
Ayağa Kalkmak
13 dk
Matthias Steiner, 2008’de çıktığı olimpiyat kürsüsüne güllerin içinden koşarak gelmedi. Uzun, dikenli, taşlı yollardan geçti.
2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda Matthias Steiner, 196 kiloyu kaldırmak için podyuma çıktığında nefesler tutulmuştu. Alman halterci, diğer tüm rakipleri gibi ellerini magnezyum tozuna bulayıp ağır adımlarla halterin başına geçti. Derin bir nefes aldı, kaldırışına başladı ve... Kaygılı bir “Ah!” sesi, aniden salonda yankılandı. Halter kontrolsüz bir biçimde düşmüş ve Steiner 196 kilonun altında kalmıştı. Görevliler derhâl podyuma koştu, podyumla seyirciler arasına olimpiyat logosunun bulunduğu bir branda açıldı. Acaba düşündüğümüzden de acı bir görüntüye mi tanıklık etmiştik, boynunda bir hasar mı vardı? Hayır... Steiner ayağa kalktı ve içeri gitmeden önce tek kolunu havaya kaldırarak seyircileri selamlamayı ihmal etmedi. Bu işaret, onu tanımamızı sağlayan hayat hikâyesinin de kısa bir özetiydi.
2004 Atina’da Avusturya adına yarışırken, 22 yaşında ve gelecek vadeden bir halterciydi Steiner. Olimpiyat yedinciliği, başlangıç için hiç de fena sayılmazdı. Bu dönemde hayatını da, kariyerini de başka boyuta taşıyan bir olay yaşandı; onu izleyen Alman bir kadın, müsabakayı anlatan Eurosport spikerinden Steiner’in e-mail adresini istedi. Spikerin aracılığıyla başlayan bu diyalog evliliğe dek uzanacak, Avusturya Halter Federasyonu ile anlaşmazlığa düşen genç sporcu 2005 yılında Alman vatandaşlığına başvuracaktı. Üç yıllık vatandaşlığa geçiş prosedürü sırasında resmi müsabakalara katılmamayı göze almıştı Steiner, tüm hazırlıklarını 2008 Beijing’e göre yapıyordu.
“Hayatımı kurduğumu düşünüyordum. Ben olimpiyata hazırlanıyordum, eşimin önünde parlak bir kariyer vardı. Sonra bir gün, hepsi geride kaldı” diye anlatıyor Alman halterci, sonrasını. Eşi Susann, 2007 yılında bir trafik kazasında hayatını kaybettiğinde Steiner sahip olduğunu düşündüğü her şeyi kaybetmiş gibiydi. Halteri bırakmayı düşündü, zaten ciddi biçimde kilo kaybetmişti. Sonra bir gün, bu kararın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini fark etti ve antrenmanlara tekrar başladı. Dünya kamuoyu onu, işte bu kararından yaklaşık bir yıl sonra, Beijing’de çıktığı +105 kilo müsabakasında tanıdı.
Yarışmanın son günüydü ve podyuma çıkan son sporcu oydu. Önünde, kaldırılmayı bekleyen 258 kilo vardı. Bu, bir önceki kaldırdığından tam 10 kilo fazlaydı. Bir tek hakkı vardı ve başarması hâlinde olimpiyat şampiyonu olacaktı. Steiner, bu yükün altından kalktı ve podyum, olağanüstü bir sevinç gösterisine sahne oldu. Sırtından çıkan numarasıyla oradan oraya atlayan, güldüğü mü ağladığımı mı belli olmayan bir adam vardı karşımızda, dünyanın en güçlü adamı… Yaşadığı bütün zorluklara, en değerli varlığını kaybetmesine karşın ayağa kalkmayı başarmıştı. Kürsüye çıktığında bir elinde olimpiyat madalyası, bir elinde Susann’ın fotoğrafı, gözlerinde binbir çeşit duygu vardı. Steiner’in en büyük başarısı olimpiyat şampiyonluğu muydu? Tartışılır. Zira o, kendine yeni bir hayat kurmayı da başardı. Alman halterciyle yaşadıkları üzerine konuştuk.
Haltere başladığınız yıllardan sözü açalım. Halterci bir babanın oğlusunuz, aynı yolda yürümeye nasıl karar verdiniz?
Babam tabii ki etkiledi beni. Ama biraz tersten etkiledi... Halterci olmamı kesinlikle istemiyordu, bunun için gerekli fiziksel yeteneğe sahip olduğumu düşünmüyordu ve halter tam da bu yüzden ilgimi çekti. Babam çok hırslı bir halterciydi, çeşitli rekorları ve dünya şampiyonlukları vardı. Ama olayın ruh ve inanç kısmını küçümsediğini ona göstermek istedim. Sadece annemin baskıları sayesinde antrenmanlara gidebiliyordum.
Genç yaşta diyabet hastalığıyla baş ettiniz. O günleri nasıl hatırlıyorsunuz, spordaki geleceğinizi tehlikeye sokacak boyutta bir rahatsızlık mıydı?
18’inci yaş günümden bir gün önce, birinci tip diyabet hastası olduğumu öğrendim. Başta sadece bir gripti. O zamanlar su, gaz tesisatçılığı ve kalorifercilik öğrenimim sürüyordu, tüm gün büyük inşaatlarda çalışıyordum ve iş çıkışı da antrenmana gidiyordum. Bir gün üşüttüm, ateşim çıktı, genç bir delikanlı olarak “Eh, birkaç hap alsam yeter” diye düşündüm. Bu sorumsuzluğumun bedelini birkaç hafta sonra ödedim. İnanılmaz üşüyor, hızla kilo kaybediyordum ve gözlerim de giderek daha bulanık görmeye başlamıştı. Doktorlar diyabet kelimesini telaffuz ettiklerinde dünya başıma yıkıldı. Hemen hastaneye yatırıldım ve bana halteri bırakmam gerektiğini söylediler. Daha sonra aslında gayet sağlıklı ve fit olduğumu, sadece kendimi kontrol etmem gerektiğini anlayınca yoluma tekrar dönebildim. Kan şekeri değerlerimin stabil olması gerekiyordu tabii...
2005 yılında Avusturya Halter Federasyonu ile anlaşmazlığa düşüyorsunuz. Antrenörünüzün değiştirilmesiyle başlayan sorunlar çözülemeyince ipler kopuyor. O süreci anlatır mısınız?
Kısaca; koşullar benim olimpiyat şampiyonu olmama izin vermeyecekti, zira federasyon maalesef amatör bir yapıya sahipti. Bu yüzden yaşananları artık anlaşılabilir buluyorum. Ama o dönem durum yarışamayacağım kadar karışmış, çıkmaza girmişti. Konsantrasyonumu yitirmiştim; devam edip etmeyeceğimi ya da nasıl devam edebileceğimi bilmiyordum.
Ardından üç yıl beklemeyi göze alarak Alman vatandaşlığına başvuruyorsunuz. Bu kararı vermek zor değil miydi? Vazgeçirmeye çalışanlar oldu mu?
Dürüst olayım, o dönem Alman vatandaşlığına geçmemin bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiştim. Sanırım fazla saftım. Aynı dili konuşuyoruz ve kültür olarak da birbirimize çok yakınız, “Neden hemen sonuçlanmasın ki?” diye düşünmüştüm. Neyse ki üç yıl süreceğini bilmiyormuşum. Bilseydim göze alamayabilirdim, özellikle de antrenmanlarda bana uluslararası madalyalar getirecek performanslar gösteriyorken... Vazgeçirmeye çalışan? Hayır, zaten aklımdakileri pek de başkalarıyla paylaşan biri değilimdir.
Rahmetli eşiniz Susann’la gerçekten söylendiği gibi mi tanışmıştınız? Sizi televizyondan izliyor, müsabakayı anlatan Eurosport spikeri aracılığıyla mail adresinize ulaşıyor ve sonra birbirinize âşık oluyorsunuz…
Gerçekten tam da bu şekilde oldu. İyi bir spor takipçisiydi. O kadar ilgisini çekmişim ki böyle bir adım atmak istemiş. Mesajına cevap verdim ve sonrası bildiğiniz aşk hikâyelerinden…
Eşinizi kaybettikten sonra antrenmanlara ara verişiniz, kilo kaybınız, bir yandan yıllardır hazırlandığınız olimpiyatın yaklaşması… Nasıl ayağa kalktınız? Sizi olimpiyat tarihinin en unutulmaz anlarından birinin kahramanı yapan o sahneyi gözünüze getirip mi motive oldunuz?
Sadece çalıştım. 2008 Beijing, ikimizin de hayaliydi. O deneyimi birlikte yaşamak istiyorduk. İlk haftalarda ölü gibiydim, yaşadığımı hissettiren tek şey acıydı. Daha sonra antrenörüm geldi ve dedi ki: “Matthias, artık çalışmaya dönmezsen geç kalacağız. Ya yarın antrenmana gel ya da tamamen bırakalım.” İşte o an, dünyanın öyle tek kişilik özel hikâyelere ayrıcalık tanımadığını ve saygı göstermediğini anladım. Ertesi sabah yeniden minderin üzerindeydim. Çalışmalar o kadar yorucu geçiyordu ki akşamları yorgun argın yatağa düşüyordum ve böylece düşünmek için çok fazla vaktim kalmıyordu. Şu anda geriye dönüp baktığımda bunun benim için ne kadar yararlı bir süreç olduğunu anlıyorum. Çok da büyük bir hedefim vardı, takımım için itici güç bendim. İhtiyaç duyulan kişi olma duygusunu da küçümsememek gerek.
2008 Beijing, +105 kiloda gerçekten çok çekişmeli bir mücadeleye sahne oldu. Favoriler arasında isminiz yoktu, kendi rekorlarınızı da kırdınız. Müsabaka esnasındaki hislerinizi, motivasyonunuzu, kendinizle baş başa kaldığınızda ne düşündüğünüzü nasıl anlatırsınız?
Bunu tarif edebileceğimi sanmıyorum. Yarış esnasında konsantrasyonum çok yüksekti, onu hatırlıyorum. Olimpiyat şampiyonu olduğumu anladığım an, bütün yük omuzlarımdan kalktı sanki. O zamana dek ağırlığın farkında bile değildim, inanın. Ama o an, sanki tüm zincirler kırıldı. Üzerimde inanılmaz bir baskı varmış. Favori değildim, evet... Ama yarıştan beş hafta önce yılın en iyi derecesini yapmış, dünya rekorunu kaldırmıştım. Rakiplerim performansımı kestiremiyordu ve bunu da taktik açıdan değerlendirdik.
Madalya törenindeki yüz ifadeniz, bir anlamda Mona Lisa tablosu gibi; gözlerinizde aynı anda binbir çeşit duygu var sanki. Bugün o fotoğrafa bakınca ve öncesindeki sevincinizi izleyince ne hissediyorsunuz?
O an, benim için insanın daima kendi yolunda gitmesi gerektiğinin belgesiydi. O yol her zaman doğru olmayabilir, bazen risk taşıyabilir ama kendine inanırsan sonunda mutlaka ödüllendiriliyorsun.
2012 Londra’da başınıza bir kaza geliyor. Herkes ciddi bir sakatlıktan endişelenirken, o anda seyircileri selamlamayı nasıl düşündünüz?

Şanssız bir kaza değil, kör bir hırstı. Dört yıl boyunca o güne hazırlanınca öyle kolay pes edemiyorsun, başarısızlığı göze alamıyorsun. Sonuçta yine bir madalya, hatta mümkünse yeniden altın kazanmak istiyordum. Ağırlığı teknik bir hatadan ötürü zor kontrol edeceğimi hissetmiştim ama bir şekilde altından kalkabileceğime inandım. Fakat ne yazık ki bırakmak için çok geç kaldım, böylesi bir şiddet beklemiyordum. Kariyerim boyunca daha önce buna benzer bir şey yaşamamıştım. Sonrasında, haklısınız, tribünleri sakinleştirmek istedim. Özellikle de o anda salonda bulunan ve ikinci çocuğumuz Max’a hamile olan eşim Inge’yi (Steiner, 2010 yılında Inge Posmyk ile hayatını birleştirdi), ailelerimizi, arkadaşlarımızı düşündüm. Aslında yeni bir deneme de yapmak istedim ama ısınma salonunda 70 kilo kaldırırken bile korkunç ağrılar hissedince hastaneye gitmek zorunda kaldım. Şans eseri ciddi bir şey yoktu; ensemde bir yırtılma, göğsüm ve sırtımda da incinme oluşmuştu. Ağrılarımdan birkaç ay sonra kurtuldum. Hiçbir kalıcı etki oluşmamıştı. Ancak bu olaydan ve Max’ın doğumundan sonra halteri bırakmaya karar verdim.
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Eşimle birlikte çalışıyoruz. Inge, N24 kanalında her gün dünya ve mucizeler üzerine bilgilendirici formatta bir program sunuyor. Aynı zamanda ikimizin de menajerliğini yapıyor. Birlikte Das Steiner Prinzip (Steiner Prensibi) isimli bir bestseller kitap yazdık. Bu kitapta, halteri bıraktıktan sonra 45 kiloyu nasıl verdiğimi, bunun diyetsiz ve herhangi bir ilaç kullanmadan nasıl başarılabileceğini anlatmaya çalıştım. Sayısız okurumuz bize tarif ve egzersiz sormaya başlayınca da bunun online versiyonu için çalışmalara başladık. İlgilenenlerle 12 haftalık bir antrenman ve beslenme programı paylaşayacağız, onlarla birlikte spor ve yemek yapacağız. İkinci bir kitabımız da yolda. Bu doğrultuda sürekli geziyor, farklı kuruluşlarda motivasyon konferansları veriyorum.