
Barry'nin Dünyası
5 dk
1980’lerden beri snooker, dart, boks gibi sporların kalbinde yer alan Barry Hearn, her zaman sıradan bir yöneticiden fazlası oldu.
2010 Dünya Snooker Şampiyonası başlamadan hemen önce Barry Hearn tüm oyuncuları etrafına toplar ve onlara şu soruyu yöneltir: “Crucible’a gelirken yolda kaç kişi sizden imza istedi?” Hiçbir oyuncunun el kaldırmayışı tezini doğrular niteliktedir. “Lanet olsun ki kimse sizi tanımıyor” der onlara. Bir açıdan haklıdır da; 1985 yılında bir gecede 18.5 milyon kişinin ekranlarından takip ettiği bu oyun, artık ışıltılı günlerinden çok uzakta görünmektedir.
Bugün Hearn’e hayatının en şanslı günü sorulduğunda, hâlâ 1976’da Steve Davis’le tanıştığı günü anlatmasının bir sebebi var. Hayır, Davis hâlâ hayattaki en yakın arkadaşı olduğu için değil! Tamam, belki bunun da biraz payı vardır fakat o gün Hearn’ün işlettiği snooker kulübünün kapısından içeri giren o kızıl saçlı çocuk, aynı zamanda bir imparatorluğun da ilk adımlarını atmıştı.
1980’den başlayarak kariyerine tam altı dünya şampiyonluğu sığdıracak olan Steve Davis, ‘külçe altın’ lakabını da o günlerde almıştı. Çünkü kulüpte ona bahis oynayan, asla parasını kaybetmezdi! Hearn kısa süre içerisinde Davis’in menajeri oldu. 1982’ye gelindiğinde snooker kulüplerini elden çıkartmış ve Matchroom Sports adında bir organizasyon ve menajerlik şirketi kurmuştu. Davis’in yanına eklenen Willie Thorne, Dennis Taylor ve Terry Griffiths gibi isimler, güçlü bir snooker komününün oluşmasını sağlamıştı. Hearn’ün sürekli olarak üzerinde durduğu şey, sporcularının imajlarıydı. Hatta bu sebeple sorunlu yıldız Alex Higgins’i hiçbir zaman şirketine kabul etmedi. Davis’in -düzgün- bir rol modeli olduğu yıllarda, ‘Matchroom Çetesi’ adı verilen bu oluşumla birlikte snooker’ın popülaritesi tavan yaptı.
Annesi ev temizliklerine giderken babası otobüs şoförlüğü yapan, kendisinin de söylediği şekilde işçi sınıfının tam kalbinden gelen Barry Hearn’ün öngörüsünün sınırları bundan çok yüksekti. Özellikle de televizyonun gücünün hep farkındaydı. Amerika’da arka arkaya spor kanallarının açılmasıyla birlikte aradığı fikri buldu. “Spor etkinlikleri yaratmaya başladım çünkü o kanalların tüketecek bir ürüne ihtiyaç duyacaklarını biliyordum” dedi. Bu, onun iyi bir snooker menajerinden milyoner bir iş adamına doğru evrilmesini de beraberinde getirecekti.
Hearn’ün yükselişinin en önemli etkenlerinden biri; tutkuyla bağlılık duyduğu bir başka spor olan bokstu. 1987 yılında çıktığı bu yeni yolda; Chris Eubank, Lennox Lewis ve Naseem Hamed gibi ünlü boksörlerin maçlarını organize etti. Günümüzde şirketinin boks kolunu, “Benden çok daha yetenekli” diye nitelediği oğlu Eddie Hearn yönetiyor ve geçmişte olduğu gibi, çoğu yüksek profilli Britanyalı boksörün maçları Hearn ailesinin denetiminde.
Barry Hearn’ün organizasyon dehasına daha yakından bakmak ise dartla mümkün. Başında bulunduğu PDC’nin, Dünya Şampiyonası ve Premier Lig gibi organizasyonları 10 ila 12 bin seyirci tarafından canlı izlenmekte. “Çıplak gözle izlenemeyen fakat insanları bu kadar eğlendirebilen belki tek spor” dediği dart da onun işin şov kısmında ne kadar yetkin olduğunun bir kanıtı gibi.
Barry Hearn, 80’li yıllarda yaşanan snooker çılgınlığının -menajer olarak- tam kalbinde yer alıyordu. Hatta kimilerine göre en önemli aktörlerden biriydi. Yıl 2010 olduğundaysa kendisi için ‘ilk aşk’ olan oyunun yönetimini devraldı.
Bu muhafazakâr sporda yaptığı değişiklikler ilk anda bazı tepkiler çekse de onun dünyasında gelenekselliğe yer yok. Bugün yeşil çuhanın yıldızları Crucible Tiyatrosu’na giderken yolda kaç kişiye imza veriyor bunu hâlâ bilmiyoruz ancak daha çok turnuva oynadıkları ve daha çok para kazandıkları bir gerçek...