Basit Hayat
16 dk
Liverpool’un altın dönemi anlatılırken hikâyenin başkahramanı Bill Shankly olabilir. Fakat kulübün Avrupa’nın zirvesine çıktığı günlerdeki lideri farklı bir efsaneydi: Bob Paisley.
Her şey “Nereye gidiyoruz?” sorusuyla başlamıştı. Eşi Jessie, “Aptallaşma. Orada yaşadığımızı biliyorsun” cevabını verse de acı gerçekle yüzleşmesi gerekiyordu. Yapılan tetkikler sonucunda Bob’ın Alzheimer’a yakalandığı ortaya çıkmıştı. Tedavi başlasa da sonuç almak imkânsızdı. Umutlar günden güne yitirilmiş; Bob, bilişsel aktiviteleri gerçekleştiremez olmuştu. Kaldığı bakımevinden, “Artık yapacak bir şey yok, eve gitmesi daha iyi olur” dendi ve ailesi, onu evine getirdi. Gelir gelmez bahçeye oturdular. Torunu Rachael, bahçede oynuyordu ve elindeki topu dedesine doğru attı. Bir süredir çevresinde olup bitenlere farkındalığı kalmayan Bob, bir anda topa vurdu ve torununa gönderdi. O zamana kadar Avrupa’nın en başarılı İngiliz antrenörü olan Bob Paisley, kafasındaki yapbozun çok büyük bölümünü tamamlayamıyordu ama futbolla ilgili yetileri kırıntı hâlinde de olsa kalmıştı…
12 Temmuz 1974… Liverpool ile Bill Shankly birlikteliği mutlu bir şekilde ilerliyordu. İkinci Lig’e düşen kulübü önce büyük sahneye çıkaran Shankly, daha sonra 17 yıldır beklenen şampiyonluğu şehre getirmiş, buna yeni zaferler eklemiş ve bir de UEFA Kupası’nı müzeye koymuştu. 4 Mayıs’ta Newcastle United’ı yenerek FA Cup kazandıklarında, Ada futbol âlemi Shankly’nin ertesi yıl takımın başında kalacağından emindi. Gazeteciler, o günkü basın toplantısına giderken, kulüp ve menajerin tazeleyecekleri nikâhın fotoğraflarını çekmeye hazırdı. Fakat başkan John Smith’in sözleri büyük şok yarattı: Shankly, görevden ayrılıyordu. Gazeteci John Keith, yıllar sonra ancak bir kilisenin o kadar sessiz olabileceğini söyleyecekti. İskoç menajer, bu açıklamayı ilk kez basın mensuplarına yaptığını söylüyor, futbola ara verecek olmanın çok zor bir durum olduğunu ekliyordu. Kararını, Melwood’daki antrenman sahasına gidip oyunculara da açıkladı. Çıt çıkmadı ama hiçbir futbolcu da mutlu değildi. En çok yaralananların başında kaptan Emlyn Hughes geliyordu. Karara itiraz eden biri vardı; Shankly’nin yardımcısı Bob Paisley. Uzun süredir çalıştığı İskoç’u karşısına aldı ve şunları söyledi: “Eşini de al ve bir tatile çık. Ufak bir mola, kararını değiştirecektir.” Shanks, yardımcısının nasihatini dinlemedi, kararı kesindi… Ertesi gün çıkan gazetelerin manşeti hazırdı: “Bomba: Shankly emekli oluyor!”
“Devamlılıktan yanayız. Eğer dilimizde Liverpool FC’yi betimleyen bir kelime varsa; bu da ‘istikrar’dır. Sırf değiştirmiş olmak için bir şeyleri değiştirmeyi sevmeyiz.” 1973 ile 1990 yılları arasında Liverpool Başkanı olarak görev yapan John Smith, kulübün felsefesini bu sözlerle anlatıyordu. Görevinin henüz başındayken büyük bir sorunla karşı karşıya kalan Smith, karar vermekte biraz zorlandı da. Shankly’nin kalktığı, alışılmış bir menajer koltuğu değildi. Kulübün adeta yeniden doğmasını sağlamış, şehri arkasından sürüklemişti. İlk olarak futbolu yeni bırakan ve menajerliğinin ilk yılında Middlesbrough’yu İkinci Lig şampiyonu yapan Jack Charlton ile anlaşmak istedikleri yazıldı. Fakat ‘istikrar’ önemliydi ve bunun için gerekli malzeme de ellerinde mevcuttu. Shankly’nin ekibi hâlâ kulübün içerisindeydi. Onun yarattığı ve ‘The Boot Room’ (Malzeme Odası) olarak adlandırılan sistemde yetişmiş Bob Paisley, Ronnie Moran, Joe Fagan ve hatta genç Roy Evans gibi isimler, hem Shankly’nin sistemini biliyor hem de oyuncuları iyi tanıyordu. 26 Temmuz’da kesin karar açıklandı. Ekibin en tecrübelisi Bob Paisley, yeni menajer oldu.
“Çocuklar, Shankly gitti. Bunu kimse istemiyordu, ben de… Hiçbir şey değiştirmeyeceğim. Shankly’nin yaptıklarını, onları mükemmelleştirerek devam edeceğim.” Kaleci Ray Clemence, Paisley’nin yaptığı ilk konuşmadan bu cümleleri unutmayacaktı. Paisley, 1939’da Liverpool’a futbolcu olarak adım atmış, İkinci Dünya Savaşı’na katılıp ara verdiği topçuluk kariyerini 1954’te sonlandırmıştı. Gelecek planları kurduğu dönemde, dışarıdan bir fizyoterapistlik kursunu (mektupla eğitim veren bir kurum) bitirmişti. Bu karar, uzun yıllar vereceği doğru kararlardan sadece biri oldu. 1956 ile 1964 yılları arasında kulübün başkanlığını yapacak olan T.V. Williams, Paisley’ye kulüp kapılarını bir kez daha açan insan olmuştu. Fizyoterapistlik görevinde “Oyuncunun yürüyüşünden sakatlığını anlayan adam” olarak nam saldı. Oradan alt grup takımlarda antrenörlüğe sonra da Shankly’nin yardımcılığına kadar yükseldi. 1974 yazında da kulübün baş sorumlusu olmuştu. Giymek zorunda olduğu paltonun ağırlığını “Queen Elizabeth’i 10 şiddetli bir fırtınada devralmak gibi” sözleriyle özetliyordu. Tereddütte olanların sayısı hiç de az değildi. Liverpool FC-10 Maçta Efsanenin Anatomisi kitabının yazarı Jonathan Wilson, o takımın yıldızı Kevin Keegan’ın şu sözlerine yer vermişti: “Bob, iyi bir ikinci adamdı ama iletişim açısından pek iyi değildi.”

1974-1975 sezonu bir bakıma İngiltere futbolunun dönüm noktalarındandı. Ligde hâkimiyet kuran Leeds United’ın antrenörü Don Revie, milli takım için görevinden ayrılmış, Manchester United bir önceki sezon İkinci Lig’i boylamış, Derby County ile Leeds saltanatını yıkan Brian Clough ise kovulmuştu. Liverpool da mecburi sebeplerden yenilik rüzgârına kaptırmıştı kendini. Paisley ile ilk sezonlarında ligi ikinci sırada bitirip, Kupa Galipleri Kupası’nda ikinci turda elendiler. İlk yıl performansına bakıldığında Keegan’ın görüşlerine katılanların sayısı artmıştı. Ama Paisley’nin dönemi daha yeni başlıyordu…
Aslında Liverpool ahalisinin alışması gereken en büyük değişim, eski ve yeni menajerlerinin kişilik farkıydı. Shankly, gazeteleri meşgul ediyor, manşete taşınacak, slogan olacak laflar ediyor, oyuncularla devamlı iletişim hâlinde bulunuyordu. Hatta emekliliğini açıklamasına rağmen hâlâ soyunma odalarındaki yerini alıyordu. Paisley ise “Sokakta yürürken fark edilmemek çok hoşuma gider. Shankly demirden ayakkabılar giyerdi ve herkes onun geldiğini fark ederdi” diyor, okul müdürünün ona verdiği “Dinlenmek istiyorsan ağır konuş” tavsiyesine uyuyor ve gazetecileri Jaws’a benzetiyordu. Bunun yanında oyuncularını çok da el üstünde tutmuyordu. Kaptanı Hughes’un Paisley ile ilişkilerinin iyi olmadığı konuşuluyordu. Yeni teknik adam, takımın sert adamı Tommy Smith’i fırçalıyor, orta saha oyuncusu Brian Hall’un ismini unutuyor ya da rakip oyunculardan bahsederken isimlerini söylemek yerine “Mr. Doings” (Bay Zımbırtı) diyordu.
Futbol anlayışlarında ufak farklılıklar vardı. Öyle ki Shankly’nin gözdelerinden stoper Larry Lloyd, Paisley’nin göreve gelmesiyle kulüpten ayrılmak istediğini belirtiyordu. Zira Paisley, Ada futbolunda hiç alışılmamış bir oyun düzeninden, topu devamlı yerden oynamaktan yanaydı. Shankly’den farklı olarak Avrupa Kupaları’nda başarılı olmak adına savunmayı daha çok önemsiyor, stoperlerin dahi topu olumlu kullanmasından yana olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle genç stoper Phil Thompson’ın onun gözdesi olacağı belliydi. Menajer, sistemini “Mesele uzun ya da kısa pas değil, doğru pas” sözleriyle özetleyecekti. Onu kulüp tarihine geçirecek hamleleri ise henüz ilk senesinde yapmıştı. 1974 kışında transfer ettiği Phil Neal ve Terry McDermott, anahtar oyuncular olacaktı. Shankly’nin vedasından önce imza attırdığı Ray Kennedy ise Paisley’ye göre iyi bir orta saha oyuncusu potansiyeli taşıyordu. 1975 yazında bir diğer önemli isim sol bek Joey Jones’u transfer etti. Birçoklarına göre kulübe küsme nedenlerinden de olsa Shankly’nin devamlı idmanlarda yer almasına da son verilmişti.
1975-1976 sezonunun sonunda Paisley ile sorunlar yaşadığı söylenen Hughes, soyunma odasındaki kutlamalarda “Kim ne derse desin, yılın menajeri o” diyordu. Liverpool, lig şampiyonu olmayı başarmış, yeni mevkisinde harikalar yaratan Ray Kennedy’nin başrolü oynadığı finalde Club Brugge’ü yenerek UEFA Kupası’nı da kazanmıştı. Paisley, Shankly’nin saha içinde başardıklarını iki yılda tekrarlamış, gözünü henüz ulaşılmamış olana dikmişti: Şampiyon Kulüpler Kupası.
Liverpool, 1976-1977 sezonunda dönem dönem sendelese de bir kez daha şampiyon olmayı başardı. Fakat esas büyük heyecan Avrupa sahnesinde yaşanmıştı. Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Crusaders ve Trabzonspor’u geçen takım, çeyrek finalde bir önceki sezonun finalisti Fransa şampiyonu Saint-Etienne’in karşısına çıktı. İlk maçta Fransa’dan 1-0’lık mağlubiyetle döndüler. Anfield’daki rövanş, kulübün tarihine geçecekti… Binlerce Liverpool sakini, 2 Mart 1977’de Anfield’ı hıncahınç doldurmuştu. Liverpool, Keegan’ın maçın başındaki golüyle iyi başlasa da karşılarında Avrupa’nın en tehlikeli takımlarından biri vardı ve ikinci yarıda Fransızlar, Dominique Bathenay’ın harika golüyle durumu eşitledi. Sahneye Kennedy çıktı ve kendine has şutlarından birini atarak Liverpool’u 2-1 öne geçirdi. İngilizlere bir gol daha lazımdı. Paisley, çözümü kenarda oturan kızıl gençte buldu. Sonradan oyuna girdiği maçlarda attığı gollerle tanınan David Fairclough’ı oyuna soktu. 73. dakikada sahaya giren Fairclough, on dakika sonra Kennedy’nin pasıyla defansın arkasına sarktı ve turu getiren golü attı. Liverpool, en zorlu virajı aşmıştı.
Yarı finalde Zürich’i kolay geçen Paisley’nin öğrencileri, finalde dönemin bir diğer güçlü takımı Borussia Mönchengladbach ile eşleşti. Üstelik finalden dört gün önce FA Cup Finali’nde Manchester United’a beş dakikada yedikleri iki golle mağlup olmuşlardı. Eleştirilerin odağında ise sezon boyunca olduğu gibi Keegan vardı. İngiltere’nin o dönem en büyük yıldızıydı, popüler kültür ikonuydu ve o sene sık sık eleştirdiği İngiltere’deki yüzde 83’lük gelir vergisi uygulaması sebebiyle yurt dışına transfer olma kararı almıştı. Basın Keegan’a saldırdıkça Paisley de ona olan güvenini hafta boyunca tekrarladı.
İkinci Dünya Savaşı’nda Roma’nın kurtuluşu için savaşan Bob Paisley, yıllar sonra İtalya’nın başkentine ayak bastığında en büyük silahı Keegan’dı. Antrenmanda sakatlanan John Toshack’ın yerine klasik bir santrfor sahaya sürmeyen Paisley, Steve Heighway ve Keegan’ın Gladbach savunmasında açacağı deliklere güveniyordu. Öte yandan Saint-Etienne maçında Anfield’ı dolduran taraftarlar finali de boş geçmeyecekti. Arabasını, buzdolabını ya da televizyonunu satmak pahasına Roma’ya akın edenler vardı. Paisley’nin “Yıllar önce burada Almanları tank üzerinde mağlup ettim. Şimdi siz de bunu sahada yapacaksınız!” konuşmasıyla Olimpiyat Stadı’na çıkan oyuncular Anfield’dan farksız bir ortamla karşı karşıyaydı… Paisley’nin beklentileri henüz maçın başında gerçekleşmeye başladı. 28. dakikada Liverpool’u öne geçiren golde bütün planlar tutmuştu. Keegan, markajcısı Berti Vogts’u sürüklemiş, ceza sahasına yaptığı koşular nedeniyle transfer edilen McDermott işi bitirmişti. Liverpool, mükemmel bir futbolla 3-1 kazanmıştı. Gazeteci John Keith, “O maçta oynanan futbol, Shankly’nin bıraktığı takımın ne kadar geliştiğinin kanıtıydı” sözleriyle 90 dakikayı özetleyecekti. Kulüp, tarihinin en büyük başarısını kazanmış, kutlamalar Roma’da başlamıştı. Şampanyalar su niyetine kullanılıyordu. Kupayı kazanan ilk İngiliz antrenör olan Paisley ise sakince portakal suyunu yudumlamaktaydı: “Her ânı hafızama kazımak istiyorum, her ânı. Roma’da bu akşam sadece iki kişi ayık: Ben ve Papa!” İngiltere’ye döndüklerinde kutlamaların dozu artmıştı. Patron ise evine gitti, bir bardak çay içti ve yatağına girdi…

Liverpool, nihayet kıtanın zirvesine çıkmıştı. Ama Paisley’nin kariyerini mükemmelleştiren temeller, 1977 yazında atıldı. İlk önce İskoç stoper Alan Hansen transfer edildi. Sıra, Hamburg’a transfer olan Keegan’ın yerini doldurmaktaydı. Adres yine İskoçya oldu. Celtic’in genç yeteneği Kenny Dalglish, 440 bin sterlin karşılığında Liverpool’a geldi. Belki Keegan kadar süratli değildi ama top tekniği ve stili Paisley’nin istediği oyuna çok uygundu. Liverpool, sahaya daha iyi yayılan ve daha çok pas yapan bir takım olacaktı. Kısa sürede Keegan’ın pabucu da dama atıldı. Birçok futbolsevere göre Liverpool tarihinin en büyük oyuncusu olan Dalglish, etkisini göstermekte gecikmedi. O dönem okul çağında genç bir kız olan taraftar Bernadette Benett, Dalglish’in John Travolta’dan bile daha zarif hareket ettiğini defterine not olarak düşüyordu. Ara transfer döneminde takıma katılan üçüncü İskoç Graeme Souness, yapbozu iyice tamamlamıştı. Liverpool, 10 Mayıs 1978’de Club Brugge’ü 1-0 yenerek, Şampiyon Kulüpler Kupası’nı üst üste kazanan ilk İngiliz takımı olurken, zaferi getiren gol İskoç yapımıydı; Souness ara pası atmış, Dalglish işi bitirmişti. Gladbach zaferinde payın bir bölümü Shankly’ye verilebilirdi ama ikinci finalde artık Paisley’nin takımı sahadaydı…
1978-1979 sezonu hem lig hem de kulüp tarihine geçti. 85 gol attılar, sadece 16 gol yediler ve 68 puan toplayıp şampiyon oldular. Bu bir lig rekoruydu. Tartışılmaz bir şekilde Ada’nın en büyüğüydüler. Yine de Paisley, Leeds United’ı 3-0 yendikleri sezonun son maçın ardından soyunma odasında şunları söylemişti: “12 Temmuz’a kadar iyice dinlenin. Görüşmek üzere!”
“Oyna, kazan ve devam et” denklemi devam etti. Bir sene sonra tekrar zirvedeydiler. 1980-1981’de ise ligi beşinci bitirseler de bir kez daha Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’ne ulaşmışlardı. Dört yıl önce Roma’daki gerginlikten çok uzaktaydılar. Karşılarındaki Real Madrid de olsa favori Paisley’nin öğrencileriydi. Patron da gayet rahattı. Paris’teki lüks otellerinin çevresinde cebinde Daily Mirror ve ayağında terliklerle vakit geçirmekte sakınca görmemişti. Yine 1-0’la zafere ulaştıklarında Kupa 1’i üç kez kazanan ilk antrenör olmuştu. Ama taraftarlar için finali unutulmaz kılan, galibiyet golünün Alan Kennedy’den gelmesi olacaktı. Kennedy, 1978’de takıma katılmış, ilk antrenmanlarda klasik bir İngiliz bek oyuncusu gibi uzun toplara başvurmuş ve Paisley’den “Burası Liverpool” uyarıları almıştı. Acemi sol bek, ilk maçında da rezalet bir ilk yarıya imza atmış, bir polisin kasketini uçurmuştu. Devre arasında Paisley’nin sesi soyunma odasında yankılanıyordu: “Size yemin ederim, yanlış Kennedy’yi vurmuşlar!”
Liverpool taraftarının gözünde tonton bir dede imajı çiziyordu Paisley. Fakat Quiet Geniuskitabının yazarı Ian Herbert, ihtiyarı ‘hırkalı amca’ simgesinden çok uzakta, sert ve taviz vermesi güç bir adam olarak hatırlayacaktı. Souness da aynı düşüncedeydi: “Ondan övgü almak, Sahra’da kar fırtınasına yakalanmakla hemen hemen aynıydı. Taraftarlar onu bir baba figürü olarak görürdü ama sizi temin ederim Anfield’ı demir çubuğuyla yönetirdi.” Phil Neal ise insanlara zor güvenmesinden dem vuruyor ve Dinamo Dresden deplasmanını hatırlatıyordu. Paisley, Doğu Alman ekibinin soyunma odasındaki çay bardaklarına ilaç koyduğundan şüphelenmiş ve odada bir dinleme cihazının olduğunu iddia ederek maç konuşmasını dışarıda yapmıştı. Aslında maç konuşmalarının çok uzun sürdüğü de söylenemezdi. Genç bir antrenör adayı olan Avram Grant, Paisley’nin ekibinde bir staj dönemi geçirmişti. Almanya’dan gelen Grant, orada iki saate yakın süren maç konuşmalarından sonra Paisley’nin iki dakikalık özetini görünce şoka girmişti.
Ama Jonathan Wilson’a verdiği röportajda Paisley’nin hakkını da verecekti: “Bazen insanların unuttuğunu düşünüyorum; o, İngiltere futbolunu değiştirdi. Bugün tiki-taka’dan konuşuyorsak, Paisley’nin takımıyla başlamalıyız.”
1983’te emekliliğini açıkladığında altı lig, üç Şampiyon Kulüpler Kupası ve bir de UEFA Kupası zaferi vardı. Aynı yıl ‘Bir Şampiyonun Vedası’ adıyla yayınlanan programın sunucusu olan Brian Clough, kendisini tarihe geçiren Nottingham Forest’ın sistemini belirlerken Paisley’nin Liverpool’undan etkilendiklerini söylüyor ve en önemli meziyetinin doğru transferler yapmak olduğunu söylüyordu. Paisley, dokuz yılda 25 oyuncu transfer etti ve birçok yıldızı barındıran bu gruba toplamda sadece 5,358 milyon sterlin ödedi. Geoff Twentyman ya da Tom Saunders gibi büyük işlere imza atan gözlemci ekibi vardı ama son karar patrondan çıkıyordu. Dalglish, “Kariyerinde sanırım bir milyona yakın karar vermiştir. Bunların yüzde 99,9’unda da haklı çıkmıştır” diyecekti. Souness ise onu tarihin en büyük oyuncu sarrafı olarak tanımlıyordu.
Bob Paisley, 1983’te görevi bıraktığında FA Cup dışındaki bütün büyük kupaları kazanmıştı. Yerini, Boot Room’un en tecrübeli ismi Joe Fagan’a devretti. Fagan’dan sonra takımın başına oyuncu-menajer olarak geçen Dalglish’in danışmanlığını yaptı ve 1992’de kendisine Alzheimer teşhisi konana kadar işine devam etti. Souness, yakın dönemde konuk olduğu bir BBC programında Paisley’nin oyuncu ilişkilerinde ve kendini pazarlamada başarısız olduğu için günümüz şartlarında çalışamayacağını belirtiyor ve ekliyordu: “Sahte 9 ya da topsuz koşu gibi şeylerden Paisley’ye bahsedemezdiniz. Üstelik bir fizyoterapistin bugünün şartlarında bu kadar yükselmesi biraz zor.”
Eşi Jessie ise günümüz antrenörlerinin parayla çok içe içe olduğunu belirtiyor ve “Bob bunlardan pek hoşlanmazdı” diyordu. Biyografisinin yazarı Ian Herbert’e göre ise Paisley ekolündeki antrenörler azalsa da henüz bitmemişti: “Bence onun bıraktığı miras takım yönetmenin farklı bir yolla yapılabileceğini gösterdi. Başkalarıyla paylaşarak, daha kolektif, daha az ego ile yönetmek. Kanımca onunla eşit görebileceğimiz biri yok. Hepsi medyaya kendini pazarlıyor. Avrupalılardan ona en yakını Ancelotti sanırım.”
Paisley, 1996’da hayata gözlerini yumduğunda ondan daha fazla Kupa 1 kazanan bir antrenör yoktu. Belki endüstriyel futbol döneminde yükselen Liverpool romantizmi, Shankly’nin iddialı sloganları ile özdeşleştirildi ama özlem duyulan zaferlerle dolu günlerin lideri Bob Paisley’di. Hayatta olsa bundan rahatsız olur muydu? Kazandığı madalyaları nereye koyduğunu unutan bir adamdan bahsettiğimizi düşünürsek, cevap “Hayır” olur herhâlde. Hayatında hiç kimseye borçlu olmadığı kadar Paisley’ye borçlu olduğunu vurgulayan Kenny Dalglish’in, patronu için söyledikleri durumu özetliyor aslında: “Onu, örgü hırkasıyla yarış bültenine çalışan adam olarak hatırlıyorum. Ailesi sağlıklıysa, takımı kazanmışsa ve at yarışından ufak bir para almışsa mutlu olurdu. Basit hayatı severdi…”