
Az Kalsın
5 dk
Macaristan Grand Prix’si Formula 1’in değişmeyen duraklarından biri. 30 yıl önce tanıştığımız pistin unutulmaz yarışlarından birinin başrollerinde Damon Hill ve Jacques Villeneuve vardı.
“Hayatın asıl trajedisi kaybetmek değil, az kalsın kazanacak olmaktır.” Heywood Broun’un bu sözlerini ilk kez okumuyorsunuz, son kez de okumayacaksınız. Doğrusu spor dünyası bize ne kadar başarı hikâyesi, Davut ve Golyat tekrarları ve peri masalları veriyor olsa da spor tarihinin önemli bir kısmı, kursakta kalan heveslerden oluşuyor. Artık Afrika’ya gönderildiğini bildiğimiz, basılmış ancak hiç kullanılmamış şampiyonluk tişörtlerinin olduğu alternatif bir evren hariç, o hikâyelerin hepsi bir biçimde yarım. Üstüne üstlük bu hikâyeler hiç bitmiyor, tam bir döngü içinde artarak tekrar ediyor.
Magnussen ve Verstappen’in iki genç yetenek olarak yer aldığı Macaristan Grand Prix’si de, o yarım hikâyelerden... Kevin ve Max’ten değil, Jan ve Jos’tan bahsediyoruz. Zira yıl 1997, Jacques Villeneuve henüz kafasını kazıtmamış, sadece 233 adet satan felaket bir Fransızca albüm çıkartmamış ve yaptığı her açıklamayla bir şekilde sinir bozmaya başlamamıştı. Şimdilerde Abruzzo’da kendi şarabını üreten Jarno Trulli sporun gediklilerinden değil, 23 yaşında bir çaylaktı. Mikrofonun başında şişe dibi gözlüklü, sempatik Murray Walker vardı ve her zamanki hatalarını yapıyordu.
“Grand Prix yarışlarında her şey olabilir ve genelde her şey olur.” Walker’ın ilk bakışta malumun ilamı olarak görülebilecek laflarından biri, 1997 Macaristan Grand Prix’sinin bir özeti aslında. 1996 Formula 1 sezonunu nihayet Schumacher’i ve türlü numaralarını atlatıp şampiyon tamamlayan Damon Hill’in güzel günleri çok uzun sürmemişti. Kendi takımı Williams dâhil olmak üzere; Ferrari, McLaren, Benetton gibi takımlar dünya şampiyonuna teklifler yaptılar. Ancak hiçbiri dünya şampiyonuna yakışır bir çek sunmadı. En azından Hill böyle düşünüyordu. Yine de 37 yaşına gelmiş olması, hem istediği uzunlukta hem de istediği parayı kazandığı bir anlaşmayı bulamamasına neden oldu. Zaten pilotlarına çok maaş ödememesiyle meşhur Williams, Hill’in yerine bir genç ismi; Heinz-Harald Frentzen’i getirdi. Açıkta kalan dünya şampiyonu Hill, daha önce podyum dahi görmemiş olan Arrows takımıyla anlaştı. 1 numarayı taşıyan belki de en kötü araçlardan olan A18, Formula 1’de tecrübesi olmayan Bridgestone lastiklerle ve ismine baktığınızda bile bir F1 aracında garip duran Yamaha motoruyla yarışıyordu.
Damon Hill’in 1997 sezonu da fena halde vasat ilerledi, ta ki Doğu Bloku’ndan Grand Prix düzenleyen ilk ülke Macaristan’a gelene kadar. Tesisleri içerisinde bir Bernie Ecclestone heykeline sahip, muktedirle hep iyi geçindiği için takvimdeki yeri tarihi pistlerden daha sağlam olan Hungaroring, uzunca bir süre sıkıcı yarışlara ev sahipliği yaptı. 1997, o yarışlardan değildi. Hafta sonu boyunca anlaşılmaz bir şekilde hızlı olan Hill, sıralama turlarında Arrows A18’ini üçüncü sıraya yerleştirmeyi başardı. Artık tarihte kalan V10’ların çığlıklarıyla başlayan yarışta Hill, şampiyona ikincisi Villeneuve’ün Williams’ını geçiverdi. Ardından 11’inci turda yarışın lideri Michael Schumacher’i de geçti. Belki aracın renkleri kokpitten Williams gibi görünüyor, Hill de öyle hissediyordu. Herhangi bir mantıklı açıklama getirilmesi zor şekilde 35 saniyelik farkla lider giden Hill, F1 tarihinin en acayip hikâyelerinden birine imza atmak üzereydi. Hill, bir Arrows ile az kalsın kazanacaktı. Az kalsın... Üç tur kala hidrolik pompasındaki problem gaz pedalını dengesizleştirdi, Arrows A18 üçüncü viteste takılı kaldı. Son turda Villeneuve, Hill’i geçerek Williams adına; yani Hill’in kovulduğu takım adına tarihi bir galibiyet aldı. Hill’in az kalsın kazanacağı yarış, Williams takımının 100’üncü Grand Prix galibiyeti oldu.
Herkes Damon Hill’in bir daha yarış kazanamayacağını düşünürken, o 1998’de Jordan ile anlaştı ve start kazasıyla hatırlanan yağmurlu ve kaotik Belçika Grand Prix’sinde Ralf Schumacher ile duble yaptı. Hem Jordan hem de Hill için güzel bir hikâyeydi. Ancak sporda her güzel hikâyeye karşılık, en az birkaç buruk, olmamış, yaşanmamış hikâye de var. 1997 Macaristan Grand Prix’si, o yaşanmamışlardan biriydi işte.