İnşa

11 dk

Diyarbakır'da senelerdir binlerce genci yetiştiren Gökhan Yıldırım'la şehrin gerçeklerini ve kendi hayallerini konuştuk.

Sizi Bağlar belgeselinden tanıyoruz. Daha önceki süreci dinleyebilir miyiz?

Beyaz Gölge dizisinden ve abilerimden etkilenerek basketbola başladım ama belli bir noktadan sonra, kilo problemimin de etkisiyle pek ilerletemedim. Gülleci bir beden eğitimi hocamız vardı, Şevki Hoca, Türkiye şampiyonluğu olan milli bir sporcuydu. Onun teşvikiyle bahçede iki tane topla antrenörlüğe başladım. Her defasında bir şeyleri geliştirmeye, inşa etmeye başladıkça tutku hâline geldi.

Diplomamı aldıktan sonra Dicle Üniversitesi’nde çalıştım, ardından öğretmen arkadaşların kurduğu Güneydoğu Dicle Kulübü’ne geçtim. Orada sayısız il ve bölge şampiyonlukları yaşayınca Bağlar Belediyesi bizi ekip olarak orada çalışmaya davet etti. O zamanki Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler ileri görüşlü bir kadındı ve başarılarımıza karşılık bize bir spor salonu yaptırdı. Biz öncesinde okul salonlarını kiralayıp antrenman yapıyorduk; spor salonundan sonra daha ciddi başarılar gelmeye başladı, basketbol bursuyla ABD'ye üniversite okumaya giden oyuncularımız oldu. Bu arada Türkiye Basketbol Federasyonu'ndan, Osman Solakoğlu Basketbolla Topluma Hizmet Ödülü’nü aldım. Yine aynı şekilde Milli Olimpiyat Komitesi’nden sportif kariyer kişilik diplomasını aldım ki ömür boyu gururla taşıyacağım bir belgedir.

Tamamı Diyarbakır'da geçen 21 yıllık bir antrenörlük geçmişiniz var. Şu anda şehir, tarihinin sancılı dönemlerinden birini geçiriyor. Orada kalmanızın arkasındaki motivasyon nedir?

Ben hep şuna inandım; bir insan kendini hangi alanda yetiştirmişse kendi bölgesindeki insanlara da o alanda en doğru eğitimi vermeli ki bölgesine yararlı olabilsin. Burada el uzatılması, sahiplenilmesi gereken çok fazla çocuk var ve onlar için bir şeyler yapabilmek bana çok daha büyük haz veriyor. Tek nedeni bu. Yoksa o aşkımı başka illere, başka yerlere transfer olarak yapabilirdim. O kariyerim de oldu aslında, Yıldız Milli Takım’da da görev aldım. A Kategorisi antrenörüm, başka illere de gidebilirdim. Teklifler geldi ama bu kadar mutlu olamazdım. Şehrime, Diyarbakır'a aşığım, burada nefes alıyorum.

Basketbola Güneydoğu'da başlayan bir çocuk, büyük şehirlerdeki yaşıtlarıyla eşit koşullarda yarışmaktan ne kadar uzak?

Buradaki çocukların en büyük problemi, ait olamamak. Kendilerine sahip çıkılmadığını düşünüyorlar. Aslında sahip çıkabilecek o kadar insan var ki… Doğru insanlarla buluştukları an, çok doğru işler ortaya çıkabiliyor. Ama bu buluşma ne yazık ki her zaman gerçekleşemiyor.

Eşit bir ortam yok; İstanbul’daki, Ankara’daki, Bursa’daki gibi yürümüyor işler. Sözgelimi Ordu’dan, Hatay’dan farkı ise maalesef buranın biraz daha siyasi bir ortam olması. Belediyeler işe siyasi bakıyor. Devlet, gençleri spora kazandırmaya çalışıyor ama halkın da devlete karşı bir önyargısı var. Maalesef arayı bulabilmek çok zor. Farkındaysanız Diyarbakır’dan üst yapıda mücadele edecek takım da bir türlü çıkmıyor. Çünkü bu bölgenin öncelikleri çok daha farklı. Ana sıkıntılardan biri bu.

O ait olamama durumunu biraz açabilir misiniz?

Geleceklerini arayan çocuklar, özgüvensizlikle büyüdükleri için, bir işe girdikleri zaman “Zaten olmayacak” psikolojisiyle başlıyorlar. Ben sınıf öğretmenliği de yapıyorum; aileler o çocukları okula yollarken bile “Hocam ne olacak ki?” psikolojisiyle geliyorlar, daha orada kaybediyor çocuklar. İşte bu noktada da bazı ellerin uzanması ve çocukları kalplerinden tutup çekmesi gerek. Yani devlet çocuklara biraz daha sevgiyle, o işi sevecek insanlarla yaklaşsa çok farklı noktalara gelebiliriz. Yoksa yani Ordu'da çok mu iyi sportif imkânlar var? Diyarbakır'da neyse orada da o. Bu çözülmeyecek bir sorun değil. Ben yıllarca takımımı dışarıdaki bahçede çalıştırdım ve o çocuklar şampiyon oldu. Yeter ki onları kalplerinden yakalayıp doğru hedefe yönlendirebilin. Onları kendilerine inandırın, bir aidiyet sağlayın. O zaman başarılı olacaklardır…

Siz nasıl aşılayabildiniz aidiyet hissini?

O hissi turnuvalarda sağladık biz. Şehir dışında turnuvalara gittikçe “Aa, ben de bu ülkenin bir parçasıymışım ya, ben de değerliymişim, önemliymişim” duygusuna kapıldı çocuklar. Benim en çok övündüğüm şey sportif başarılarım ya da bugün ABD'de oynayan iki oyuncum değil; üniversiteli, kendine güvenen, inanan, özgüvenli çocukların yetişmesine karınca kararınca katkıda bulunmam. Bine yakın öğrencim oldu, tahminen 900-950 tanesi üniversite okudu. Oyuncu olarak, hakem olarak, antrenör olarak ya da çocuklarına basketbolu aşılayarak hâlâ sporun içinde olmaya çalışıyorlar. Bu beni çok mutlu ediyor.

Şehirdeki siyasi atmosferden bahsettiniz... Bunun spora yansımasını detaylandırabilir misiniz?

En somut örneklerinden biri benim. “Taş atma, basket at” başlıklı bir haber çıktıktan sonra, belediye sekiz yıllık emeğimi, başarılarımı bir kenara bıraktı ve maalesef bana teşekkür edip “Hadi güle güle” diyebildi. “Bizim önceliğimiz başarılar değil, bizim ideolojimizde yetişebilecek öğrenciler olması” dediler yani. Kusura bakmayın, biz sporcu yetiştiriyoruz. Sporun içinde siyaset olamaz. Olmamalı yani, kusura bakmayın. Siz özgürce kendi ideolojinizi yaşayın ama benim çocuklarımı o ideolojiye kanalize edemezsiniz. Yapamazsınız. Devlet, valilik de işin ucundan tutmaya çalışıyor, bunu da spor yoluyla yapıyor ama buna aracı olan insanlar da bu işi severek yapabilmeli. “Ben gideyim iki saat antrenman yaptırayım” diye göstermelik iş yapılmamalı. Antrenmanı yaptırdın ama o çocuğa basketbol sevgisi kazandırabiliyor musun, gerçekten bir hedef verebiliyor musun? Hedef belirlemiş çocuk, kazanılmış çocuktur. Sen bunu başardığın zaman, ülke için zaten bir insan kazanmış oluyorsun. Bizim amacımız bu değil mi zaten? Ama maalesef bu işe yeterince sahip çıkmıyorlar. Bölgede kaç tane kurumun takımı var ki? Voleybol, futbol? Yok. Yapılamaz mı? Yapılabilir ama yapılmıyor maalesef. Türkiye’de zaten sportif anlamda bir şeyler yapabilmek zor. Mesela ben geçimimi öğretmenlikle sağlıyorum. Sadece basketbol olsaydı sağlayamazdım. Çünkü o işin de değeri yok. Tabii bu Türkiye genelinde böyle, doğuya has bir şey değil.

Devletin de bilinçli olarak o bölgeye daha az yatırım yapmak gibi bir tavrı olabilir mi sizce?

Hayır. Şu an kayyum atandı mesela, görüyorum; aşağı yukarı her mahalleye spor salonu yapmaya çalışıyorlar. Ama inşallah bunu verimli kullanırlar. Dolu dolu olur, her mahalleden spora çocuklar kazandırılır. Ben bunu bekliyorum.

Türkiye Basketbol Federasyonu her zaman destek oldu. Biz her zaman, her telefon açışımızda, federasyon tarafından sahiplenildiğimizi hissettik. Top mu lazım oldu, malzeme mi lazım oldu, açılması gereken bir kapı mı oldu, bunları yaptı federasyon. Aksini söylersem nankörlük etmiş olurum. Ayhan Özgümüş, Necati Güler… Ne zaman sıkıntımız olsa yardımımıza koştular. Biliyorsunuz Güler Kampları var. Her sene bu bölgeden 50 çocuğa kontenjan verilir, uçaklarına kadar karşılanır ve o çocuklar Güler Kampı’nda ücretsiz basketbol eğitimi alır.

Hiç unutmam, 10 yıl önce Güneydoğu Dicle Kulübü’yle Türkiye Şampiyonası’na kalmıştık ama maddi imkânsızlıklardan gidemeyecektik. Türkiye Şampiyonası da bizim için rüya bir şey; Anadolu’dan sadece iki takım kalabiliyor. Necati Güler'le konuşuyordum; “Gökhan” dedi, “1000 dolar yeter mi?” Mikrofonda çocuklar dinliyordu. İşte böyle insanlar da var. İyi ki de varlar. Sinan Güler ve ailesi, bu bölgeyi basketbol adına sahiplenmeye çalışıyorlar.

Bağlar, yoksul bir bölge. Burada hayatlarına dokunduğunuz çocukların ABD'ye ya da bir İstanbul kulübüne uzanan yolculukları size ne hissettiriyor?

Tadı bu zaten... Oralardan beni aradıklarında ya da bir maçta görüp yanıma geldiklerinde yaşadıklarımı tarif edemem. O çocukların hayatlarının değiştiğini görmek… Bizim Diyarbakır'ın konuşması hani biraz “ne yapisan”, “ne edisen”dir ya, basketbolla bu çocukların konuşması bile değişiyor. Dinledikleri müzik keza… Rap müzik, yabancı müzik dinlemeye başlıyorlar. Bakış açıları değişiyor, hayattan daha çok zevk alıyorlar. Oysa burada hayat arabesktir. Bu arabesk hayatı silip atmak lazım. “Olmuyor, yapamıyorum” demeyi kaldırıp yerine “Hayır, yapacağım, çok çalışacağım, olacak” özgüvenini koymak lazım. Kimse sana sahip çıkmıyorsa senin kendine sahip çıkman lazım.

ABD'de basketbol bursuyla üniversite okuyan öğrencilerinizin hikâyesi, diğer çocuklara da büyük ilham veriyor olmalı…

Vermez mi? Müthiş etkileniyorlar… “Hocam, şu kadar antrenman yaparsam ben de oralara gidebilir miyim?” diyorlar. Belki uç bir hedef ama olabileceğini gördükleri için onun hayalini kurabiliyorlar. Ben de şunun peşindeyim artık. Diyarbakır’ın 1. Lig'de veya en kötü 2. Lig'de bir basketbol takımına ihtiyacı var. Bütün bölgenin hatta... Hani bir tane il valisi çıksa da “Basketbola yatırım yapacağım” dese bunun maliyeti ne kadardır ki? Futbol üzerinden yapılabiliyorsa basketbol üzerinden neden yapılamasın? Ama yapamadık işte. Bunu kendi başarısızlığım olarak görüyorum. O kapıları açamadım maalesef.

Futbolda Amed Sportif örneği var. Fakat onların maçları da olaylara sahne oluyor. Acaba bunun olumsuz etkisi var mıdır? Türkiye'de yaygın anlayış Amed Sportif'i 'baş belası' gibi görüyor. Bunun etkisiyle “Dur başımıza bir iş daha almayalım” diye düşünülüyor olabilir mi?

Eğer öyleyse çok yanlış düşünülüyor. Bakın ben Kürt’üm, Kürt oğlu Kürt’üm ama ben Türkiyeliyim ve vatanımı, milletimi çok seviyorum. Bu ülke hepimizin ülkesi. Bir Türk ne kadar seviyorsa emin olun biz de o kadar seviyoruz. Ben öyle hissediyorum. Allah korusun bir ayrılık olsa ben İzmir'i, İstanbul'u nasıl göreceğim? Birbirimizi kabullenmeliyiz. Sevginin dili emin olun bazı şeyleri kolayca çözebiliyor. Amedspor'u baş belası olarak görmemek lazım. Ha kimse de Amedspor'u siyasal anlamda kullanmamalı, bir partinin simgesi olarak göstermemeli. Spor üzerinden gitmeliyiz. Yoksa minik minik inşa ettiğimiz şeyler, siyasi sebeplerle bir anda yerle bir olabiliyor.

Vazgeçmeyi hiç düşünmediniz mi?

Son dönem hariç hiçbir zaman düşünmedim. Ben 12’de salona girer, akşam 7’de çıkardım. Yorulmak nedir bilmezdim çünkü aşkla yapıyordum ve bana yetmiyordu. “Gün sayısını ne kadar artırsam, çocukları ne kadar daha fazla çağırsam?” diye düşünüyordum. İlk başladığım dönemde çok umutluydum ama işin gerçeği, son süreç umutlarımı yıktı biraz.

Bağlar’dan ayrıldığım dönemde bile bu kadar düşmemiştim, bilakis daha çok hırslanmıştım ama son süreç o kadar kötü bir süreç ki... Yine de hâlâ umudum var. Ben yapamasam da yetiştirdiğim öğrenciler bunu başaracak. Benim de ömrüm var daha, 40 yaşındayım. Bir süredir takım çalıştırmıyorum ama hayallerimden vazgeçmedim. Bir mola verdim diye düşünüyorum. Bu süreç geride kaldıktan sonra yoluma devam edeceğim. Diyarbakır'a bir lig takımı kazandırmak için elimden geleni yapacağım. Bana düşen bu bence. Bu ülkeyi seviyorsam bunu yapmalıyım. Çocuklara ve basketbola âşık bir insanım ben. Sonuna kadar devam edeceğim…


32. Sayı
Kasım 2017



Socrates Dergi