Bankalar Birliği Anlaşması Niye Ekşidi?
6 dk
Kurla ilgili bir başka şehir efsanesi de “borçları dövizden TL’ye çevirme” övgüleri… Bu övgüler bazen öyle aşırıydı ki bazı taraftarların borç sorununun tamamen çözüldüğünü sanıyordu. Peki, Türk Lirası ile borç bu kadar güzelse neden herkes Bankalar Birliği Anlaşması’ndan çıkmak istiyor?
Birçok başkan veya yönetim, “borçları dövizden TL’ye çevirip kulübe büyük kâr sağladığı” vurgulanarak övüldü. Buradaki işleyişi anlamaya çalışalım: Nasıl oluyor?
İyilikbank
Şimdi diyelim ki başkan ve yöneticiler banka şubesine girip “biz borçlarımızı dövizden TL’ye çevirmeye geldik” diyorlar. Peki, bu noktada mesela banka personeli ne yapıyor? “Allah sizden razı olsun, biz de sabahtan beri tüm çalışanlar kafa kafaya vermiş, bu bankayı nasıl zarar ettiririz diye düşünüyorduk. Tam umudumuzu kaybetmek üzereydik ama Hızır gibi yetiştiniz” deyip sevinçle boyunlarına mı sarılıyor?
Şube müdürünün ponponlu bir kırmızı şapkası, kocaman kırmızı bir cübbesi ve geyikleri mi var? Akşamları mesaiden sonra Kuzey Kutbu’na mı dönüyor? Yoksa şubenin önündeki o kızak müdürün değil de genel müdürün mü?
Bünyesinde sayısız finans uzmanı barındıran bir finans kuruluşunun, kâr zarar hesabını hiç umursamadan böyle bir talebi kayıtsız şartsız kabul ettiğine, hiçbir tedbir almadığına nasıl inanılabiliyor?
Borçlar bir para biriminden bir diğerine çevrilebilir. Ama her şeyden önce unutmamalıyız ki tüm para birimlerine aynı faiz uygulanmaz.
Kredilere işletilecek olan faiz oranı, para birimine göre belirlenir. Bankalar, uzmanlarının yaptığı çalışmaları temel alır ve hangi para birimine hangi oranın uygulanacağı, kulüplerin değil bankaların doğal uzmanlık alanıdır.
Dahası, bu işlemler için uygulanan masraflar ve komisyonlar var... Piyasanın bankaların umduğundan farklı bir yere gittiği ve bunu kulüplerin yakaladığı hiç olamaz mı? Elbette mümkün. Ama sayısı, bankaların doğru yakalayışından çok daha azdır.
O başkanlar döneminde kulübün ettiği zararların, borcun nasıl arttığının haberleri pek yapılmadı, bunlar gözlerden uzak tutuldu ama bu “övgü haberleri” hiç eksilmedi, bir türlü bitmek bilmedi.
Bankalar Birliği Anlaşması
Bankalar Birliği Anlaşması olarak bilinen Finansal Yeniden Yapılandırma Sözleşmeleri, uzun çabaların sonunda ortaya çıktı. Kulüplerin, bir kısmı döviz üzerinden olan ve artık döndürülmekte epey zorlanılan borçları, UEFA’nın uyarıları ve devletin önayak oluşu ile yeniden yapılandırıldı. UEFA’nın, daha ortada anlaşma yokken kulüplerle yaptığı görüşmelerde, anlaşmayı açıkça andığı ve kulüplere bu anlaşmanın parçası olma şartını koyduğu görülüyor. Hatta Fenerbahçe’ye çıkan faturada, o dönem anlaşmaya dahil olmamasının da etkili olduğu açıkça vurgulanıyor. Anlaşma masasının kurulmasında UEFA baskısının da etkisinin olması, “kulüpler yine kötü reklamımızı yapmasın” dürtüsü de olası…
Borçlar ve temlikler her bir kulüp için tek anlaşmaya toplandı, tüm borçlar TL’ye çevrildi ve kulüplere -mevcut mâli yapılarının riskleri dikkate alındığında- cazip oranlardan kredi kullandırıldı. 2021 yazına girerken dört büyüğün de borçları dokuz yıla yayılarak yapılandırılmıştı. İlk iki yıl ödeme olmaması da kulüplere nefes alma imkânı verecekti.
O günlerde herkes anlaşmadan çok memnundu, başkanlar ve kulüp yöneticileri müteşekkirdi. Ancak artık tam tersi, herkes o övülen anlaşmadan çıkış arayışında…
Tatlı nasıl ekşidi?
Anlaşma ilk imzalandığında üç kulüp belirli bir faiz oranı ile borçlandırılmıştı ancak Galatasaray’ın durumu farklı, hatta açıkçası ilginçti. Başkan Mustafa Cengiz ve ekibi, faiz oranını TLREF’e(Türk Lirası gecelik referans faiz oranı) bağlayan bir anlaşma yapmışlardı.
Bu tercih, futbolumuzun en muhteşem hissikablelvuku örneklerinden biri olmalı. Anlaşmanın imzalandığı günün gecesinde birdenbire Merkez Bankası başkanı görevinden alındı, yerine yeni bir başkan atandı ve Türkiye, bambaşka bir para politikası izlemeye başladı.
Faizler hızla düşürüldü.Bu, TLREF'in de düşmesi, yani kısa süre sonra Galatasaray'a diğerlerinin çok altında bir faiz işlemeye başlaması anlamına geliyordu. Diğerleri de bir süre sonra durumun farkına varıp “biz de aynı anlaşmadan isteriz” demeye başladılar.
Fenerbahçe ile başlayarak talep karşılandı. Sabit faiz oranı gitti, yerine TLREF’e endeksli, haliyle değişken bir faiz oranı geldi. Borçlarına işleyen faiz oranı, yani borcun maliyeti de Galatasaray’ın seviyesine inmiş ve bir denge sağlanmış oldu.
Bir başka gerçeğin de altının mutlaka çizilmesi gerekiyor: 2021/22 sezonu başında 10,4 olan avro kuru, sezonu 17,6 ile kapatmıştı. Yani kur %69 artarken, borçlara işleyen faiz %50 daha düşüktü! Eldeki anlaşma, tüm kulüpler açısından muhteşem kârlı bir anlaşmaydı. Ama Galatasaray’da daha iyisi vardı ve diğerleri de aynısını istedi.
Anlaşmanın kârlılığı ertesi sezon da sürdü. Kur, sezona 17,6 ile başlayıp 22,1 ile bitirdi. Artış oranı %26 idi ama kulüplere işleyen faiz bunun yarısından az, %15-16 altındaydı! Yani kulüplerin hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan borçları döviz bazında azalmaya devam ediyordu. Hatta bazıları bu fırsatı kaçırmadı ve bunu “yönetim başarısı” olarak lanse etmeye ve ettirmeye bile çalıştı…
Bu arada, Galatasaray’da Dursun Özbek yeniden başkanlığa seçilmişti. Başkan, “Bankalar Birliği Anlaşması’ndan çıkmak” fikrini dile getirmeye başladı. O konjoktürde oldukça ilginç bir niyet beyanıydı. Çünkü borçlara uygulanan faiz, hem enflasyonun hem de kur artışının oldukça altındaydı. Bir borçlu, böyle bir anlaşmadan neden çıkmak istesin ki?
Daha sonra Merkez Bankası Başkanı tekrar değişti. Faizler tekrar yukarı çekilmeye başlandı. Türkiye, “düşük faiz yüksek kur”dan vazgeçip yeniden “yüksek faiz düşük kur”a dönüyor, ekonomi deneyine noktayı koyuyordu…
Bu tercih dönüm noktası... Kuru faizle baskılamak seçilince anlaşmanın tadı bozulmaya başladı. Aslında 2023/24 sezonunda Bankalar Birliği Anlaşması kulüpler için yine şahane olmaya devam etti. Sezonu 34,9’dan kapatan avro kuru %58 oranında artmış, kulüplere işleyen faizse sezon ortalamasında bu artışın %28 altında kalmıştı.
Bu sezonsa, resmin tamamen terse döndüğü yer. Sezon başından Kasım ortasına, yani 5,5 aylık süreçte kur artışı sadece %4. Elbette bir faiz düşüşü beklentisi var ve gerçekleşirse kurda artışın biraz daha hızlanması demek. Ancak şu anki gidişat, yıllık kur artışının %10 civarında kalacağına işaret ediyor. Öte yandan anlaşmada, uygulanacak faizi belirleyen gösterge olan TLREF, %49 oranında seyrediyor. Bu da kulüplerin borçlarına %50 faiz işlemesi, aradaki farkın öncekilerin tersi yönde %40 olması demek.
Bu sezona kadar kulüpler açısından son derece kârlı, bankalar(özellikle devlet bankaları) açısından zararlı olan anlaşma, artık hiç de öyle değil.
Kulüplerin Çıkma Yarışı
Bu da kulüplerin hepsinin Bankalar Birliği Anlaşması’ndan çıkmayı öncelikli hedefler arasına, belki de listenin en tepesine almasına neden oldu. Çünkü borçları TL cinsinden ve TL faizi çok yükseldi. Yine aynı noktaya geldik: Borçta para biriminden ziyade, o para birimine uygulanan faiz oranı önde…
Her geçen gün biraz daha acıtan anlaşmadan çıkma arayışı sürecek, farklı yöntemler gündeme gelecektir. Hatta çıkış sürecini hızlandırabilmek için piyasalara çıkıp döviz cinsinden borç arayışına girmeleri, yani borçları tekrar dövize çevirmeyi istemeleri de olası. Bu, gayet rasyonel bir arayış olur. Çünkü faiz ve kur artışı beklentileri arasında çok ciddi bir fark var.
Kulüpler belki de “sermaye artırımına giderek para toplamak” gibi yöntemlere yönelerek veya eldeki kaldıraçları harekete geçirerek de anlaşmadan çıkmayı yeğleyebilirler. Burada her biri, kendi yapısına en uygun olanı arayacaktır.
Bankalar Birliği ve Kulüp Kültürü
Ama kulüplerde yerleşmiş kültürü biraz tanıyorsak, bir süre sonra yine bankaların kapısını çalıp kredi arayacaklarını kestirmek zor değil. Bugüne kadar hep böyle işledi. Ve işin ironisine bakın ki o kredileri döviz cinsinden talep etme ihtimalleri de oldukça yüksek…
Çünkü hem futbol kamuoyunda hem de kulüplerde yerleşmiş kültür bunu gerektiriyor. Hiç üretmeden sadece tüketerek yaşamayı, her sorunun tek çözümünün transfer, yani daha fazla para harcamak olduğunu zihinlere kazıyan, kulüplere olmayan parayı yani alınan borçları harcatan ve borçları da yeni borçlarla kapatmaya iten hastalıklı bir kültür bu…
Transferle olmazsa mı? UEFA tepeye çökmedikçe daha fazla transfer, daha hesapsızca harcamak, daha fazla borçlanmak. Artık borç limitlerinin sonuna gelince de yeniden devletin kapısına dayanmak, vergi ödeyenlerin yarattığı kaynaktan pay istemek.
İşin ilginç en tarafı da o vergileri ödeyenlerin veya onların çocuklarının bir kısmının, bu delilik tablosunu destekliyor olması. Akıl alır gibi değil ama toplumun bir kısmı; futbolcuların, menajerlerinin, bu işlerdeki “yancı”ların ve satıcı kulüplerin, topluma hizmet için toplanan kaynakla zenginleştirilmesini destekliyor.
Gerçek çok çarpıcı:
Bankalar Birliği Anlaşması’nın dördüncü sezonundayız. Bu dört (aslında önümüzde bir transfer dönemi daha var, belki 3,5 demeli) sezonda, dört büyüklerin verdiği transfer açığı tam 194 milyon 70 bin avro. Yani bugünkü kurla 7,1 milyar TL. Peki anlaşma öncesi son dört tam sezonda durum ne? Yanıt: 12 milyon 577 bin avro artıdalar. Yani kulüplerin mâli yapılarını düzeltmeyi amaçlayan Bankalar Birliği Anlaşması sonrası, bu kulüpler bırakın düzelmeyi veya en azından durumu korumayı, transferde 12,6 milyon avro kârdan 194,1 milyon avro zarara geçmişler! Üstelik daha önümüzde ara transfer dönemi var…
Yani anlaşmanın kulüp mali yapılara etkisi, transferde 207 milyon zarar üretmek olmuş da denebilir… Bir kulübe kaynak yaratıldığında o kaynak o kulüp için yaratılmış olmuyor. O işten para kazanma amacındakiler için yaratılmış oluyor. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı…
UEFA’ya göre kıta ortalamasında, kulüp faaliyet giderlerinin üçte ikisini ücretler ve menajer ücretleri oluşturuyor. Ortada hiç transfer olmasa bile paranın ana rotası aslında daha başından belli. Hele emek sonucu değil de “havadan” yağıyorsa…
Sonrası
Trabzonspor, anlaşmadan çıkma hedefini gerçekleştiren ilk kulüp oldu. Elbette bu işte sermaye arttırımı yoluyla borsadaki hissedarlardan toplanan tutarın da katkısı var ancak gözden kaçmasın: Başkan Ertuğrul Doğan, verdiği röportajda açıkyüreklilikle “Bankalar Birliği’ne faizi ile birlikte 2,1 milyar ödeme yapıldığını ancak 2 milyar TL civarında vergi borçları olduğunu” söyledi. Bunun matematiği pek de zor değil…
Aynı röportajda Başkan’ın önemle vurguladığı “kulübün geliri ile gideri arasındaki büyük fark” ne kadar dikkat çekebildi, akıllarda ne kadar yer edebildi, söyleneni kaç kişi doğru algılayabildi sorularının yanıtı ise muamma…
Kulüplerin, anlaşmadan çıktıktan beş altı yıl sonra kendilerini hangi noktada bulacaklarını gözlemlemek oldukça ilginç olacak. Umarız bu kez doğru rotayı bulup şaşırtırlar…