Başarılı mı, Başarısız mı?

8 dk

Türkiye kafilesi, 2016 Rio’ya 21 dalda 103 sporcuyla gitti ve 1 altın, 3 gümüş, 4 bronz madalya elde etti. Madalya alınan dallar gelenek olduğu üzere güreş, halter, tekvando ve atletizmdi. Peki bu karneye nasıl ve nereden bakmalı?

Bir olimpiyat daha, her dört yılda bir yapmayı alışkanlık haline getirdiğimiz bir tartışmayı beraberinde getirdikten sonra geride kaldı. Türkiye’de spor kamuoyunun asli paydaşlarının da en az olimpiyata şöyle bir göz atan sıradan sporsever kadar sonucunu bilemediği bir tartışma bu. Türkiye, Rio’da başarılı mı oldu, başarısız mı?

Türkiye, her seferinde oyunlara plansız ve herhangi bir başarı projeksiyonu olmadan gidiyor. Sonuç olarak başarı da somut kriterlerle değil, duygusal açıdan değerlendirilen bir şeye dönüşüyor. Bu koşullarda, olimpiyatın arkasından bir başarı değerlendirmesi yapmak kolay değil. Ancak yine de bazı somut veriler üzerinden gidilebilir. Bunlar; daha önceki olimpiyat oyunlarında Türkiye’nin aldığı sonuçlar ile birlikte, spor dallarında Türkiye’nin ve katılan sporcuların yakın zamandaki durumları...

Türkiye, Rio’ya 21 dalda 103 sporcuyla gitti ve 1 altın, 3 gümüş, 4 bronz madalya elde etti. Katılım açısından görüntü kötü gözükmüyor. 1984 ile 2008 arasında 46-67 aralığında gösterilen katılımın 2012’de 114, 2016’da 103 olması kuşkusuz olumlu. Bu verinin bir başka olumlu tarafı, katılım gösterilen dal sayısı. Sporcu sayısı düşmesine rağmen Türkiye, Londra’ya kıyasla beş fazla dalda temsil edildi. Madalya sayısında ise aynı gelişmeden bahsetmek zor. Türkiye üç olimpiyattır hemen hemen aynı madalya sayısını elde ediyor. Rio’da madalya alınan güreş, halter, tekvando ve atletizm, ülke tarihindeki 94 madalyanın 87’sinin geldiği dallar.

Katılım sayısına göre branş bazında bakarsak; Türkiye’nin 31 sporcuyla en geniş katılım gösterdiği atletizmden çıkan tek bronz, o kadar da parlak gözükmüyor. Ülkenin daha önceki olimpik sonuçlarına bakıldığında aslında çok da kötü bir tablo yok. Ancak sporcuların yakın zamanda derecelerinde gerileme olduğu açık. Örneğin çekiç atmada Eşref Apak’ın 70.08’lik derecesi, hem Londra hem de son Dünya Şampiyonası’ndan üç metre kadar geride. 2012’den beri katıldığı her büyük şampiyonada en az 16.25 atlayan üç adım atlamacı Şeref Osmanoğlu ise derece dahi kaydedemedi; 16.61 ona finali getirebilirdi. Son iki senedir 18 metre üstü atan gülleci Emel Dereli, 17.01 ile aslında kendi standartlarında gayet rahat kalabileceği bir finali kaçırdı. Kadınlar çekiçte de Kıvılcım Kaya ve Tuğçe Şahutoğlu, 64 metre civarı atarak beklentilerin çok altında kaldılar.

Durumun daha iyi olduğu pistte ise Ali Kaya’nın 10 bin metreyi tamamlayamaması hayal kırıklığı oldu. Ancak Ramil Guliyev’in 200 metre finali koşması, Yasemin Can’ın 5-10 bin dereceleri ve ilk defa bir 4x100 erkekler bayrak takımının koşması, başarılı sayılabilecek sonuçlar. Atletizmle ilgili asıl soru işareti, sporcu ağırlığının başka ülkelerden transfer edilen sporcularda olması. Bunun sürdürülebilirliğe çevrilmemesi halinde Türkiye atletizminin, tek sporcu kaynağı transfer olan Bahreyn ve Katar’la aynı kategoride anılması kaçınılmaz hale gelecek.

14 sporcuyla gidilen güreş; 1 altın, 2 gümüş ve 2 bronzla Türkiye’nin en çok madalya kazandığı dal. Ancak ülkenin spor geleneği düşünüldüğünde, bunun sürpriz bir tarafı yok. Güreşin başarılı olup olmadığını bulmak için kendi içinde bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Bunun için dünya güreş şampiyonalarında uygulanan takım puan sistemi faydalı olabilir. Türkiye, Rio’da 14 güreşçiyle 56 puana imza attı ve güreşçi başına ortalama 4 puan kaydetti. Bu 1996’dan beri alınan en iyi sonuç. Londra’da bu puan 1.85’e kadar düşmüştü. Dolayısıyla, güreş adına başarılı bir olimpiyat geçirildiğini söylemek mümkün. İlk turda elenen 2015’in dünya şampiyonu Selçuk Çebi dışında, hedefinin çok altında kalan bir güreşçi de yok.

Madalya alınan dallardan halterde ise Türkiye çok kısıtlı bir kadroyla mücadele etti. Erkeklerde podyuma çıkan tek sporcu Daniyar İsmailov gümüş madalya kazandı. Tekvandoda Nur Tatar ile bronz madalya gelmesine karşın, başarı daha önceki üç olimpiyatın altında kaldı. Servet Tazegül’ün sakatlığı ve iki sporcunun da dünya sıralamasındaki yerleri nedeniyle güçlü sporcularla erken eşleşmeleri, bu daldaki düşüşün nedenleri arasında sayılabilir.

Rio’da temsil edildiği tek takım sporu olan kadınlar basketbolda ise Türkiye, çeyrek finalde İspanya’ya son topta kaybetti ve altıncı sırayı aldı. Kadınlar basketbolunda iki olimpiyat üst üste temsil ve çeyrek final önemli bir başarı. Ancak asıl sıkıntı şimdi başlıyor. Türkiye, bu turnuvayı 6-7 oyuncuyla ve 30 yaş üstü oyunculara 40 dakikaya yakın süreler vererek oynadı. Ülkenin kadınlar basketbolundaki sürekliliği, çok ciddi bir eylem planı gerektiriyor. Aksi takdirde, bu takım altın jenerasyon olarak hatırlanacak ve uzun yıllar olimpiyat hayalleri kurulacak.

Batuhan Gözgeç, altı sporcuyla katılım gösterilen boksta çeyrek final görebilen tek sporcu. 2004 ve 2008’de madalya alındığı, 2000’de ise çeyrek finale beş sporcunun çıktığı hatırlanırsa boksta ciddi bir düşüş olduğu çok açık.

Yelken, Türkiye’nin sessiz sedasız önemli gelişme kaydettiği bir branş. Altı sporcuyla gidilen bu branşta her ne kadar ilk 10’a girip madalya yarışı koşan sporcu olmasa da erkekler 470’te Ateş-Deniz Çınar kardeşler, Finn’de Alican Kaynar ve Laser Radial’da Nazlı Çağla Dönertaş kendi en iyi derecelerini fazlasıyla geliştirdiler.

Judo, yine olumlu gelişmeler olan bir branş. 1990’larda Türkiye’nin Hülya Şenyurt ve Hüseyin Özkan’la madalya çıkardığı judoda katılım, son oyunlarda tek sporcuya kadar düşmüştü. Bu olimpiyatta ise dört sporcu yer aldı.

Yüzmede, gözler Viktoria Zeynep Güneş’teydi. Geçen yıl Dünya Gençler Şampiyonası’nın yıldızı olan 18 yaşındaki Ukrayna kökenli sporcu, Gracenote (eski Infostrada) madalya projeksiyonlarında 200 metre kurbağalamada altın madalyanın favorisi gösteriliyordu. Ancak ne Güneş ne de diğer yüzücüler Rio’da Türkiye adına final görebildi. Derecelerde ise daha önceki oyunlara göre büyük gelişme olduğu da kesin.

Okçulukta Türkiye, iki genç sporcuyla iyi iş çıkardı ve ikinci turda kıl payı elendi. Mete Gazoz ve Yasemin Ecem Anagöz’ün elendikleri sporcular olimpiyat dördüncüsü oldular. 1990’ların sonunda madalyaya göz koyan Türkiye’nin Tokyo’da tekrar bu düşleri kurması mümkün görünüyor.

Artistik jimnastikte Tutya Yılmaz ve Ferhat Arıcan Türkiye’yi temsil etti. Kadınlarda Tutya Yılmaz denge aletinde finali zorlarken, iki sporcuyla genel tasnifte temsil tarihe geçti. Zira Türkiye, 1908’de Aleko Mulos’la temsil edildiği artistik jimnastikte, 2012’de Göksu Üçtaş’ın denge mücadelesine kadar hiç yer alamamıştı.

Temsil açısından umut vadeden diğer dallar ise eskrim, modern pentatlon, tenis ve binicilik oldu. Ömer Karaevli, Türkiye’yi 1960’tan beri ilk kez binicilikte temsil etti. İrem Karamete, 1984’ten beri ilk kez eskrimde temsil sağlarken, Çağla Büyükakçay teniste, İlke Özyüksel de modern pentatlonda ilklere imza attı.

Özetle, Türkiye’nin 2016 Rio Olimpiyat Oyunları karnesi alışılmışın çok dışında değil. Beklenen dallarda, hemen hemen beklenen sayıda madalya geldi. Ancak geleneği oluşmuş bu dallarda onyıllardır hiçbir yükselişin olmaması; atletizm, yüzme gibi dalların henüz istenen düzeye gelememesi; bazı dalların ise gelişmekle beraber, henüz daha emekleme düzeyinde olması sıkıntılı bir duruma işaret ediyor. Tokyo’ya kadarki dört yılda bu eksiklere müdahale edilmezse yine yedi-sekiz madalyalı orta şekerli bir olimpiyata -şimdiden- hazır olmak gerek.

Socrates Dergi