Bambaşka Biri

15 dk

Enes Ünal, artık çok daha dingin biri. Türkiye'nin -hâlâ- genç forvetiyle Getafe deneyimini, milli takımın dönüşümünü ve mental sağlığın önemini konuştuk.

Enes Ünal, ülke futbol sahnesine çıktığında henüz 16 yaşındaydı. Kendi deyimiyle daha ergenken herkesin dilindeydi. Omuzlara çıktı, yurtdışına gitti, çok iyi sezonların yanında zorlandığı günler de yaşadı. Bugün, Getafe formasıyla Madrid'de kendine yeni bir hayat kurdu ve artık zirvelerle diplerden uzak, belli bir standardın peşinde, daha dingin bir ruh hali içinde. Uzayan sohbetimiz yüzünden, milli takım kampına iki gün kala eşi Lisa'dan yediğimiz nazik azardan yaklaşık bir saat önce, Zoom'un kayıt tuşuna basıyoruz...

Bu sezonla başlayalım. Az gol atan bir takımdasın. Attığın gol sayısı az gözükse de takımdaki orana vurduğunda durum farklı. Senin için nasıl geçti bu sezon?

Aslında bütün takım için çok zor geçti. Son üç-dört yıldır yavaş yavaş yukarıya çıkan bir takım bu ve geçen sene zirveyi gördü. Avrupa Ligi'nde Ajax'ı elemek büyük bir başarıydı. Ondan sonra, Inter maçını sezon bittikten sonra oynamaları, yazın bizim bu sezonu daha geç açmamıza sebep oldu. O dönemde ben de dahil yeni transferlerin adaptasyonu çok zordu. Zaten sezon başında ikiüç kere sakatlık yaşadım. Jose Bordalas çok farklı bir hoca. Ben yedi-sekiz takımda oynadım, çok farklı hocalarla çalıştım. Hiçbirinin antrenman seviyesi ve yoğunluğu Bordalas'a yaklaşamaz. Mesela Bordalas'la pazar günü maç oynuyorsak hafta içi iki gün üst üste sekiz-dokuz kilometre koşuyoruz. Bu yüzden sezon başını iyi geçirmem önemliydi. Bana "Enes dikkat et, çok zorlama kendini. Sakatlık yaşarsın" demişlerdi. Ben de "Sakatlık yaşamıyorum; kendime iyi bakıyorum" falan demiştim ama öyle değilmiş. Bir türlü formumu yakalayamadım.

Örneğin ben Valladolid'den geldim. Orada kümede kalmaya oynuyorduk. Takımın yaş ortalaması yüksekti. Öyle bir takımda oynayınca hocanın istediği şey daha çok takımı hafta sonu için net ve rahat bir şekilde hazırlayabilmek oluyor. Bordalas ise tam tersi. Hafta içi tamamen yükleme yapıyoruz. Ondan sonra maça çıkıp dağıtmanı, rakibi parçalamanı istiyor. Diğer transferlerin hiçbiri adapte olamadı. Bordalas ile çalışmak kolay değil ama adapte olduktan sonra beni pozitif anlamda etkiledi. Önemli olan açık olmak, o adaptasyon sürecini beklemek.

"Önemli olan açık olmak, o adaptasyon sürecini beklemek."

"Önemli olan açık olmak, o adaptasyon sürecini beklemek."

Milli takım kariyerin 2015'te başlamıştı. Euro 2016'dan sonra resmi maçlara çıkmaya başladın. O turnuvadan sadece üç oyuncu var. O dönem izleyicilerin milli takımı sahiplenişi de azalmıştı ama bugün yepyeni yüzlerle dolu bir kadro ve olumlu bir hava var. Bu değişim içeriden de böyle mi hissettirdi?

O dönem benlik pek bir şey yoktu. Zaten 17 yaşında o seviyeye gidince özellikle takımın yaş ortalaması da yüksekse sizlik pek bir şey olmuyor. Ben gittim, antrenmanlarımı yaptım, güzel vakit geçirdim, geri döndüm.

Mircea Lucescu ile biraz arada kaldık. Çok fazla maç oynadık, kötü sonuçlar aldık. Radikal bir değişimdi. Radikal değişimler futbolda, özellikle milli takım seviyesinde kolay olmuyor. Almanya da şimdi aynı sıkıntıyı yaşıyor. İspanya sallanıyor. Geçmiş hakkında konuşmaya gerek yok. Önemli olan şimdi yakaladığımız hava. Dediğiniz gibi çok güzel bir ortam var. Herkes çok aç. Tecrübeli oyuncular da çok aç. Burak Abi (Yılmaz) inanılmaz bir lidere dönüştü. Burak Abi'yi o bahsettiğiniz dönemden tanıyorum, bu tarz biri değildi. Özellikle onun değişimini görmek, bir lider rolüne bürünmesi beni çok mutlu ediyor.

İnsanların bir alışkanlığı var. Uzun forvet, her topu alacak, indirecek, kafa vuracak. Genç yaşında boyunun da etkisiyle senin bir paratoner gibi her topu almanı beklediler. Aslında Huesca'ya attığın ikinci gol seni daha iyi tanımlıyor. Topla haşır neşirsin, kanattan içeri girip bitiriyorsun. Hâlâ "Enes nasıl top tutamıyor, hava topu alamıyor?" diye sorulması komik geliyor mu sana?

Sosyal medyaya bakmayı uzun zaman önce bıraktım. Kafan sürekli farklı işlerle doluyor ve kendinden şüphe etmeye başlıyorsun. Zaten insanlara karşı kötü düşünceler hissetmeyi, içimi nefretle doldurmayı sevmiyorum ve insanlar sizi gerçekten o yöne itmeyi seviyor. O yüzden benim için bunlara bakmamak, bu konuya kafa yormamak, kötülüğü içime atmamak daha iyi.

Bu sene Getafe'de daha çok ikinci forvet gibi oynuyorum. Birçok insanın Türkiye'de bundan haberi bile yok. Çoğu zaman orta sahayla forvet arasında o geçişi yapan, bağ kuran oyuncu olarak oynuyorum. Böyle oynamayı daha çok seviyorum ve daha rahat hissediyorum. Son milli takım kampında da daha çok Burak Abi'ye yardımcı gibi oyuna girdim ve daha faydalı olduğumu düşünüyorum. Şu an kendimi sahada daha iyi ifade edebiliyorum. Ama dünyada birçok takım da bu düzenle, çift forvetle oynamıyor. O yüzden diğer rollerde de özelliklerimi geliştirmem lazım.

Hollanda maçında bu değişimi gördük, önde baskın vardı, birkaç yerde top kazanmıştın. Burak Yılmaz'ın serbest vuruşunda da faulü sen almıştın. Fransa uzun yıllardır Olivier Giroud'yu merkezde kullanıyor. Direkt gol katkısı pek yüksek değil ama etrafındaki oyunculara çok iyi alan açar; o sahada olduğunda Mbappe'yi, Griezmann'ı çok daha verimli kullanırlar…

Bordalas'dan referans vereceğim. "Ben size sezon başından beri 'Futbol değişti. Artık öyle futbol yok' demiyor muyum?" diyor. Evet, futbol gerçekten değişti. Ben başladığımda 16 yaşında bir forvettim ve forvetten istenenler çok azdı. Gol atacaksın, pivot olacaksın, hava topu kazanacaksın. Gerisine karışmıyordun ama artık birçok farklı işi yapman lazım. Ben uzun süre bu şekilde Avrupa'da barınabileceğimi biliyorum çünkü bu tarz oyuncular Avrupa'da önemli olmaya başladı. Yüksek gol sayılarına ulaşmak, 10-15 gol barajını aşmak isterim. Ama olmadığı takdirde de takımınıza faydalı olmanız lazım. Hocanızın isteklerini yerine getirmelisiniz. "Ben şu tarz oynuyorum" gibi bir egom yok. İspanya'da birçok hoca da bu özelliğimi sevdi.

Sizin jenerasyonda yurtdışına gitme isteği, farklı bir mantalite ve tavır görüyoruz. Bu durum, milli takımın genel ahengine de yansıyor gibi. Buna katılır mısın?

Hayatımda öncelikleri çok büyük oranda finansal olan, futbola karşı aşklarını kaybetmiş birçok futbolcuyla tanıştım. Sonuçta futbola sokakta başlıyorsun, altyapıya giriyorsun; sonra profesyonel oluyorsun. Profesyonel döneme geçtikten sonra futbolun aynı futbol olmadığını anlıyorsun. Birçok oyuncu futbol aşkını kaybediyor. Çünkü farklı ve kötü tecrübeler yaşıyor ve bunu tamamen iş olarak görmeye başlıyor. Bu benim için empati kurması en zor oyuncu grubu. Milli takımda futbolu seven, futbola aç, başarılı olmak ve ülkesini iyi şekilde temsil etmek isteyen oyuncuların olması hepimizin işini kolaylaştırıyor. Mesela ben uzun süredir milli takımda kamp yapıyorum. Antrenmandan önce veya sonra fitness'a gelen oyuncu sayısındaki değişim çok büyük.

Saha içine dönelim. Son iki yılda çok iyi sonuçlar alsak da sıkı kapanan takımlara karşı zorlanıyoruz. Hocalarla iletişiminde çok açık olduğunu söylemiştin. Şenol Güneş ile bu tarz kapalı takımlara karşı çift forvet oynama ihtimaline dair konuştunuz mu?

Ben hiçbir hocama gidip de "Ben şöyleyim, böyleyim" falan demedim. Birçok kez bana "Git, hocayla konuş; şöyle yap" dendi. Birçok oyuncu bunu yapıyor ve hocayla birbirini daha iyi anlamak için de önemli ama bunu kendime uygun bulamadım.

Kapanan takımları açmakta zorlandık, haklısınız ama Şenol Hoca'nın son konuşmalarını da dinlediyseniz hedef daha çok Dünya Kupası gibi konuşuyor. Biz zaten daha gelişmekte olan bir takımız ve bu takımdaki oyuncu sayısı da artacak. Zamanla daha az sıkıntı yaşayacağımızı düşünüyorum. Şenol Hoca'yla oyunun bir tarafını çok iyi oturttuk. Büyük takımlara karşı klasik Türk takımlarından uzak, çok daha disiplinli bir takıma dönüştük.

Oyunun ne olduğu belli, değil mi? Kaotik değil, daha planlı...

Onun Avrupa'da oynayan oyuncu sayısıyla da alakalı olduğunu düşünüyorum. Bence o sakinliğin, ne yaptığını bilme halinin sonucu bu. Çünkü Avrupa'da onu öğreniyorsun. Herkesin bir görevi var. Herkes her şeyi yapmak zorunda değil, her şeyi yapabilecek kapasitede de değil. Herkesin görevini en iyi şekilde yapması lazım. Mesela Umut Meraş, Le Havre'da, Fransa İkinci Ligi'nde oynuyor ama defansif olarak inanılmaz katkı veriyor. Şenol Hoca da son zamanlarda bahsetmiş, Kenan Karaman aynı şekilde. Çünkü o taktik disipline sahip, kapasitesini, ne yapabileceğini bilen oyuncu sana büyük fayda sağlıyor. Mesela İspanya'da herkes Getafe'nin bu yıl küme düşmesini istedi. Neden? Çünkü Getafe'ye karşı oynamaktan nefret ediyorlardı. Biz de özellikle Fransa, Almanya, İspanya ve İtalya gibi bu büyük dediğimiz ülkelere karşı oynarken bunu söyletebilirsek ne hoş.

Hücuma dönersek, mesela Andorra'dan konuşuyoruz. Andorra yani, Andorra… Ama atamıyorsun. Adamlar 4-4-2, defansif. LaLiga'da birçok takımın oynadığı sistemi oynuyor, aynısı. Mesela geçen seneden örnek vereyim. Osasuna, Getafe, Leganes, Valladolid, Athletic Bilbao, Atletico Madrid ki onların üretimi zaten bu oyun. Birçok takımın oynadığı ofansif olarak gözüken ama bu takımların defansif olarak kullandıkları bir sistem. Andorra aynısını oynuyor. Dörtlü iki tane blok ve önünde iki tane kısa boylu, 12 kilometre koşan çocuk. Bunaltıyorlar, tekme atıyorlar ve seni zorluyorlar. Açmak için farklı tarzda oyunculara ihtiyacın var. Mesela yeni gelen gençlerden Halil Dervişoğlu o tarz bir oyuncu. Ben o tarz oynayabildiğimi düşünüyorum. Kerem Aktürkoğlu keza. Mesela Cengiz Ünder bizim için olmazsa olmaz bir oyuncu. Abdülkadir Ömür de tabii.

"Sadece yaptığımız iyi şeyleri yapmaya devam etmemiz ve maç maç bakmamız lazım."

"Sadece yaptığımız iyi şeyleri yapmaya devam etmemiz ve maç maç bakmamız lazım."

Açmamız lazım ama bir yandan da turnuvada onlarla pek karşılaşmıyorsun. Tüm Avrupa'nın gözü Mbappe ve Haaland'da ve bu iki oyuncuyu durduran, Hollanda'ya karşı oyunun seksen dakikasını kontrol eden bir takımımız var. Bunları düşününce "Bizim yolumuz çok uzaklara gidebilir" diyor musunuz?

Çok heyecanlıyız tabii. Mesela ben 24 yaşıma yeni girdim ve bu yaş grubunda birçok oyuncumuz var. Eğer bu şekilde devam edebilirsek birçok turnuva görebiliriz. Gittiğinde de illa "Turnuvayı kazan" gözüyle bakmayı bırakmalıyız.

Artık o turnuvaların vazgeçilmezi olmamız lazım. Turnuvada daha ileriye gidebilmek için heyecanlıyız ama kendimize çok yüklenmememiz lazım. O hava Türkiye'de oluşacak, ondan sonra bir maç kaybettiğimizde yine dibe vuracağız. Birçok futbolcu zaten onun farkında, Şenol Hoca bizi uyarıyor. Burak Abi bu konuda çok tecrübeli. Sadece yaptığımız iyi şeyleri yapmaya devam etmemiz ve maç maç bakmamız lazım. Olabileceğini düşünüyorum ama olmadığında da sonunda ölüm yok. Ondan sonraki turnuva, bir dahaki turnuva…

Biz bir şeyleri çok uçlarda yaşıyoruz. Ya "Türk futbolu bitti" minvalinde çok negatif oluyoruz ya da "Dünyanın en iyi takımıyız" noktasına geliyoruz. Bu sizde neler hissettiriyor?

Milli takımda şu döneme kadar onu yaşamadık. Zaten uçlarda yaşamak futbolda da hayatta da en kötü şey. Ben zamanında uçlarda yaşadım ama bir gün kral olup ertesi gün soytarı olunmadığını anladım. Artık hem sosyal hem de futbol yaşantımda belli bir standart oluşturmaya çalışıyorum.

Sosyal medya çağıyla birçok eski hocanın sahneden silindiğini görüyoruz. Şenol Güneş ise Trabzonspor'dan Beşiktaş'a, 2002 Dünya Kupası'ndan bugüne çizgisini koruyor. Onunla iletişiminiz nasıl?

Şenol Hoca'yı anlatacak en iyi kelime öğretmen. Ben 17 yaşımdayken Bursaspor'da çalıştık biz. Şenol Hoca'yı anlamak lazım. Ben o dönem anlayamadım. Gençsin, ergensin, komplekslerin var. Altyapıdan çıktım, 16 yaşında Galatasaray'a gol attım. Şehirde çok yukarılara çıktım. O kompleksler beni çok yaraladı. 17 yaşında nesin ki sen? Futbolcu bile değilsin aslında. Mesela o dönem beni, özellikle kupa maçlarında kanatta oynatmak istiyordu. Ben istemiyordum. Ligde oynattığı maçlarda da Fernandao'nun yanında onu destekleyeyim, gol arayayım diye ikinci forvet olarak oynuyordum. Kafamda hep "Ben golcüyüm, o kadar gol attım" düşüncesi vardı. En son milli takım kampında anlattı. Bursa'ya geldiğinde benim için "Ceza sahasında affetmez. Her türlü golü atar ama gerisini isteme" demişler. Bana "Artık farklı tarzda şeyler yapman gerektiğini anlamaya başlamışsın" dedi. Mesela Hollanda maçında kanada aldı beni. Oyuna her girişimde de "Koş ama bak. Beki takip et" diyor. Öyle kötü bir tecrübemiz var. Tamamen benim hatam. (Gülüyor.) Farklı tarzda oynamanın, takıma katkıda bulunmanın hem sana faydası oluyor hem de sahada kalacağın dakikayı artırıyorsun. Bunu zor yoldan da olsa anladım.

Mental sağlık, gitgide önem kazanan bir başlık sporcular için. Sosyal medyayı kullanmayı bıraktığını söyledin ama yirmili yaşlarının başında, gencecik insanlar çok iyi oynadıkları maçlardan sonra dahi sosyal medyada küfür kıyamet görebiliyorlar…

Bu gözler neler gördü... İşini, orada yaşadığın sorunları evine getirmiyorsan bir sıkıntı yok ama iş öyle bir noktaya geliyor ki eksik hissediyorsun. İnsanların sana karşı bakışı senin için çok önemli oluyor ama bu sağlıklı bir şey değil. Bu insanlar seni tanımıyor, sürekli takip etmiyor. Benim için şu an önemli olan şey ailemin, yakınlarımın ve beni sürekli takip eden, fikirlerine güvendiğim insanların bakış açısı. Eğer filtreyi iyi yapamazsan bu durum senin sosyal hayatına zarar veriyor. Mutsuz oluyorsun, çevrendekileri mutsuz ediyorsun, evliysen eşini mutsuz ediyorsun.

"15 yaşındasın. A takımla çalışıp üç-dört ay sonra ilk profesyonel maçında Galatasaray'a gol atıyorsun. Hayal bile etmezsin bunu."

"15 yaşındasın. A takımla çalışıp üç-dört ay sonra ilk profesyonel maçında Galatasaray'a gol atıyorsun. Hayal bile etmezsin bunu."

NBA'de birçok ünlü sporcunun aslında depresyona ne kadar yakın olduğunu görüyoruz. Böyle bir şüpheye düştüğün, gelgit yaşadığın oldu mu?

Eşime sorsanız şimdi size saatlerce anlatır. (Gülüyor.) Oldu, oldu. Özellikle Villarreal ve Valladolid'deki ilk dönemim sıkıntılıydı. Mükemmeli arıyorsun ve o mükemmelin azı eksik gelmeye başlıyor. Kobe Bryant'ın bir konuşması var. NBA'e geldiğinde bir play-off maçında üst üste airball atıyor. Söylediği şey çok net: "Kendime üzülmedim ve ne olduğunu gördüm. Lisede ve NBA'de ne kadar maç oynadığıma baktım. Tempo farklı, yorulma seviyen farklı. Kendime 'Daha da güçlenmem lazım' dedim. Sonra, airball'lara baktım. Topun gidişinde hiçbir sıkıntı yok. Çembere doğru net bir şekilde gidiyor ama kısa kalıyor. Burada olayın yorgunlukla, ayaklarımın güçsüzlüğüyle alakalı olduğunu keşfettim. Buna çalıştım" diyor. Mesele insanların senin hakkında ne söylediği değil, senin kendine baktığında ne gördüğün veya güvendiğin kişilerin sana baktığında gördükleri. O eksikliği görmek ve gidermek için çalışmak. Ondan sonra oluyorsa oluyor, olmazsa olmuyor. Çok da takılmamak lazım. En nihayetinde spor.

Yaklaşık iki sene kadar kulüp dışında biriyle çalıştım. Bu mantaliteye ulaşmamda çok yardımı oldu. O noktayı bulmak önemli. Sadece futbolcu için de değil. Instagram'ın geldiği noktayla bütün dünya aynı tipe girmeye çalışıyor. Hepimiz aynı olmalıyız, zayıf olmalıyız. Sürekli gözümüze 'Bu şekilde olman lazım' düşüncesi sokuluyor.

Sosyal medyayı bıraktığını biliyoruz ama yedi-sekiz yıl önce bir tweetin vardı.

"Geliyorum, yok yazdırma" değil mi?

Çok olay olacağını tahmin etmiş miydin o dönem?

O geçiş çok garipti. 15 yaşında lise sırasında oturuyorsun. Sezon sonunda A takımla antrenmanlara başlıyorsun, üç-dört ay sonra ilk profesyonel maçına çıkıyorsun ve Galatasaray'a gol atıyorsun. Hayal bile etmezsin aslında bunu. Ama burada olsun, başka yerde olsun genç oyuncularda bir şey görüyorum. Sadece futbolcularda da değil, sizde de olmuştur. O yaşta her şeyi yapabileceğini, dünyayı kurtarabileceğini düşünüyorsun. Öyle olmuyor işte...

Socrates Dergi