sebep olmuştu. Onlardan biri de Pesic’in 10 yıl boyunca birlikte antrenman yaptığı Ana Ivanovic’ti. Sara Pesic için tenis, daha iyi bir hayat yaşamasına yardımcı olabilecek bir araçtı. Ivanovic ise günün birinde dünyanın en ünlü kadın sporcularından biri olacak potansiyele sahipti ve bunu görmek hiç de zor değildi.
I
Ivanovic’i ilk fark edenlerden biri İsviçreli işadamı Dan Holzmann olmuştu. 13 yaşındayken karşılaşmıştı onunla ve çabucak anlamıştı ki karşısında pırlanta değerinde bir gelecek duruyordu. Ancak 2000’lerin başında ekonomisi tam anlamıyla çökmüş olan, savaş yorgunu Sırbistan’da işler kolay değildi. Öyle ki aslında durumu fena sayılmayacak Ivanovic ailesi bile, kızlarının başarı vadeden kariyerini finanse edecek kaynak üretemiyordu. Holzmann burada devreye girdi ve o esnada dünyanın gençler seviyesinde 27 numarası olan Ana’yla bir anlaşma yaptı. Buna göre, dört yıl boyunca hem kariyerini finanse edecek hem de menajerliğini yapacaktı. Bu bir riskti ve eğer Ana başaramazsa ailesinin ona geri ödeme yapamayacağını biliyordu. Yine de bu kumarı hiç düşünmeden oynadı...
Holzmann’ın ilk hamlesi, sporcusunu antrenman şartları genç bir tenisçi için uygun olmayan Belgrad’dan kendi şehri Basel’e taşımaktı. Zaten doğduğu yer, çok sevmesine rağmen Ivanovic için travmatik anılarla doluydu. NATO’nun 1999 yılında, Slobodan Milosevic rejimine karşı yaptığı operasyonu ve şehrin 78 gün boyunca bombalanışını hiçbir zaman unutmadı. “Biri gelir, bombalama başlayacağını ve antrenmanımızı bitirmemiz gerektiğini söylerdi” diyerek anlattığı günlerde sadece bir sporcu olarak değil, bir çocuk olarak bile hayatını sürdürmesi kolay olmamıştı. Bugün bile Belgrad’a gittiğinizde izlerini görmekte zorlanmayacağınız günler ve ülkesinin geçmişi, Ana Ivanovic’le birlikte diğer Sırp sporcuların da dünyanın farklı yerlerinde, farklı önyargılarla mücadele etmesine neden oldu. Neyse ki Ivanovic, İsviçre’de yepyeni bir atmosferdeydi ve ona duyulan güveni boşa çıkartmamak için çok çalışması gerekiyordu.
2000’lerin ortaları yaklaşırken, Jelena Gencic’in de işaret etmiş olduğu yetenekli Sırplar yavaş yavaş beklenen çıkışlarını yapmaya başladı. Bu isimlerden bazıları; erkekler tenisinde basamakları hızlıca tırmanan Novak Djokovic, çiftlerde yıllardır kazandığı deneyimi artık Grand Slam şampiyonluğuna çevirmeye yakın olan Nenad Zimonjic ve 2004 yılında ilk WTA turnuvasını kazanan Jelena Jankovic’ti. Tabii Ana Ivanovic de jenerasyonun en değerli parçalarındandı. Dan Holzmann’a göre, sporcusunun günün birinde tarihin en çok para kazanan kadın sporcusu olma ihtimali oldukça fazlaydı. Ancak bunu sadece kortta, tenis oynayarak başaramazdı. Rolex ve Adidas gibi dev sponsorlarla buluşması da bu yolda attığı ilk adımlar oldu.
II
O yıllarda adı Sırbistan Karadağ olan ülkenin tenis kortlarındaki hızlı yükselişinde, sahip olunan potansiyel kadar sporcuların devletten yeni yeni görmeye başladığı desteğin de payı vardı. Bunun arkasındaki isim, federasyon başkanı Slobodan Zivojinovic’ten başkası değildi. 2003’te göreve gelen başkan, 80’li yıllarda Yugoslavya adına iki tekler Grand Slam yarı finali oynamayı başarmış, döneminin iyi oyuncularından birisiydi. Vizyonu; Monica Seles’in kazandığına benzer başarıların bir kez daha fakat Sırbistan bayrağı altında tekrarlanmasıydı. Ve şanslıydı ki doğru zamanda doğru yerdeydi.
Ana Ivanovic’in kendini ciddi anlamda göstermeye başladığı ilk yıl 2006 oldu. Kanada Açık’ta finalde Martina Hingis’i yenerek kazandığı şampiyonluğun anlamı büyüktü. Kariyerinin ikinci kupasını, Grand Slam’ler harici en prestijli turnuvalardan birinde kaldırmıştı. Artık dünya sıralamasında da ilk 10 çevresinde dolaşıyordu. Zaten yılı da 14. sırada kapattı. 2007’ye gelindiğinde başarısını bu kez en büyük sahnede gösterme zamanıydı. Önce Justine Henin’le Fransa Açık finali oynadı ve yenildi, ardından da Wimbledon’da yarı finale kadar çıkma başarısını gösterdi. 2008 ise hem o hem de birlikte yürüdüğü müthiş jenerasyonun büyük çıkışı olacaktı.
Büyülü sezon, nasıl özel geçeceğinin sinyallerini zaten birkaç senedir veriyordu. Yine de Ocak ayında, Melbourne sıcağında yaşanacakları kimse tahmin edemezdi. Avustralya Açık’ın rebound ace’ten plexicushion’a henüz çevrilen, yepyeni mavi zemininde olanlar oldu. Ana Ivanovic ve Novak Djokovic, muazzam galibiyetlerle adlarını arka arkaya finale yazdırdılar. Ivanovic son maçta Sharapova’ya mağlup olacaktı ancak Djokovic, Sırbistan tarihinin ilk tekler Grand Slam şampiyonluğunu kazandı. Yükseliş artık durdurulamaz bir seviyeye gelmişti. Öyle ki Ivanovic, ilk büyük şampiyonluğu için sadece üç buçuk ay kadar bekleyecekti. 2008 Fransa Açık, geçmişte Dan Holzmann’ın kafasında oynayan filmin giriş sahnesi gibi görünüyordu. En azından o an için...

III
Ivanovic, tıpkı küçükken televizyondan izlediği Seles gibi Paris’ten kupayla ve dünya 1 numarası olarak döndü. Şehri Belgrad’a vardığında, bir zamanlar olimpiyattan dönen basketbolcuların karşılandığı meydandaydı. Ancak bir farkla; çünkü bu kez kendisi için toplanan kalabalığı selamlıyordu. “İlk anda gerçek olup olmadığını bile anlayamıyorsunuz” dediği, rüya gibi günlerdi. Ve bu rüya aslında tüm ulusundu. Aynı yıl içerisinde, Nenad Zimonjic çift erkeklerde Wimbledon şampiyonu olacak ve Jelena Jankovic de Amerika Açık’ta finale yükselecekti. Dört büyük turnuvanın tamamında da bir şekilde iz bırakmayı başarmışlardı.
Slobodan Zivojinovic’in beş sene önce federasyon başkanı olurken hayalini kurduğu şey gerçekleşmişti ancak hâlâ gidilecek çok yol vardı. 2010 yılında gelen Davis Kupası şampiyonluğu ve Djokovic’in 2011’de başlayıp tarihinin en iyilerinden biri olmaya doğru evrilişi, Ivanovic ve Jankovic’in WTA’deki gidişatını biraz gölgeledi. Özellikle de Ana Ivanovic’in yaşadığı istikrar krizleri, 20 yaşında çıktığı seviyeye bir daha hiç ulaşamamasına sebep oldu. Öyle ki 2008 Fransa Açık sonrasında bir Grand Slam finali daha görmeyi başaramayacaktı.
Bu ani düşüşün nedenleri yıllar içerisinde birçok kez sorgulandı. Otoriteler, tüm yaptıklarından sonra Ivanovic’in bir kez daha aynı seviyeye dönemeyişini üzerinde oluşan baskıya bağlıyorlardı. Kendisine sorulduğunda, “Benden çok fazla şey beklendi ve başardım ancak hem ben hem de çevremdeki insanlar çok tecrübesizdik” diye anlatıyor o günleri. Ona göre, 2008 sonrası kariyerinin kort içindeki bölümü iyi yönetilememişti. Sıralamada çok daha aşağıdaki rakiplere kaybettiği maçların yarattığı domino etkisi ve uzun yıllar bir türlü doğru antrenörü bulamayışının getirdiği eksikliklerin de payı vardı. Fazla basit hata yapmaya elverişli oyunu, bir türlü düzeltemediği servis hareketiyle birleşince özgüvenini zedelemeyi hep sürdürdü. Artık öyle bir raddeye gelmişti ki bir Grand Slam’de ikinci haftayı görmesi bile neredeyse sürpriz addedilecekti.
Eski dünya 1 numarası artık 29 yaşında. 2015 yılında, eski antrenörü Nigel Sears’la bir kez daha çalışmaya başladı. Hâlâ aradığı form grafiğini bulmakta zorlanmayı sürdürse de emekliliği düşünmediğini sık sık dile getiriyor. İşlerin yeniden yoluna gireceğine dair inancı gayet yüksek. Kortta yaşadığı bunca hayal kırıklığına rağmen en sevilen kadın tenisçilerden biri olmayı sürdürmesi de sahip olduğu auranın bir kanıtı. Zaten Dan Holzmann da onu ilk gördüğünde dikkatini çeken şeyin tenisinden çok, karakteri ve yıldız ışığı olduğunu sık sık dile getirmişti.
Ana Ivanovic belki bir daha hiçbir zaman eskisi kadar başarılı olamayacak ancak o kadar da önemli değil. O, tıpkı antrenman arkadaşı Sara Pesic, Novak Djokovic veya Jelena Jankovic gibi hep değerli bir örnek olmayı sürdürecek. Kime mi? Belki şehrinde bombalar patlayan ve bir umut arayan diğer çocuklara...
Mutlu Aile
Almanya basını 2014'te Bastian Schweinsteiger ile Andrea Petkovic'in ilişki yaşadığını iddia etmişti. Ancak işin aslı başkaydı. Sırp asıllı Alman raket Petkovic; yakın arkadaşları, Schweinsteiger ve Ana Ivanovic’in tanışmasına önayak olmuştu. İki ünlü yıldızın ilişkisi, geçtiğimiz yaz Venedik’te yapılan düğünle mutlu sona ulaştı.