Avrupa'da Bir Türk Basketbolcu

12 dk

Yabancı bir takımın formasını giyen ilk Türk basketbolcu olan Yalçın Granit'in Paris günleri oldukça renkliydi. Sözü Ali Granit'in hazırladığı Adanmak kitabından bir bölüme bırakalım.

"Genç bir adam olarak Paris'te yaşamak şansına erişmişseniz, ömrünüzün geri kalanında nereye giderseniz gidin, o sizinle birliktedir artık. Çünkü Paris, devingen bir şenliktir." -Ernest Hemingway

Ali Granit'in hazırladığı Adanmak kitabı için doğru sözcükleri aramakla yükümlüyken, en çok zorlandığım bölümlerden birinin Yalçın Granit'in hayatındaki Paris sayfasını konu alan bu bölüm olduğunu anımsıyorum. Yalçın Granit isminin spor tarihimizde nasıl bir yere denk düştüğünü saptamak zor bir görev sayılmazdı; neredeyse lise sıralarından itibaren bir 'öncü' rolüne soyunmuştu Granit. Fakat ellili yıllarda, savaş sonrası Paris'in en mutena caddelerine fırlatılmış bir Türk basketbolcuyu anlatmaya nereden başlamalıydı? Meşhur deyişle "yeni bir dünyanın kurulduğu, Türkiye'nin de orada yerini almaya çalıştığı" yıllar bile ufukta görünmemişken, bir Türk basketbolcu Paris'in 16. arrondisement'ında nasıl var olabilmişti? Granit'in Racing maçlarının müdavimlerine ne ifade ettiğini anlamak için, otuzlu yıllarda kulübün futbol takımında forma giyen Vahap Özaltay'dan ziyade, 1953'te hocası Wilhelm Kempff ile birlikte Champs-Elysees Tiyatrosu'nda ilk konserini veren İdil Biret'i kerteriz almamız gerekirdi belki de. En sonunda Ali'yle birlikte, kaçınılmaz olarak, Hüsamettin Topuzoğlu'nun bu bölümü bitiren cümlesinde buluştuk. Bizim lisanımız bunu anlatmaya yetmeyecekti, sözü Atilla Oymak gibi dönem tanıklarına, Fransa'dan ve Türkiye'den gazete kupürlerine bırakmalıydık.

Avrupa kıtası hâlen büyük savaşın muhasebesini vermekle uğraşırken, tüm savaş coğrafyası içerisinde bir şehir diğerlerinden ayrılıyordu. Fransa'yı darmadağın eden 1940 yenilgisi, Alman işgali ve utanç verici Vichy rejiminin hafızalardaki mirası henüz çok taze olmasına rağmen, Paris bir kez daha Avrupa'nın başkenti konumuna yükselmişti.

Tony Judt'ın ifadeleriyle, "tek bir kent, takıntıları ve bölünmeleri bir bütün olarak kıtanın kültürel koşullarını hem yansıtabilecek hem de belirleyebilecek tek bir ulusal başkent" arayışındaki Avrupa entelektüel yaşamı bir kez daha Paris'e yöneliyordu. Böylece Fransız kültürü yeniden merkeze oturuyor, Fransız entelektüeller "çağın sözcüsü" olarak uluslararası bir önem kazanıyorlardı. Doğu Avrupa'daki birçok aydının sürgün adresi olmasından dolayı Paris'in entelektüel yaşamı da iki kat daha kozmopolit bir karakter kazanmıştı. Avrupa aydınlarının bulduğu yeni yuvada bunlar yaşanırken Fransa, tüm Avrupa ülkeleri gibi, kıtlık, iç hesaplaşmalar ve siyasal istikrarsızlıkla boğuşmaya devam ediyordu. Paris'in 6. arrondissement'ında bulunan Saint-Germain-des-Pres bölgesi, Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir öncülüğündeki varoluşçu felsefenin doğduğu yerdi. Varoluşçu yaftasından şikâyetçi olsa da Sartre ve De Beauvoir'nın yakın arkadaşı olması hasebiyle bu hareketin bir parçası kabul edilen Albert Camus'nün Combat gazetesindeki köşe yazıları, Fransa'nın düşün hayatına yön veriyordu. Sartre ve De Beauvoir ise faaliyetlerine, kalıcı izler bırakacak Les Temps Modernes dergisinde devam ediyorlardı.

Yüzyılın kapanışıyla birlikte Fransa'daki zenginlik ve soyluluğun simgesi hâline gelen 16. arrondissement'da, yani Passy'nin görkemli malikânelerinde süregelen burjuva yaşamı ise savaştan pek etkilenmişe benzemiyordu. 1882 yılında Condorcet Lisesi'nin atletizm meraklısı gençleri tarafından temelleri atılan Racing Club de France da bu bölgede konuşlanmıştı. Kulübün basketbol takımı ise ancak yirmili yıllarda, La Croix-Catelan'da yapılan maçlarla kurulabilecekti. Lakin kısa süre içinde, mavi-beyaz formayı başarıyla taşıyan ve kulübün adını tüm Fransa'ya duyuran bir basketbolcu jenerasyonu yakalanacaktı.

Yeni ismiyle Racing Club Paris, 1949 senesinde ilk kez oynanan ulusal ligin ASVEL Villeurbanne ile birlikte ortaya çıkan iki süper gücünden biriydi. 1953-54 sezonunda Racing üst üste ikinci lig şampiyonluğunu kutladı. Fransa'nın milli takım başantrenörü ve tek seçicisi Robert Busnel, 1954 yazında Yalçın Granit'i Fransa'ya davet ettiğinde ona bu kulüpte forma giymesini önerecekti.

1954-55 sezonuna girilirken Yalçın Granit, Galatasaray'ın oyuncu-antrenörü olarak takımını İstanbul Ligi şampiyonluğuna taşımasına rağmen Türkiye Şampiyonası'nda Modaspor'un zaferine engel olamamanın hayal kırıklığını yaşıyordu. Sezon başlamadan önce Fransa'nın L'Equipe gazetesinde çıkan haber, Galatasaray basketbolunun geleceği adına kaygılandırıcı içerikteydi. Fransızlar, Yalçın'ın Paris'e gelmeye hazırlandığını ve 1954-55 sezonunda Fransa şampiyonu Racing Club Paris'de oynayacağını iddia ediyorlardı.

Milliyet gazetesine verdiği bir röportajda Yalçın, Galatasaray taraftarlarının içini ferahlatan şu sözleri sarf edecekti: "Tahsil için Fransa'ya gideceğim doğru, fakat ligleri çıkardıktan sonra. O zamana kadar da Dr. Ali Uras, Amerika'dan dönmüş olacak ve takımın koçluğunu yapacaktır."

Yenilmez Armada'nın zayıflama emareleri gösterdiği bu zor günlerde takımın kaptanı Yalçın, Fransa'ya gitme kararını ertelemekten başka bir seçenek görmüyordu. O Fransa'ya gidemezken, Eylül ayında Türk basketbolu Fransa'dan gelen bir misafiri ağırlayacaktı. Robert Busnel, Türkiye'deki basketbolculara ve genç koçlara bir kurs vermek için İstanbul'a gelmişti. Bir ay sonra, spor basınının gündeminde bu kez Busnel'in Yalçın'a yaptığı asistan koçluk teklifi vardı. Busnel'in genç basketbolcuya gönderdiği mektubunda, "Eğer Fransa'ya gelir ve bir basketbol takımında oynamak istersen, gelecek mevsim benimle beraber çalışır mısın?" diye sorduğu ortaya çıkmıştı.

Sıra dışı bir şampiyonluğun sevinciyle biten sezonun sonunda Yalçın görevini yerine getirdiğini ve ayrılık vaktinin geldiğini düşünüyordu. Nişanlısı Yıldız Rona ile birlikte 2 Mayıs 1955 tarihinde Yeşilköy'den Paris'e uçmadan önce şu açıklamaları yapacaktı: "Uzun zamandan beri Fransa'ya gitmek kararını vermiş olmama rağmen, çok sevdiğim takımımı müşkül durumda bırakmamak için seyahatimi tehir etmek zorunda kaldım. Gelecek sezonki durumum şimdilik belli değil. Ancak orada kışın da kalmam gerekse dahi, bütün kuvvetimle bağlı bulunduğum kulübümü ve sarı-kırmızı renkleri müdafaa etmek için, önemli maçlarda kesinlikle geleceğim."

Havaalanında Busnel ve Paris'te okumakta olan Türk öğrenciler tarafından karşılanan Yalçın, ayağının tozuyla bir spor salonuna gidiyor; beyaz eşofmanı ve sürekli yanında taşıdığı sarı-kırmızı formasıyla Fransız basketbolcuların önünde şut idmanlarına başlıyordu. 1955 Avrupa Şampiyonası'nın en skorer üçüncü oyuncusu olması, Fransız kamuoyundaki beklentileri de yukarı çekecekti.

Aslında Yalçın Granit'in Fransa'daki basketbol mesaisi, Racing formasını giymesinden çok önce başlamıştı. O yaz Fransa Basketbol Federasyonu ülkenin muhtelif şehirlerindeki yetenekli gençlere ulaşmak adına bir dizi basketbol kursu vermeyi planlıyordu. Bir ay sürecek bu kurslar Fransa'nın güneyindeki Nice, Montpellier ve Clermont-Ferrand gibi şehirlerden başlayacak, Eylül ayında Paris'e dönülmesiyle noktalanacaktı. Busnel baştan beri Türkiye'nin en büyük yıldızının da bu turnede onunla birlikte olmasını istiyordu. Yalçın, Fransa'daki en büyük destekçisi ve akıl hocası olan Busnel'in teklifini geri çeviremezdi. 21 Temmuz 1955'te hayatını Yıldız Rona ile birleştirecek imzayı attıktan hemen sonra İstanbul Vapuru ile bir kez daha Fransa'nın yolunu tuttu.

Yıllar sonra Yalçın Granit, Fransa'yı bir uçtan bir uca dolaştıkları bu seyahati nükteli bir dille anlatıyor: "Avrupa'ya transfer yapan ilk Türk oyuncu benim, Fransa'ya o dönemin milli takım koçu olan ve sonradan FIBA'nın başına geçecek Robert Busnel tarafından çağrılmıştım. Paris'e indiğimde de beni o karşıladı. Birlikte Fransa'nın birçok şehrini dolaştık. Gittiğimiz her yerde Fransız çocuklara benim bileğimi gösteriyordu. Çünkü basketbolda bileğinizi tam verimle kullanmak istiyorsanız, şut attıktan sonra başparmağınızın yere bakması gerekir. Meğer Busnel, Fransa ile yaptığımız milli maçlar sırasında benim bu yeteneğimi keşfetmiş ve o kurslara da beni bu yüzden çağırmış. Beni örnek göstererek, Fransız çocuklara doğru şut formunun sırrını verebileceğini düşünmüş."

Lisansı gecikince Racing formasını bir süre sadece özel maçlarda giyebilen Yalçın Granit, bu sırada Fransızcasını geliştirmek için dersler almaya başladı. Birkaç hafta içinde sorun çözülecek ve Yalçın, Bellegarde önünde yabancı bir takımın formasını giyen ilk Türk oyuncu olarak basketbol tarihine geçecekti. Racing maçtan 52-47 galip ayrılırken, Yalçın bu maçta 12 sayı kaydediyordu. Kendisi ve Türk basketbolu için yeni bir sayfayı açan bu maça tutuk başlamış, ancak sürprizi en sona saklamıştı.

Maçın final bölümüne 1 sayı önde giren Racing 'freeze'* taktiğine başvurduğunda, bu işin ustasının kim olduğunu bilen takım arkadaşları topu Yalçın'a bırakıyorlardı. Bellegarde oyuncuları top Yalçın'ın eline geldiğinde bu top cambazı karşısında ümitsizliğe kapılmışlardı. Çaresizlik içinde son şanslarına başvurdular ve üst üste dört kez faul yaparak Yalçın'ı çizgiye gönderdiler. Tüm serbest atışları sayıya çeviren Yalçın, böylelikle ilk maçında Fransa Milli Takımı Kaptanı Robert Monclar'dan sonra en skorer ikinci oyuncu olmuştu.

Racing yetkilileri bu maçın ardından Yalçın'a iki yıllık bir mukavele karşılığında 75 bin frank teklif ediyor, ancak Yalçın'ın başka bir niyeti olduğunu öğreniyorlardı.

Bellegarde maçındaki müthiş başlangıca rağmen, Yalçın'ın Fransa'ya uyum süreci kusursuz ilerlemiyordu. Saint-Etienne önünde alınan sezonun ilk mağlubiyetinde etki gösteremeyen yıldız oyuncunun, Fransız basketboluna adapte olamadığı yönünde yorumlar her iki ülke basınında da yer bulmaya başladı.

Türkiye'nin ilk plastik cerrahı olan ve 1954- 1960 senelerinde Paris'te bulunan bir fakülte hastanesinde asistanlık yapan Atilla Oymak, Fransa'daki bu uyum sürecinin en yakın şahitlerinden biriydi: "Hastanedeki hocamız eski bir ragbi oyuncusuydu, asistanlarının spora önem vermesi hoşuna giderdi. O dönem benimle birlikte çalışan asistanlardan birinin Fransa Milli Takımı'nın eski oyuncusu Jacques Favory olması da bu yüzdendir. Transfer haberini okuduklarında hocamız ve arkadaşlarım, Yalçın Granit'in nasıl bir oyuncu olduğunu bana sordular. Paris'e gelmeden önce Galatasaray maçlarında seyretmeye başlamıştım Yalçın'ı, bir Galatasaraylı olarak sahada yaptıklarını hayret ve coşkuyla karşılıyordum. Onlara Racing'in büyük bir yıldız transfer ettiğini söyledim, '60 sayının 55'ini o atar, hiç merak etmeyin' dedim. Sonunda bir gün hocamız, Jacques ve diğerleriyle birlikte Yalçın'ı izlemeye gittik. Buradaki üçüncü ya da dördüncü maçıydı. Tribündeki yerimizi aldık. Yalçın ilk şutunu çıkardı, girmedi. İkinci şut, yine girmedi! 'İstanbul'da seyrettiğim o muhteşem oyuncu, evinden uzak yetim bir çocuğa dönmüş' diye geçirdim içimden. Arkadaşlarım da maç sonunda 'O kadar methettiğin oyuncu bu muydu?' diye biraz alay ettiler tabii. Ama sonraki haftalarda ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu onlar da gördüler."

Yalçın formsuzluğu hakkında L'Equipe gazetesine açıklamalar yapıyor, İstanbul'da her gün antrenman yapmasına karşılık Paris'te yalnızca haftada iki kez çalışabildiğini söylüyordu. Racing'in oyun sistemine henüz uyum sağlayamadığını da sözlerine ilave ediyordu. Takımın antrenörlüğünü de yapan Monclar ise, yeni tanıştığı bu özel yıldız hakkında yöneltilen sorulara "Yalçın çok mütevazı bir sporcu. Henüz takıma uyum sağlayamadı fakat yakında hakiki klasını gösterecektir" yanıtını veriyordu.

Galatasaray'daki futbol kariyerini sonlandırdıktan sonra gazeteciliğe atılan ve bu alandaki maharetini ilk günden gösteren Doğan Koloğlu da haftalık olarak çıkan Galatasaray dergisindeki 'Lokal Penceresinden' adlı köşesinde şu satırlara yer veriyordu: "Bugünlerde lokale yeni bir misafir bekleniyor. Aslında o, misafirlikten eve dönen bir evlattır. (...)

Yalçın, Fransa'ya giderken Türk basketbolu çok şey kaybediyordu. Gerek Galatasaray gerek milli takımın büyük bir elemanından mahrum kaldığı muhakkaktı. Buna karşın, sarı-kırmızılılar ve Türk sporu Fransa'ya en büyük elçisini yollamıştı. Futbolda A milli takımımızın karşısına B takımlarıyla çıkan Fransızlardan sahada alamadığımız acımızı YALÇIN en iyi oyuncuları arasına karışarak, takımlar tarafından kapışılarak, alkışlanarak, efendiliğini ve tekniğini göstererek çıkarabilirdi. Bunu bekliyor ve istiyoruz. Yalçın'ın bunu yapabilmesi için bizleri yanında hissetmesi lazım. Yakında Türkiye'ye gelecek olan Yalçın'a bu düşüncemizi daha büyük bir hassasiyetle hissettirelim. O vefakâr dosttur, daima öder. Bunu da pek yakında fazlasıyla ödeyecektir."

"Busnel bana 'Yalçın'ın her maçı 25 sayıdır' demişti. Ancak o çok hassas bir oyuncudur, her an moral desteğe ihtiyacı vardır. Biz de onunla İstanbul'da olduğu gibi meşgul olmaya, kendisine moralini takviye edecek mektuplar göndermeye başladık."

Osman Solakoğlu'nun sözlerine bakılırsa, Fransızların efsanevi basketbol adamı Robert Busnel yeni öğrencisini kısa zamanda çözmüştü. Zira 12 Kasım'da AS Monaco karşısında attığı 21 sayıyla Racing'e galibiyeti getirirken sahanın en skoreri olan Yalçın Granit, 19 Kasım'da AS Montferrand önünde de 22 sayı buluyor ve takımının yükselişindeki ilk kıvılcımı çakıyordu. 26 Kasım'da sıra yine Bellegarde'a geliyor, Yalçın bu kez serbest atışlara gerek duymadan 22 sayıyla üst üste üçüncü maçta da takımının en iyisi oluyordu.

Milli takımın değişmez elemanları Jacques Freimuller, Roger Antoine ve Yves Gominon, gün geçtikçe Yalçın'ın liderliğini kabul ediyorlardı. O güne dek Racing'i yenmek için Robert Monclar'ı durdurmanın yeterli olduğunu düşünenlerin hesapları da şaşmıştı.

Paris'te herkes Racing'in yeni yıldızıyla dirilişini konuşuyordu. Kasım ayı boyunca her hafta Yalçın, Paris eşrafıyla aynı gün, aynı saatte buluşmuş ve Busnel'in vadettiği performansı sahada sergilemişti. 16. arrondissement'ın sakinleri 1955 senesini uğurlamak üzereyken, kendine özgü bir yolla yaratan yeni bir sanatçıyla tanışmışlardı. Bu sanatçı eserlerini müzelerde ya da konser salonlarında sergilemiyor, 15x28 boyutlarında dev bir tuval üzerinde icra ediyordu.

"Racing o zamanlar Paris'in en çok tutulan, en ilgi gören takımıydı," diyor Atilla Oymak. "Basketbol maçlarının bulduğu yankı Türkiye'ye göre çok daha güçlüydü. Racing'in maçlarını oynadığı salon öyle çok büyük değildi ama tribünler her maçta dolardı. Kulübün merkez binası gibi bu salon da 16. arrondissement'da bulunuyordu. Bu bölge, şehrin en sükseli ve en pahalı yeriydi. Birisi 16. arrondissement'da oturduğunu söylerse, onun zengin çocuğu olduğu anlaşılırdı. Racing'in futbol takımı da başarılıydı ama o dönemlerde Raymond Kopa, Leon Glovacki gibi yıldızlara sahip Reims'in gölgesinde kalıyordu. Bu da basketbol takımına ilgiyi artıran bir diğer unsurdu."

Le Figaro ikinci Bellegarde maçının ardından Racing ve yeni yıldızıyla ilgili şu değerlendirmeleri yapıyordu: "Ligin ilk altı maçını kazanan Villeurbanne, şampiyonluğun favorisi olarak görülüyordu. Fakat son haftalarda Racing'in göstermiş olduğu başarı bu düşünceyi zayıflattı. Racing'in play-off döneminde çok iyi bir derece alacağı tahmin ediliyor. Bu anî değişiklikte, Yalçın Granit'in performansları başrolü oynadı. Fransız sistemine alıştığından beri Granit sonuç üzerinde ne kadar etkili olabileceğini ispatladı. Jean Perniceni'nin iki sezon önce takımdan ayrılışından bu yana, Racing'in oyunu bireysel kabiliyetlere dayanmaktaydı. Yıldızların takımdan ihracı, oyun tekniğinde bir değişikliğe gidilmesini gerektiriyordu. Fakat takım oyunu bir türlü işlemiyordu. Racing bunun bedelini bir hayli uzun süre ödedikten sonra takım nihayet oturdu ve bir ahenge kavuştu."

Türk basketbol hakemliğinin öncü isimlerinden Hüsamettin Topuzoğlu da o yıllarda yaptıkları bir Paris seyahatini unutamıyor: "Fransa'ya milli takım kafilesiyle birlikte gittiğimizde, Yalçın'ın el üstünde tutulduğunu gördük. Hatta spor gazetelerinde 'Yalçın'ın Takım Arkadaşları Fransa Turnesinde' diye kocaman manşetlerle haberimiz çıktı. Yalçın'ın Avrupa basketbolu için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu anlamak için, o günlerde Fransa'da yaşayan ve basketbolu takip eden isimleri, yani Busnel jenerasyonunu bulup sormanız gerekir. Bizim lisanımız bunu gerçek boyutlarıyla anlatmaya yetmez."

_*Basketbolda hücum süresini kısıtlayan şut saati kullanılmaya başlanmadan önce bir oyuncunun zaman geçirmek için topu elinde tutmas_ı.

Socrates Dergi