Bar ve Kilise

13 dk

İtalya Bisiklet Turu bu yıl 100. kez yapılacak. Çelişkileri, rekabetleri ve yıldızlarıyla Giro bir asrı nasıl geride bıraktı?

Mayıs ayında öğle saatlerinde Eurosport’u açan biri bu yıl da Giro d’Italia (İtalya Turu) ile karşılaşacak. Eğer şanslıysa bir dağ etabına denk gelecek, güneşli kasabalardan karlı dağlara uzanan heyecan verici mücadelelere bakma fırsatı yakalayacak. Eğer ilk kez yol bisikleti yarışı izliyorsa Marco Pantani gibi eski bisikletçilerin adlarının asfalta kazılı olduğunu görecek. Eğer bu, turun en yüksek dağ etabıysa 'Cima Coppi' terimi ekranlara gelecek. Birkaç saniye içerisinde yarışı anlatan seslerin Fausto Coppi’den bahsettiğini duyacak. Hemen arkasından Gino Bartali’nin adı gelecek. Bütün bunlar uzun bir etabın kısa bir bölümüne sığacak, İtalyan coğrafyası çarpıcı güzelliğiyle insanı büyülerken bisiklet de nasıl anımsadığını gösterecek.

Bisiklet gerçekten de anımsamayı sever. Bazen kendini zarar verecek şekilde çok hatırlar. Zira iki tekerin uzun tarihi, aslında kısa bir öykünün yeniden yaşanmasından ibarettir. Kahramanlar bu yollarda yükselmiş ve düşmüştür. Toplumlar bu sporu sevmiş, nefret etmiş, sonra yeniden sevmiştir. İlaçlar alınmış, şırıngılar vurulmuş; bu yarışları kazanmak uğruna bazen milyonlarca insan kandırılmıştır. Trajediler, en az destanlar kadar başrolde olmuştur. Büyük yazarlar, bu etapların basın odalarında kâğıtlarının, daktilolarının, bilgisayarlarının başına oturmuş; bazen gerçeği parçalayarak mitler, efsaneler üretmiştir. Ve hepsinin sonunda, bisiklet hatırlamayı sürdürmüştür.

Bu sene de öyle olacak. Fransa Turu’na benzer şekilde, bir gazetenin (La Gazzetta Dello Sport) fikriyle 1909’da başlayan İtalya Turu, iki cihan harbiyle boğuştuğu ve bazen kesintiler yaşadığı tarihinde bu yıl yeni bir sayfa açacak. 5 Mayıs’ta yüzüncü Giro başlayacak ve bir asır devrilirken anımsamak yine en büyük tutkumuz olacak.

Kırmızı ve Beyaz

İtalyan bisiklet tarihini derinden anlamak istiyorsanız, bir bara ya da kiliseye gitmelisiniz. En azından John Foot bunu öneriyor. İngiliz akademisyen, İtalyan bisiklet tarihi üzerine yazdığı Pedalare! Pedalare! kitabının girişinde bizi bir bara götürüyor. Burası, geçmişte Giro d’Italia’da pembe mayo giymiş Renzo Zanazzi’nin mekânı. Duvarları eski yarış fotoğraflarıyla dolu ve her bir anısı, hazine değerinde. Bu kayıp dünyanın izini sürdükten birkaç satır sonra yazarımız bu kez bir kiliseye uğruyor. Burası, 1948’de Papa tarafından “bisikletçilerin koruyucu azizesi” ilan edilen Madonna del Ghisallo Kilisesi. O günden beri her bir noktası, Fausto Coppi ve Gino Bartali’nin eski bisikletleri gibi, efsane nesnelerle dolu olan bir mabet.

O bar ve kilisenin duvarları, yüzlerce başka hafıza mekânı gibi, sadece İtalyan bisikletinin geçmişini anlatmıyor, topluma dair de bir şeyler söylüyor. Bu, günümüzde de böyle. Mesela İtalyanların komplo teorilerine saplantısının izini süren biri, Marco Pantani ile Ottavio Bottecchia’nın öykülerine uzanabilir. Zira halk, kariyeri boyunca yasaklı maddelerle arası pek iyi olan ama şiirsel açıklamaları, muhteşem sürüş tarzı ve ikonik görünüşüyle milyonların kalbini kazanan Marco Pantani’nin 14 Şubat 2004’teki ölümünü hâlâ tartışır. Birçok güçlü kanıt, Il Pirata’nın o gün intihar ederek yaşamına son verdiğini yazmaktadır. Ama İtalyanlar, tıpkı 1927’de hayatını kaybeden ilk Fransa Turu şampiyonları Ottavio Bottecchia gibi, Pantani’nin de büyük bir komploya kurban gittiğine inanır. Bu paralellikte sadece sportif bir kesişme yoktur; bir halkın komplo aşkı ve adalet sistemine duyduğu sarsıcı güvensizlik de hemen oradadır.

Aynı tarihe sosyalizm ile faşizmin mücadelesi de değmiştir. İcat edildiği 19. yüzyılın sonlarından itibaren kızıllar tarafından işçi sınıfının birleşmesinde hayati bir önem taşıyacağı iddia edilen iki teker, dindarlar tarafından önce zararlı görülmüştü. Fakat 1910’larda ortaya çıkan tek bacaklı milli kahraman Enrico Toti’nin dünyanın çevresinde attığı (ya da attığını söylediği) tur, zamanla muhafazakârların ve faşistlerin bu spora duyduğu ilgiyi artırmıştı. Bu karşıtlık, İkinci Dünya Savaşı sonunda Fausto Coppi-Gino Bartali mücadelesinde de kendisine yer bulmuş, ünlü gazeteci Gianni Mura’nın ifadesiyle ikilinin rekabeti “gençle yaşlının, kırmızı ile beyazın, geveze ile sessizin, playboy ile eşine sadık bir adamın” zıtlığı olmuştu. Katolik Kilisesi’ne bağlı Bartali ile yenilikçilerin idolü Coppi, zaten birliğini çok geç sağlamış İtalya’yı ikiye ayırmıştı.

Bu tarihte büyük yazarlara da yer vardı. İtalyan kalemler, Giro’nun önemini fark etmişti. Birçoğu şehirli bu yazarlar, değişmekte olan toplumu görmekteydi. İkinci Dünya Savaşı sonrasında parlayan ekonomi, ülkeyi değiştirmişti. Eskiden işçilerden orta sınıfa kadar kitlelerin ulaşım aracı olan iki teker, yerini arabalara bırakmaktaydı. Futbol, popülarite yarışında bisikletin önüne geçmişti. Foot’a göre, artık Giro’nun İtalya coğrafyasını İtalyanlara açıklamasına gerek yoktu. Yeni otobanlar, artık arabalarına ve motosikletlerine atlayan halkın kendi gözleriyle ülkelerini görebilmesini sağlamıştı. Giro, birçok yazar için “fakir, kayıp bir geçmiş”in sporuydu. Ona bakan edebiyatçılar bu etaplarda, asla geri gelmeyecek zamanın nostaljisini ve çocukluklarını görüyorlardı. Belki de bu yüzden değişimi kabullenmek istemiyorlardı. Ama artık olan olmuştu. Bu değişim bisikleti öldürmemişti, zayıflatmıştı. Fakat esas bir başka dalga, iki tekerin sonunu getirmeye çok yaklaşmıştı.

Elbette dopingten bahsediyoruz. Bisiklet yarışlarının başladığı ilk yıllardan itibaren yankısı duyulan yasaklı maddeler, 1960’larla birlikte pelotonda başrol oynamaya başlamıştı. Spor, gelmiş geçmiş en büyük yıldızına, Eddy Merckx’e kavuştuğu bu dönemde, ilk büyük skandalıyla da karşılaşmıştı. 1969 İtalya Turu’nda gelişen laboratuvar teknikleri, Belçikalı yıldızın pozitif çıkan bir testinin habercisi olmuştu. Merckx, Savona’daki otel odasında gözyaşları içerisinde masum olduğunu söylemiş ve lider götürdüğü yarışı bırakmak zorunda kalmıştı. Foot’un aktardığına göre o yıllarda bisiklet ilk kez ölüm ilanlarıyla dolmuştu.

Il Corriere della Sera gazetesi “Kim kazanırsa kazansın, Giro bitti” diyordu. İtalya tarihinin en ünlü spor yazarı Gianni Brera ise “Neredeyse hepsi dopingli” ifadelerini kullanıyordu. John Foot'a göre bütün bu süreç, sporun sonu demekti; bisiklet yarışları o tarihten itibaren spor olmaktan çıkmış, 1990’lardaki ve 2000’lerdeki skandallarla birlikte artık doktorların, kimyasalların, mahkemelerin, kapalı kapılar ardındaki tartışmaların öznesi hâline gelmişti.

Bu görüşe katılanlarınız mutlaka vardır. Son yıllarda, herhangi bir Chris Froome atağında kopan fırtınada benzer ifadeleri kesinlikle işitmişsinizdir. Ya da Lance Armstrong’un itirafını izlerken bu sporun bir daha ayağa kalkamayacağını düşünmüş olabilirsiniz. Bütün bu fikirlerde ve hislerde yalnız değilsiniz. Bisiklet tarihi, tabuta çakılan son çivilerle dolu. Kimileri Pantani’nin Giro’dan men edildiği 1999’u bu sporun sonu olarak görüyor; kimileri ise Lance’in itirafını mezar taşı olarak koyuyor. Bazıları da işi ilerletip 1969’daki Merckx vakasını tehlike çanı olarak işaretliyor. Fakat bütün bunlara rağmen, herkesin kirli olduğuna emin olduğu bu spor, yaşamayı sürdürüyor.

Aziz ve Günahkâr

100'üncü Giro da benzer ikilemlerin gölgesinde yapılacak. Bu yıl hem İtalya hem Fransa'da yarışacağını açıklayan Nairo Quintana’yı izlerken herkes bu dubleyi son gerçekleştiren isim olan Pantani’yi hatırlayacak. Organizatörler tarafından yarışın en yüksek noktası olarak belirlenen Stelvio Dağı geçilirken herkes Cima Coppi’nin ne olduğunu anımsayacak. Bu, Coppi-Bartali rekabetini hatırlamak için güzel bir fırsat olacak. Kimilerine de aynı geçiş, Coppi’nin 1952’de verdiği röportajı anımsatacak. Orada “Bisikletçiler doping kullanır mı?” sorusuna “Gerektiği zaman” cevabını veren efsane isim, “Peki ne zaman gerekir” denildiği zaman ise “Neredeyse her zaman” itirafında bulunmuştu.

Marco Pantani

Marco Pantani

Yani bisiklet Mayıs ayında da yine dopingle yan yana anılacak. Bir yandan Team Sky hakkında yoğunlaşan iddialarda görüldüğü gibi yeni skandallar ortaya çıkacak, bir yandan eski olaylardan da bahsedilecek. Pantani bir kesim tarafından ‘mağdur bir aziz’ olarak anılırken bir başka kesim onun da en az çağdaşları kadar günahkâr olduğunu belirtecek. Ama bisiklet yaşayacak. Hem bir icat hem de bir spor olarak. Neden ve nasıl mı? Buna kimsenin verecek net bir yanıtı yok. Ama belki de işler, Umberto Eco’nun anlattığı gibidir. Ne demişti ünlü yazar? “Bıçak erken bir tarihte bulunmuştu, bisiklet ise hayli geç. Fakat tasarımcılar nasıl bir yenilik yaparsa yapsın, bıçak hep bıçaktır. Gelişmiş bir vites sistemi bulabilirsiniz ama bisiklet her zaman bisiklettir: iki teker, bir sele ve pedallardan ibarettir.” Belki de bu kadar basittir. Her şeyin hızla değiştiği, parçalandığı, büyüdüğü veya tanınmayacak hâle geldiği zamanlarda hayatımızda aynı kalan bir şeylerin olduğunu görmek güzeldir.

Belki aynı duygu, bisiklet yarışlarına da hâkim olmuştur. Şüpheyle baktığımız bu etaplar, yavaş tempolarıyla öne çıkar. Beş-altı saat boyunca benzer bir ritimde ilerleyen 200 adamı izlemenin kendine has bir duygusu vardır. Bu süre ve rahatlık, o yarışlara bakan kalemlerin her şeyi bir ayna olarak görmesini sağlar. Bir asır sonra bile hâlâ iki teker, bir hafıza mekânıdır. Yitip giden çocukluk, geçen zaman, savaşlar oradadır. Bazen yazarlar bunları hatırlatır, bazen kenarda yarışı izleyen seyircilerin yaptığı bir pankart... Ve hepsinin sonunda bisiklet anımsamayı sürdürür.

Bisiklet bu yıl da aynı bisiklet olacak. 100. Giro d’Italia süresince de kazanan isme bağlı olarak ya da bundan alakasız bir şekilde bir ölüm ilânları çıkacak, “Bu spor bitti artık” denilecek. Ve her şeye rağmen, bu spor bitmeyecek. Bisiklet her şeyi hatırlayacak. Kendi ölümünü bile. Ve sonra yoluna devam edecek.

Socrates Dergi